GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:45
Tarih:22.12.2017

CHP GRUBU ADINA SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2018 bütçesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada, bizimle bu müzakerelerde bulunması gereken, milyonların verdiği temsil yetkisini kullanabilmesi gerekenlerin önünde tutuklulukla oluşmuş bir engellilik var. Buradan yol arkadaşımız Enis Berberoğlu'nu ve tutuklu diğer milletvekillerini selamlayarak başlamak istiyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

Bütçeler çok ekonomik görünürler ama esasında bütçeler siyasi metinlerdir. Bütçeye baktınız mı iki şey çok açık gözükür: Bir tanesi, bir iktidarın ülkeye baktığı zaman hangi sınıfları tercih ettiği ve kimi cezalandırmak istediği bütçelerden çok açık çıkar. Yani emekten mi yana yoksa sermayeden mi yana, üreticiden mi yana yoksa rantçıdan mı yana, bütçeden açıkça gözükür.

İkincisi, bütçeye baktığınız zaman bir hükûmetin hangi sorunları dert edindiğini; kalkınmadan, büyümeden, refahtan ne anladığını da çok açıkça görürsünüz. Yani okumasını bilene bütçeler olabilecek en temiz siyasi metinlerdir ama doğrusu bu bütçe kadar siyasi olanını da bulmak zor.

Şimdi, her şeyden önce bu bütçenin bir adını koymak gerekiyor. 2018 bütçesi tam bir olağanüstü hâl bütçesidir. Bunu sadece OHAL döneminde hazırlandığı için söylemiyorum veya bunu güvenlik harcamalarında rekor artış yapıldığı için de söylemiyorum. Bunu, olağanüstü tedbirleri her ne pahasına olursa olsun bu vatandaşa dayatan bütçe olduğu için söylüyorum. Bunu, baskıcılığı, dışlayıcılığı, emeğe karşıt bir görüşü, yandaşçılığı, olağanüstü hâlin bütün bu baskıcı ortamını bu bütçenin içerisine yedirdiği için de söylüyorum. O yüzden de baktığınız zaman bu bütçeye, emekçi yok, bu bütçenin içerisinde eğitimliler yok, beyaz yakalılar yok, çalışanlar yok, orta sınıf yok, kadın hiç yok, genç zaten yok ama ne var? Bu bütçede inşaat var, bu bütçede rantçı sermaye var; üretici deseniz, o yok, üretim zaten yok, teknoloji yok, AR-GE'yi ara da bulasın. Ama ne var? Yine, kamu kaynaklarıyla büyütülen yandaşlar var. Bilim yok, eğitim yok, kültür ve sanatı insanların zaten aramaya mecali kalmamış. Ama ne var? Doğa talanı var. Ama ne var? Açık emek sömürüsü var. Bunlar yetmiyor, daha daha da bolca vergi var, bolca borçlanma var, bolca enflasyon baskısı var, bolca da yüksek faiz getirecek unsur var içinde.

Şimdi dedik ya "Bu bütçede emekçi yok, orta sınıf yok." diye; dünyanın her yerinde, özellikle bizim gibi orta gelirli ülkelerde orta sınıf kalkınmanın motor gücüdür. Yani en temel üretici faktördür esasında emekçi ve orta sınıf ama sadece üretici değildir, aynı zamanda en temel tüketici faktördür de ve böyle olduğu için de özgürlük talep eder, demokrasi talep eder ve onun için de zaten siz orta sınıftan korkarsınız, korkuyorsunuz çünkü özgürlük talep ediyor, çünkü demokrasi istiyor. Onlardı Gezi'de bu ülkede demokrasi isteyenler, onlardı Yırca'da zeytinde bir hayat olduğunu söyleyenler, onlardı cinsel taciz yasasında "Ya, çocuklarımıza dokunmayın, bunlar geleceğimiz." diyenler. (CHP sıralarından alkışlar) Korktuğunuz için de bu bütçede açıkça onlara bir fatura kesiyorsunuz. Peki ilk fatura ne? Vergiler. Bu bütçe zaten sizin daha önceki bütçelerinizde de olduğu gibi, vergi politikasına bakıp açıkça kimden yana olduğunuzu ve kime karşı olduğunuzu ortaya çıkarabilecek bir tablo seriyor önümüze ve iktidarınızın gelmiş geçmiş en sermaye yandaşı, en emek karşıtı iktidar olduğunu da çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Verilerle konuşmak gerek. Sayın Maliye Bakanı, elinizi vicdanınıza koyun -burada değilsiniz ama o vicdan bir yerde duruyor diye umuyoruz- sizden şuna yanıt vermenizi rica ediyorum: Bir ülkede verginin yüzde 70'ni dolaylı olarak yani tüketimden, yani zengin-fakir ayrımı yapmadan topluyorsa eğer bir iktidar, üstelik gelir üzerinden topladığı verginin de üçte 2'sini bordrolu çalışan asgari ücretliden, emekçiden topluyorsa, Allah aşkına, böyle bir ülkede adaletten bahsetmek mümkün olabilir mi? Böyle bir ülkede vergi düzeni mi vardır yoksa soygun düzeni mi? Soruyorum size: Bir ülkede eğer asgari ücretli veya bursla geçinen bir genç, sizin kamu kaynaklarıyla besleyip büyüttüğünüz o rantçı sermayeyle aynı dolaylı vergiyi ödüyorsa bu düzende adaletten söz etmek mümkün mü?

Şimdi, orta sınıfa ve emekçiye tek kesilen fatura vergide değil, aynı sıkıntıyı ücretlerde de görüyoruz. Şimdi, var olan ücret politikası zaten müthiş bir eşitsizlik yaratıyor bu ekonomide; ücretlilerin aleyhine, sermayenin lehine eşitsizlik yaratıyor. Ücretli çalışanlar bu toplumun en yoksul yüzde 50'sine giriyor ve işte o yüzde 50'nin, emek emek çalışan yüzde 50'nin kazancı, toplam gelirden aldığı pay, o yukardaki kaymak tabaka var ya yüzde 1, onlardan daha az. Müthiş bir adaletsizlik var. Şimdi, zaten gelirden aldığı pay düşük, bu da yetmiyor, sizin ekonomiyi bunca kötü yönetiyor olmanız sebebiyle ücretler de günden güne eriyor. Enflasyon olmuş yüzde 13. Ha, bir de resmîsi bu ama siz pazara gitseniz enflasyon çok daha yüksek. Yani, o sofraya o yemeği getirmek için, o arabaya o benzini koymak için, çocuğunu okula göndermek için ödedikleri para her gün ceplerini eritiyor ve biliyoruz ki enflasyon da bir vergi olarak vatandaşın cebine bir yük olarak dönüyor. Ha, bir de üstüne dediniz ki "Ekonomi yüzde 11 büyümüş." Ee, sonra da dönüp memura yüzde 4+3,5 diye hakikaten akılla alay eden bir zam verdiniz. Sayın Maliye Bakanına, Sayın Çalışma Bakanına ve Sayın Başbakana soruyorum: Büyüdüğü iddia edilen bir ekonomide eğer ücretliler bırakın ücretlerinin erimemesini, ücretlerinin düşüşüyle reel anlamda karşı karşıyaysa bu açıkça bir sömürü düzeni değil de nedir? Bu açıkça emek karşıtlığı değil de nedir? (CHP sıralarından alkışlar) Verilerin kendisi söylüyor ve bunu 80 milyona izah etmekle siz yükümlüsünüz.

Peki, durum böyleyken belki de şu denebilir: "Ya, öyle bir sosyal devletimiz var ki biz çalışanlarımıza müthiş bir sosyal politika uyguluyoruz." Peki, öyle mi? Öyle de değil. Çalışan yoksullara yönelik, orta sınıflıya, emekçiye yönelik tek bir sosyal programınız yok, bu bütçede de yok. Yani bu bütçede de esasında emek yok.

Peki, bunlar kaynak olmadığı için mi yok? Yo, kaynak orada var. 110 milyar lira birikmiş işçinin ve işverenin katkısıyla İşsizlik Sigorta Fonu'nda ama o 110 milyar lira işçinin, emekçinin ihtiyacını gidermek için değil, sermayeye teşvik olarak veriliyor. Sonra, sermaye aldığı istihdam teşvikini ne yapıyor? Güya iş yaratıyor. Güya diyorum çünkü kursiyer işe alıyor, stajyer işe alıyor, bursiyer işe alıyor. Şimdi, şunu bir kere çok açıkça ortaya koyalım: Bu iktidar bütçede bilerek, isteyerek bir siyasi tercihle tercihini halktan yana değil, ranttan yana koyuyor.

Değerli milletvekilleri, bu bütçede emekçi olmadığı gibi bir gelecek de yok, bir umut yok. Bu bütçede gençler yok. Bir ülkenin yarınları gençleriyle kurulur ve siz işte o yarınları kuracak gençten korktuğunuz için bu bütçede yoklar. Hangi gençten korkuyorsunuz? Özgür düşünecek gençten, bilimsel düşünecek gençten, iyi eğitilmiş ve bu özgürlüğünü talep edecek gençten korkuyorsunuz. Korktuğunuz için de yıllarca "bizim gençler" diye düşündüğünüz insanlar sınav soruları çalarken böyle izlediniz. Bugün de atamalarda, mülakatlarda bilimini sınayan değil, çocuklarımıza bakıp "Bizden mi, değil mi?" diye ayrıştıran bir anlayışla işi yürütüyorsunuz. Yani siz bu yaptığınızla hem gençlerin hem de o gençler yetişsin diye kendinden fedakârlık yapmış o gençlerin anne ve babalarının hayatlarını çalıyorsunuz. Ne uğruna? Partizanca bir hedef uğruna. Çünkü derdiniz Türkiye değil, derdiniz kendi siyasi ikbaliniz.

Şimdi, eğitimi altüst ettiniz. Eğitimi altüst ettiğiniz için; bilimsel, rasyonel düşünen çocuklar, eşit fırsatlarla okuyabilen ve eğitime eşit imkânlarla erişen çocukların olduğu bir Türkiye olmaktan çıkardığınız için Türkiye artık teknoloji de üretemiyor. Teknoloji üretemediğimiz için zaten gelir yaratamıyoruz. İster dönün PISA skorlarına bakın, onu istemezseniz bilimsel üretime bakın, Türkiye'de eğitim sizin yüzünüzden dökülüyor.

Değerli arkadaşlar, bu, gencin, kadının, emekçinin, orta sınıfın, üretici sermayesinin bütçesi değil ama açıkça rant sermayesinin bütçesi. (CHP sıralarından alkışlar) Rant sermayesi bütçesinde dört temel unsur var; ihale var, vergi afları, vergi kıyakları var, kamu-özel iş birliği var, bir de Varlık Fonu var.

Birinci ayak, bütün dünyada zaten ahbap çavuş ilişkisi dönen ülkelerde simge bir şey vardır, ihaleler, adrese teslim ihale. Ne yaparsınız? E, Kamu İhale Kanunu'nu ayda bir değiştiririz. Yaptınız mı? Vallahi, yaptınız, adrese teslim ihale sistemi. Teslim edilen adresler de zaten belli, üç beş tane yandaş şirkete gidiyor, artık bütün Türkiye isimlerini biliyor. Kime gideceğine de tek bir kişi karar veriyor zaten.

Düzenin ikinci ayağında bu şirketlere vergi kıyakları var. Yetmedi mi af? O zaman indirim yaparız. O da mı yetmedi? Merak etme, bir tane daha af yaparız.

Üçüncü ayakta "kamu-özel iş birliği" denen model var. Şimdi, güya projeyi özel sektör yapıyor ama özel sektör o kadar ballı ki zaten ihale adrese teslim gelmiş, ihalenin adrese teslim olması yetmemiş kredi de kamudan verilmiş, o da yetmemiş bir de garanti verilmiş, "Vallahi, insanlar hasta olacak gelecek, gelmezlerse biz öderiz." denmiş, "İnanın bu yoldan geçecekler, geçmezlerse biz öderiz." demiş kamu. Yani esasında garanti edilen, özel sektörün kârı ve kazancı olmuş.

Şimdi, bu "Kamuya hiç yük olmayacak." denen projelerin yüklerini işte bu bütçede görmeye başladık; 6,2 milyar lira. Bu bütçede daha yeni görüyoruz, buz dağının görünen ilk parçası bu, 6,2 milyar lira 80 milyona yüklendi yani siz Türkiye ekonomisini üç beş yandaşa ipotek ediyorsunuz.

"İpotek" deyince, bu, rantın son aşamasını da ortaya çıkarıyor; vallahi yandaşa kaynak bulurken nerede tıkandıysanız aklınıza cin fikirler geldi, en son cin fikir de Varlık Fonu oldu. O Varlık Fonu "ipotek fonu"ydu zaten ilk kurulduğunda, sonra torbaya "ipotek fonu" olarak girdi, torbadan "paralel hazine" olarak çıktı ve bu paralel hazineden de doğrudan hazineye ödenmiş vergilerimizi yandaş şirketlere aktaracak bir hortum koydunuz. Özetle, bu bütçe bir yandaş rantçı bütçesidir, bu bütçe halkçı bir bütçe değildir. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu olağanüstü hâl bütçesinin ortaya çıkardığı birtakım sonuçlar var. Vatandaşın derdi eşitsizlik, vatandaşın derdi işsizlik, vatandaşın derdi yoksulluk, onun derdi ortalıktaki talandan rahatsızlık. Şimdi izin verin, rakamlarla bu tabloyu bir çizeyim: 2002'de Türkiye'de en zengin yüzde 1 servetin yüzde 38'ini elinde tutuyor, en güncel veriye göre aynı yüzde 1 bugün servetin yüzde 54'ünü elinde tutuyor. Yani ne olmuş? Asgari ücretliden alınmış, yüzde 1'e verilmiş. Ne olmuş? Çiftçiden alınmış, yüzde 1'e verilmiş. Ne olmuş? Emekçiden alınmış, yüzde 1'e verilmiş. Ne kadar? Servetin yüzde 16'sı, biraz önce tarif ettiğim o rant düzeniyle. 6 milyon kişi işsiz. 31 milyon kişinin bankaya borcu var, 31 milyon kişi. 6 milyarmış hane halkının borcu 2002'de, bugün 470 milyara çıkmış. Türkiye'nin millî gelirine dış borcunun oranı yüzde 50'yi aşmış durumda. Üretim yok, beton var. Sanayinin millî gelirdeki payı yüzde 19'a düşmüş. İhracatımızın içinde de sadece yüzde 3'lük bir yüksek katma değerli, teknolojili ürün satışı var.

Yani saray rejimi belki bu bütçeye ve bu düzene mahkûm ama Türkiye bu bütçeye de bu düzene de mahkûm değil. Hani "E, hani, nerede öneri?" dediniz ya izin verirseniz konuşmanın kalanını da alternatif bir halkçı bütçenin ne olması gerektiğini anlatarak bitirmek istiyorum.

Bugün Türkiye'de bir halkçı bütçeye ihtiyaç olduğu çok açık ve bu halkçı bütçenin yeni bir bütüncül politikaya ihtiyacı olduğu da açık. Bunun ayrılmaz parçaları; yeni bir vergi politikası, olmazsa olmazı yeni bir ücret politikası, olmazsa olmazı yeni bir kalkınma anlayışı ve yeni bir sosyal politika. Peki, bu yeni bütüncül programın vergi politikası ne olmalı? Açıkça tercihini emekten yana kullanmalı. Asgari ücretten vergiyi sıfırlamalı. (CHP sıralarından alkışlar) Onun yerine, sizin besleyip büyüttüğünüz rantçı sermayeden rant vergisi almalı. Hani "Kaynak nerede?" diyorsunuz ya, kaynak orada duruyor işte. Rant vergisini alırsınız, asgari ücretliden vergi almazsınız. Bu kadar somut, bu kadar açık politikalar.

Tüketenden değil, kazanandan vergi toplayan bir düzene geçişin reformları hızla yapılmalı. Nasıl olacak bu? Dolaylı vergileri azaltın, kazanandan vergisini alın. Toplayın vergiyi kazananlardan, toplayın vergiyi rantçıdan. O zaman vatandaşın ÖTV'sini ve KDV'sini düşürmek için kaynak da çıkacaktır ortaya. Ha, bu kaynak size yetmedi mi? O zaman halkçı bir bütçenin bakanlar kurulunun ne yapacağını söyleyeyim size: Vergi cennetleri listesini yayınlar ve oralara giden gelen paralardan olması gerektiği gibi vergiyi toplar. (CHP sıralarından alkışlar)

Bugün uluslararası veriler bize şunu gösteriyor: Cennetlere, offshore'a gitmiş olan Türkiye'nin serveti, millî gelirinin yüzde 20'si, uluslararası veriler söylüyor. Hani, "Çok büyümüşüz, esasında daha çok gelirimiz vardı." demiştiniz ya, o gelir o cennetlerde duruyor. Vergilendirin o cennetteki paraları, vergilendirin kendinizi, o zaman toplarsınız kaynağı, o zaman halkçı bir bütçe yapmak mümkün olur.

Peki, bu bütçenin dayanacağı yeni ücret politikası ne olmalı? Çok açık. Ücretlilerin emekle ortak oldukları refahtan pay aldıkları bir düzen kuracak bir halkçı bütçe. Yani kamu emekçisi, memur müzakere ederken sadece enflasyona karşı korunmayacak, refaha da ortak edilecek. Aynı şey asgari ücretli için yapılacak. Halkçı bir bütçede hem asgari ücretli hem de memurlar sadece enflasyona ezdirilmeyecek, refah payına ortak edilecek ve asgari ücret bir halkçı bütçede asla açlık sınırının altına düşmeyecek. Onun için, bugün, en az 2 bin lira olması gerek diyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Tabii, ücretleri artırmak için üretim yapısını da değiştirmek gerekiyor, ki bu ücret artışı kalıcı olabilsin, bu ücret artışının yükü ekonomide ortak paylaşılabilsin. Onun için de, yeni bir kalkınma programına ihtiyaç var. Dikkatinizi çekerim "yeni bir büyüme" demedim, "yeni bir kalkınma programı" dedim. Bunun için de, her şeyden önce, verimsiz alanlara yatırım yapan değil verimli alanlara yatırım yapan bir kamuya ihtiyaç var. Bu halkçı bütçe hemen kamu-özel iş birliği modellerinden vazgeçer, vazgeçmelidir zaten. Peki, nereye yatırım yapar? Çok açık: Sosyal bakım hizmetlerine yatırım yapar ve bugün dünyada yaşanıyor olan teknolojik dönüşümü bir Türkiye gerçeğine dönüştürecek teknolojik altyapı yatırımlarına yapar. Mesela, sosyal bakım hizmetleri. Halkçı bir bütçe her mahalleye kreş açar. Her mahalleye geceli-gündüzlü bakımevleri açar. Yani rantçı, verimsiz inşaat projeleri yerine annelerin çocuklarını güvenle bırakacakları kreş, çocukların anne ve babalarını güvenle bırakacakları bakımevleri inşa eder ve bu anlayışla ülkeyi kalkındırır. "Kaynak yok." mu diyorsunuz? Kaynak var, mesele bir siyasi tercih meselesi. Şu anda kamu yatırımları içerisinde en büyük payı alıyor olan ulaştırma sektörü, 29 milyar lira alıyor bütçeden. Yarısını, yarısını, o verimsiz köprülere harcamak yerine -yine köprüler yapılır, yine yollar yapılır ama- yarısını sosyal bakım hizmetleri üretecek bir altyapıya harcasak o zaman sadece ekonomi daha çok büyümeyecek, istihdam da 2,5 katı artacak. Bütün çalışmalar bunu gösteriyor. Yani sadece o bütçenin yarısını kreş yapmaya, o bütçenin yarısını sosyal bakım hizmetleri sağlamaya aktarırsak ek 500 bin istihdam sağlayabiliyoruz. 500 bin aile demek bu. Bu bir siyasi tercihtir. Bizim halkçı bütçemizin tercihi budur. Üstelik de stajyer değil, kursiyer değil, bursiyer değil, açıkça güvenceli çalışacak; esnek değil, tam zamanlı çalışacak ve bu, güvenceli çalışmayla yarına umutla bakacak emek anlamına geliyor.

Sayın milletvekilleri, bu halkçı düzen hakiki bir sosyal devleti içerir. O sosyal devletin yasal altyapısı hak temelli kurulur, partizanca değil. Bir halkçı bütçe bunu yapar. İhtiyacı olanın ihtiyacını partizanca değil, bu ülkenin vatandaşı olmaktan doğan hakkı sebebiyle o yardımı aldığı bir düzeni kurar. Evrensel standartlarda bir çocuk geliri programıyla bütün çocukların hayata yoksullukla değil eşit fırsatlarla başlamasını sağlar. İşsizlik Sigortası Fonu'nun kullanım koşullarını rahatlatır; 3,5 milyon işsiz varken sadece 385 bin kişinin faydalandığı değil, bütün işsizleri rahatlatan bir iş yapar. Vatandaşını yeniden üretime katacak aktif istihdam politikalarını uygular.

Değerli milletvekilleri...

Ben, biraz süre istiyorum.

BAŞKAN - İki dakika ilave ediyorum.

SELİN SAYEK BÖKE (Devamla) - Herhâlde beş dakika alabiliyorum kadın olmaktan kaynaklı.

BAŞKAN - Yok efendim. Öyle bir kaide yok.

SELİN SAYEK BÖKE (Devamla) - Kadınlar arası ayrımcılık mı oluyor?

BAŞKAN - Selin Hanım, öyle bir kaide yok.

İki dakika, lütfen... (CHP sıralarından "Beş, beş" sesleri)

SELİN SAYEK BÖKE (Devamla) - Beş dakika gibi devam ediyorum o zaman.

Bütün dünyada üretim biçimleri değişiyor ve Türkiye'de KOBİ'lerin bu teknolojiyle uyumlu hâle gelmesi için ciddi bir altyapı yatırımına ihtiyaç var. Gelin o zaman, bir halkçı bütçede ne yapacağımızı ben size söyleyeyim: Biz, halkçı bütçede sadece yol yapmayacağız, Türkiye'yi fiber optik bir otoban ağına çevireceğiz çünkü biliyoruz ki yarının teknolojisi o fiber optik otoban ağından geçiyor ve bu yüksek katma değerli üretim için eğitim reformu olacak bu halkçı bütçenin içerisinde. Yatırım bütçesi artırılacak, atanamayan öğretmenler öğrencileriyle buluşacak, YÖK kalkacak, akademisyenler üzerinde hapis tehdidi olmayacak, "barış" dediği için akademisyenler işinden atılmayacak (CHP sıralarından alkışlar) Üniversiteler özgürleşecek ve gençler gençliklerini yaşayacak. Bunlar verimliliği artıracaktır ama tabii, Türkiye'de herhangi bir üretim olabilmesi için her şeyden önce OHAL'in kalkması gerekiyor, her şeyden önce kurallı işleyen bir düzenin inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için de bağımsız kurumlar gerekiyor.

Mesela, bu halkçı bütçe ne yapar? Merkez Bankasını rahat bırakır, Sayıştayı çalıştırır, hukuka dokunmaz, kutuplaştırmaz, barış sağlar, ülke ekonomisine güveni artırır. O zaman ne olur? Varlık Fonu saçmalığından vazgeçer, paralelini değil hazinesini güçlendirir. Sonuç ne olur biliyor musunuz? Faizler düşer. Bugün ihtiyaç faizleri son yetmiş ayın en yüksek düzeyine ulaşmış. Neden? OHAL olduğu için. Neden? Hukuk yok sayıldığı için. Neden? Ülke işlemez hâle getirildiği için. Yani başka bir kamuyla yeni bir kalkınma mümkün. Ama bunu siz yapamazsınız. Çünkü bu bir siyasi tercihtir. Sizin tercihinizin kimden yana olduğu belli. Ama biz yapacağız. Biz halkçı bir bütçeyi bu çatı altında bir Türkiye gerçeğine dönüştüreceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Böke.