GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:60
Tarih:15.02.2018

HDP GRUBU ADINA DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün içinde bulunduğumuz kaotik hâl ve Orta Doğu'da giderek kızışan paylaşım savaşı -ya da kimi uzmanlara göre üçüncü dünya savaşı olarak ifade edilen- esasen 15 Şubat 1999'da Sayın Öcalan'ın uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edilişiyle başlamıştır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bile "Öcalan'ı niye teslim ettiler, anlayamadım." demişti çünkü komployla halkları karşı karşıya getirmek ve bu sorunun bir yüz yıl daha sürmesi hedeflenmiştir. O günden bu yana tam on dokuz yıldır hukukçuların "İmralı Cezaevi rejimi" olarak adlandırdığı mutlak tecrit koşullarında kalan Sayın Öcalan hem o zaman hem de sonradan halklardan ve barıştan yana geliştirdiği tutumla komplocu güçlerin amaçlarını boşa çıkarmıştır. O dönem yaşanabilecek bir çatışmayı basiretli ve barışçıl bir tavır geliştirerek engellemiş, birlikte yaşayabilmenin zeminini yaratmayı başarmıştır. Savaşı geliştirmek isteyenlere, cenazeler üzerinde iktidar devşirmeye çalışanlara inat, Sayın Öcalan'ın barışın toplumsallaşması için elinden gelen çabayı harcadığı, çözüm süreci boyunca yapılan görüşmelerde de açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Kimse kimseyi kandırmasın, "Konjonktür değişti, söylemler değişti." diye kimse inkâr etmesin; sizler de bizler de biliyoruz ki İmralı heyetimiz ile Hükûmet heyetinin o dönem yaptığı görüşmeler, Türkiye tarihinin en sakin, en huzurlu zaman dilimiydi. Cenazeler gelmiyor, taziye evlerinde ağıtlar yakılmıyordu. Türkiye toplumunun ertelenen, sadece şiddetle çözülmeye çalışılan sorunları konuşulur olmuştu. Savaş, ayıpların üzerine örtülmüyordu. Mesela, şimdi öyle mi? Yatıyoruz kalkıyoruz Afrin diyoruz, savaş diyoruz, ölüm diyoruz; ölümleri sadece rakamlara sığdırmaya çalışıyoruz. Peki ya bu ülkede açlıktan kendini yakan işçiler, tecavüze uğrayan, şiddet gören, çocuk yaşta hamile bırakılan kadınlar... Bir savaş bin ayıbın üzerini örtüyor, silahlar her şeyin üzerini örtüyor. Savaştan rant devşirenlere, ölümleri kutsayanlara, ölümden ve kandan medet umanlara kim olursa olsun bin kere lanet olsun diyoruz.

Değerli arkadaşlar, çözüm süreci boyunca kendisiyle yapılan her görüşmede "Artık bir gencin burnunun dahi kanamasını istemiyorum." diyen Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecride son verilmedikçe hangi barıştan, hangi insan haklarından söz edebiliriz? Mevcut iktidar her yerde her fırsatta, içeride ve dışarıda, Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu söylüyor. Madem hukuk devleti, bu mutlak tecrit hangi hukuk ilkeleriyle açıklanabilir? Böylesine ağır bir tecrit dünyanın hangi ülkesinde var? İki yıldır ne avukatlarıyla ne ailesiyle, hiç kimseyle görüştürülmüyor. Bu tecridin hukuki, insani, ahlaki hiçbir tarafı yoktur. Sadece bir kişiye özgü bir hukuk anlayışı olabilir mi? Peki, soruyorum arkadaşlar: Bunun kime faydası var? Hangi amacı hasıl oluyor? Gençlerimiz ölmüyor mu? Ülke çok mu huzurlu? Ekonomik olarak çağ mı atladık? Hangi sorun çözüldü? Daha iyi koşullarda mı yaşıyoruz? Elbette ki bütün bu soruların cevabı kocaman bir "Hayır." Oysa çözüm sürecinde biliyoruz ki Öcalan ne zaman devreye girerse huzur geliyor, barış geliyor; uluslararası güçlerin ve lobilerin kışkırtmasıyla savaş baronları tarafından ne zaman tecrit politikası devreye konulsa ülkede huzur bitiyor, anaların gözyaşı eksik olmuyor.

Bin yıldır iç içe geçmiş halklar, bu iktidar döneminde, özellikle 2015 yılından sonra uygulanan, tüm uyarılarımıza rağmen uygulanmakta ısrar edilen yanlış politikalar sonucunda birbirinden nefret eder hâle gelmiştir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkiye toplumu hemen her koşulda kutuplaşmada zirve noktasındadır. Bu kutuplaşmanın faturası hepimize ağır gelir. Siyasal ve toplumsal gerilimler kısa vadeli oy devşirmenin araçları olarak kurgulanır ancak hepimizin geleceğinin mahvolması anlamına gelir. Kimsenin buna hakkı yoktur. İşte görüyorsunuz, fikirlerin değil silahların konuştuğu günlerde şiddet öylesine toplumsallaşmış, siyaset öylesine yozlaşmış ki gündelik hayatımızın bir parçası hâline gelmiş. Kadınlar sokak ortasında dövülüyor, en ufak bir tartışma ölümle sonuçlanan kavgalara sebebiyet veriyor. Bakanların aldığı rüşvetler dudak uçuklatıyor, kaçmak isteyen insanlar çocuklarıyla birlikte denizlerde can veriyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yaşanan toplumsal ayrışma ve kutuplaşma bir tür duygusal kopuşa dönüşme riski altındadır. Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'nin demokrasi, eşitlik, özgürlük sorunlarının çözümü için devreye girmek siyaset kurumunun ahlaki sorumluluğudur.

Barışı dillendirenlerin türlü baskılara maruz kaldığı bir süreçten geçiyoruz. Kongre konuşmasında "Barış için çabalamalıyız." diyen eski Eş Genel Başkanımız Serpil Kemalbay bugün gözaltında. Sadece "barış" diyen, halklara dayanışma mesajı veren HDP, HDK bileşenleri ve temsilcileri gözaltında, siyaset kurumu âdeta esir alınmış durumda; kör karanlık bir noktaya doğru gidiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) - Başkan, bitirmek üzereyim.

BAŞKAN - Tamamlayın, son cümleniz olsun lütfen Sayın Taşdemir.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Devamla) - Şu anda içinde bulunduğumuz darboğaz için çıkış noktası, aynı şekilde bir barış sürecinin başlatılmasından geçmektedir. Ortada bir sorun var; silahla, çatışmayla çözülmeyecek kadar ağır, tarihsel, ekonomik, toplumsal bir sorun. Moskova-Washington hattında mekik dokuyacağınıza çözümü burada, bu topraklarda aramamız gerekiyor. "Savaş" değil, "barış" dememiz gerekiyor; savaşı değil, barışı toplumsallaştırmalıyız. Ya gencecik ölenlerin taziyelerinde ağıt yakacağız ya da barış halayları çekeceğiz; başka yolumuz yoktur. Kötülüğün sıradanlığına geçit vermemek hepimizin ahlaki sorumluluğudur.

Tüm Genel Kurulu tekrardan saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)