GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 6771 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Çeşitli Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Konusunda Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:98
Tarih:10.05.2018

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu yetki kanunu üzerine grubumuz adına söz aldım.

Bu kanunun bütünüyle hem Anayasa'ya hem Türkiye'nin demokratik ihtiyaçlarına aykırı bir diktatöryal yasa çıkartma teşebbüsü olduğunu düşünüyoruz, o yüzden buna karşı oy kullanacağız. Ancak gerekçelerimizi açıklamamız lazım. Aslında Sayın Zekeriya Temizel bu gerekçelerin neler olması gerektiğini son derece net bir açıklıkla, mevcut mevzuata izafeten açıkladı. Fakat vardığı sonuçtan, ben, daha farklı bir sonuca varıyorum; giderilebilir sonuçlar, telafi edilebilir sonuçlar değil, telafi edilemez sonuçlar yaratacağı düşüncesindeyim.

Gerçekte, yeni bir anayasal rejime -sözüm ona- geçerken mevcut Anayasa'yı -Meral Danış Beştaş arkadaşımızın da öğleden önce ifade ettiği gibi- tebdil, tağyir ve ilga ederek gerçekleştirilmesi başlı başına bir paradoks. Siz yeni bir anayasal düzene geçmek için, bu anayasal düzene uyum göstermek zorundasınız fakat bu anayasal düzeni ihlal ederek gerçekleştirdiğiniz yeni anayasal düzen, geriye dönerek bunların düzeltilmesine imkân vermiyor; oradaki kurumlar burada artık yok, oradaki süreçler burada artık yok. Kendi yanlışını kendisi düzeltebilen bir sistemden söz etmiyoruz. İki ay sonra, eğer her şey Adalet ve Kalkınma Partisinin öngördüğü gibi gerçekleşecek olur ise sonuçta "Ben yaptım, oldu." düzenine uygun olarak gerçekleşmiş bir değişiklikle yüz yüze kalacağız. Bu Parlamento, ne anayasal denetim yollarını kullanmaya fırsat bulacak ne de bu anayasal denetim yolları gelecek Parlamentoda geçerli olacak. Böylelikle, aslında, bir darbeyle karşı karşıya kalmış olacağız. Buna diktatörlük dediğimiz zaman bize kızıyorsunuz ama bu "diktatörlük" lafının hem bir olumlu anlamı var hem de bir olumsuz anlamı var. Tarihte ilk defa bizim başımıza gelmiyor bu. Aslında, eski Roma hukukunda kriz, bir düşman istilası, olağanüstü afetler durumunda, bir yetkili yargıca meclis yetkilerini devreder, belli bir süre sonra bu yetkileri geri alır ve bu yargıçtan hesap sorardı. "Dictatura" dediğimiz şey bu örnekten geldi. Fakat Roma hukukunda, Roma tarihinde işler böyle düzgün gitmedi. Sezar gelip diktatörün hesap verme statüsünü ortadan kaldırdı, ebedî diktatör olarak kendisini ilan etti ve o günden beri de diktatörlüğün anlamı, bizim olağanüstü hâl ya da sıkıyönetimle ifade edebildiğimizden, benzetebildiğimizden çok daha farklı, herhangi bir yasayla bağlanmamış, herhangi bir yasa tarafından denetlenemeyen bir mutlak otorite, bir mutlak güç demektir. Bu yasa aslında Bakanlar Kuruluna ve dolayısıyla Cumhurbaşkanına bu yetkileri veriyor. Türkiye'de bir diktatörlüğü tesis ederek demokratik bir düzene geçme iddiasının kendisi, "kuru su" gibi bir oksimorondur, bu ikisi bir arada yürüyemez. Halkın iradesi, Meclis denetimi, Meclisin iradesi olmaksızın böyle bir düzenlemenin yapılamayacağı apaçık ortada.

Sayın Bakanı dinledik. Kendisi bütün bu sorulara ve eleştirilere yanıt vermek için çaba gösterdi ama bu yanıtların hiçbirisi bizi tatmin etmedi. İki nedenle, birincisi: Yasanın metnini ve ruhunu çelmiyor. Yasa, kanunlarda -spesifik bir şey söylemeksizin- her türlü değişikliği yapmaya yetki vermek üzere bitiyor. Diyelim ki bir spesifik gönderme vardı, olağanüstü hâl kararnameleri konusundaki yetkisini Hükûmetin nasıl kullandığına bakacak olursak şimdi neler yapacakları bakımından bu bize çok net bir yol gösterici olur. Olağanüstü hâl kararnamelerinin olağanüstü hâlin ilanına gerekçe gösterilen sebeplerle doğrudan doğruya ilişkili olması gerektiği açık bir Anayasa hükmü ve Olağanüstü Hâl Kanunu hükmü değil mi? Ama olağanüstü hâl kararnameleri kapsamında aslında olağanüstü hâlin ilanıyla herhangi bir ilgisi olmayan, arsa tahsislerinden kış lastiği kullanımına kadar pek çok alanda, ilgili ilgisiz pek çok alanda kararnameler çıkarıldı ya da kararnameler kapsamına alındı. Bu, iktidar yanlısı gazetelerin köşe yazarları tarafından da ciddi eleştirilere konu oldu. Yani aslında yetki aşımı, yetki fazlası, yetki doyumu dolayısıyla bir kokuşmayla karşı karşıya kaldık. Bugün aynısının olmayacağını, üstelik çok kısa sürede, üstelik büyük bir telaş içerisinde, üstelik bir seçim atmosferi içerisinde aynısının olmayacağını bize kim garanti edebilir? Seçimlerin nasıl yapılacağına dair, yerel yöneticilerin davranışlarına ilişkin tıpkı OHAL kararnamelerinde olduğu gibi kararnameler çıkartılmayacağının güvencesini bize kim verebilir? Denecek ki "Bize güvenin." Sevgili arkadaşlar, yasa çıkartmanın biricik anlamı insanların birbirine duyduğu güven değil, güvensizliktir. İnsanlar birbirine güvenseydi zaten yasa çıkartmaya gerek kalmazdı, her şey kendi yolunda olur biterdi. İnsanlar birbirine güvenmediği için, çünkü yasalar ve anayasalar çatışan menfaatlerin barışçı bir biçimde sürdürülmesini güvence altına almak için çıkartıldığından, yasalar esasen hükûmetlere güvenmeyenleri tatmin etmek için çıkarılır ama Hükûmet bize "Bana güvenin, ben yanlış yapmayacağım." diyor. İspatını soruyoruz, olağanüstü hâl kararnamelerine döndüğümüzde bunun tersine, sonsuz sayıda örnekle karşı karşıya kalıyoruz. O nedenle biz, herhangi bir yasa tarafından sınırlanmamış bir diktatörlük dönemine girdiğimizi tespit etmemiz gerektiğini söylüyoruz. Yurttaşlarımız uyanık olsunlar. Meclisiniz artık elindeki bütün gücü Hükûmete devretmiştir. Meclisteki muhalefet milletvekillerinin ya da iktidar milletvekillerinin kim olup olmadığının Türkiye'nin bundan sonraki yönetimiyle hiçbir ilgisi olmayacaktır. Meclisin bütün yetkileri Hükûmete devredilecektir bu akşamdan itibaren, biz buna ne kadar itiraz da etsek. Bu, Anayasa'yı tebdil, tağyir ve ilgaya cebren teşebbüs kapsamına girer çünkü Hükûmet arkasına devletin bütün silahlı gücünü, bütün yargı gücünü, bütün yaptırım gücünü alarak şimdi artık Türkiye'ye hükmedecektir Parlamentodan bir yetki yasası çıkarttığı gerekçesiyle. Anayasa'nın ruhuyla bu tamamen ilgisizdir ve Türkiye son derece zor bir dönemece girmektedir. Yurttaşlarımızdan özellikle 24 Haziran seçimlerinde uyanıklık içerisinde tutumlarını saptamalarını istiyoruz. Bir kere daha dikkati çekmek istiyoruz: Şimdi artık bu, faşizmden önceki son çıkıştır sevgili yurttaşlar; ya şimdi 24 Haziranda bu çıkışa Türkiye'yi taşıdınız ya da bundan sonra artık bir diktatöryal rejim altında bütün bunlardan nasıl kurtulacağınızı planlamak zorundasınız. Ben derim ki işinizi bugünden görün, hem Cumhurbaşkanlığında hem Parlamentoda yetkiyi bu diktatörlük teşebbüsünde bulunanların elinden alın.

Sevgili arkadaşlar, bu referandumda Sayın Muş'un bütün iddialarına rağmen Halkların Demokratik Partisinin Türkiye'de en çok oy aldığı, 1'inci parti olduğu yerlerde de halkımız Adalet ve Kalkınma Partisinin bu teşebbüsüne karşı oy kullanacaktır. Eğer sıkıyönetimin, olağanüstü hâlin, İç Güvenlik Yasası'nın bunlar için yeterli olduğunu düşünüyorsa 16 Nisan referandum sonuçlarına bakmasını dilerim. Ağrı'da, Ardahan'da, Batman'da, Diyarbakır'da, Hakkâri'de, Iğdır'da; Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Tunceli, Van'da, HDP'nin 1'inci olduğu bütün illerde "hayır" yüzde 50'den fazla çıkmıştır. Hani hileyle, hani zorla, hani insanları tehdit ederek bu sonuçlar elde ediliyordu? Bir tane HDP yöneticisi ya da üyesi var mı mahkemeler önünde halka zorla oy kullandırttığı için? Bir sandık hilesinden söz edebilir misiniz? Bir belediye yöneticisinin böyle bir rol oynadığından söz edebilir misiniz? Halkı yanıltmaya boşuna çalışmayın. Halklarımız bu konuda son derece açık ve net bir kararlılıkla hareket edeceklerdir, bütün bu suçlamaları da geri çevirmeyi başaracaklardır.

Sayın Başkan, cümlemi bitirmek için bir dakika daha rica ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Bu koşullar altında gittiğimiz seçimde asıl büyük soru şudur: Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçim sonuçlarına rıza gösterecek midir, 7 Haziranda yaptığını tekrar edecek midir? 7 Haziranda halk bu dayatma karşısında gösterdiği tutukluğu 24 Hazirandan itibaren de gösterecek midir yoksa her türlü dayatmaya, iktidarı devir mecburiyetine karşı ayak sürüyen bir iktidarla demokratik haklar, özgürlük talepleri, özgürlük iddiası uğruna bir toplu mücadeleyi sürdürecek midir? Her seçim bir mücadeledir, her seçim halkın kendi egemenliğini kendisini yönetenlerden devralma sınavıdır. Bu sınavı Türkiye halklarının başarıyla geçeceğini ve Türkiye'yi artık zamanı gelmiş olan özgürlüğe kavuşturacağını, "Diktatörlüğe tamam." diyeceğini düşünüyoruz.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)