GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:85
Tarih:12.04.2018

HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına, görüşülmekte olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın ikinci bölümü üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, AKP, şirket devletinin en üst noktasına bu tasarıyla ulaşmayı hedeflemektedir. Daha önce devlete ait birçok kurum, kuruluş ve kaynakları özel şirketlerin emrine veren iktidar, bu tasarıyla birlikte suyu da bir meta hâline getirmeyi hedeflemektedir.

Tarım ve hayvancılığın yok olmasındaki yegâne sebep, uygulanan yanlış ve yanlı politikalardır. Yanlış politikalar, bilmeden ve istemeden yapılan politikalardır. Fakat burada bilerek, isteyerek başta tarım ve hayvancılık olmak üzere birçok alan şirketlere peşkeş çekilmeye çalışılmıştır.

Bu tasarı genel itibarıyla ele alındığında arazi toplulaştırılması, su birliklerinin feshedilmesi, ormanı sermayenin emrine verme ve ormanların depo olarak kullanılması gibi pek çok konuyu işlemektedir. Yine, her zaman yapıldığı gibi çoğulcu ve katılımcı bir yasa hazırlamak yerine bu tasarı pazarlamacı bir anlayışla hazırlanmıştır. Eski Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik'in özellikle bütçe görüşmeleri sırasında sık sık dile getirdiği husus, tarım ve hayvancılığın siyasi bir mesele değil, siyasetüstü bir alan olduğu idi fakat bugün bakıldığında başta tarım olmak üzere üretimin tüm alanları iktidarın emriyle sermayenin önüne serilmektedir, maalesef siyaset doğayı sermayenin metasına dönüştürmüştür.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla meralar, toprak toplulaştırmayla tarlalara, bağlara, bahçelere zorla el konularak endüstriyel tarıma açılmaktadır. İktidar GDO gerçekliğiyle etkin bir politika belirlememişken endüstriyel tarımın zorla yaygınlaştırılmasıyla doğal ürüne ulaşımın ütopya olacağı bir döneme girilmektedir.

Bakınız, tarımsal üretim alanları ve tarımsal üretim miktarı her geçen gün biraz daha azalmakta. Bu tarz tasarılarla yakında tarımın her alanında dışa bağımlı bir ülke hâline geleceğimiz aşikârdır. Tarımsal üretimde sorunun boyutunu tam olarak anlamak adına tarımsal üretimin temel ürün grubu olan kuru baklagilleri incelediğimizde, bu gruptaki ürünlerin üretim alanı ve üretim miktarlarında sürekli bir azalma görülmektedir. Bu azalma, yüzde 90'ı kuru fasulye üretimi için uygun olan bir ülkenin kuru fasulye ithal etmesi durumun vahametini göstermektedir. Son on yılı aşkın bir sürede kuru baklagillerde yüzde 10 üretim düşüşü yaşanmıştır; kırmızı mercimek yüzde 25, yeşil mercimek yüzde 25 oranında azalmıştır. Bununla doğru orantılı olarak ise son on yılda genel olarak kuru baklagillerde üretim alanı yüzde 32 azalmıştır; nohutta yüzde 30, kırmızı mercimekte yüzde 34, yeşil mercimekte yüzde 48 ve kuru fasulyede yüzde 18 azalmıştır. Sonra "Bu ülkede neden tarım alanları yok oluyor, neden hayvancılık bitiyor?" diye sorumlu arıyoruz. Sorumlu aslında sorumlu davranması gerekenlerin sorumsuz politikalarıdır.

Değerli milletvekilleri, tarım ve hayvancılık can çekişmeye davam ederken yeni uygulamalarla ormanlık alanları da şimdilik "depo" adı altında, ileride tamamen yapılaşmaya açarak yok etmenin önü açılıyor. Tarım yok edildiği gibi, ormanlar da payına düşeni alıyor. Daha önce güvenlik bahanesiyle yok edilen ormanlar şimdi de sermayeye kurban edilecek.

AKP iktidarı iş başına geldiği 2002 yılından bugüne kadar 23 kere Orman Kanunu'nda değişiklik yapmasına rağmen hâlâ istediğini elde edememiş olacak ki yeniden düzenleme ihtiyacı duymuştur. Bir yandan evlere mektuplar göndererek "Milyonlarca ağaç diktik." propagandası yaparken diğer taraftan orman ağaçlarının toplu olarak satışının önünü açan uygulamaları getiriyor. Bir yandan herkese karaçam tohumu yollayıp "Bunu ekin, çevreyi yeşillendirin." derken diğer yandan ormandaki dikili ağaca göz diken bir anlayış var.

Hayata geçirdiğiniz politikalarla sadece ormanları yok etmiyor, orman köylülerini de yok ediyorsunuz. Sürdürdüğünüz bu politikalarla orman köylülerinin kentlere göç ettiğinin farkında bile değilsiniz. Bakın, bugün orman köylerinde yaşlılardan başka kimse kalmıyor çünkü sizler orman kesimlerini özelleştirerek bu köylerde yaşayan gençlerin çalışma alanlarını da ortadan kaldırdınız. Bu anlayışın ne tarım ne hayvancılık ne de ormancılıkta sürdürülebilir bir politika uygulaması mümkün değildir. Sürdürülebilir politika, ülkenin üretim potansiyeli ve coğrafi şartlarını dikkate alan ve özerk bir yapıda şekillenen bir devlet politikası anlayışıyla ortaya konabilir.

Türkiye'nin gıda, tarım ve hayvancılık alanındaki sorunlarından birisi olan dışa bağımlılık her yıl artarak devam ederken çiftçinin kullanacağı sudan ücret alarak, geçim kaynağı olarak devletin kestiği ormanda çalışan orman köylüsünü taşeronlaştırarak, orman alanlarını yapılaşmaya açarak bu sorunlar üzerine yeni sorunlar eklemektesiniz.

Sizler, iktidar olarak doğa ile sermayeyi birleştirmede sorun görmüyor olabilirsiniz fakat bizler AKP iktidarının doğa ile sermayenin birleşmesinde neler olduğunu Artvin Cerattepe'de gördük, Yeşil Yol projesinde gördük, kuzey ormanları yok edilirken gördük, bir gecede yok ettiğiniz zeytin ağaçlarını gördük. Siz ne zaman sermayeyle bir araya gelirseniz mutlaka bir yerler yok oluyor. İşte bu tasarıda da sermaye-AKP iş birliği artık yasa üstü bir konuma oturtulmak istenmektedir, öyle ki özgür irade ve mülkiyet hakkını ortadan kaldırabilecek yasaları hazırlama yetkisini kendinizde bulabiliyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, bu Meclisten halk adına, halkın yararına hiçbir şey çıkmadığı gibi bu yasadan da üretici adına hiçbir şey çıkmayacaktır. Sosyal devlet anlayışı yerini tamamen ekonomik kazanç anlayışına bırakmıştır. Su, orman, dikili ağaç, tarım alanı, kayalıklı alan, fark etmez, hepsi satılabilir, tam bir tüccar anlayışıyla ülke yönetilmeye çalışılıyor. Bugün, kendi iktidarınıza hak gördüğünüz bütün yıkım ve yağma politikaları gelecek adına bir utançtan öte bir şey olmayacaktır. Doğayı, yaşamı, tarihi, suyu, meraları ve kıyıları korumakla mükellef olan sizler üç kuruş parayla küçük bir zümreyi mutlu edebilmek adına yok ediyorsunuz. En basitinden örnek vermek gerekirse daha önce geçen ek madde 16'da "Orman olarak kıymetli görülmeyen ama tarım alanına dönüştürülmeyen alanlar orman alanı dışına çıkarılarak üçüncü şahıslara satışı yapılacaktır." deniyor. Bu madde birçok yönden icraatla uyuşmamaktadır. Bir yandan var olan tarım arazileri imara açılıyor, diğer yandan "Tarım alanına dönüştürülmezse satışını yaparız." diyorsunuz. Bugüne kadar var olan tarım arazilerini korudunuz mu ki tarım alanına dönüştürülmesinden bahsetmektesiniz. Öncelikle var olanın korunması ve kollanması gerekir.

Değerli milletvekilleri, bu kanunun yasalaşmasıyla sular ticarileşecek, doğa alanları şirketlerin tahribatına sunulacak, DSİ Tarım Bakanlığının yetkisini alacak, tarımla alakası olmayan bir kurum Bakanlığın yetkisine sahip olacak. İktidara özellikle yeşil konusunda olan güvenimiz çok az. Tasarıyla getirilmek istenen: Ormanlık alanların depo olarak kullanılma uygulaması nükleer santral atıklarını yerleştirecek yer olarak hazırlanmaya çalışıldığının sinyalini vermektedir. Bu yüzden özellikle sivil toplum kuruluşları ile meslek grupları gibi birçok alanın fikri alınmadan hazırlanan bu tasarıya karşıyız. Bu tasarının Tarım, Orman ve Köy İşleri Komisyonunun yanında Çevre Komisyonunda da ciddi anlamda tartışılması gerekmektedir. Fakat bu Mecliste Çevre Komisyonu tamamen işlevsiz bir Komisyon olarak yer almakta, her gün doğayı, ekolojiyi tehdit eden yeni bir tasarı görüşülürken Çevre Komisyonu tali olarak bile görev yapmamaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gaydalı.