GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:63
Tarih:22.02.2018

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun maddelerinde gerçekten vakit kalıp üzerinde fazla konuşamadığımız mevzu vardı, dün yarım kalmıştı. Akademisyenlerin çok büyük sıkıntılarından bir tanesi bu dil sınavlarıydı. Biz de dedik ki bu eşyanın tabiatına uygun bir şekilde, mesela bir ordu mensubuna, tecrübeli bir askere, bir albaya, bir generale "Tekrar, yeni baştan sabah sporuna çık, şu kadar şınav çek, şu kadar spor yap, şu kadar mesafe koş." demek gibi bir şey. Yani öğretim üyesi statüsünü kazanmış, doktorasını yapmış, uzmanlaşmış, yirmi yılını, otuz yılını vermiş bir akademisyene "Yeni baştan seni bir dil yeterlilik sınavına tabi tutacağım, bakacağım o konuda ne kadar yetkinsin." demek kadar komik bir şey yok. O zaman ne yapalım? Somut bir önerimiz vardı dün, hem Bakan Bey'e hem YÖK yetkililerine tecrübelerimize dayanarak şunu söyledik: Lisansüstü aşamada uzmanlığa geçişin çok önemli bir aşaması olduğu için o aşamada bir taraftan... Efendim, nedir üniversiteler? Hep tanımlamada şunu söylemedik mi? Evrensel bilginin üretildiği ve paylaşıldığı kurumlar. E, bu paylaşım neyle olacak? İletişimle olacak. Peki, iletişimi neyle kuracağız? Dünyanın bir ucundaki üniversite ile bir başka ucundaki üniversite arasındaki etkileşimi sağlamak için yegâne vasıtamız neydi? İletişimdi, bu da dil aracılığıyla oluyordu. Dilin zaten en basit tanımı da odur. "Dil nedir?" diye bütün kitaplara bakın, şunu söyler: Dil, iletişim aracıdır. O zaman akademisyenlerin de iletişim kurabileceği, dünyanın her tarafından meslektaşlarıyla iletişim kuracağı yegâne vasıta dil. Hangi dilde olursa olsun -Batı, Doğu, herhangi bir dilde- iletişim kuracak bir akademisyenin yetkinliğini elde etmeden bu iletişim kurma yeteneğini kazanması lazım. Biz de bunu somutlaştırdık, dedik ki lisansüstü eğitimi esnasında bir yıl sistematik bir şekilde, yoğun bir şekilde koşulsuz, "ama"sız, "fakat"sız, isteğe bağlı bırakmadan bu yeteneği bu akademisyen adaylarımıza kazandıralım ki birkaç yıl sonra hem bilimsel yeterliliğini kazansın, araştırmalarını yaparken literatür taramasını sağlıklı yapsın. Efendim, amatörce katılacağı birtakım poster girişimlerinde, makalelerde, bildirilerde kendine güvenini artırarak o dilde yetkinliğini kazansın ve öğretim üyesi statüsü aldıktan sonra da artık sadece bir konunun uzmanlığının değil, evet, iddialı bulunduğu alandaki uzmanlığını alsın ama dilsel iletişim kurabileceği, dünyanın her tarafıyla iletişim kurabileceği dilsel yeteneğini de kazanmış olsun ki gittiği her yerde çok rahat bir şekilde kendini ifade edebilsin, çalışmalarını paylaşabilsin ya da o konuda çalışılmış, yapılmış şeyleri kendisi alıp kendi üniversitesinde bunu bir şekilde kazanca dönüştürsün. Bunun için biz gerçekten özellikle YÖK'e buna odaklanması noktasında tavsiyelerimizi çok net bir şekilde söylüyoruz ve katkı da sağlamaya gönüllüyüz. Bu bağlamda katkı sağlayabileceğimiz kanaatini taşıyoruz çünkü bunu başaranlar var. O zaman yapılması gereken, artık yirmi beş sene... Gerçekten 55'li, 60'lı, 65'li yaşlara gelmiş öğretim üyeleri -tecrübeleri çok engin ama- maalesef doçent olamıyorlar çünkü onları da o yaşta, o durumda bir dil sınavına tabi tutuyoruz. E, bu sınav da inanın ne okuma yazmayı öğretiyor ne okuduğunu anlamayı ne de okuduğunu anladığını ifade etmeyi karşılamıyor. Bir zamanlar çocuklarımıza da musallat olan "çok test yapın" sistemi vardı. Hani testle tost arasında sıkışmış çocuklarımızın uğradığı sıkıntıya maalesef akademisyenlerimiz de uğruyorlar. O zaman işi başa alıp yeni baştan ne yapacağız? Çok net bir şekilde, amaç belli, vizyon belli, okuduğunu anlayacak, anladığını ifade edecek yazılı ve sözlü durumda bir programa tabi tutmamız gerekiyor. Bu, özellikle vazgeçilmez bir öneridir.

Bir de ÖYP'yi herkes konuştu, artık buna bir çözüm bulalım. Bu çocukları, gerçekten şüpheyi esas kılarak, alternatif, böyle potansiyel suçlu gibi görmeden, hakkı, hakikati göz önünde bulundurarak, liyakati göz önünde bulundurarak bunlara bir çözüm üretme noktasında siyasi erkin bir adım atmasını diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.