| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Dostluk Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 03.04.2018 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, gerçi salon yine boşaldı çünkü oylama seansı bitti, biraz sonra ancak karar yeter sayısı istersek yine salon dolacak ama konuşmalarımız hiçbir şekilde dinlenilmeyecek, eleştirilerimiz ya da desteklerimiz ya da içeriğe dair ne söylediğimiz milletvekilleri tarafından bilinmemiş, duyulmamış olacak. Doğrusu, yasama faaliyetinin bu şekilde yapılmasını kesinlikle tasvip etmiyoruz.
Şu anda benim üzerinde söz aldığım uluslararası anlaşma Türkiye Cumhuriyeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Dostluk Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı. Bu, bize en fazla yirmi dakika önce geldi yani bu konuşmadan beş dakika önce geldi. Bizim bu anlaşmanın içeriğine vâkıf olabilmemiz için, bu anlaşmaya muhalefet edip etmeyeceğimizi, anlaşmanın maddelerine dair görüşlerimizi, tartışmalarımızı yapmamız için beş dakikalık bir süre veriliyor. Bunu okumak, tümünü tartışmak, bırakın saatleri belki günleri alacaktır. Üstüne üstlük Afganistan gibi, dünya üzerinde temel insan hakları ihlalleri konusunda en çok dünyanın gündemine gelen ülkelerden birinden söz ediyoruz. Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2014 raporuna göre Afganistan dünyanın en yozlaşmış devlet yapısına sahip 4'üncü ülkesidir ve ülkenin politikasında insan hak ve ihlallerinin çok yüksek derecede olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama gelin görün ki bu sözleşmeyi inceleme olanağı bulamadığımızı, hiçbir grubun da okumadığını, iktidar partisi milletvekillerinin de bu sözleşmeye oy verirken kesinlikle içeriğinden bihaber oy vereceğini Türkiye yurttaşlarına öncelikle ifade etmek istiyorum. Evet, yasama faaliyeti dar gruplar tarafından önümüze konulan ve sadece oylamaya dönüştürülen âdeta -tırnak içinde- bir fabrika gibi çalışıyoruz sanki. 27 tane sözleşme getirilmiş, 27 tane sözleşmenin komisyon raporları 2015 tarihine ait ama bugün bunu oylayacağız ve geçireceğiz şeklinde bir dayatmayla karşı karşıyayız. İşte ben bu nedenle yolsuzluk konuşacağım. Türkiye'nin gündemi... Bu da bir yolsuzluk, bu da bir hile. Bizim önümüze son beş dakikada 27 sözleşmenin getirilmesi de AKP iktidarının yönetme pratiğine önemli bir emare oluşturuyor, bunu öncelikle paylaşmak istedim.
Değerli milletvekilleri, ekonomik sorunlar ve sıkıntılar Türkiye'nin aslında en temel gündemlerinden bir tanesi. Dolarda, euroda meydana gelen artışlar, iniş çıkışlar emekçilerin, yoksul halkın yaşamını doğrudan etkilemeye devam ediyor. Bu gidişatın önemli bir boyutu da şüphesiz ki yolsuzluklar. Evet, basın-yayın bunları açıkça veremiyor. Bütün basın-yayın birkaç muhalif basın dışında havuza düşmüş olsa da vatandaş mutfağına aldığı et oranıyla ya da giyimi ile ya da harcama oranıyla ilgili zammın ne kadar kendisini etkilediğini, ekonomik istikrarsızlığın yaşamının nasıl merkezinde yer aldığını aslında yaşıyor. Bunu izlemesine gerek yok. Mutfağında her ay kaç kilo et alabildiğini en iyi kendisi ölçebilir. İşte yolsuzluk meselesi, AKP Hükûmetinin bir diğer var olma ya da kendini var etme aygıtına dönüşmüş durumda. Kendisinin ve çevresinin karışmadığı tek yolsuzluk vakası yok neredeyse. Üstelik AKP, yolsuzluklarını artık aleni bir şekilde yapıyor. 17-25 Aralık geldi geçti, tüm kutular ortaya saçıldı ama tek bir kişi demedi ki "Biz bu yolsuzluğu yapmadık." diye. Tepkileri, sadece bu yolsuzluğun ortaya çıkarılmasına dönük oldu. Bakanlar hakkında Meclise gelen fezlekelerin akıbeti, bizim hâlen hapiste bulunan milletvekillerimizin akıbeti gibi olmadı. Bu fezlekeler, 19 Mart 2014'te yapılan oylamayla reddedildi. Evet, yolsuzluk konusunda açıkça ortaya çıkan veriler, belgeler, burada aynı iktidar partisinin parmak sayısıyla reddedildi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı on bir ay süren bir inceleme yaptı. Bu inceleme sonucunda 17 Ekim 2014'te maalesef takipsizlik kararı verdi. Tabii dahası da var. Yolsuzluğa adı karışan bakanları AKP yargılamak yerine, yargılanmasının önünü açmak yerine yanında gezdirmeye devam ediyor çünkü bu yolsuzluğu aslında inkâr etmiyor, "Ben güçlüyüm ve yolsuzluk yapmaya devam ederim, vatandaşın gözünün önünde de onları yanımda gezdiririm." demeye getiriyor.
Tabii bir diğer mesele var: Reza Zarrab davası. Türkiye yargısı Reza Zarrab'ı ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve diğer ilgilileri yargılamadı, akladı. Tabii ki tırnak içinde akladı. Onlar, halk gözünde, yurttaşlar gözünde hiçbir zaman aklanmadı. Ne oldu? Burada, bu sefer ABD'deki yargılamanın önü açıldı. Burada adil bir yargılama yapılsaydı, yolsuzlukların üstüne gidilseydi ABD'deki yargılama dünyanın gündemine bu şekilde taşınmamış olacaktı. Bu vesileyle tüm dünyanın tanıklık ettiği bir yolsuzluklar silsilesi ortaya saçılıp serildi. Nitekim, Zarrab'ın ifadesi çok önemli, dönemin başbakanından bakanlarına değin nasıl bir örülü ağın ürünü olduğunu ve milyonların nasıl hile yöntemleriyle kaçırıldığını bütün dünyanın gözü önünde mahkemede anlattı. Ancak, yine de bu yolsuzluk ağında adı geçen diğer kişilerin yargılanmalarının önüne geçildi. Kuşkusuz bu davanın yol açtığı zararın faturasının halkların sırtına yükleneceği de önemli bir gerçeklik olarak duruyor önümüzde. Evet, bu milyonların hesabı yine halkın sırtına bindirilecek.
Dünya kamuoyunun gözünde görünür bir örnek Zarrab davası, ancak diğer veriler de Türkiye'de yolsuzluğun kurumsallaştığını ve korunduğunu gözler önüne seriyor. Nitekim, Yolsuzluk Algı Endeksi'nin 2017 verilerine göre, Türkiye 180 ülkenin yer aldığı endekste 81'inci sırada yer alıyor. Son dört yıldır Türkiye, endekste üst üste gerilemiş, toplam 28 sıra geriye düşmüş durumda. Endekste yer alan 35 OECD ülkesi arasında Türkiye sondan 2'nci sırada yer alıyor yani bu demek ki Türkiye'de yolsuzluk gelişiyor, teşvik ediliyor, yaygınlaşıyor ve kurumsallaşıyor. Neden kurumsallaşıyor? Çünkü kamu ihaleleri artık yolsuzluk yapılmadan, yandaşlık olmadan yapılamıyor. Bunu örnekleriyle açıklayacağım.
Bakın, bu raporda ne yer alıyor: 2016 yılında yatırımlar ve kamu hizmet ve alımlarının yüzde 40'ı -değerli milletvekilleri basit bir rakam değil- Kumu İhale Kurumunun kapsamı dışında gerçekleştirilmiş. KİK kapsamındaki ihalelerin yüzde 27'sinde açık ihale usulünden farklı yöntemler kullanılmış. Şimdi, bu ihale yöntemlerinin başında davet usulü ihale yöntemi geliyor. İş dünyasıyla ilgili olanlar, bizi izleyenler bunu çok yakından bilirler. Bu yöntem sayesinde AKP Hükûmeti kendi eliyle yaratmış olduğu yandaş sermayeye devlet kaynaklarını aslında dağıtıyor ve bu dağıtımı keyfî bir şekilde yapıyor ya da başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, kamu kaynakları yandaş sermayeye peşkeş çekiliyor.
Aslen acil durumlarda ya da -buraya dikkatinizi celbetmek istiyorum- doğal afetler için kullanılan Kamu İhale Kanunu'nun 21/b maddesi var. Bunu hukukçular da çok yakından bilirler. Bunun başlığı "Pazarlık usulü"dür. Burada bu ihale yöntemi neredeyse bütün kamu ihalelerinde kullanılan bir yöntem oldu. Peki, bunun koşulları ne? 21/b'ye göre kamu ihalesi nasıl yapılır? Hangi şartla olursa 21/b'ye göre yapılır, buna bir bakalım.
Bir: Doğal afet, salgın hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani durumlarda veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olaylar ortaya çıktığında ya da bunların sonucunda idarenin ihaleyi acele yapması mecburiyeti olduğunda bu yönteme başvurulabiliyor. Peki, bu yöntemde ne yapılıyor? Bir kere, ihale ilan edilmiyor. İhaleye katılmak isteyen şirketler, kurumlar bu ihaleye katılamıyor, iş pazarlıkla yapılıyor. Nerede, kaç liralık, nasıl bir iş yapılacağını hiç kimse göremiyor çünkü şeffaf değil, çünkü aleni değil. Fiyatlar yarışamıyor. Taraflar ihale tekliflerini sunamadığı için fiyatlar yarışamıyor. Örneğin, son birkaç yıldır Türkiye'nin dört bir yanındaki onlarca duble yol projesi değerli milletvekilleri, bunların önemli bir bölümü, hatta ezici çoğunluğu 21/b'ye göre verildi. İşte, durum bu. Aslında bu bir adrese teslim durumu. Bu 21/b'ye göre pazarlık usulüyle yapıldığında ne oluyor? Yandaş firmalar davet ediliyor; halk, diğer kesimler göremiyor ve adres tespit ediliyor önceden, "Kime, hangi ihaleyi ne kadar bedelle vereceğiz?" Bunun kararını iktidar ve yandaşlara ortaklaşa veriyorlar ve o ihaleleri kendi yandaşlarına dağıtıyor. İşte bu büyük büyük paralar, milyarlarca dolarlık projeler hep bu şekilde yapılıyor ve yandaşlar tekrar tekrar ihya ediliyor.
İşte kamu ihalelerinde yaşanan bu yolsuzluklar, gerçekten, bütçede pervasızca ve korkusuzca savrulan milyonlar demek, yüz milyonlar demek, milyarlar demek. Bunu halkın çok iyi bilmesi gerekiyor. Onlar açlık ve yoksulluk çekerken, onlar açlık sınırının altında yaşarken, iktidarın etrafındaki bir avuç zengini daha fazla zengin etme telaşıyla bu ihaleler kapalı bir şekilde yapılıyor ve bu paralar dağıtılıyor.
Şimdi, kamu kaynakları, aslında Sayıştay raporlarında da yolsuzluk ve usulsüzlükler bu şekilde defalarca dile getirildi ve bu artık Sayıştay raporlarına rağmen normalize edilmeye çalışılıyor, bu normal bir şeymiş gibi takdim ediliyor ama asla normal değil. Doğal afetler, can ve mal kaybı tehlikesi yaşanmıyor; bu ihalelerin tümünde mi bu var? Yok öyle bir şey tabii ki. Ya da maddenin diğer fıkralarının koşulları olmadığı hâlde, bu durumda bu yandaş sermayenin aldığı ihaleyi gerçekten nasıl kullandığı ve yol açtığı zararlar da denetlenemiyor. Mesela, örnek alacak olursak, bu duble yol ne kadar milyar liraya alındı, ne kadarı harcandı, bunu kim denetliyor, kim bunu denetleyecek; bunun bir cevabı yok.
Tabii ki iktidarın tek yolsuzluk dosyası 17-25 Aralık değil, Panama belgeleri var. Panama merkezli hukuk firmasına ait -kırk yıllık; 11,5 milyon özel belge- "Panama belgeleri kâğıdı" olarak ifade edilen belgeler de gazete Zeitung'da paylaşılmıştı. Bunun öncesinde, 4 Nisan 2016 tarihinde belgelerle ilgili haberler de basına yansıdı. Bu belgeler neydi gerçekten? Bu belgelerde ülkelerinden vergi kaçıranların tam listesi yer alıyordu. Peki, Türkiye'den, gerçekten, kim kaçırmıştı vergiyi? Bu da bu Panama belgelerine yansıdı. 500 iş insanı ve 21 aracının -Türkiye'ye ilişkin söylüyorum- offshore şirketlere sahip olduğu ya da bu şirketlerde payı olduğu bu belgelerle ortaya çıkmış durumda. Panama belgelerinde ismi geçenler kimdir merak ediyor musunuz? Gerçi duyduğunuzda hiç şaşırmayacaksınız; Mustafa Latif Topbaş, Cihan Kamer, Remzi Gür, Adnan Polat, Mehmet Cengiz, Çalık Enerji Anonim Şirketi ya da Zorlu Holding gibi birçok isim ve tüzel kişilik bu belgelerde yer alıyor. Peki "Offshore hesabı olduğu anlaşılan bu kişi ve kurumlar hakkında ne yapıldı?" diye soracak olursanız... Halka söylüyorum tabii, bizi dinleyen iktidar partisinin milletvekilleri yok. "Buna ne işlem yaptınız?" diye sorduğumuzda, hâlâ yanıt verilmedi bugüne kadar; böylesi büyük bir yolsuzluk olayının üzeri kapatılmaya ve unutturulmaya çalışıldı. Her zamanki gibi iktidar partisinin bir klasiğiyle karşı karşıyayız.
Evet, iktidarın nasıl kirli hesaplarla kendi kasalarını doldurduğunun bir diğer ispatı Man Adası yolsuzluğu, koskoca bir yolsuzluk örneği. CHP Genel Başkanı açıkladı grup toplantısında. Efendim, Cumhurbaşkanı dedi ki: "Biz parayı vermedik, biz parayı aldık." Sanki bunu söyleyerek "Bu yolsuzluk yok." demeye çalışıyor. Tamam da bu Man Adası'ndan hangi ticari işlem sonucu siz bu parayı aldınız? Hadi göndermediniz, anladık, peki, o küçücük adada hangi ticari işlemle bunlar bu paraları aldı? Bunun cevabı verilmedi. Peki, ne oldu? Kim vardı bu Man Adası belgelerinde? Erdoğan'ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve eski özel kalem müdürünün isimleri geçiyor.
Şimdi "Burada ne oldu, yargı ne yaptı?" diyeceksiniz. Bu kadar aleni, bu belgelerin sahte olmadığı "swift"lerle, belgelerle ortaya çıktı; savcılık "Bu belgeler sahtedir." diyemedi. Diyebilseydi, emin olun, bunu da diyecekti ama bu kadar baskıya rağmen savcılık "Sahtedir." diyemedi ama ne yaptı? Soruşturmada rakam çok yüksek, 15 milyon dolar; bunun kaynağı araştırılmadı. Hangi ticari işlem sonucu bunun kazanıldığı belirlenmedi ve "Kara para yoktur." dendi. Yargı, biri ekmek çalarsa fırından onu on yıl cezaevine kapatan yargı 15 milyon doların hesabını sormadı. Baklava çalan çocukların cezaevinde tutulduğu bir Türkiye'de, ülkede 15 milyon doların hesabı sorulmadı ve takipsizlik kararı verildi. İşte, yargı kişiye göre karar veriyor, iktidara yakınlığına göre karar veriyor. Küçük yolsuzluklarda, küçücük hırsızlıklarda ceza alırsınız ama büyük hırsızlıklarda ve iktidara yakın iş birliğiyle yapılan hırsızlıklarda ceza almazsınız. Yargı bunu bir kez daha söyledi.
Evet, bu örnek çok tartışıldı; PTT, ihalesinde, ihaleyi bir gün önce kurulan bir şirkete verdi. İnsan duyunca gerçekten dehşete düşüyor. Zaten şirket o ihalenin verilmesi için kurulmuş bir şirket. Birileri talimat vermiş, "Bu şirketi kur, yarın yapacağımız ihalede sana bu ihaleyi vereceğiz." diyorlar ve üstelik ilk ihale iptal ediliyor. İkinci ihalede ilgili, alması gereken şirket giremediği için -deneyim şartı aranıyordu ilkinde- sonra Erzurum 9. Bölge ihalesini 18 milyon 953 bin TL sözleşme bedeli karşılığında, ihaleden yalnızca bir gün önce kurulan Erhanlar Turizm Anonim Şirketi aldı ve ihale verildi. Gerçekten, ihaleler -yani bir cümleyle söylemek gerekirse- "mış" gibi yapılıyor, birçok meselede olduğu gibi. İhale yapılmıyor aslında, anlaşma ihale gibi sunuluyor, kanun çiğneniyor, yargı bunu görmüyor ama ne oluyor? Türkiye'de yüzde 1'lik bir kesim, iktidarın etrafındaki bir kesim zenginliğini katbekat artırıyor.
Evet, AKP'nin, ekonomi bu kadar kötüye giderken, vatandaş kan ağlarken, yoksulluk en yüksek oranına ulaşmışken "Yüzde 7 büyüdük." açıklaması da ayrıca bir dram. Kim büyüdü? Siz büyüdünüz. Vatandaşın cebine, mutfağına, evine ekstradan bir para girdi mi? Millî gelir nerede? Bunlar tartışılmıyor ama "Biz büyüdük." naraları atılıyor. Fakirleşmeyi, milyonların fakirleştiğini görünmez kılmak için "Yüzde 7 büyüdük." yalanları atılıyor, bu da işin ayrı bir boyutu.
Tabii ki burada partiye yakın zenginler yaratılıyor, gerçekten AKP'ye yakın zenginler yaratılıyor. Tabii, burada sadece kendisine yakın iş insanlarını zengin etmiyor, aynı zamanda, kendi partisinin üye ve yöneticilerini de zengin ediyor. Evet, biliyorsunuz Hülya Koçyiğit'i; hani çok özgür yaşıyormuş ya, baskının dorukta olduğu bir dönemde Hülya Koçyiğit çok özgürmüş. Biz de çok şaşırdık niye "Özgürüz." dediğine, bir baktık ki Konyaaltı Plajı'nı damadı almış. Ne kadar tesadüf değil mi? Özgürlük onlar için.
İşte, bu, hani sınırda gidip türküler söylüyorlar ya, "yaylalar, yaylalar" türküsünü; gidip biri onu çocuğunu yitiren bir asker ailesinin evinin yanında söylesin, bir görelim bakalım. Savaşa böyle, şarkılarla türkülerle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - ...destek verilmez çünkü savaş...
Bitiyorum.
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - İşte Hülya Koçyiğit bunlara en iyi örneklerden biri. Kim zengin oluyor, hangi sözler karşısında ihale alınıyor, bir ihalenin yöntemi nedir; bunu bütün Türkiye'nin bilmeye hakkı var. Biz dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince bu konuda halkımıza hakikatleri anlatmaya kesinlikle devam edeceğiz diyorum.
AKP'nin sicilindeki en büyük kalemlerinden biri, tıpkı hak ihlallerinde olduğu gibi, ekonomik olarak yolsuzluktur, hırsızlıktır, dolandırıcılıktır. Bunun tümünü kapatmak için her türlü yöntemi kullanmaktadır, bu böyle biline diyorum ve AKP bu zenginliklerin hesabını, halkın vergisinden, gözyaşından aldığı paranın hesabını er geç verecek diyorum ve teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)