| Konu: | Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 20.11.2018 |
CHP GRUBU ADINA TACETTİN BAYIR (İzmir) - Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; AK PARTİ'nin alelacele getirdiği Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşmeleri için Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bilindiği üzere, AK PARTİ tarafından Komisyona sunularak seçimde aday olup kazanamayan oda ve borsa başkanlarının eski görevlerine dönebileceği bu teklif, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonundan geçti. Üstüne de geldiğinde sadece TOBB'u ilgilendiren bu maddeye Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu da eklenerek geçti Komisyonumuzdan. Sayısı 20'yi bulan tüm kamu kurum niteliğindeki meslek kuruluşlarından sadece 2 tanesi, sırf iktidar kanadından birisinin istemesi sebebiyle, söz konusu kurumların görüşü dahi alınmadan Komisyona gelebiliyor ve Mecliste biz bu teklifi konuşabiliyoruz. AKP'nin yerel seçimlere yönelik bu hamlesini kim, nasıl düşündü, orasını bilmem ama konuyla ilgili kurumun ve kurumların görüşünü almadığı çok açıkça görülmektedir.
Öyle ki, "Oda, borsa, birlik başkanlığı görevimiz ile siyaset arasındaki ayrım kesin bir çizgiyle belirlenmiş durumda. Bu çizgi bir defa delinirse temsil ettiğimiz kurumlara günlük siyasetin nüfuz etmesi söz konusu olur ki bundan en fazla bizlere bu görevleri emanet eden üretici, tüccar ve sanayicilerimiz zarar görür. Bu camiada görev üstlenmek ve siyasette yer almak arasındaki kesin çizgi aynen korunmalıdır." demeci Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu'na aittir. Yani Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı -özerk alanına müdahale olarak tanımladığı bu teklifle- Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği iç yapısının bu yasadan zarar göreceğini ifade etmekte ve düşünmektedir. Kaldı ki iktidarınız süresince birlikte yürüdüğünüz bir kurum Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ama sizin gibi düşünmüyor. Adrese teslim ihaleleri gördük, on altı yıldır yaşadık ama şimdi de adrese teslim kanunları yaşıyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz.
Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yukarıdan bir talimatla önümüze konan bu tek maddenin yasalaşmasının ardından yaşanması muhtemel tehlikelere karşı iktidarı uyarıyoruz. Konu temelde özerk olması gereken kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının Anayasa'dan aldıkları yetki ve görevlerle birlikte düşünülmelidir, seçme ve seçilme hakkı, hukuk devleti, seçme ve seçilme hakkının eşitliği, kurumların içinde siyasetin günlük çıkarlarının nüfuz etmemesi üzerinden tartışılmalıdır. Bu yasa teklifiyle, iktidarın kendine yakın kurumları yanına çekebileceği, söz konusu kurumların tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybedeceği bir sonuca gidilecektir. Bu yasa çıktığı takdirde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları seçime girdiği zaman, açıkça, siyasi partiler yarışını izleyeceğiz.
Neden sadece Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu? Madem bunu getireceksiniz -Komisyonda da ifade ettim- sayısı 20'yi bulan tüm kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını da -görüşleri alınarak- bu teklife dâhil edelim. Bakalım onlar istiyorlar mı görüşlerinde?
Ben açıkçası kendim bir çalışma yaptım sevgili arkadaşlar, bunu TOBB dâhil olmak üzere odaların hiçbiri istemiyor. Sadece Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunu ayırıyorum, onlar belediye meclisine belli dernek başkanlarının meclis üyesi olarak hizmet etmelerini öneriyorlar ama onun dışındaki odaların tamamı bu yasaya karşılar.
Yani sonuç itibarıyla, Ziraat Odaları Birliğinin, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin, Türkiye Serbest Mali Müşavirler Odaları Birliğinin ve diğer 15 birliğin başı kel mi? Yani onlara niye böyle davranıyorsunuz da bu ikisine farklı davranıyorsunuz? Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kendi kanunlarında tanımlanmış organlarının göreve gelme, görevden ayrılma süreçlerine dair kıstasların diğer bir kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları için de geçerli olması gerektiğine... Başkan ve yönetim kurulu üyelerinin görevden ayrılma, istifa ve göreve geri gelme süreçlerinde herhangi bir değişikliğin ilkesel olarak diğer kurumlara da uygulanması gerekebilir; aksi hâlde, tam da bu teklifte olduğu üzere, adrese teslim bir kanun maddesiyle karşı karşıya kalırız.
Türkiye Odalar Birliği üzerinden getirilen bu teklifin amacı, aday adayı olmayı düşünen başkan ve yönetim kurulu üyelerinin siyasi ve idari koltuk garantilerini verebilmektir. Peki, burada, başkanlıktan istifa etmeden buraya aday olan arkadaşların bu kamu kurum ve kuruluşlarının imkânlarını, parasını kullanabileceğini düşünemiyor muyuz? Bu kanunda özünü rahatlıkla görebileceğimiz gibi, Ahilikten bugüne dek meslek örgütlerini uzmanlık alanları çerçevesinde bir araya getiren oda ve borsalar, birlikler her biri ayrı kanunla yetkilendirilmiş, siyasi tartışmalardan bağışık ve kamu otoritesinden özerk, siyasi parti bağları olmamasına gayret gösterilen sivil toplum örgütlenme biçimleridir. Anayasa'mızda ifadesini bulduğu üzere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları üyelerinin seçimle işbaşına getirdiği yönetimler yoluyla ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Kimi alanlarda kamu gücü ayrıcalıklarını kullanırlar fakat her durumda siyasi partilerin asla arka bahçeleri olmazlar, olmamalıdırlar.
Hiçbir kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu partizan kimliklerin gölgesinde yaşayamaz. Partili kimliğini belli etmiş bir belediye başkanı ya da milletvekili adayı, seçilememede ya da aday gösterilememe hâlinde bu kurumların yönetim kademesinde sanki hiçbir adaylık süreci yaşamamış gibi, ertesi gün makamına dönerek görevine aynı tarafsızlıkla devam edemez diyerek bu konu hakkındaki düşüncelerimi dile getiriyorum.
İş dünyasının Meclisten beklentisi, Sanayi ve Ticaret Komisyonundan beklentisi bu kanun maddesi değildir, asıl beklentiler farklıdır. Şimdi bir bakalım iş dünyası bizden neler bekliyor: Bir ülkede ekonomik düzenin sağlanması, üretimin artması, yoksulluğun azalması, işsizliğin giderilmesi için ilk önce siyasi istikrarın sağlanması gerekmektedir. Çiftçi alın terinin karşılığını alamıyor, esnaf siftah yapamıyor, sanayici, ihracatçı ona keza ve ne acı ki gençlerimiz kendi geleceklerinin endişesiyle ne yapacaklarının, nasıl hayat kuracaklarının korkusunu yaşıyorlar.
On altı yılda ülkemizin geldiği durum göz önünde bulundurulduğunda ülkemiz ekonomisine duyulması gereken güven, yerini güvensizliğe bırakmış durumda. On altı yılda izlenen yanlış politikalarla ülkenin AKP'ye güveni kalmamıştır. Adaletsizlik ülkenin dört bir yanını kuşatmakla birlikte insanlar üzerindeki psikolojik baskı, özgürlüklerin askıya alınması yatırımcıyı ürkütmekte, ekonomideki istikrarsızlığa neden olmaktadır. Bu bağlamda, halkın devleti yönetenlere olan güvensizliği her kesime yansımaktadır. Bugün sanayicisinden üreticisine, öğrencisinden işçisine, çiftçisinden gazetecisine, akademisyenine kadar herkes gelecek kaygısı ve endişesi yaşamaktadır. Anayasal özgürlüklerin kısıtlandığı bir ülkede bırakın yatırım yapmayı, günü borçsuz harçsız kurtarmak, evine ekmek götürebilmek için insanlar âdeta çaresizlik içinde çırpınıyorlar.
Bugün, devlet yöneticileri saraylarda yaşıyor, ultra lüks arabalara biniyor; özel uçaklarla seyahat ederken ülkemizdeki gerçek işsizlik oranını TÜİK 10,4 olarak açıklıyor. İş aramaktan bunalmış, vazgeçmiş insanları da göz önüne aldığımızda işsizlik oranı yüzde 16'yı bulmuştur. İşsizlik sayısı 5,5 milyonu bulmuşsa eğer, ekonominin iyi gittiğini, adaletin var olduğunu söylemek halkımızın aklıyla dalga geçmektir.
Ülkemizde on altı yıldır katlanarak büyüyen sorunlardan biri de kayıt dışı ekonomidir. Bilindiği üzere yeraltı ekonomisi, illegal ekonomi, kara ekonomi, resmî olmayan ekonomi, gizli ekonomi, karaborsa ekonomisi benzer anlamlara gelen, devletten gizlenen, kayda geçirilmeyen ve bu sebeple denetlenmeyen faaliyetlerdir. Kayıt dışı ekonomiyi azaltmak kalkınabilmenin önde gelen şartlarındandır. Faiz ve vergi oranlarının yüksek olduğu ülkemizde, yapılan araştırmalar ekonomi içindeki kayıt dışılık oranının yüzde 30 civarında olduğunu göstermektedir. Dövizin bastırılması için kara para trafiğinin önü açılmış, kaynağı belli olmayan, nasıl kazanıldığı belirsiz paranın dövizle ülkeye girişine çanak tutulmuştur. Dürüst, namuslu ticaret erbabına ise baskı üzerine baskı kurulmuştur.
Kayıt dışı ekonomiyi ortaya çıkaran sebeplere bakılınca kayıt dışı ekonomi genellikle enflasyon sorunu yaşayan, haksız kazanç sağlamaya müsait, gelir dağılımı bozuk, vergi oranları yüksek, denetim yapıları zayıf olan ülkelerde ortaya çıkar. Kayıt dışılık, gelir dağılımı adaletsizliğine bağlı olarak da artar. Türkiye'deki kayıt dışı istihdamı birkaç nedenle açıklamak mümkün değildir. Ancak bir sınıflandırmayla kayıt dışı istihdamın nedenlerini açıklayacak olursak mali ve siyasi nedenlere bakmak lazım. Mali nedenlere baktığınızda, kamu harcamalarını gerçekleştirmek amacıyla alınan, devletin önemli geliri olan vergi ile kayıt dışı ekonomi arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Vergi oranları arttıkça vergi mükellefleri daha az vergi ödemek için kayıt dışılığa yöneleceklerdir. Vergi oranları yükseldikçe hükûmetler bu durumu iyileştirmek amacıyla muafiyet ve istisnaları artıracaklardır fakat bu sefer de vergi adaletsizliği ortaya çıkacaktır. Mükellef daha fazla vergi ödediği hissine kapılıp vergi kaçırma eyleminde bulunacak ve kayıt dışı ekonomi de büyüyecektir. Vergi kaçakçılığını önlemek, vergi denetiminin sağlıklı bir şekilde olmasına, vergi sisteminin basit olmasına ve mükellefler arasında vergi adaletine bağlıdır. Bu şekilde de kayıt dışı oranı küçülebilir. Devamlı vergi affı çıkararak namuslu, vergisini zamanında ödeyen adam ile "Nasılsa bir af çıkar." deyip de vergisini ödemeyen tüccar, esnaf aynı kategoriye konulmamalıdırlar.
Siyasi nedenlerine baktığımız zaman, kayıt dışı ekonomi sebepleri arasında siyasi nedenin en büyük sorumlusu siyasi liderlerin davranışlarıdır. Siyasi liderler çıkarlarına göre hareket ederek mesela, oy alma için bazı kesimleri verginin dışında tutarak vergi yükünü diğer kesime yani oy alamayacağı mükelleflere atfedip bu mükelleflerin haksızlığa uğramalarına sebep olmaktadır. Vergi mükellefi de haksızlık karşısında vergi kaçırma eğilimi içine girecektir. Sürekli vergi politikalarında değişikliğe gidilmesiyle mükellefin güveni zedelenmektedir çünkü vergi kanunu değiştirilmesiyle birlikte vergi yükü bir taraftan alınıp diğer tarafa yüklenilmiştir. Yine siyasi liderler, seçim zamanlarında gerçekleştirmiş oldukları vergi aflarıyla da kayıt dışı ekonominin boyutunu artırmaktadırlar. Mükellefler, sık tekrarlanan vergi afları karşısında vergi ödemek istememektedirler.
Ve firmalar arası rekabet ve artan maliyetler: Ülkede yaşanan krizden dolayı rekabet gücü önem kazanmış, firmalar rekabet gücünü artırmak için maliyetlerini düşürme yoluna gitmişlerdir. Bu yönde de kayıt dışı ekonomiye ve onun bir yansıması olan kayıt dışı istihdama yönelmişlerdir. Enflasyon gibi ekonomik değişmeler, gelir dağılımının adaletsiz olması, işsizlik gibi darboğazlar kayıt dışı istihdamı tetikleyen nedenlerdir. İşsizliğin fazla olması ve yoksulluk, kayıt dışı istihdamın büyümesine neden olan ekonomik problemlerin başında gelmektedir. İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde bireyler kayıtlı iş bulmakta zorluk çekmeleri yüzünden kayıt dışı işlere yönelmeyi tercih etmektedirler. Sanayi açısından baktığımızda ülkemizde küçük ve orta işletmeler ekonomik değişmelerden daha hızlı etkileniyorlar. Bu darboğazı atlatabilmek için kayıt dışı istihdama yöneliyorlar, Suriyeli işçiler gibi. Bu bağlamda büyük ölçekli işletmeler vergi indiriminden, teşviklerden ve benzerinden yararlanırken küçük çaplı işletmelerin genel ekonomi içerisindeki payı düşük olduğundan, ay sonunda bırakın kazanmayı borçları çoğaldığından, ayakta durmakta zorlandıklarından, üstüne üstlük vergi indirimlerinden ve teşviklerinden yeterince yararlanamadıklarından dolayı kayıt dışı istihdama yöneliyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda kayıt dışı istihdamda haksız rekabette emeklilerin konumu ne oluyor? Emekli aylıklarının seviyesinin düşük olması nedeniyle geçim sıkıntısı çeken emeklilerimiz ve yaşam standardını biraz olsun yükseltebilmek, daha fazla gelir elde etmek amacıyla birden fazla işte çalışan bireyler, ikinci çalıştıkları işlerde kayıt dışı çalışmayı tercih ediyorlar.
Ve kara para, yasa dışı fonlar: Gerek kamu açıklarının finansmanında gerekse kalkınma için ihtiyaç duyulan fonların temininde sorun yaşandığından ve nereden geldiğine bakmaksızın "kara para" olarak tanımlanan yasa dışı fonlar da dâhil olmak üzere ülkemize her türlü kaynak girişine izin veriliyor. Başta uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı olmak üzere yasa dışı faaliyetler oluşuyor.
Bakın, 2002-2015 yılları arasında ülkemize yaklaşık 40 milyar dolar kaynağı belirsiz para girerken sadece 2015 yılında kaynağı belirsiz döviz girişleri 9,3 milyara ulaşmıştır. 2016 yılında ise kaynağı belirsiz döviz girişleri 1 milyar 69 milyon dolara yükselmiştir, akıl alır bir rakam değildir. Ve 2017 yılında ise şu an itibarıyla 7 milyar 59 milyon dolar da kayıt dışı Türkiye'ye giren döviz vardır. Buna rağmen döviz rezervlerimizde rekor bir azalış olmaktadır. Bu, cari açığın normal yollardan finanse edilemediğinin göstergesidir. Finansman olmayınca cari açık azalıyor ama büyüme çakılıyor. Bu rakamlar ülkemizin ciddi bir kayıt dışılık ve kara para sorunuyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Tüm bu olumsuzlukların ortadan kaldırılması köklü ekonomik ve politik reformlarla mümkün olabileceğinden, ülkemizdeki kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasıyla fon girişlerinin kontrolünün sağlanması konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmalıdır.
Dolaylı vergiler çoğunlukla farkında olmadan verdiğimiz, bazen pazarlıkla kaçınmaya çalıştığımız vergi türleridir. Dolaylı vergiler gelir düzeyinden bağımsız olarak herkes için eşit oranda uygulanır. Bu nedenle, dolaylı vergilerin yüksek olması toplumun geliri düşük kesimi için dezavantaj sayılmaktadır. Zengin fakir ayrımı yapmadan, zorunlu tüketim maddelerini kapsayacak şekilde artırılan katma değer vergisi, özel tüketim vergisi benzeri dolaylı vergiler haksız ve adaletsiz bir uygulama olduğu gibi adaletsiz vergi düzeninin de adıdır. Hükûmetlerin yanlış politikaları sonucu oluşan bütçe açığı bu olumsuz süreçte hiçbir katkısı olmayan, fakir fukaranın yediği ekmekten, içtiği sudan, sofrasındaki peynirden, zeytinden, giydiği ayakkabıdan alınan dolaylı vergilerle kapatılmaktadır. Dolaylı vergilerin haksız bir şekilde artırılması sadece emekliyi, dulu, yetimi, işçiyi, köylüyü aç susuz bırakmıyor, aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyi, kayıt dışı istihdamı da teşvik ediyor. Bu vergi politikası her yönüyle ekonomiyi saydamlıktan uzaklaştırarak gerçek vergi ödemesi gerekenlerin vergi kaçırmalarına yol açıyor. Dolaylı vergi düşük gelirlilerin aleyhinedir. Dolaylı vergi, harçların ve cezaların artırılması düşük gelir grupları açısından sosyal adaletin bozulmasına neden olur. Dolaylı vergileri artırmak yerine vergi tabanını genişleten, kazançtan alınan sürdürülebilir adil vergi düzeni sağlanmalıdır.
Dolayısıyla bu duruma gelen ülkemizde şu anda insanlarımız bunalımda. Araştırmalara göre her 4 kişiden 1'i depresyondadır. İş kaybı, maddi sıkıntılar, yoksulluk gibi ekonomik etkenlerde depresyonun yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Antidepresan ilaç kullanımı artmış, Sağlık Bakanlığı Türkiye'de 2015'de 8 milyon 179 bin kişinin antidepresan aldığını açıklamıştır. İntiharlar çoğalmıştır. Tüm bu ekonomik ve toplumsal çöküntünün nedenleri, temel ve etik değerleri hiçe sayan, kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden on altı yıldır Hükûmetin uyguladığı zihniyettir. Yani adaletsizlik sadece eğitimde, sadece mahkemede, sadece yaşamda, sadece seçimde, sadece inançta, geçimde, devlette, medyada değil, ekonomide de had safhadadır.
Bugün hepimizin bildiği gibi Dünya Çocuk Hakları Günü. Temennim ve dileğim odur ki tüm dünyada yaşayan çocukların yatağa aç girmediği, oyun oynarken başlarına bombaların düşmediği, barış ve kardeşlik türküleri söyleyen çocukların Dünya Çocuk Hakları Günü kutlu olsun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Vekil.