GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:83
Tarih:10.04.2018

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, ben de bölüm üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geneli üzerinde yapılan konuşmalarda aslında tasarının bütünü üzerine çok önemli değerlendirmeler yapıldı ve bu konudaki düzenlemelerin gerekliliği açığa çıktı. Umarız -Hükûmet de bunları dikkate alarak- ilerleyen bölümlerde maddelere dair önerileri, eleştirileri dikkate alan, bu konuda müzakereye açık bir Genel Kurul çalışması yürütebiliriz bir bütün olarak. Bunu diliyoruz, temenni ediyoruz ve çabamız da açıkçası bu yönde.

Değerli milletvekilleri, açıkçası, Türkiye'de tarım politikasının dışa bağımlı hâle gelmesi, ithalatın gün geçtikçe artış göstermesi artık Türkiye'de temel gündemlerden biri olarak yerini koruyor. Evet, tarım ürünleri yetişmeyen, hayvancılığı yapamayan ülkeler aslında gıdada dışa bağımlı ülkeler olarak bilinir. Tarım ve hayvancılık ülke gelirine katkı sağladığı gibi, istihdama da aslında doğrudan etki ederek bunu belirler. Bugün çalışan her 4 kişiden 1 kişi bu sektörde çalışıyor ve nüfusun üçte 1'i aslında geçimini buradan sağlamaktadır.

Eskiden Türkiye'yle ilgili yapılan konuşmalarda -hepimiz hatırlarız hafızamızı tazelersek- Türkiye bir tarım ülkesi olarak kabul edilirdi. İlkokulda, ortaokulda, lisede bunları sıklıkla konuşurduk, "Türkiye bir tarım ülkesidir." derdik ama bugün ne bir sanayi ülkesi ne bir turizm ülkesi ne de bir tarım ülkesidir diyebiliyoruz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - İnşaat ülkesidir.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Neden diyemiyoruz? Eskiden Türkiye tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten, bir elin parmakları kadar olan ülkelerden bir tanesi olarak bulunurken, bugün 2018 Türkiyesinde tam olarak -biraz önce de ifade ettiğim gibi- ne bir turizm ne bir sanayi ne de bir tarım ülkesidir diyemiyoruz. Neden? Yani bir tarım ülkesi olamamasının yanında, tarımsal ve hayvansal ürün üretiminde de kendi kendine yeten bir ülke olduğu söylemi 1980'li yılların öncesine dayanan bir söylem olarak hafızamızda duruyor.

Son otuz beş kırk yıldır Türkiye'de tarımsal ve hayvansal üretim ciddi bir şekilde azalmış ve tarım ürünlerinde, hayvancılık konusunda dışa bağımlı bir ülke hâline gelmiş durumdayız. Buğdaydan mısıra, samandan pirince, soyadan tütüne, canlı hayvandan kırmızı ete, nohuttan mercimeğe kadar neredeyse her ürünü dışarıdan ithal etmek zorunda kalıyoruz.

Bütün şişirilen matematiksel verilere rağmen, Türkiye bir üretim ülkesi olmaktan her geçen gün uzaklaşmakta ve bir tüketim ülkesi olma yolunda hızla ilerlemektedir. Peki, biz bunu nasıl açıklayacağız gerçekten, bunun bir açıklaması var mı?

Bu konuda, bu sebepler arasında neoliberal politikalar, tarımın sosyoekonomik yönünden ziyade sadece kâr zarar hesapları yapılarak ithalatın öne çıkarılması, tarım alanları ile meraların ranta kurban edilerek yapılaşmaya, toplu konutlara, enerji santrallerine, maden ve taş ocaklarına açılması, verimli tarım arazilerinin plansız şehirleşmeye kurban edilmesi, gübre ve mazot fiyatlarının yüksek olması, kırdan kente göç, çiftçi teşviklerinin yetersiz olması, enerji ve yüksek teknoloji gerektiren ürünlerde yetersiz kalınması gibi onlarca gerekçe açıklayabiliriz ve hepsi de kısmen tarım ve hayvancılığın bitme noktasına gelmesinde etkili olmuş faktörlerdir. Ama bunlar -tabii ki hepsi temel faktör diyemeyiz- yan faktörler olarak önümüzde duruyor.

Esas meselelerden biri, tabii ki 90'lı yıllarda Kürt meselesi etrafında şekillenen göçtür. Yani, Kürt illerinde ağırlıklı olarak tarıma bağlı, hayvancılığa bağlı, çiftçiliğe bağlı bir üretimin olduğunu da hepimiz biliyoruz. Bunu ıskalamamalıyız ayrıca. Şu anda da geçen yıllarda, bu abluka dönemlerinde, sokağa çıkma yasağı dönemlerinde yine ciddi bir göçün olduğunu, tarım ve hayvancılığın bu anlamda ciddi bir zarar gördüğünü de paylaşmak isterim.

Şimdi burada, önümüzde bulunan tasarıda gerçekten eleştirilecek birçok husus var ama bunların bölümle ilgili olan başlıcalarını da sıralamak istiyorum ayrıca. Şimdi, bir kere her şeyden önce tarım, orman ve su alanındaki köklü değişiklikler öngören maddelerin hepsi bir torba içine her zamanki gibi tasarıya eklenmiş. Torba kanun dönemi, modası bir türlü bitmedi yani daha özgün kanun çalışmaları yapılamıyor.

Burada en önemli, her zaman eleştirdiğimiz bir husus var, ilgili meslek odalarının ve derneklerin, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin ve sendikaların görüşleri yine alınmadan hazırlanmış ve kanun tasarısının görüşmelerinin son gününde tasarıya birçok yeni madde eklenerek yeni ihdaslar da yapılmıştır.

Örneğin, 3'üncü maddede DSİ ve "proje idaresi" adı altında yetkilendirilmiş şirket, su, su havzaları, toprak, orman ekosisteminin kullanımına, ticarileştirmeye açılmasında yetkili kurum hâline getiriliyor. Tarım alanlarına, ormanlara ve suya endüstriyel üretim yapılabilmesi için DSİ ve yetkili şirket toprak toplulaştırabilecek, bunun için Tapu Kadastronun tapu üzerindeki işlevi de doğrudan devre dışına çıkarılmıştır. Bağı, bahçesi, tarlası olan şahısların yaşam alanlarına, mülklerine doğrudan el konulmaktadır. Vatandaşın mülkiyet hakkı, bağından, bahçesinden geçimini sağlayan, tarım ve hayvancılık yapan çiftçinin geçimlik yaşam hakkı tümüyle yok sayılmaktadır. Meralar toprak toplulaştırmayla, tarlalara, bağlara, bahçelere zorla el konularak endüstriyel tarıma açılmaktadır. Bu da tasarının getirdiği başka bir sıkıntı olarak önümüzde duruyor.

Örneğin, 8'inci maddenin ek madde 8'inci bölümünde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde görevli ve yetkili personelin görevi sırasında işlediği suçtan dolayı avukat masraflarının DSİ tarafından karşılanacağı hükme bağlanmıştır, ne kadar ilginç. Örneğin, bu maddeye göre bir DSİ personeli usulsüzlükten ya da taksirle insan öldürmekten diyelim ki yargılandı, her türlü suçu işleyebilme kolaylığı da sağlanmış oluyor. Bu maddeyi başka kurumlardan ve yapılardan da biliyoruz. Avukat atanması konusunda gerçekten teşvikin yerine geçmeyecek, o suçu meşrulaştırmayacak bir yöntem izlenmesi gerekiyor. İlgili maddenin gerekçe kısmında aslında çok daha ayrıntılar var.

Yine, şu anda çiftçilerin yönetiminde olduğu, demokratik kitle örgütü diyebileceğimiz sulama birlikleri özelleştiriliyor. Bunu anlamak mümkün değil yani toplum açısından, yurttaş açısından anlamak mümkün değil, Hükûmet açısından şüphesiz bunun gerekçesini tahmin ediyoruz. Özelleştirme politikası burada da devam ediyor. Sulama birlikleri çiftçilerin kurumu olmaktan çıkarılıyor. Yüksek Seçim Kurulu tarafından bölgelerinde seçimi yapılan, 14.487 meclis üyesi bulunan 378 adet sulama birliği lağvedilmeye çalışılıyor bununla. DSİ'nin görevlendirdiği bir personel sulama birliklerine âdeta kayyum olarak atanıyor. "Âdeta" lafı fazla oldu, kayyum politikası maalesef sulama birliklerinde de devam ediyor ve Hükûmete açık çağrımızdır: Kayyum politikasından vazgeçin. Kayyum, iradeye ket vurmak anlamına geliyor. Çiftçiye, tıpkı yerel yönetimlerde olduğu gibi "Siz kendi kendinizi yönetemezsiniz. Sulama birliklerine biz kayyum atayarak bunu çözeriz." diyor.

Yine, çiftçiyi, geçimlik üretimleri devre dışı bırakacak, topraklara el koyacak, toplulaştıracak endüstriyel tarımın önü açılıyor, bunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. DSİ aslında tarım arazilerini gasbederek ne yapacak? Şirketlere verecek ve böylece şirketler her şeyin sahibi konumunda olacak, deyim yerindeyse, çiftçiyse şirket patronlarının yanında maraba olarak çalışmak zorunda kalacaktır.

Bu yönüyle, tasarıya yönelik kabulümüz yoktur. Biz olumsuz görüşteyiz ve bu tasarıda gerçekten daha birçok eleştirimizi ilerleyen maddelerde tekrar sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Teşekkür ediyorum, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Danış Beştaş.