GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 680 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/805) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:53
Tarih:31.01.2018

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına ilgili kanun hükmünde kararname üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, KHK'ler, biliyorsunuz, olağanüstü şartlarda ve olağanüstü durumlarda ortaya çıkan kanun hükmünde kararnamelerdir. Neydi bu olağanüstü şartlar birazcık hatırlayalım, hafızalarımızı biraz geriye doğru bir götürelim ve 15 Temmuz gecesi gerçekten hiçbirimizin belki de hafızalarının almayacağı, tahayyül dahi edemeyeceğimiz bir olayla karşılaştık. O gece sanki büyük bir gelgit yaşadık, Allah korusun, beka sorununun zirve noktasına taşındığına tanıklık ettik bu yüce Meclis çatısı altında ve o günden sonra Türkiye Cumhuriyeti devletinin hâlihazırda zaten büyük bir mücadele, azim ve kararlılığıyla sürdürdüğü, bölgesindeki terörle mücadelesine yeni cepheler açılmış oldu maalesef. Yani, otuz beş yılı aşan bir süredir PKK'yla süregelen mücadeleden artık yeni bir cepheyle, FETÖ ve daha sonra Batı'nın bu bağlamda üçüncü bir cephe olarak açtığı, güney sınırımızdaki çok unsurlu bir terör örgütüyle -PYD, YPG, DEAŞ- mücadele sürecine girdik.

Evet, şimdi, tabii burada hep birlikte Türk siyasetinin temsilcileri olarak, Meclis olarak önü arkası planlanarak bir harekât başlatıldı, adına "Zeytin Dalı" dendi. Evet, Türk'ün devlet geleneğinde her zaman barış ön plana çıkmıştır; birilerinin söylediği, iddia ettiği gibi değil. Savaş yanlısı bir duruş, bir ilke söz konusu olsaydı... Bugün, Allah'a şükür, dünyanın her coğrafyasında Türk askerinin ister NATO şemsiyesi altında ister ikili anlaşmalar noktasında, talep edilen yardımlar noktasında büyük bir, güzel bir imaj bıraktığına tanıklık etmekteyiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, burada şimdi, bakın, şehitlerimiz var Afrin'de. Şimdi, yüce Mecliste dikkatleri çeken bir şey var. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Trump 2017 Aralık ayında millî güvenlik konseptini açıkladı, tanıklık ettik biz de. Millî güvenlik konseptini şöyle ifade etti, dedi ki: "Amerika Birleşik Devletleri'nin millî güvenlik konsepti sınırlarının korunmasıyla başlar." Tık yok, hiçbir eleştiri yok. E, peki "Ben de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak millî güvenlik konseptimi sınırlarımın güvenliğiyle başlatıyorum." demekte ne sakınca var? Ama bunu söylerken içeriden ve dışarıdan resmî, gayriresmî STK, kurum, kuruluş müthiş bir taarruza geçti. Yanlış mı söyledik? Efendim, Joseph Votel diye bir adam -işte, bugün medyaya düşmüş, birkaç gün önce ben bunu söyledim- diyor ki: "Münbiç'ten biz ABD olarak çıkmayacağız." E, kardeşim, hayırdır, senin etnik bir bağlantın mı var? Senin orada varlığını ifade edebilecek bana bir şey söyleyebilir misin? Sınır ülkesi misin? Aynı şey Ruslar için de geçerli. Afrin'de senin varlığını açıklayacak bana bir mazeret söyler misin, uluslararası geçerliliği olan? Hangi anlaşmaya binaen yapıyorsun? Yoksa, atılan füzeler Kilis'e, Kırıkhan'a düşmedi de Florida'ya mı düştü? Onun için mi geldin güvenlik önlemi alıyorsun? Bunu sorgulamada, inanın, maalesef, muhalefetimiz hiç ses çıkarmıyor. Bakın, bugün DSİ görevlisi bir kardeşimiz şehit oldu ya, orada hizmet götüren bir kardeşimiz.

Şimdi, bakın, bunları, ne olur, ayrıştırmadan yapalım. Burada hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var. Eğer 10 bin kilometre öteden gelmiş, oraya konuşlanmış ve varlığını sürdürme iddiasında bulunan birilerine herhangi söyleyecek bir lafımız yok da, orada, etnik kökeni ne olursa olsun bizden talep eden, yardım isteyen, evlerinden göç eden, yuvalarından olan ve en fazla da faturasını bizim ödediğimiz bir yapının, bir olayın giderilmesi adına yaptığımız bir şeyde niye tek yürek olamıyoruz anlayamıyorum. Yani 1974'te farklı mı olmuştu? Kıbrıs Barış Harekâtı neydi, siyasi bir harekât mıydı, yapanlar kimlerdi? Şimdi ben buradan hepinize sesleniyorum. O zaman bir koalisyondu değil mi? Rahmetli Erbakan ve Ecevit'in ortaklığıyla gerçekleşmiş bir harekâttı. O gün, Allah aşkına, siyasi mülahazalarla hiç bu harekâtı akamete uğratacak birtakım girişimlerde bulunduk mu? Tek vücut olmadık mı, tek yürek olmadık mı? Oradaki dindaşlarımızı, kardeşlerimizi içinde bulundukları şartlardan koruma adına salatuselamlarla göndermedik mi Mehmetçiklerimizi? Bugün de hatıralarını hâlâ muhafaza ediyoruz. Bugün ne değişti? Afrin'deki harekâta giden aynı ruh, aynı varlık. Neden burada ayrışıyoruz?

Şimdi, efendim, birileri STK'li olma adına... Meslek grubu, saygı duyarız ve tüzükleri bellidir, kendi meslekleriyle ilgili birtakım faaliyetlerde bulunmayı önceleyen gruplar. Şimdi, nedir bunlar? Hekimlerimiz. Şimdi, sonradan öğreniyoruz ki adı "Türk Tabipleri Birliği" ama "Türk" kelimesinden kendileri de rahatsızmış, çıkarılması için girişimlerde bulunmuşlar.

Ben, şimdi, bakın, bir Türk tabibinin nasıl olduğuna bir somut örnek vereceğim. Yıl 1926, değerli arkadaşlar, dikkatinizi celbetmek istiyorum; Amanullah Han Afganistan'dan Mustafa Kemal'e bir ziyarette bulunuyor ve tıp bilimlerinin -daha, genç bir cumhuriyetiz- Afganistan'da gelişmesi adına yardım istiyor ve bir doktorumuz ki bu doktor, bakın, Türk tabiplerinin yüz akı bir doktor, simge ismi bir doktor çünkü kendisi bir röntgen doktoruyken Millî Mücadele'ye mesleğini bırakıp katılan bir doktorumuz, aynı zamanda, Cebeci Hastanesini kuran doktorumuz, "Kamil Rıfkı Urga" diye bir kardeşimiz, bir büyüğümüz, Afganistan'a görevlendiriliyor; "Zevkle." diyor, oradaki Müslüman kardeşlerimizin de tıbbi noktada gelişmesine katkıda bulunalım diye gidiyor ve on yedi yıl orada hizmet ediyor, tıp fakültesini kuruyor, hizmet ediyor ve bugün onun adına bir anıt var Afganistan'da, Kabil'de. Şimdi, böyle sembol bir doktorumuz var. Nerede sıkıntı varsa, nerede çare varsa... Ama benim Tabipler Birliği üyelerim ya da yöneticilerinden, bir bakıyoruz ki, güneydoğuda bir meslektaşları şehit ediliyor, tık yok, tık yok; ertesi günü protesto yok, cenazesine katılmak yok. E, peki, utanmaz adam, yani sana demezler mi: "Sen bu birliğin başındasın, meslektaşına niye sahip çıkmıyorsun?" Hadi, bırakın bunu, meslektaşına niye sahip çıkmıyorsun? Efendim, şimdi, arkadaşlar söylüyor: "Bütün toplantılarında İstiklal Marşı okunmasına karşı çıkıyorlar, bayrağın göndere çekilmesine karşı çıkıyorlar." Şimdi, Allah aşkına, o zaman niye, niye kendinizi kandırıyorsunuz "Türk Tabipleri Birliği" diyerek, mesleki hiçbir önceliğiniz olmadan Türk siyasetine yön vermeye niye çalışıyorsunuz? Siz Türk siyasetini bırakacaksınız.

Şimdi, bir de, bir aydınlar grubumuz var evlere şenlik. Türkiye'de bu kadar üniversite var, bu kadar düşünen, beyin sancısı çeken, tabiri caizse düşünce orucunda olan, gerçekten, gerçek anlamda aydınımız var. Kimdir bunlar? Bunlar, aynen Yusuf Has Hacib'in tarif ettiği gibi, halkın içerisinde, yüreğini avcuna almış, hakkı arayan insanlar. Şimdi, kendi kültürüne yabancı, kendi dokusundan bihaber, İstanbul'un Anadolu yakasını dahi bilmeyenler... Sadece bildikleri tek şey, hangi restoranda en kaliteli balık yenir, hangi şarap içilir, hangi konuda ahkâm kesilir. Bunların uzmanlıklarına saygı duyarız, konularında uzman olabilirler ama aydınlık adına, hele hele Türk aydınlığı adına zerre kadar bu ülkeye bir faydaları olmamıştır. Eğer gerçek anlamda aydın olsalardı, artık her ilde bir üniversitemiz var, her ilde bir düşünce kuruluşumuz var, kendileri bu milletin içinde olarak oralara gider, bu fakir fukara milletin evlatlarına bilgi ve birikimlerini aktarır, bilgilerini paylaşırlardı ama bu insanlar, inanın, çok küçük seçkinci bir grup, çok iyi de tanıyoruz, hepiniz tanıyorsunuz; her meslekten var, çok elitist küçük bir zümre; İstanbul'da çok belirli mekânlarda görüntü verirler, resim verirler, ahkâm keserler; hangi yalı ne zaman, ne şartlarda yapılmış, yurt dışına seyahatiniz olursa acaba hangi ülkeyi, nereleri görmek istersiniz, o bağlamda iyidirler ama ülkenin millî bir meselesinde, Çanakkale'de olduğu gibi "Haydi vatan savunmasında aydın olarak en önde ben de bulunayım; evet, savaşamam belki ama karınca misali belki ben de su taşırım." diyecek aydınlıktan yoksun bir gruptan bahsediyoruz. Allah'a şükür, buna rağmen, bunlara rağmen, aynen 1974'teki o birlik beraberlik ruhunun devam ettiğine kanaat getiriyoruz. O evlatlarımız orada büyük bir mücadele veriyor, bize düşen onlara moral motivasyon artırıcı destekte bulunmaktır, onların -Allah korusun- tırnaklarına bir halel gelmemesi noktasında gerekli önlemleri almamızdır diyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aydın.