GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:63
Tarih:22.02.2018

CHP GRUBU ADINA CEYHUN İRGİL (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilerleyen bu saatlerde, Meclisin de oldukça gergin ve yorgun olduğu bu saatte ne kadar anlaşılabilir olur bilmiyorum ama birazdan bu yükseköğretim yasasıyla ilgili teklifi Mecliste bitirmiş ve kanunlaştırmış, en azından buradan geçirmiş olacağız ve önümüzdeki aylarda da hayata geçmiş olacak.

Fakat ben bu yasa burada bugün sonlanırken belli kazanımlarının yanında belli ciddi kayıpların da olduğunu düşünüyorum. O nedenle, bu yasaya geçmeden önce, yasanın son notlarını sizinle paylaşmadan önce, size, çok beğendiğim, bence bütün Türkiye'deki üniversitelerin kapılarına, girişlerine asılması gereken, hatta YÖK'ün bizzat giriş kapısına asılması gereken, bugüne kadar üniversitelerin özlenen ortamıyla, akademik özlenen ortamla ilgili yapılmış en güzel konuşmadan bir paragraf okumak istiyorum. Diyor ki bir Türk büyüğümüz bu konuşmasında: "Üniversite için en büyük tehlike dogmatizmdir, tek tipleşmedir, değişime ve gelişime kapalı olmaktır. Nitekim Türkiye'de bazı dönemlerde üniversiteler, tasfiyeyle tek tipleştirilmeyle çalışılmıştır. Üniversiteyi bir ideolojik aygıt olarak gören ve kullanan anlayış, uzun süre, farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, hür düşünceyi esas alan gerçek üniversite ortamının oluşmasına mani olmuştur. Oysa üniversite, fikirlerin etiketlendiği, zararlı-yararlı diye bir ayrıma tabi tutulduğu bir yer olmamalıdır." Neymiş? Üniversite fikirlerin etiketlendiği, zararlı ve yararlı bir ayrıma tabi tutulduğu bir yer olmamalıymış. "Gençlerimize ideolojinin deli gömleği giydirilmemelidir. Bunu başarmak saygıdeğer hocalarımın herhâlde en önemli görevidir. Üniversitede fikirlerin çarpışmasından, yarışmasından hakikat ortaya çıkmalı. Müsademeyiefkârdan barikai hakikat doğar. Bunu yakalamak durumundayız." Hangi Türk büyüğü demiş bunu? 2012-2013 Yıldız Teknik Üniversitesinin açılışında Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşması bu. Ne diyor? "Üniversite tek tip olmasın." diyor, "Fikirler çatışsın." diyor, "Fikirleri ayrı, zararlı-yararlı diye ayırmayalım." diyor. Ama ne oldu? Şu anda gelinen noktayı sizin takdirlerinize sunuyorum.

Nitekim, 14'üncü yüzyıldaki anlamıyla "üniversite" kelimesi Latincede "universitas" yani "bütün" kelimesi, son dönem geç Latincede de yine "topluluk, toplum" kelimeleri gibi bir anlama gelen "universus" yani "evren" kelimesinden türemiş bir kelime. Kavramsal olarak evrenselliğini, evrensel bakımdan çeşitliliği, bünyesinde barındırması gereken kurumlar üniversiteler.

Bir üniversitenin bir ideolojinin kalesi, merkezi, topyekûn o ideolojiye sahip olan ve onu savunan bir kurum olarak görülmesi, ne çağdaş ne geleneksel üniversite anlayışıyla bağdaştırılabilir.

Akademik ensest, üniversitelerde ideolojik kamplaşmaların da oluşması için araç olarak kullanılabilen etik dışı bir yaklaşımdır.

Nitekim üniversitelerdeki zenginliğin ve özlenen akademik ortamın oluşturulması çeşitliliğe bağlıdır. Bu çeşitliliği oluşturmak da YÖK'ün ve üniversitelerin görevidir.

Arkadaşlar, karışımızda çok ciddi gerçekler ve sorunlar var. Size şunu söyleyeyim: Bu ülkedeki 55'inci en büyük şehir, kent hangisi desem, eminim hepiniz nüfus sıralamasına göre bir sıralama yapardınız. Bu ülkedeki 55'inci en büyük kent, işsiz üniversiteliler.

Arkadaşlar, resmî rakamlara göre 3 milyon 275 bin işsizimiz var, bunun 828 bini üniversiteli. Yani tüm işsizlerin yüzde 27'si, üçte 1'i üniversiteli, yüzde 38'i lise mezunu.

Arkadaşlar, en çok da işsiz olan grup mühendisler, iktisat ve işletme fakültesi mezunları ve eğitim fakültesi mezunları.

Bizler burada yasa yapmaya çalışıyoruz. Burada akademisyenler, uzmanlar konuşuyor. Burada bakanlık, Hükûmet veya ilgili birimler binlerce çalışma yapıyor. Gece gündüz oturuyoruz konuşuyoruz. Sonuç? Sonuç, 830 bin işsiz üniversite mezunu. Asıl realite, gerçek bu. Evine ekmek götüremeyen, iş bulamayan insanlar hayatın gerçeği.

İşsizlik kadar insan onurunu örseleyen başka bir sorun yoktur. İşsizlik kadar insanın öz güvenini kaybettiren başka bir sorun yoktur. Bizim gerçekçi davranmamız ve reel kararlar almamız gerekiyor. Yoksa, burada yardımcı doçentler, doçent olmuş olmamış, doktor öğretim üyesi olmuş, bunların önemi yok. Dil öğretemiyorsunuz, akademisyeniniz dil bilmiyor. Akademisyeniniz Türkçe bilmiyor, ben geçtim İngilizceyi. Akademisyeniniz hiçbir konuda yorum yapamıyor.

Düşünün, biraz önce diğer vekillerimizin verdiği örnekler, gazetelere her gün yansıyan insanlar, bunlar profesör, doçent ama bugün ülkenin içinde bulunduğu bu tablodan bu aydınlarımız, bu entelektüel yapımız da sorumlu maalesef. Yani Nuh'un cep telefonunu anlatan da bir akademisyen, işte, her gün gazetelerde örneklerini okuduğumuz insanlar da akademisyen. Bizim insan kalitesini artırmamız gerekiyor. Her zaman söylediğim bir şey var: Üniversitelerimizin sorunu akademik değil arkadaşlar, üniversitelerin sorunu etik, etik, etik. Bu yüzden öncelikle etik sorunların düzeltilmesi gerekiyor. Eğer etik sorunlar düzelirse zaten ne YÖK'e ihtiyaç var ne de bu yasalara ihtiyaç var.

Ama üniversitedeki akademisyenlerin önce kendi öz güvenlerini kazanması gerekiyor. Siz daha araştırma görevlisi, asistan düzeyinde insanları eziyorsunuz, öz güvenlerini ellerinden alıyorsunuz, onları daha en baştan sahtekârlığa yöneltiyorsunuz. Sadece yayın yapmak adına, sadece kendine yayın yapan, sadece kendisi için yayın yapan, hiç memlekete, insana faydası olmayan binlerce yayına imza atılıyor. Niçin bunlar? O arkadaş, en başından daha, bir an önce bir unvan kapmaya çalışıyor. Unvanı aldığı zaman bir noktaya geliyor, ondan sonra profesör... Ondan sonra zaten yoruluyor bu insanlar. Gelin en baştan bu insanlara öz güvenini verelim, onları onore edelim, maaş olarak onore edelim, kimseye muhtaç olmasınlar. Yurt dışına bir kongreye gitmek için kimseden yardım almak zorunda kalmasınlar. Uçak parasını düşünmesinler. Gelin bu insanlara özlük haklarını verelim. Yeşil pasaportu devlet üniversitesine veriyorsun, vakıf üniversitesine vermiyorsun. Neden? İkisi de bu devletin üniversitesi, ikisi de bu ülkenin doçenti değil mi, yardımcı doçenti değil mi? Niye ayrım var? Aynı ülkede değil mi bu insanlar? Sonuçta neredeyse kongre parası kadar vize parası ödüyor bu insanlar.

O yüzden, ben bu insanlarımızın hepsinden faydalanılması yanlısıyım. Bu ülkenin birçok kaynağı var ama bu ülkenin petrolü yok, şusu yok, busu yok ama en önemli kaynaklarından biri beşerî kaynakları. Hiç olmazsa yetişmiş insanlarımızı iyi kullanalım, onların hakkını teslim edelim. Burada ne konuşsak boş çünkü şu anda üniversitelerdeki akademik yapı, maalesef, biat üzerine kurulu. Bunu siz de biliyorsunuz ve maalesef, insanlar, hocalarına, bir üstlerine, bir büyüklerine biat etmeden veya onların emrinin dışında hareket etmeyerek ancak bir yere gelebileceklerini biliyorlar. İzin verin, insanlar farklı düşüncelerini ifade etsin. Eğer, burada, ünlü Türk büyüğümüzün de söylediği gibi "Üniversiteler dogmatik olmasın, tek tip olmasın, karşı fikirlere de yer verilsin, can verilsin." diyorsanız, Onur Hamzaoğlu neden hapiste, onu bize anlatmalısınız. Onur Hamzaoğlu neden gözaltında, tutuklu, onu anlatmalısınız. O imzacı akademisyenler neden ihraç edildiler? Neden bir bölümü hapiste, bir bölümü gözaltında, bir bölümü görevde, bir bölümü değil, onu izah etmelisiniz.

Hukuksal büyük açmazlar var. YÖK de bu konuda ne yapacağını bilmiyor ve üniversiteler rektörlerin çiftliği hâline dönmüş durumda. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Bu üniversitelerin, rektörlerin ve bölüm yöneticilerinin ve üniversitelerin, siyasi erklerin çiftliği alanından çıkarmamız, gerçekten özerkleştirmemiz lazım. Şu hâliyle özerk hâlinde bırakırsak üniversiteler bundan daha beter yerlere gidecektir çünkü bu hâliyle özerkliği rektörler kullanmaktadır. Bu, üniversitenin özerkliği değildir, sadece rektörlerin özerkliğidir.

O yüzden, rektörlerin elinden doçentler için sözlü sınavda bütün inisiyatifler alınmalıdır ve bütün kriterler objektif ve denetlenir olmalıdır. Sözlü sınavı madem ÜAK'tan kaldırıyorsunuz, yani unvan aşamasından kaldırıyorsunuz, kadro aşamasından da kaldırıp aynen grubumuzun söylediği gibi, bir merkezî bilim sınavı ama/veya üniversitenin içerisinde yapacağınız bir bilim sınavı hâline getirmelisiniz. Ama bu, objektif olmalı, denetlenebilir olmalı. Hatta Komisyonda Uçma Hocanın dediği gibi "Bu mülakatlar ve görüşmeler kayıt altına alınmalı." Bizzat sayın milletvekilinin teklifidir. Kayıt altına alınsın, görelim bakalım; gerçekten o mülakatlarda ne oluyor, insanlara ne tuhaf sorular soruluyor.

Arkadaşlar, geçen gün bir öğretmen mülakatında bir adaya Kilimanjaro'nun zirvesindeki karın kaç santimetre kalınlıkta olduğu soruldu. Yapmayın arkadaşlar... Bu ülkede bunlar yaşanıyor. Daha size yüzlerce örnek verebilirim.

Yani özü şudur: Mülakat demek, liyakati tanımamak demektir; mülakat demek, torpil demektir; mülakat demek, haksızlık demektir; mülakat demek kul hakkı yemek demektir; mülakat demek, aleni hırsızlık demektir; özü budur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.