| Konu: | 697 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 58 |
| Tarih: | 13.02.2018 |
CHP GRUBU ADINA ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, buradaki değişiklik önergesi biraz teknik bir mesele. Ancak meselenin özünü, içeriğini kaçırmamak lazım değerli arkadaşlar. Burada 697 sayılı olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname temel olarak şu: Ekli liste hâlinde bazı meslek gruplarında çalışan insanların işten çıkartılması, bazılarının işe iade edilmesi. Şimdi, ilk OHAL ilan edildiği zaman "FETÖ'yle mücadele konusunda gerekli düzenlemeler yapılacak, çok kısa bir süre sonra OHAL kalkacak." denmişti. Hukuk devletinde hiçbir hükûmetin ekli liste hâlinde 115 bin kişiyi işten etme diye bir hakkı yoktur. Bu hukuki denetim dışında tutulamaz. Şayet bir bakanlıkta, bir genel müdürlükte herhangi bir terör örgütüyle ilişkili bir çalışan varsa gerekçesiyle birlikte gösterilerek işine son verilebilir ama bu durumda o bir idari işlemdir, idari yargının denetimine açık olması gerekir, hukuk devletinde böyle olur. Yine, aynı şekilde şayet işten çıkarılan insanların iadesiyle ilgili de bürokratlar kendi kafalarına göre araya adam sokarak iade yapamazlar. İki türlü de hukuka aykırılık var burada değerli arkadaşlar. Burada KHK'ler âdeta şu hâli aldı: Bu Meclis çatısı altında torba kanunlardan sonra torba KHK'leri de yaşıyoruz. FETÖ'yle uzaktan yakından ilgisi olmayan, Diyanet İşleri Başkanlığı yardımcılığının sayısını artırmadan tutun, kış lastiğine, evlilik programlarının iptaline kadar her bir şey kanun hükmünde kararnameyle düzenlenir hâle geldi. Şimdi, bunlar esas itibarıyla Anayasa'ya aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi bunları iptal etmelidir. Maalesef Anayasa Mahkemesi de içinde bulunduğumuz korku iklimine hapsolmuş ve hakikaten hukuka bağlı, objektif bir şekilde karar veremez bir duruma gelmiştir. Anayasa Mahkemesi tarihî sorumluluk altındadır. Bu iş ve işlemleri yapanlar kadar Anayasa Mahkemesi üyeleri de bunlara ses çıkarmayarak hukuka aykırı olduğunu bilerek bunları iptal etmeyerek de aynı suça ortak olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, demokrasi "Ben her şeyi bilirim." demek değildir. Demokrasi, aynı zamanda kurallar rejimidir. Demokrasilerde herkesin görevi vardır ve işi ehline teslim etmek temel görevdir. Demokrasilerde "Reis ne derse o olur." yoktur arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Demokrasilerde kula kulluk yapılmaz. Bakın, kula kulluk yapanlar yüzünden Türkiye 15 Temmuzu yaşamıştır. Türkiye'nin yeni 15 Temmuzları yaşamaması için "Reis ne derse o olur." kliğinden lütfen çıkın artık. Sizler, halk tarafından seçilmiş temsilcilersiniz. Siz burada istişare edip karar vermediğiniz hiçbir konuya gelip burada el kaldırmayın.
Değerli arkadaşlar, bu KHK'lerin kapsamıyla ilgili, sizlere şu soruları kuliste soruyoruz, diyoruz ki: "Ya, Allah aşkına, bu iade işlemlerini kim gerçekleştiriyor?" Yani 115 bin işten çıkarma var, 3 bin civarında iade var. "Vallahi biz de bilmiyoruz." diyorsunuz. Kimler bunu hangi odalarda yapıyor? Bu, Meclisin iradesinin açık bir şekilde gasbedilmesidir.
Değerli milletvekilleri, Hitler'in bir adalet müşaviri vardı, Hans Frank; şöyle söylüyordu hâkimlere: "Karar vermeden önce kendinize şunu sorun: Benim yerimde Führer olsaydı nasıl karar verirdi?" Yani vicdana, kanuna göre değil, anayasaya göre değil, Führer'e göre karar verin. Türkiye de yavaş yavaş bu duruma doğru evriliyor değerli arkadaşlar. "Reis ne derse o." sözcüğünü artık duymak istemiyoruz. Hukuk devletinde böyle bir şey milletin iradesine hakarettir. Millet sizleri niye seçti? Türkiye Büyük Millet Meclisi neden var? Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel görevi yasama ve denetim değil mi? Hem yasama hem denetim görevini başkaları yapacaksa, kimlerin yaptığını bilmediğimiz başkaları yapacaksa bu millet bizlere neden maaş ödesin değerli milletvekilleri?
Değerli arkadaşlar, şimdi, şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız: Bu, aslında, sizin "Biz Türkiye'yi yönetemiyoruz"un itirafıdır. Yani burada siz çılgın projeler peşinde koşuyorsunuz, işte İstanbul için çeşitli çılgın projeleriniz var. Aslında gelin, adını tam olarak koyun, Türkiye Cumhuriyeti'ni "Türkiye OHAL Cumhuriyeti" olarak ilan edin. Sizin hedeflediğiniz sistem bu.
Değerli milletvekilleri, Türkiye on sekiz aydır OHAL'le yönetiliyor. Burada çok büyük bir keyfîlik var ve Türkiye'nin OHAL şartları altında da seçime gitmesi demek Türkiye'de ciddi bir meşruiyet sorununun ortaya çıkması demek. Türkiye geçtiğimiz referandumda yaşadığı sonucu bir daha yaşayacak bir psikolojiye sahip değil.
Bugün çeşitli araştırmalar var, bir tanesini yanımda getirdim değerli arkadaşlar; bir üniversitenin yaptığı "Türkiye'deki Kutuplaşmanın Boyutları" araştırması. Özellikle yaşadığımız bu 15 Temmuz felaketinden sonra ilan edilen OHAL ve anayasa referandumu sonrasında Türkiye'de birinin bir diğerini âdeta terörist olarak görmesinin, suçlamasının sonucunun toplumda yansıması şu şekilde değerli arkadaşlar: Türkiye'de partiler, parti mensubiyeti aynı şekilde kimlik hâline gelmiş durumda. Yani topluma sorduğunuz zaman, insanlar hangi partilere oy veriyorsa komşusunun da aynı partiden olmasını istiyor. Bir AKP'li komşusunun CHP'li olmasını istemiyor, bir CHP'li komşusunun AKP'li olmasını istemiyor hatta daha ilerisi "Ben AKP'li bir gelin istemem." diyen CHP'liler var, "Ben CHP'li bir damat istemem." diyen AKP'liler var. Bu oranlar gerçekten çok yüksek durumda.
İşte bu kutuplaşmanın bizi götüreceği hiçbir yer yok değerli milletvekilleri. Şayet Türkiye'de bir normalleşme arzulanıyorsa, Türkiye'nin ekonomik olarak rayına oturtulması isteniyorsa ilk önce hukuk devletini tekrardan ihdas etmemiz lazım ve burada da Türkiye'yi artık kanun hükmünde kararnamelerle yönetemeyeceğinizi görmeniz gerektiğini söylüyorum. Bu durum kişisel ikballer uğruna suskun kalınacak bir durum değildir. "Önce Türkiye" demek lazım ve artık bu OHAL KHK'lerinin son bulmasını temenni ediyorum.
Bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)