GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 98'inci yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:90
Tarih:23.04.2018

HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI PERVİN BULDAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun ve Millî Egemenlik Bayramı'nın çocuklara armağan edilişinin yıl dönümü. Ben sizlere böylesi önemli bir günde, bu çatı altında, halkın egemenliğinin geçersiz kılındığı bir Parlamento heyetine dolayısıyla eksik bir temsiliyete bu kürsüden sesleniyor olacağım. Nitekim, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu bir Mecliste, yalnızca ve yalnızca bu ülke yurttaşlarından oluşan milyonların seçtiği Sayın Demirtaş veya Sayın Yüksekdağ'ın bugün bu kürsüden sizlere sesleniyor olmaları gerekirdi ve yine hapishanede tutulan, milletvekillikleri hukuk dışı bir şekilde düşürülen milletvekili arkadaşlarımızın bugün siz değerli milletvekillerinin arasında bulunması icap ederdi ancak ne yazık ki halkın iradesi bir yılı aşkın bir süredir Mecliste değil, hapishanelerdedir. Bu nedenle, ben konuşmama başlarken heyetinizi ve başta Sayın Demirtaş ve Sayın Yüksekdağ olmak üzere hapishanelerde bulunan bütün milletvekili arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan bir asır önce bu ülkenin asli unsurlarıyla kurulan bu Meclis geçen bu doksan sekiz yıl içerisinde temsil krizini aşamamakla beraber, yakın zamandaki uygulamalarla parlamenter sistem tamamen tasfiye edilmiştir. Başlangıç aşamasında ortaya konulan demokratik hedefler, otorite ve ideoloji merkezli düzen tarafından rafa kaldırılmıştır. Tekçi resmî ideoloji, demokrasi ve hukuk değerleri yerine her türlü hukuk dışılığı ve antidemokratik uygulamayı yüzyıllık bir gelenek hâline getirmiştir. Tek ulusçu devlet anlayışıyla oluşturulan Anayasa'da insan onuru ve insan hakları, bürokrasi ve devlet erkinin önceliği ve hâkimiyeti altında ezilmiştir. Yüz yıldır Anayasa değişikliklerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir anayasa ihtiyacı, toplumun yukarıdan aşağıya doğru yönetilmesinden dolayı insan hakları merkezli değil, otoriter devlet merkezli bir yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Yüz yıllık zaman, toplumların kendilerini dönüştürüp müreffeh bir geleceğe taşıyabilmeleri açısından azımsanmayacak bir süreçtir. Bir sistem toplumun ihtiyaçlarından yola çıkarak hareket ederse sistem krizi yaşaması olası değildir. Ancak yüz yıllık yakın tarihimize baktığımız zaman tekçi otoriter devlet idaresinin bu süreci halkın bütün hak ve taleplerini duymazdan, görmezden, bilmezden gelerek tükettiğini görürüz hatta toplumun yukarısına konuşlanan devlet gücü, varlığını sadece zor politikalarıyla güvence altına alma yoluna gitmiştir. Çünkü net söylemek gerekirse merkez dışına itilen, ötekileştirilen her kesim eşit yurttaşlık haklarından mahrum bırakılarak kendi ülkesinde mülteci konumuna düşürülmüştür. Devlet, geçen asrın bütün unsurlarını kucaklayarak kendisini gerçek anlamda oluşturabilecekken belli bir zümrenin ve ideolojik bir darlığın devleti olmuş, bu nedenle hep eksik ve hep yetersiz kalmıştır, zorba ve baskıcı olmuştur.

Cumhuriyet tarihi boyunca değişen siyasi iktidarlar, bu Meclisi kendilerinin ve belirli bir yandaş zümrenin çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Demokratik bir sistemin önünü açacak ve bu Parlamentoyu asli işlevine kavuşturacak gerçek bir çaba içerisine bugüne kadar hiçbir şekilde girilmemiştir. Bu ülkenin farklılıkları siyasi iktidarlar tarafından ne Yaradan'dan ötürü sevilmiş ne milletin inkâra gelinmez bir parçası olarak kabul edilmiş ne de binbir renkli çiçek bahçesinin güzel bir rengi olarak yaşam hakkına layık görülmüştür. Binlerce yıllık Anadolu'nun medeniyetler mozaiğinin istenmeyen desenleri, istenmeyen renkleri her türlü zor aygıtıyla kazınmaya çalışılmıştır. Bu uygulamalar hasebiyle bu toprakların kadim halkı Ermeniler de büyük bir tarihî trajedinin kurbanı edilmişlerdir. Yarın bu tarihsel trajedinin yıl dönümü. Ben bu vesileyle Ermeni halkının acısını paylaştığımı belirtiyor, yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum ve aynı zamanda, cumhuriyet tarihi boyunca çok hazin acılara maruz bırakılmış bütün mazlum halklarımızın acılarını da buradan içtenlikle paylaşıyorum.

Çok iyi bilinmelidir ki geçmişi anlamayanlar onu yeniden yaşamaya mahkûm olurlar. Bu nedenle gerçek bir demokrasinin inşası için cumhuriyet tarihiyle yüzleşilmesi elzemdir. Zira cumhuriyet tarihi boyunca süregiden bütün sorunlar demokrasi, insan hakları ve özgürlükleriyle ilintilidir. Bu sorunlarla yüzleşmeden çocuklarımıza ne kutlanacak bir bayram ne de umutlu, aydınlık bir gelecek vadedebiliriz. Bir asırdır varlıkları tekçi kimliğin varlığına armağan ettirilen çocuklarımızın -özellikle son yıllarda çok büyük oranda artış göstermek üzere- varlıklarına polis kurşunlarıyla, havan mermisiyle, panzer paletleriyle, uçak bombalarıyla el konulmuştur. Asırlık zamana binlerce çocuk bedeninin devlet şiddetiyle katlinin sığdırılması insanlık suçunun yanı sıra devleti büyük bir utancın ve büyük bir vebalin altına sokmuştur. Ceylan Önkolların, Uğur Kaymazların, Berkin Elvanların ve daha binlerce çocuğun evinde bugün bayram yok. Hapishanelerde bulunan binlerce çocuk bugünü hapishane damının altında karşılıyor. Binlerce çocuk için bugün bayram yok.

Sayısı 2 milyona yaklaşan ve ezici çoğunluğu kayıt dışı çalıştırılan çocuklar aynı zamanda iş cinayetlerinde körpe canlarından oluyorlar. Bu çocuklar için bayramları kutlayacak bir yaşam yok.

Çocuğa yönelik cinsel istismarda dünya 3'üncüsü olan ülkemizde binlerce çocuğun dünyası karartıldı. Çocuk evliliklerinde yine öncü olan ülkemizde kız çocuklarının gelecekleri göz göre göre ellerinden alındı. Bu çocukların hiçbirisi için ne 23 Nisan diye bir gün var ne de dünya bir bayram yeri. En kötüsü ise yaşam hakkı, güvenlik hakkı, barınma hakkı, sağlıklı beslenme hakkı, eğitim hakkı, eşitlik ve özgürlük hakkı elinden alınan çocuklarımızın koruma tedbirleri geliştiren ve onların geleceğe umutla bakmalarına olanak sağlayan bir devletleri de yok. Bütün bu sorumlulukları üstlenmesi gereken mevcut siyasi iktidar Çocuk Bayramı'nın 98'inci yıl dönümünde, 23 Nisan Haftası'nda bir öğretmeni, sadece ama sadece "çocuklar ölmesin." diyen Ayşe öğretmeni mahkûm etti; yeni doğmuş bebeğiyle birlikte tutuklattı. "Çocuklar yaşasın." diyen bir öğretmeni, bir anneyi cezalandıran bir anlayışın başat olduğu bir ülkede çocuklar için bayram mümkün olabilir mi? Dahası çocukların yaşam hakkını savunmayan, bu hakkı savunmayı suç addeden bir anlayışa çocuklarımızın geleceği nasıl emanet edilebilir? Bizler kendimizi en çok çocuklara karşı borçlu hissediyoruz. Çocukların güvenliğinin ve haklarının her türlü siyasi taraftarlığın ve çıkar düşüncesinin üzerinde olması gerektiğine içtenlikle inanıyoruz ve bu doğrultuda çaba sarf ediyoruz. Bu nedenle, bunca sorun altında ezilen çocuklarımızın korunmaya alınabilmesi adına, birkaç gün önce çocuk bakanlığının kurulması amacıyla vermiş olduğumuz kanun teklifinin siyasetüstü olarak görülmesini ve yasalaştırılmasını bütün milletvekili arkadaşlarımdan önemle rica ediyorum.

Halk egemenliğinin ilan edilişinin üzerinden bir asır geçti ve şu an itibarıyla ülkemizde içinde bulunduğumuz siyasi ortam maalesef ki yüzyıl öncesinin daha gerisine denk düşmektedir. Bugün halk egemenliği yerine OHAL-KHK düzeni egemenliği kurumsallaştırılmaktadır. Son iki yıldır hukuk tamamen devre dışı bırakılmış, ülke OHAL ortamında her türlü "Ben yaptım, evladır." yöntemleriyle yönetilmeye çalışılmaktadır. Böylesi boz bulanık bir ortamda, ülkenin kaderini değiştirecek düzeyde önemli bir referandum meşruluğu tartışmalı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Şimdi bu referandum sonrası yapılacak ilk büyük seçimlere, yine olağanüstü hukuksuz bir ortamda, baskın bir seçim kararıyla gidiyoruz. Sizlere buradan bir hatırlatma yapmak isterim: Bu coğrafyada Kürtlerin yaşadığı bölgeler 1925-1950 yılları arasında OHAL uygulamalarıyla yönetildi. 1978'den 2002 yılına kadar yirmi dört yıl yine aynı Kürt bölgelerinde yaşam olağanüstü yönetim düzeninin gölgesinde devam etti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

PERVİN BULDAN (Devamla) - Son iki yılı da sayarsak yarım asrı aşkın süredir Kürtlerin yaşadıkları topraklarda olağan bir yönetim hüküm sürmemiştir. Kürtler hukuk ile, adalet ile, eşit yurttaşlık haklarıyla hasbıhal olmamıştır. Bütün bunlara rağmen, tarihî emsalde bir mücadeleyle, Kürtler seçmiş, partileri kapatılmıştır. Kürtler seçilmiş, milletvekilleri tutuklanmıştır, kurşunlanmıştır, yumruklanmıştır. Kürtler seçmiş, milletvekillerinin vekillikleri düşürülmüştür. Yani, Kürt'ün iradesi, yine beş gün öncesinde yine gösterilmek üzere, Parlamentodan atılmış, Kürtlere mücadele alanı olarak Parlamentonun dışı gösterilmiştir.

Ben, bu vesileyle, bu önemli günde buradan tekrar önemle beyan etmek istiyorum: Bizler bu topraklarda ezelinden beri hep vardık, hep var olacağız. Ne dilimiz ne rengimiz ne kültürümüz ne de irademiz hiç kimsenin, hiçbir zümrenin icazetine ve buyurganlığına tabi değildir. Bizler bütün değerlerimiz ve varlığımızla bu topraklarda nefes alan hiçbir aidiyetten ne üstünüz ne aşağıyız; ne daha fazla ne daha az değerliyiz. Dilimiz en az Türkçe kadar kıymetli, varlığımız en az Türkler kadar gerekli, siyasi temsiliyetimiz en az bütün diğer siyasi partiler kadar haktır; bundan gayrı söz ve uygulama faşizmdir. Dün Çanakkale'de şehit olan Kürtlerin bugün iradesini yok saymaya hiç kimsenin hakkı da yoktur haddi de ve bu zihniyet bugün olmazsa yarın, er ya da geç mahkûm olmaya mecburdur.

Çok değerli arkadaşlarım, sözlerimi rahmetli Yılmaz Güney'in şu sözleriyle noktalamak istiyorum: "Arkadaşlar, dışarıda bir şeyler oluyor; farkında mısınız? Uykuda olanları uyandırın, sarsın. Herkese söyleyin, yarın ışıklar kesilebilir. Karanlıkta kalırsanız ne yaparsınız?"

Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)