GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 695 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/906) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:08.02.2018

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, şu anda içinde bulunduğumuz koşullarda kanun hükmünde kararnameleri değerlendiriyor olsak da daha önce yapmış olduğum konuşmada da ifade ettiğim gibi, bu sadece usuli bir görüşme, iktidarın kanun hükmünde kararnamelerle ilgili ajandasında ne varsa burada harfiyen yerine getiriliyor. Bizim itirazlarımız, içeriğe dair eleştirilerimiz ve kanun hükmünde kararnamelerin Parlamentoyu etkisiz ve işlevsiz bıraktığı, âdeta kapattığı eleştirilerimize atıfta bulunarak sözlerime devam etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, son iki haftanın en temel gündemi tabii ki Afrin ve oranın etrafında dönen tartışmalar. Hükûmet bu konuda, Afrin'e yönelik saldırı savaşının haksızlığını ve gerekçesini açıklamakta zorlandığı için şimdi mültecilere ilişkin farklı beyanlarla yine kamuoyuna açıklamalar yapmaktadır.

En son 45'inci Muhtarlar Toplantısı'nda AKP'nin Genel Başkanı Afrin'deki operasyona değinerek âdeta bir şirin gösterme gayretiyle Suriyeli göçmenlere ilişkin "3,5 milyonu herhâlde burada ilanihaye saklayacak hâlimiz yok." şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Evet, 3,5 milyon insan iktidarın ve tabii ki Genel Başkanının seçim malzemesi, siyaset malzemesi olmaya devam ediyor.

Kendileri de bu konudaki haklılığı ispatta zorlanıyor olacaklar ki son argümanlarının Türkiye'de bulunan Suriyeli göçmenleri ülkelerine geri göndermek olduğunu ve bunun için bu saldırı savaşının başlatıldığını sürekli ifade etmeye ve dillendirmeye devam ediyorlar.

Daha önce, hatırlarsınız, Erdoğan, Suriyeli göçmenleri vatandaşlığa alacağını açıklamıştı. Şimdi de "İlanihaye saklayacak bir hâlimiz yok." şeklinde bunu değiştirmiştir.

Daha beş gün önce, bir hafta önce yaptığı açıklamada "Güvenli alanlar oluştuğunda çadır kentleri artık kurmayacağız, hem kendi bölgemizde hem de sınırın diğer tarafında kalıcı konutlar kuracağız. Burada yaşayan Suriyeli vatandaşları da yeni oluşturacağımız kalıcı konutlara yerleştireceğiz, artık evlerde yaşayacaklar." diyen Cumhurbaşkanının hangi sözüyle neyi ispatlamaya çalıştığını anlaşılır bulmak gerçekten mümkün değildir. Tabii ki bu konuda Afrin'e yönelik müdahaleye yönelik tepkiler hem iç kamuoyunda hem uluslararası kamuoyunda artmaya devam ettikçe cevaplar ve amaçlar da değişkenlik gösteriyor.

Türkiye'de yaşayan Suriyeli göçmenlerin yaşam şartları, yaşadıkları sıkıntılar, içinde bulundukları şartlar, çalışma şartları, kadınlara yönelik cinsel saldırı suçları sık sık bu Mecliste ifade edilen hususların başında geliyor. Onları ayrıntılı bir şekilde değerlendirecek zamanımız yok ancak şunu söylemek isterim: Dünya zaten mülteciler dünyası. Gerçekten, Birleşmiş Milletlerin açıkladığı rakamlara göre şu anda dünyada yerinden edilen toplam kişi sayısı 65,3 milyon, bu çok ciddi bir rakam ve Türkiye de tabii ki diğer ülkeler gibi yerinden edilenlerin gittiği ülkelerden bir tanesini oluşturuyor. Türkiye, Pakistan, Lübnan, Avrupa ülkeleri de bu mültecileri misafir etmek durumunda kalıyor çünkü dünyada çok ciddi bir yerinden edilme ve yer değiştirme ihtiyacı var. Liderler de mülteciler konusunu tıpkı Türkiye'deki gibi bir siyaset malzemesi olarak kullanmaya devam ediyor.

Gerçekten şöyle bir gerekçeyi tartışmamız lazım: Türkiye'ye Suriyeli mülteciler, göçmenler geldiği için Suriye topraklarına giriliyorsa o zaman bir ülkeden başka bir ülkeye mülteciler ya da göçmenler gittiğinde demek ki bu, uluslararası savaş sebebi sayılmalı. Şu anda Avrupa'da milyonlarca insan Afganistan'dan Somali'ye kadar, Myanmar'dan Suriye'ye kadar birçok ülkeden mülteci ağırlamakta, iltica başvurularını kabul etmekte ya da farklı şekillerde reddetmektedir. Eğer savaş açılacak olursa herhâlde Almanya'nın çoktan Türkiye'ye savaş ilan etmesi gerekirdi çünkü Almanya'ya yüz binlerce Türkiyeli iltica etmiştir. Buradaki güvenlik koşullarından, hak ve özgürlük sınırlamasından diğer Avrupa ülkelerine olduğu gibi Almanya'ya da Fransa'ya da İsviçre'ye de İsveç'e de çok sayıda göç olduğunu biliyoruz ve gerçekten rakamlar, 2016 rakamları dünyadaki mülteci sayısının en yüksek oranına maalesef ulaşmıştır.

Şimdi, buradan şu meseleye gelmek istiyorum: Gerçekten Afrin'e yönelik müdahalenin sebebi Türkiye'ye Suriye'den gelen mülteciler mi? Tabii ki değil, tabii ki bu sadece göstermelik bir gerekçe çünkü diğer gerekçenin meşru, uluslararası hukuka uygun ve savunulabilir bir yanı asla söz konusu değildir.

Bir kere, Suriye savaşının başına gitmek isterim. 2012 yılında Türkiye'nin temel amacı Esad'ı devirmek idi; hepimiz hatırlıyoruz, Esad'ın devrilmesiydi. Bu nedenle muhalifler desteklendi, rejime muhalefet edenler desteklendi, askerî ve diplomatik alanda Türkiye tüm gücünü seferber etti. Suriye'deki...

Sayın Başkan, o kadar yüksek sesle sohbet ediliyor ki gerçekten dikkatimi toplamakta...

BAŞKAN - Sevgili arkadaşlar, sayın milletvekillerimiz; gerçekten, kürsüye çıkan hatip arkadaşa büyük haksızlık yapıyorsunuz.

Buyurun efendim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Herhâlde süreme eklersiniz Başkan.

BAŞKAN - Tabii ki.

Buyurun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - O zaman tüm askerî ve diplomatik gücünü Türkiye Esad'ı devirmek üzerine kurmuş ve muhalifleri desteklemişti. Şimdiyse asıl amacın Esad'ın otoritesini tahkim etmek olduğunu söylersek herhâlde yanılgılı bir şey söylememiş oluruz. Şimdi tehdit sıralaması değişti. İlk başta Esad tehditti, şimdi başka bir tehdit var. Nedir? Bir güvenlik endişesinden söz ediliyor. Bunu taraflı tarafsız, tutuklanmayı göze alan birçok yazar, akademisyen söylüyor, diyorlar ki: "Türkiye'nin Afrin'e saldırı için bir güvenlik tehlikesi yok aslında. Bu güvenlik tehlikesi güncel değil, tarihî bir okumadan ve arka plandan kaynaklanmaktadır ve bunun dayatılmasıdır." Örneğin "savaş" dememize karşı çıkılıyor ama "başkomutan" sözleri her yerde yankılanıyor. 72 uçak, binlerce askerî güç savaş değilse nereye gidiyor, bunun da açıklanmasını isteriz.

Şimdi, Fırat Kalkanı Operasyonu'nu hatırlarsınız. "IŞİD'e karşı yapıyoruz." deniyordu fakat bu doğru değildi. Asıl sebep şudur: PYD kantonları arasında ilişkiyi, bağı koparmaktır. Bu konuda, hepiniz biliyorsunuz, televizyonlarda her gece her konudan anlayan yorumcular var ya; spordan Orta Doğu politikasına, Orta Doğu'dan iktidar politikasına, iktidardan muhalefet politikasına, bu isimler bu yorumları da artık yapıyorlar zaten. Yani asıl amacın kantonlar arasındaki bağı koparmak olduğu ve orada oluşan Kürtler ile diğer halkların yönetimini devirmek olduğu söylenmese de bunu herkes çok iyi biliyor ama söylenmiyor.

Afrin, Suriye'de en çok göç alan yerleşim yeri. Hatırlarsınız, 2012'de Suriye ordusu kuzeyden çekildi ve orada 3 kanton oluştu özerk bir yapıda, şimdi federal bir yapıda ve oraya "Kürt Dağı" deniyor. Kürt tarihinde, Suriye tarihinde oranın "Kürt Dağı" olarak bilindiğini de ifade etmek isterim. 360 Kürt köyü var Afrin'de ve öldürülen siviller var. Şimdi biz "Öldürülen siviller var." dediğimizde "Efendim, örgütlerin, teröristlerin propagandasıdır." şeklinde bize yanıt veriliyor. Birleşmiş Milletler ve UNICEF'in açıklamaları var. Herhâlde 3 yaşında, 5 yaşında, 6 yaşında çocuklara terörist denilemez. Ama ha şu deniyorsa: "Oradaki Kürtler ve Afrin'de yaşayan tüm farklılıklar terörist." deniliyorsa buna söyleyecek bir şeyimiz yok. Yüz binlerce insan günlerdir orada, Afrin merkezinde bir tepki ortaya koyuyorlar, bir yürüyüş yapıyorlar. Bu harekâta, bu saldırıya, bu savaşa karşı tepki ortaya konuyor, buna da farklı bir yanıt veriliyor.

Şimdi, burada, gerçekten, şunu önemle söylemek istiyoruz: Afrin'den Türkiye'ye son saldırı savaşından önce hiçbir saldırı yoktu ama şimdi nedense her gün Kilis'e, Reyhanlı'ya roketler düşüyor. Bunu bir soru olarak Meclisin önüne koymak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Başkanım, toparlıyorum.

Afrin'de ya da Kobani'de ya da Cezire'de, orada, Kürtler Araplarla, Türkmenlerle, farklı halklarla birlikte bir yönetim kurmuşlar ve orası Suriye'nin sınırları içinde. Şimdi, Türkiye'nin Suriye'nin sınırları içine müdahalesini millî birlik olarak nitelendirmek kabul edilemezdir. Tabii, burada bir dayatma da var, bir mecburi kılma hâli de var. Kim bu Afrin'e ilişkin olumsuz bir şey söylerse anında vatan haini ilan ediliyor; anında terörist ilan edildiği için insanlar konuşmakta da kendini özgür hissetmiyor.

Halkların Demokratik Partisi olarak biz, ilk günden itibaren, barış çağrılarına yanıt verilmesi gerektiğini, hem içeride hem dışarıda Türkiye'nin savaş yanlısı, savaş politikalarının bir fayda getiremeyeceğini ifade ettik gerçekten. Ve Kürtlere karşı olmadığını ifade etmek açısından da iktidar partisi ısrarla "Oradakiler bizim Kürt kardeşlerimiz, buradakiler de Kürt kardeşlerimiz." diyor. Peki, Kürtler kardeşse neden başka bir ülkede kurdukları yönetim hedef alınıyor? Orada yüz binlerce... Şu anda Afrin'in nüfusu 1 milyon 250 bin kişi dışarıdan gelen göçmenlerle birlikte. Burada, uluslararası hukuka, ilkelere, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelere tümüyle aykırı bir müdahale olduğunu önemle ifade etmek istiyoruz. Ve şu anda öldürülen siviller, bombalarla canların yitimi gerçekten savaş suçudur ve bunun yargılama yeri Türkiye olmaz, Lahey olur ve bu nedenle biz uyarımızı erkenden yapmak istiyoruz diyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Danış Beştaş.