| Konu: | Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 08.03.2018 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada bu yasa tasarısı görüşüldüğü vakitlerde yine Türkiye Büyük Millet Meclisinde Anayasa Komisyonunda Seçim Kanunu'na ilişkin önemli bir teklif görüşüldü ve Komisyondan geçti, önümüzdeki hafta da zannediyorum Meclis gündemine gelecek.
Tabii, Türkiye demokrasisi açısından çok önemli değişiklikleri içeren maddeler barındırıyor kendi içerisinde. Bunlardan bir iki tanesinin altını çizmek istiyorum. Önümüzdeki hafta Meclis gündemine geldiği zaman teklifle ilgili düşüncelerimizi söyleyeceğiz. Ancak özellikle 16 Nisan referandumunda YSK tarafından mühürsüz oyların, pusulaların geçerli sayılmasının bir yasal zemini oluşturulduğunu görüyoruz ve aynı şekilde seçimlerde siyasi parti temsilcileri tarafından belirtilecek görevliler tarafından oyların sayılmasından ziyade kamu görevlileri tarafından oyların sayılmasına yönelik bir düzenleme olduğunu görüyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu madde şu açıdan çok önemli: Son yıllarda, özellikle AKP iktidarı geldiğinden itibaren devletin kişiselleştirildiği ve buna yönelik düzenlemelerin olduğunu görüyoruz.
Bakın, bu sadece darbe girişiminden sonra "20 Temmuz" diye bizim adlandırdığımız OHAL rejimi sonrasında tahakküm edilen bir sistemin ötesinde bunun evveliyatı var, devletin kişiselleştirilmesi. Sizler iktidara geldiğiniz ilk dönemlerde buna yönelik düzenlemeler yaparken özellikle şundan faydalandınız: Biliyoruz ki biz, cemaatler eliyle bir kişisel devlet yaratma anlayışı gerçekleşti. O zaman hatırlarsanız, sizin iyi ilişkide bulunduğunuz FETÖ tarafından, onun aracılığıyla devleti ele geçirmeye yönelik düzenlemeler yapılıyordu. Şimdi hepimiz biliyoruz ki Anayasa'nın 70'inci maddesinde yer aldığı şekilde, tarafsız bir şekilde devlet görevlileri belirlenmiyor. Ne kadar liyakatli olursanız olun, yeteri kadar bakan, yeteri kadar cemaat lideriyle aranız iyi değilse devletin önemli, etkin kurumlarında görev alamazsınız; yani buna hâkim, savcılık da dâhil, mülkiyede görev, kaymakamlık pozisyonunda alınacak görevler de dâhil, Emniyetteki görevler de dâhil.
Şimdi, tabii bunun sonucunda... Bu bizim hukukumuza nasıl girmişti? Liyakate göre. Yani Anayasa 70 kaynağını nereden alıyordu? Fransız devriminden sonra, ondan esinlenerek ilan edilen cumhuriyet ve onun değerleri doğrultusunda, liyakat doğrultusunda insanların görev alması esas alınıyordu. Şimdi bu tamamen kişisel devlet yaratma arzusuyla ortadan kalkmış durumda.
Peki, bu durumda biz demokratik bir seçim yaşayabilecek miyiz? Yani önümüzdeki dönemde Türkiye'nin her şeyden önce şuna odaklanması lazım: Bir seçim hazırlığı var. Ne pahasına olursa olsun, ne olursa olsun kazanılması gereken bir hazırlık var ve burada da Erdoğan ve AKP aslında olmayan yüzde 50'sini, MHP de olmayan yüzde 10'unu elde etmiş gibi bir sonuç alma yönünde bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Bir düzenek kuruluyor, seçim denen şeyin ruhuna aykırı, mantığına aykırı, mantığını yok edebilecek bir düzenek kuruluyor. Aslında geldiğimiz noktada şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız: Yani nasıl ki şu anda Anayasa'da yer alan OHAL'in dışında bir düzenekle yönetiliyorsak belki de seçimlerin de sürekli, mütemadiyen -nasıl OHAL uzatılıyor ya- uzatılacağı bir yönetim şekline de geçilebilir mi? Bu bile belki konuşuluyordur ancak şöyle bir gerçek olduğu için henüz bu denenmiyor, aslında Türkiye'nin bunu tartışması lazım: Şu anda, Erdoğan kesin, net şekilde, başkanlığa geçişte son bir kez olsun belki de seçime girmek istiyor ve bunu ne pahasına olursa olsun almak istiyor. İkincisi, dünyadaki tek adam rejimlerine bakıldığında, bunlarda nasıl bir seçim olduğu önemli değil, seçimle gelen tek adamların nispeten daha çok itibar gördüğü de gerçeği var. Dolaysıyla, bu önümüzdeki dönemde AKP'ye oy veren seçmenin de ne olursa olsun, o parlamenter demokratik rejime dayalı, verdiği oyla seçtiğini değiştirecek sisteme hâlâ bağlı olduğu düşüncesi var. Şimdi bu, bütün veriler ışığında bir seçim yapılması planlanıyor ve aslında, burada, bu seçimi kimin kazandığından ziyade Türkiye'nin önce şunu tartışması lazım: Türkiye'de demokratik bir seçim olacak mı? Bu seçimin şartları nasıl oluşacak?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEYNEL EMRE (Devamla) - Sayın Başkanım, bir dakika daha...
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın lütfen.
ZEYNEL EMRE (Devamla) - Burada tüm dikkatin bunun üstüne, özenin bunun üstüne kurulması gerektiğin düşünüyorum. Bu ittifak tasarısı konuşulurken hep de duyuyoruz "İttifak neticesinde herkesi kucaklayacağımız bir yönetim şekli kuracağız." Şeklinde. Bu, tabii, daha yeni değil, siyasi tarihimizde daha önce 90'larda Demirel'in kullandığı, daha sonra Özal'ın kullandığı argümanlardan biriydi "kucaklama" siyaseti. İşte, bütün ana akımları birleştirecek bir siyaset anlayışı şeklinde. Tabii, çok geçerliliği yok. Bu aslında şöyle de bir noktaya da gelebilir: Türkiye'de siyasi partilerin önemini azaltan... Partiler neden vardır? Kendi ideolojileri, inançları doğrultusunda yönetim şekillerini savunmak ve insanları o inanç etrafında örgütleyebilmek için vardır. Ancak ortaya öyle bir tablo çıkıyor ki insanlar bir yerde popülizmin esiri hâlinde bir siyasi atmosfere ve siyasetin kendi doğasını öldüren bir ortama sebebiyet verebilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEYNEL EMRE (Devamla) - Bu, ne pahasına olursa olsun kazanma siyasetinin Türkiye'ye vereceği zararlar büyüktür. Umarım, Meclisten bu teklif, değişiklik geçmez diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)