GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 6771 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Çeşitli Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Konusunda Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:98
Tarih:10.05.2018

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, yetki kanunuyla ilgili konuşacağız, son dakika işlerinden bir tanesi yine. Şöyle, kısaca düşünelim: Ne kadar sürede önümüze geldi, ne kadar çalışabildik? Önce bütün Parlamentoyu bilgilendirmek isterim. 8 Mayısta gece yarısı verildi söz konusu tasarı, 10 Mayıs 2018 yani bugün saat onda Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi. Hatta, dün saat yedide Plan ve Bütçe Komisyonuna gitmesi önerildi, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimiz ya da diğer partilerin üyeleri kopyalanamayacağına göre, ikiye bölünemeyeceğine göre bu sabah saat ona bırakıldı, o kadar aceleydi ki. Buna karşın burada itirazlarda bulunduk, bunun İç Tüzük'e açıkça aykırı olduğunu defaatle ifade etmemize rağmen bu sözlerimiz, aslında her zaman olduğu gibi, dikkate alınmış gibi yapıldı ama her zaman olduğu gibi, o "mış gibi"yle kaldı, aslında karşılık bulmadı.

Bu sabah gittik Plan ve Bütçe Komisyonuna, çok sınırlı bir sürede partiler görüşlerini ifade ettiler ve sıkı durun, ne kadar verildi muhalefet şerhi için? On dakika. Danışmanımız panik atak geçiriyordu "On dakikada ben nasıl hazırlayayım muhalefet şerhini?" diye. Gerçekten on dakikada hazırladı.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Yirmi dakika.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - "On dakika" dedi bize, ben onun söylediğini söyleyeyim ya da yirmi dakika olsun, on dakika da bizden olsun.

Şimdi, niye bu kadar acele ediyoruz? Bunun içeriği ne? Ne getiriyor, ne götürecek? Türkiye'den, yurttaşlardan, halktan, dünyadan saklanan nedir ve neden bugün? Seçime kırk beş gün kala bu kadar önemli bir düzenleme, "Cumhurbaşkanlığı sistemine uyum" adı altında yapılması gereken, Parlamentonun çıkarması gereken kanunlar neden yetki devri olarak Bakanlar Kuruluna veriliyor? Bir kere, bu, her şeyden önce, iktidarın içinde bulunduğu panik atak hâlinin ne kadar üst düzeylerde olduğunu gösteriyor. Bir "korku seçimi" dedik, "panik seçimi" dedik, "telaş seçimi" dedik -aynı anlamlarda- fakat bu kadar olduğunu, bu kadar alelacele bu düzenlemelerin yapılacağını doğrusu biz bile öngörmemiştik, bunu itiraf edelim yani bu kadar, binlerce kanunun bu şekilde, yetki devriyle yapılmasını görmemiştik.

Şimdi, neydi, bunun öncesine geleyim, burada her şeyden önce -en sonda söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim- bu, aslında bir suç, sabah da ifade ettik. Ne suçu? Eski tabirle, Anayasa'yı tağyir, tebdil ve ilga suçu çünkü Anayasa'da açık hüküm var -Anayasa'yı şimdi açıklayacağım- yeni ifadeyle Anayasa'yı ihlal suçu. Ha, diyeceksiniz ki, nedir? 309'uncu madde. 309'uncu maddede "cebir ve şiddet" geçiyor, doğru, yani itiraz gelecektir iktidar partisinden. "Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılır."

Yasama organına karşı bir suç var çünkü biz, yasama organının üyeleriyiz; bizim yapmamız gereken kanunlar, çoğunluğun oyuna dayanarak Hükûmete veriliyor, Hükûmete "Sen çıkarabilirsin." diyor. Peki bizim ne işimiz var burada? Bütün Parlamentonun değerlendirmesi, tartışması gereken uyum yasalarını neden biz yetki devriyle verelim, buna niye "evet" diyelim, bu suça neden ortak olalım? Tabii ki bu suça ortak olmayacağım.

Şimdi, tabii ki burada "cebir ve şiddet"e de takılmayın, hukukta çok geniş yorumlanır bu mesele. "Cebir ve şiddet" dediğinizde, illa silahla, zorla böyle fiilî, fizikî şiddet yapmanıza gerek yoktur. Menderes dönemini hatırlatmak isterim size, onu da açacağım. Şu anda cebir yok mu sizce? Parlamentonun 10 milletvekili, üyesi hapishanede değil mi? Hükûmet gücünü, devlet gücünü, yargı erkini kullanarak, halkın iradesini temsil eden parlamenterleri cezaevinde tutarak, Anayasa değiştirip, Anayasa değiştirdikten sonra erken seçim yapıp, erken seçim döneminde Cumhurbaşkanı adayını, hâlâ Demirtaş'ı cezaevinde tutup eşit yarış koşullarını ortadan kaldırmak, sizce bir cebir değil midir, zor değil midir bu?

Dün Ankara Cumhuriyet Başsavcısının bir değerlendirmesini okudum, gerçekten çok dikkat çekiciydi, istifa etmiş, sanırım milletvekili aday adayı olmuş, o da ancak istifa ettikten sonra konuşmuş. Konuşmasını aynen hatırlayamayacağım, affınıza sığınıyorum ama özetle şunu söylüyor, diyor ki: "Hitler döneminde Führer, hâkimlere şu talimatı vermişti, demişti ki: 'Benim size bire bir talimat vermeme gerek yok, siz benim o konu hakkında ne düşündüğümü tahmin edin, yorumlayın, ona göre karar verin.'" Şu anda da Türkiye'de yargı, dikkatinizi çekerim, Ankara Cumhuriyet Başsavcısından söz ediyorum, diyor ki: "Şu anda yargı, aynen bunu yapıyor, illa birilerinin bir şey demesine gerek yok, zaten durumdan vazife çıkarıyor, iktidarın ve Cumhurbaşkanının rahatsız olmayacağı kararlar veriyor."

Şimdi değerli arkadaşlar, tablo, bu kadar vahimdir, bu kadar korkunçtur. Peki nedir, teknik ayrıntıları ne? Teknik ayrıntıları...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Kim o, kim? İsmini verin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Dünkü basına bakarsanız, ismini hatırlamıyorum. Başsavcının adını mı soruyorsunuz? İstifa etmiş, ihraç edemeyeceksiniz ama sakın cezaevine atmayın, aman, günah almak istemem yani basına açıklama yapmıştı.

SALİH CORA (Trabzon) - Dayanaksız konuşmamak lazım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Anayasa 91, değerli milletvekilleri, şimdi 24 Haziran seçimlerinden önce hâlâ yürüklükte olan KHK sistemi son kez kullanılabiliyor, 24 Hazirana kadar.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Bülent Yücetürk.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - İsim geldi Sayın Muş, oradan isim geldi.

Şimdi, 6771 sayılı Anayasa değişikliğine dair kanunun 18/1-a hükmü gereği referandumla yürürlükten kaldırılması onaylanan Anayasa'nın 91'inci maddesi, teknik olarak 24 Hazirana kadar geçerli, doğru fakat bu düzenleme, 24 Hazirana kadar değil, Cumhurbaşkanının seçilip yemin ettiği tarihe kadar yürürlükte kalacak. Hukukta bu böyledir, bunun başka bir zıddı yoktur.

Şimdi, tasarıyla, yürürlükteki kanun tüzük, Bakanlar Kurulu, Başbakanlık ve benzeri teknik meselelerde, bu konuda bunların çözümü için -öyle gösteriyor- Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veriliyor. Şimdi, peki, bu nasıl olacak, niye şimdi yapıyoruz ve niye Bakanlar Kuruluna veriyoruz? Bu konuda yasa koyucu, böyle öngörmemiş, bu yetkiyi Meclise vermiş, hem de nasıl vermiş? Size söyleyeyim, geçici 21'inci maddeyle "Anayasa değişikliğinin yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde -yani üç tane altı ay geçtik- Türkiye Büyük Millet Meclisi bu kanunla yapılan değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ile diğer kanuni düzenlemeleri yapar." denilmiş. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtilen değişiklikler için ise "Cumhurbaşkanının göreve başlama tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir." denilmiş. Yani burada şu var: Anayasa değişikliğinde "Sen yeni Cumhurbaşkanlığı ya da başkanlık sistemine göre altı ay içinde Mecliste uyum yasalarını çıkarmak zorundasın. Sana süre veriyorum." diyor. Bu Anayasa meselesi, öyle laga luga bir mesele değil; Anayasa, bizim şu anda devletin, Hükûmetin, hepimizin görevinin kaynağını aldığı, meşruiyetini aldığı dayanaktır. Eğer biz ya da Hükûmet, meşruiyetimizi, dayanağımızı Anayasa'dan almazsa bir çeteden, bir terör örgütünden, başka bir mafyadan farkımız olmaz ki. Biz neyiz? Hepimiz Anayasa'ya uymak zorundayız, anayasal düzeni, getirdiği şartları kesinlikle kabul ederek şu anda milletvekilliği yapıyoruz.

Peki, milletvekilleri olarak şu anda önümüze getirilen Yetki Kanunu Tasarısı'yla bize -milletvekillerine- deniliyor ki: "Sizin altı ay içinde yapmanız gereken süreyi ben kaçırdım, Meclise getiremem. Mealen söylüyorum tabii ki, aslında aynen bunu söylüyor. Erken seçim kararı da aldım, şu anda Mecliste çıkaramayacağıma göre gelin, siz oy verin, Bakanlar Kuruluna yetkinizi devredin." Niye? Biz yürütmeye niye yetki devredelim? Nerede kaldı kuvvetler ayrılığı? Kuvvetler ayrılığı ilkesi, demokrasilerde o kadar hayati bir meseledir ki denge, denetleme ve fren mekanizması olmazsa demokrasi yoktur zaten. Eğer yürütme, yargı ve yasamanın ayrılığı olmazsa o ülkede demokrasi var diyemeyiz. İşte bu nedenle zaten şu anda demokrasi diye bir kavramı kullanma lüksüne kesinlikle sahip değiliz.

İşte şimdi bu düzenlemeyle Cumhurbaşkanının yetkisi neden seçimlerin gerçekleştiği 24 Hazirana kadar değil de Cumhurbaşkanının yemin ettiği güne kadar geçerli olacak, o boşluğu ne yapacağız? Gerçekten bunu bir soralım kendimize. Seçim zamanı ve seçimden sonra dahi Cumhurbaşkanına sınırsız yetki veren bu düzenlemeyle ne yapılması planlanıyor? Bu konuda bir açıklama istiyoruz. O zaman diyelim ki -olur ya olmayacak bir şey yok bu ülkede- 23 Haziran gecesi "Seçimleri iptal ettim." der. Niye demesin? "Ben yeterli oy çoğunluğu alamadım, seçimleri iptal ettim." der, diyebilir. Ya da "Ben seçimleri yaptım, AKP ve ben kazandık." diye seçim yapmadan seçimleri ilan etsin zaten ne gerek var, şu anda bunun için her türlü yolu açıyor. Ya da "Seçim sonuçlarını beğenmedim." diyebilir. Seçimden sonra seçimleri iptal edebilir. 7 Haziranda bunu yaptı, hatırlıyorsunuz, beş ay, altı ay Parlamento çalıştırılmadı. Cumhurbaşkanı, Türkiye tarihinde çok istisnaen kullanılan bir yetkiyi kullanarak Türkiye'yi tekrar seçime götürdü.

Şimdi, burada başka teknik bir mesele var, teknik ama aslında esasa dair. Bunu Plan ve Bütçe Komisyonu değerlendirdi. Şimdi Yetki Kanunu'nun Plan ve Bütçe Komisyonuyla ne ilgisi var? Hadi diyelim ki bir ilgi kurduk; olabilir, değiştirilmesi gereken uyum yasalarının içinde -binlerce uyum yasası var- bir bölüm Plan ve Bütçe Komisyonunun alanıyla ilgili ama hepsinin üstünde Anayasa Komisyonu var. Anayasa Komisyonu bu yetki devrine dair tasarının Anayasa'ya aykırılığını değerlendirmeyecek mi?

Sayın Şentop'a seslenmek istiyorum: Bence isyan edin. Siz Anayasa Komisyonu Başkanısınız. Sizin ruhunuz duymadan Anayasa Komisyonunun görevi gasbedildi, yetkisi elinden alındı. Plan ve Bütçe Komisyonuna birkaç saat içinde geldi, on dakikada şerh yazıldı ve bütün her şey yerle bir edildi. Anayasa Komisyonu nerede, Meclis İçtüzüğü? Yani bu kadar mı, kör gözüm parmağına diye bir deyim var ya. Yani yapıyorsanız bari biraz usturuplu yapın, Anayasa Komisyonuna götürün önce, önce bir aykırılığı değerlendirsin. Direkt Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi ve işte, bize deniyor ki: "Vallahi, ne yapalım; üzgünüz, maalesef böyle yapmak zorunda kaldık." Böyle bir şey olmaz, bu, o kadar hafif bir şey değil; 80 milyon yurttaşın geleceği söz konusu, 80 milyon yurttaşın diktatörlükle mi demokrasiyle mi, yaşam hakkı güvencesiyle mi yaşam hakkı güvencesinden yoksun mu yaşayacağı, nasıl bir sistemde yaşayacağı tartışılan bir meselede...

Bir de bizim güvenmemiz için lütfen iktidar yetkilileri tek bir gerekçe versin bize. Biz neden güvenelim? İktidara güvenmek için kara kara düşünelim. Arkadaşlarımızın cezaevinde olmasına mı güvenelim; 93 belediyeye kayyum atanmasına mı güvenelim; Cumhurbaşkanı adayını hâlâ cezaevinde tutan iradeye mi güvenelim ya da OHAL KHK'leriyle yüz binlerce insanı işinden eden, işkence uygulamaları getiren, sistematik işkencenin Türkiye'nin tekrar temel gündemi olduğu, cezaevlerinden her gün yüzlerce başvuru ve imdat sesleri aldığımız bir ortamda biz neden güvenelim iktidara? Güvenmemiz için hiçbir sebep yok. Bu nedenle güvenmiyoruz; bu yetkiyi Bakanlar Kurulu, sadece uyum yasaları için kullanmayacak, aldığı yetkiyi kesinlikle, tıpkı... Lütfen bir kıyas yapın arkadaşlar -sadece muhalefet partisi milletvekillerine söylemiyorum, iktidar partisi milletvekillerine de söylüyorum- elinizi vicdanınıza koyun. Burada OHAL ilan edilirken dediniz ki: "OHAL'i devlet kendine ilan etti, devlet kendi mekanizmasına ilan etti." Ama OHAL, vatandaşın hayatını cehenneme çevirdi.

Şu anda, seçimlere giriyoruz; seçimlerde adil yarış yok. Dün de ifade ettim: Şırnak'ta, Hakkâri'de, Siirt'te komutanlar, jandarma tugay komutanları, valiler, kaymakamlar gidip köylülerden oy istiyor, "Oy vermezseniz başınıza ne geleceğini biliyorsunuz." diyorlar. Böyle bir ortamda sözünü hiç tutmayan bir Hükûmet, bu konuda da bir garanti veremez çünkü Hükûmet kötü bir Hükûmet. Gerçekten kötülüğü, kolektif olarak cezalandırmak amacıyla kullanıyor; her gün yeniden yeniden kötülük üretiyor. Hani, Arendt'in o çok kullanılan "kötülüğün sıradanlaştığı" kavramı bile burada anlamını yitiriyor. Sadece sıradanlaşmamış, kötülük üzerine bir iktidar etme biçimi var. Bir parti devletiyle karşı karşıyayız.

Şunu da unutmayalım: Cumhurbaşkanı, seçimden sonra yemini üç ay etmezse... Olur ya, uzatır yani bahane çok. Şu anda gözümüzün içine baka baka "Anayasa'yı ihlal ettim." diyen iktidar "Ben yemini iki ay sonra kullanırım, o arada istediğim düzenlemeleri yaparım. Zaten Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle bu ülkeyi yöneteceğim, bunu da hazırladınız." diyebilir, bunu engelleyecek hiçbir şey yok.

Bu tasarı, tek adam rejiminin demosudur, şu anda bir demo yaşıyoruz; bunu kabul etmeyelim, özellikle iktidar partisi milletvekillerine de seslenmek istiyorum. Bu, faşist bir rejim inşa etmenin pilot çalışmasıdır aynı zamanda, bütün kırıntıları bir anda yok etmek için.

Son olarak -Hitler dönemini çok konuşuyoruz ama somut örnek vermiyoruz- size Hitler döneminden, tarihî kaynaklardan somut örnek vereyim. Bakınız, Hitler'in ruhu gerçekten geldi; ruhu değil, pratiği de geldi. Almanya tarihinde Parlamentonun yetkilerinin hükûmete verilmesini içeren Yetkili Kılma Kanunu özel bir öneme sahip ve bir dönemeçtir tarihte. 23 Mart 1933'te Reichstag'da üzerine tartışma yürütülen ve 24 Mart 1933'te onaylanarak yürürlüğe giren yasa 5 maddeden oluşuyordu -bu 3 maddeden oluşuyor, 2 tanesi eksik- ve pek çok alanda yetkiler meclisten alınıyor, hükûmete veriliyordu. Meclis her bakımdan devre dışı bırakılıyordu. Aynen onlardan alıntı. Tesadüfe bakın ki o zaman da değişiklikte üçte 2 çoğunluk aranıyormuş. 647 milletvekilinin seçildiği mecliste oylama sırasında 432 milletvekili hazır bulunmuş: Yasaya karşı çıkan Sosyal Demokrat Partisi ve Almanya Komünist Partisinin 201 milletvekili bulunuyordu ancak buna rağmen üçte 2 çoğunluk sınırı olan 431'in tutturulabilmesi için 15 milletvekilinin daha oylama dışında tutulması gerekiyordu. Oylamanın olduğu gün önerge veren hükûmet partileri, milletvekili olup da gerekçe göstermeden mecliste olmayanların da aralarında olduğunun kabul edilmesini önerdi. Ve bu kabul edilmiş. Hani devamsızlıktan düşürülüyor ya bizim milletvekillerimiz. Yapılan oylamada 120 milletvekili olan SPD'den 94 vekil karşı oy kullanmış. Yine tesadüfe bakın ki KPD'li 81 parlamenterin bir kısmının vekilliği düşürüldü, bir kısmı da hakkında tutuklama kararı çıkarıldığı için oylamaya katılmadı. Artık siz kıyası yaparsınız. Sonuçta oylamada olduğundan hareket edilen 538 milletvekilinden 94'ü "hayır", 444'ü "evet" oyu kullandı ve yasa kabul edilerek yürürlüğe konuldu. İşte, o dönem Hitler Hükûmeti çok önemli yetkilerle donatılmış oldu.

Peki, şu anda ne oluyor? Almanya, bu tarihî utançla kendi tarihini anıyor. Faşizm tarihe gömüldü. Siz bu felaketler zincirinin neyini örnek alıyorsunuz gerçekten? Hem Anayasa suçu işliyor hem de halkınıza karşı suç işlemede hiçbir sakınca görmüyorsunuz. Elinizdeki yetkilerle yaşadığınız güç zehirlenmesi, öz güven zehirlenmesi -adı artık her neyse- halka nefes aldırmıyor. Evet, faşizm tarihe gömüldü. Sizin bu anlayışınızın da tarihin en karanlık sayfalarında yer alması kaçınılmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Bir dakika söz istiyorum.

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Elinizdeki on altı yıllık iktidar fırsatından bir karabasan yarattınız. Oysa halk, barış, eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve demokrasi konusunda çok ciddi bir destek sunmuştu size ve şu anda da bu taleplerinden dolayı, sizin yönetim anlayışınıza karşı çok güçlü bir sesle "..."(x) "Yeter artık!" diyor. AKP Hükûmeti açıkça Hitler faşizmini örnek alıyor belli ki. O kadar benzerlik olur; vekil tutuklamaları, vekil düşürmeleri, devamsızlıktan düşürmeler... Halk bütün bunlara artık gerçekten "Yeter!" diyor. Ama biz faşizme geçit vermeyeceğiz. Halk adına, milyonlar adına şunu söylemek istiyorum: "..."(x) "Tamam." "Tamam." "Tamam." (HDP sıralarından alkışlar)