| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2017 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Ertuğrul Bey burada yapmış olduğu konuşmalarda, daha çok analiz getiren bir dile ve üsluba sahip birisi olmakla birlikte, biraz önce -yapmış olduğu konuşmada- hayli yüksek bir tonlamayla haksız, yersiz, provoke edici, kışkırtıcı benzetmelerle bir konuşma yaptı.
Türkiye 1923'ten bu yana bir cumhuriyet ve aynı zamanda çok partili parlamenter rejimle 1946'dan, 1950'den bu yana yönetimin sürdüğü bir ülke. Hepimiz biliyoruz ki bu ülkede elitler dolaşırlar, halkın tabanında olan insanlar, sıradan insanlar, küçük memur çocukları, işçilerin çocukları cumhuriyetin ve demokrasinin egemen olduğu bu ülkede yeni elitler olarak yukarıya çıkarlar. Bunun en yakın örneklerinden birisi bizatihi kendisidir, burada çıkıp konuşuyor cumhuriyet ve demokrasi sayesinde. Ben postacı Osman'ın çocuğuyum, "hanedan" diye atıf yapmaya çalıştığı Sayın Erdoğan bir denizcinin çocuğu, rahmetli Özal bir küçük memurun çocuğu. Onlar gitti, elbette, hepimiz faniyiz, gideceğiz, yerimize yeni halk çocukları gelecek, sistem böyle. Bu yapıya, bu cumhuriyet ve demokrasiye, bunun getirdiği halk çocuklarını yukarıya doğru çıkartan sisteme şahit olurken tutup bir de "hanedan" benzetmesi yapmak sadece haksızlık, yersizlik değil, aynı zamanda -kusura bakmayın- hadsizliktir.
"At hırsızlığı." diyor. Yani benzeri bir dille konuşsak bu Parlamentoda herhâlde müzakere ortamı diye bir şey kalmaz Ertuğrul Bey.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - "Atı alan Üsküdar'ı geçti." nedir?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - "Suçlular ittifakı." diyorsunuz. Yani benim de size şöyle mi demem gerekiyor: "Asıl suçluları görmek istiyorsanız kendinize bakın, yakın tarihinize bakın." (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir dilden bir hayır çıkmaz Ertuğrul Bey.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Tamamen ayrı şeylerden söz ediyoruz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Eğer söylediğiniz sözlerin bir haklılığı, bir karşılığı, toplumda siyasal sınırları aşan bir vicdanı, bir aklı olduğunu düşünüyorsanız bu tür kışkırtıcı, provoke edici -kusura bakmayın ama- amigolara seslenici bir dil ve üsluptan kaçınırsınız. Çok üzgünüm, bunu yapmadınız.
Değerli arkadaşlar, bütçe müzakerelerinin son günündeyiz. Bütçe, milletin bütçesi. Burada ifade ediliyor ki: "Biz bütçenin tek kelimesini bile değiştirme kudretine, iktidarına sahip değiliz." Ana muhalefet partisi, Halkların Demokratik Partisi ve zaman zaman MHP bunu ifade ediyor. Gerçek bu mu? Değil çünkü her siyasi iktidar siyasal süreçler içerisinde topluma bakar, insanlara bakar, partilerin ne söylediğine bakar, bütün bunları hesap ederek sonuçta bu bütçeyi oluşturur. Siyasal iletişim, siyasi etkileşim dediğimiz hadise sadece şu bütçe görüşmeleri sırasında burada yapılan müzakereler ve şekli aynı zamanda bütçenin elbette ki müktesebatına uygun bir tarzda önergelerden ibaret değildir. Taç giyen baş akıllanır diye bir laf vardır. İktidar olduğunuzda siz millete bakarsınız, muhalefete bakarsınız, kim ne söylüyor, bunu dikkate alırsınız ve bu doğrultuda davranırsınız. Eğer sizi iktidara halk getiriyorsa ve sürekli bu çoğunluğu sağlamak istiyorsanız -ki Türkiye'deki sistem böyledir- bu akıldan uzaklaşamazsınız. Dolayısıyla dediklerimiz dikkate alınmıyor, biz hesaba katılmıyoruz, sadece belli bir çevrenin yaklaşımı çerçevesinde bu bütçe teşekkül ediyor, bu yaklaşım doğru değil.
Kıymetli arkadaşlar, evet, dün gece en uzun geceydi, bunun bir adı var şebiyelda, en uzun gece demektir. "Şebiyeldayı müneccimle muvakkit ne bilir / Müptelayı gama sor kim geceler kaç vakit." Şairi de belli değildir. Şair, bunu söylerken aslında şunu kastediyor: Gecelerin ne kadar sürdüğünü yıldızlara bakarak faldan haber verenler, yahut da namaz vakitlerini ayarlayan insanlar değil, gama müptela olmuş olan insanlar bilir zamanın ne olduğunu. Bunu niye söylüyorum? Çünkü bazı hususları, bazı durumları, bazı gerçeklikleri bizatihi o konumda olanlar, o şartları yaşayanlar, şartları itibarıyla o akla ve o perspektife sahip olanlar bilirler. Dünyanın her yerinde iktidarlar sırtlarına ateşten bir gömlek giyerler. Bu, yakıcı bir gömlektir. Dünyanın her yerinde muhalefetler iktidarın geçtiği hayat sınavlarından geçmezler. Onlar ideal üzerine dayalı bir muhakeme, bir iddia, bir yaklaşım çerçevesinde sürekli eleştirirler. Bu sadece bizde değil, başka yerlerde de böyledir. Hayat sizden her an cevap ister. Bu cevapları iktidar vermek zorundadır ama muhalefet "Dur bakalım ne olacak." diye bir kenarda bekleyip her gün, her yapılana ilişkin eleştiri söyleyebilir. Bunun örneklerini de göstereceğim. Sürekli eleştirilecek hususlar bulunmaz mı? Elbette, örnekleri var. Aynı duruma ilişkin iki farklı perspektiften nasıl eleştiri dile getirildiğinin örnekleri var.
Kıymetli arkadaşlar, Cemil Meriç'in Kırk Ambar kitabında "Kadın Ruhu" diye bir makale vardır. Kadın Ruhu'nda şunu söylüyor: "Tarih boyunca falcılar erkeklerin avuçlarına baktılar ve onlara dediler ki: 'Çok para kazanacaksınız, güç ve iktidar sahibi olacaksınız, önünüze altın halılar serilecek.' Ve tarih boyunca, ülkeler ne olursa olsun aynı falcılar kadınların avuçlarına baktılar ve onlara dediler ki: 'Hayatınızın en büyük aşkıyla karşılaşacaksınız. Muhteşem bir romans yaşayacaksınız, hep mutlu olacaksınız.'" Çünkü kadının ve erkeğin hayata bakışına ilişkin kültürleri aşan, vaziyetleri aşan, ülkeleri aşan bir okuma biçimi bu. Aslında kadınlara ve erkeklere ilişkin falcıların avuçlara bakarak söylediği bu husus iktidar ve muhalefet diline ilişkin de bir okumadır. Dünyanın her yerinde muhalefet ne yaparsanız yapın sizi eleştirir ve iktidarlar her halükârda yapıp etmek ve gerçek hayatın şüphesiz biraz kusurlu olan gerçekliği içinde yol yürümek zorundadır.
Değerli arkadaşlar, peki, yapılıp edilenlere ilişkin bu müzakerelere, bu tartışmalara -herhâlde açık oturum değil, televizyon programı değil- sonuçta, bunlara ilişkin bir karar verilmesi, bir yere bağlanması gerekir. Peki, bu sözlerin anlamı, değeri nerede tartılır? Bunlar halk katında tartılır. Halk bütün bunları dinleyerek, muhalefetin eleştirilerine bakarak, iktidarın söylediklerinden çok yaptıklarına bakarak, icraatına bakarak -çünkü iktidarın dili icraatıdır- hükmünü verir. Herkesin üzerine konuştuğu, kendisine atıf yaptığı, "Halkımız şöyle istiyor, halkımız böyle istiyor, halkımız şuna karşı." dediği hususlara ilişkin bu halk 2002'den bu yana nihayet söz, asıl söz, son söz... Hani burada da bazen son sözü söyleme şartları oluşuyor ya ama asıl son sözü söyleyen halkımızdır. Halkımız 2002'den bu yana her seçimde son sözünü söylüyor ve onun sözünün üzerine söz yok, söz yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, siyasete ilişkin modern zamanlarda bir tanım vardır: Siyaset, imaj yaratma ve gerçeklik ne olursa olsun insanları bu imaja inandırma sanatıdır. İmaj yaratmaya çalışırsınız. İktidarlar sözlerle imaj yaratamazlar, aç insanlara "Siz aslında toksunuz." imajı veremezler, yoksul insanlara "Ne yoksulluğu kardeşim, köşklerde yaşıyorsunuz." diyemezler, halk perişansa halkın yüzüne bakarak "Ne perişanlığı, mutluluktan fıkır fıkır oynamanız lazım." diyemezler çünkü gerçeklikle sınanırlar ve halk bütün bunlara bakar notunu verir. Ama, siyasete ilişkin bu tanım var ya imaj yaratma ve olgular ne olursa olsun insanları bu imaja inandırma sanatı, emin olun daha çok muhalefetin, ana muhalefetin -burada da görüyoruz- müracaat ettiği bir yöntemdir. İmaj yaratmak "Türkiye çok perişan bir hâlde, Türkiye çok kötü, halkımız inim inim inliyor, yoksulluk aldı başını gidiyor, Türkiye her şeyin gerisinde, memleketi berbat ettiniz." Eğer bütün bunlar doğruysa çok açık bir gerçeklik var ki halkımız bütün bunlara ilişkin karar veriyor, bunları söyleyen ve zımnen daha iyisini yapacağını iddia eden bu ana muhalefete der ki: "Yahu kardeşim, haklısınız, tam da söylediğiniz gibi, buyurun sizi buraya alalım, geniş bir şekilde oturun, şu söylediklerinizi yerine getirin. Ey AK PARTİ, vallahi bunlar haklı, sizi de şuraya alalım biraz dinlenin." Halkımız ne yapıyor? Böyle yapmıyor.
Sonuçta, kıymetli arkadaşlar, Türkiye'nin kötü olduğunu anlatmak için kendinizi paralamanıza da gerek yok, halkımız gayet aklı başında, demokratik olgunluğu olan, neyin ne olduğunu bilen bir halk. O yüzden gerçekten, Türkiye'nin kötü olduğuna ilişkin bir resim varsa sizin bir şey söylemenize bile gerek yok; halk gereğini yapar. Ama halk böyle olmadığında işte o zaman imaj yaratma ve gerçeklikler ne olursa olsun insanları bu imaja inandırmak için bir infial hâli, bir kendini paralama hâli, bir olayı skandal esaslı bir dille ayartma tekniklerini kullanma hâli muhalefetin dili olur. Bu dilin bir faydası var mı? Bu dilin bir faydası yok.
Bakın, bütçe boyunca burada konuşmaları dinledik. Çok kıymetli konuşmalar oldu kesinlikle, ana muhalefetten, bütün partilerden, HDP'den, MHP'den ama aynı zamanda emin olun söyledikleri, siyasete ilişkin dili, iktidara yönelik eleştirisi toplasan bir A4 kâğıdını geçmeyen ve sürekli, tekrar tekrar bu A4 kâğıdına sığacak üç yüz kelime etrafında dönen bir dille burada muhalefet yapan bir yaklaşım oldu, bunun temsilcileri oldu. Üç yüz kelimeyle muhalefet olmaz, üç yüz kelimeyle siyasi analiz olmaz, üç yüz kelimeyle siyasal sınırları aşan bir dille başkalarına söyleyecek lafınız olmaz, üç yüz kelimeyle ancak kavga edersiniz, üç kelimeyle ancak dövüşürsünüz. Nitekim, o üç yüz kelimenin sahibi olanlar, o A4 kâğıdına sığan bir dille burada konuşanlar, sürekli yüksek bir sesle, yüksek bir perdeden o sınırlı kelime haznesiyle dolu eleştirilerini ifade ettiler. Sözler zaten anlamlı olsa sizin o sözlere ayrıca bir etkileyicilik kazandırmak için bağırmanıza gerek kalır mı? Siz de biliyorsunuz ki sözler etkili değil, sözlere kendilerinde olmayan anlamı birtakım jest, mimik ve buradan bağırarak kazandırmaya çalışıyorsunuz.
Bir de şöyle bir şey var: Biliyorsunuz, bir infial ve meşruiyet ilişkisi vardır. İnsanlar, kimi meşru hâllerde infial gösterirler. Doğrudur, hakkınızın ihlal edildiğini görürsünüz, sadece partiniz, grubunuz, asabiyeniz için değil, başka insanların da vicdanen buna onay verdiğini bilirsiniz, infiale kapılırsınız. Bakın, bu doğru bir şeydir ama bu ilişkiyi ters çevirmek; bu, kabul edilemez. Sürekli bir infial gösterisi içerisinde "Söylediklerim aslında meşrudur." duygusu uyandırmaya çalışıyorsanız, işte, bu, siyasetin imaj yaratma ve gerçeklik ne olursa olsun insanları bu imaja inandırma sanatına girer.
Kıymetli arkadaşlar, o üç yüz kelimeyle burada muhalif bir dile egemen olarak bize laf söyleyen arkadaşlar aydınlanma geleneğinden geliyorlar, biliyoruz veya öyle iddia ediyorlar. Aydınlanma geleneğinin kurucu babalarından Kant aydınlanmayı tanımlarken "İnsanın kendi kusuru olan ergen olmama hâlinden çıkışı ve aklını kullanmasıdır." diyor; kendi kusuru olan ergen olmama hâlinden çıkışı ve aklını kullanmasıdır. Üç yüz kelimelik, A4'e sığan bir dille sürekli bağırarak, tabiri caizse nağra atarak böyle bir dille konuşuyorsanız sanki Kant'ın tanımına da uymayan, bambaşka bir durum söz konusu, aydınlanmayla da bir bağlantısı yok.
Öte yandan benim çok tuhaf bulduğum bir yaklaşımı da burada ifade etmeliyim. Bazen genel yaklaşım sanki bir makas duygusu uyandırıyor. Şöyle diyorlar: "Ey iktidar ona ver, buna ver, şuna ver, herkese ver, herkese ver, biz bunu istiyoruz." Hemen onun yanında "Ey iktidar ondan alma, şundan alma, bundan alma, hiç kimseden alma." Bu iktidarını nasıl yapacak? Yani bu bütçe sonuçta milletin bütçesi, milletten alacak, yine millete dağıtacak. Hiç kimseden alma herkese ver. Yani mümkünse arada sıkış, makasın arasına gir. Bu yaklaşım doğru değil; bu yaklaşım rasyonel de değil, akli de değil. Çünkü sonuçta bakın bütün bu lafların, bütün söylenenlerin, bütün ideolojilerin, her şeyin noktalandığı yer şudur: Siz bütçeyi nasıl yapıyorsunuz? Milletten ne alıyorsunuz, millete ne veriyorsunuz? Halkın değerlendirdiği nokta budur. Halk tam da buna bakarak size not verir, sandık başında reyini verir. Eğer biz bunu adil bir şekilde yapmamış olsaydık, o zaman bu halk 2002'den bu yana bu siyaseti iktidara getirmezdi. Bütçenin en temel dinamiğidir. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Üzerine ne laf söylerseniz söyleyin, halktan alırsınız ve yine halka dağıtırsınız. Burada adilseniz "Durmak yok, yola devam." dersiniz, değilseniz halk biletinizi keser. 2017 yılındayız, on altıncı yıldayız; bütün bu bütçeleri yaparken halktan alırken de halka verirken de mutlak surette adil, hakkaniyetli, milletin onayladığı bir bütçe söz konusudur.
Kıymetli arkadaşlar, bir bilge kişiye genç bir delikanlıyı getirirler. Derler ki: "Bunu eğit, bunu yetiştir." "Peki" der bilge kişi ve hemen orada toprağın üzerine bir çizgi çizer; gence dönüp der ki: "Şu çizgiyi küçült.", Genç "Bundan kolay ne var?" der, hemen ayağıyla çizginin yarısını siler. "Olmadı" der bilge kişi. "Şimdi git, bir yıl sonra tekrar gel, çizgiyi nasıl küçülteceğini göster." Delikanlı gider, bir yıl sonra geri gelir. Bilge kişi yine çizgiyi çizer, "Buyur, çizgiyi küçült." der. Delikanlı o çizginin yanına daha büyük bir çizgi çizer; bilge kişi "İşte, doğru olan budur." der.
Biz de muhalefetten sürekli bizim çizgimizin üzerinde, onu silmeye çalışmasını, yapıp ettiklerimize ilişkin sürekli eleştirel bir dille -eleştiri hakkınızdır ama kastettiğim daha farklı, bunu anlıyorsunuz- böyle silmeye çalışmasını değil, aynı zamanda, alternatif bir iktidar tasavvuru olarak, kardeşim, sizin çizginiz nedir bizden daha büyük olan, siz ne yapacaksınız? Güzel lafların, özlü sözlerin ötesinde gerçekten akla, mantığa, her şeye dayalı bir tarzda bu insanların aklına ve kalbine giden bir dille çizginiz nedir? Bunu ortaya koymak gerekir.
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye bir süreden beri kimi Batılı ülkelerin hedef tahtasında; bunu görüyoruz. Türkiye'ye birçok laf söylüyorlar. Bunun çeşitli dinamikleri var elbette. Avrupa'nın kendi içine kapanması, ekmeğinin küçülmesi, refah devletinin son bulması, vesaire ama başka dinamikleri de var.
Avrupa'dan Türkiye'ye yönelik eleştirilerin kelimelerini, kavramlarını biliyoruz, "Diktatörlük var." diyorlar, "İnsan hakları ihlal ediliyor." diyorlar, "Hukuk devleti ortadan kalkıyor." diyorlar, vesaire, vesaire, vesaire. Şimdi, bu kavramlar bakımından, bunları söyleyen Avrupalı devletlerin hem tarihi hem bugünü nedir? Gerçekten bunların derdi hukuk devleti midir, insan hakları mıdır, diktatörlük müdür, otoriterlik midir? Bir kere, buradan sınamak gerekir. Kıymetli arkadaşlar, bu Avrupalı devletlerdeki egemen politikaları söylüyorum. Bunların hiçbir zaman derdi diktatörlük olmamıştır, hiçbir zaman evrensel ölçekte insan hakları olmamıştır. O insan haklarını kendi sınırları içindeki insanlara ilişkin bir hak olarak düşünürler ama -ırkçılığın çeşitli boyutları vardır ya, bir de kültürel ırkçılık, "Sınırı geçemezsiniz, sizin kültürünüz müsait değil." diyen kafa- işte, belli bir sınırın ötesindeki insanları insan bile saymayan bir kafa vardır. Biz, terörün her yerde karşısındayız, her şekilde karşısındayız ama şu çifte standart değil mi: Avrupa'da bir terör eylemi olduğunda, 5 kişi hayatını kaybettiğinde olağanüstü, dünya çapında bir infial durumu ortaya çıkıyor; ya, Orta Doğu'da 50 kişi, 100 kişi hayatını kaybediyor, tık yok. Onlar insan değil mi? Avrupa "insan hakları" dediğinde iyi geçindiği, dost olduğu, kimi diktatörlükler kimi insan hakları ihlallerinde şampiyon olan, bu konuda sorgulanması bile mümkün olmayan ülkelere yönelik olarak o dostluk gösterileri, o yakınlıkları, o gizli ittifakları, bunlara ilişkin ne söylemek lazım? Mısır'da Sisi'ye mi karşı çıktılar? Suudi Arabistan yeni göz bebeği olarak yükseliyor. Bunların derdi insan hakları filan değil. Mülteciler insan değil mi? Mülteciler Avrupa'ya gittiğinde Avrupa'da nasıl karşılanıyor? "Ya, temel insan hakları ne demek, bağrımıza basalım." Böyle bir tablo gördünüz mü? Avrupa'nın, Batı medeniyetinin bir vicdanı var mı? Var, edebiyatta var, sanatta var ama egemen siyasette yok. Adorno "Auschwitz'ten sonra şiir yazmak barbarlıktır." demişti. Siz, Batı'da Adorno'nun bu sözüne tekabül eden bugün bir gerçeklik görüyor musunuz? Auschwitz gibi değildir muhakkak ama mültecilerin o yaşadıkları dramlar, o acılar, o gözyaşları karşısında herhâlde bugün Adorno hayatta olsaydı aynı sözleri mülteciler için de kullanırdı. Bu barbarlığa sesini çıkartmayan, "Topraklarıma girmesin." diye duvarlar ören, insan haklarıyla ilgisini sadece bir politik tahakküm aracı olarak kullanan Batılılar Türkiye'yi niye hedef tahtasına oturtuyorlar? Çünkü Türkiye güç kazandı, Türkiye palazlandı, Türkiye "Bu bölgede kardeşim benim de millî politikalarım var, benim de sözüm var." dedi, bundan rahatsızlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye dedi ki: "Yeni şartlarda yeni ilişkiler kuracağız." "Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz." diyorlar. Hedef tahtasına oturtulan kişi kim? Tayyip Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı, bizim Genel Başkanımız.
Sayın Şükrü Elekdağ'ı biliyorsunuz; vicdanlı, aklı başında, diplomatik tecrübesi olan bir insan. "Ben altmış beş yıldır Sayın Erdoğan kadar Batılıların hedef tahtasına oturttuğu bir lider görmedim." diyor. Niçin acaba, niçin? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü Türkiye'nin büyümesinde, gelişmesinde, fuleli adımlarla ilerlemesinde, bu Batılı ülkelerle yeni düzeyde ilişkiler talep etmesinde en temel dinamik, en önemli amil, insanları toparlayan ve onlara liderlik eden kişi. En merkezî bir şekilde saldıracaksın, kafadan onu itibarsızlaştıracaksın ki Türkiye'yi de çaptan düşüresin. Ben Batılıların bu eleştirisini anlarım ama o Batılıların eleştirisine burada vokal yapmayı anlamam. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Çünkü bu eleştirilerin kastını okuyamamak, Türkiye'ye yönelik hasmane tutumun siyasetteki o hegemonik ilişki kurma stratejilerindeki karşılığını görmezlikten gelmek diye bir durum söz konusu olmaz. Şunu demek istemiyorum: Bize her türlü eleştiriyi söyleyebilirsiniz ama Batılı ülkelerin bir tahakküm aracı olarak hiçbir ilgilenen olmadığı kimi kavramlar üzerinden, kimi evrensel değerler üzerinden dile getirdikleri eleştirilerin bir parçası olmak, emin olun, bu milletin tasvip edeceği bir siyaset olmaz.
Kıymetli arkadaşlar, bu bir oryantalizmdir; oryantalizm -Edward Said, biliyorsunuz, çok baba bir çalışma yapmıştı- Doğu'yu Batı'nın bilgi sistematiği içerisinde okumak ve onun siyaseti için kullanışlı bir malzeme yapmaktır. Batılılar bu oryantalizmi yapabilirler ama içimizden oryantalistler çıkmamalı.
1878 Osmanlı-Rus Savaşı bitmiş... O tarihleri iyi bilmek lazım. Trabzon'da Alfred Biliotti diye bir arkeolog ama aynı zamanda konsolos, İngiltere'nin konsolosu, diyor ki: "Bu Türkler, eğer bir veya birkaç Avrupalı ülkenin kendilerine karşı olduğu düşüncesine sahip olurlarsa vatanperverlikleri sınırlı kalır ama bütün Avrupalıların kendilerine karşı ortak bir ittifak içerisinde bir konspiratif girişim içinde bulunduklarını düşünürlerse o zaman millî saflarını oluşturmaları, dayanışmaları ve buna mukabele etmeleri en yüksek seviyeye çıkar." Akıllı bir adam. Bugün Türkiye Batı'nın bu oryantalist, bu hegemonik, Türkiye'yi yeni şartlarda kabul etmeyen, bölgede bir aktör olarak görmek istemeyen, bunun aracı olarak da birtakım evrensel değerleri kullanan dili karşısında gene kendi eleştirilerimizi yapalım içimizde ama millî meselelere ilişkin ortak bir saf oluşturma zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Çok çeşitli örnekleri var.
Kıymetli arkadaşlar "diktatörlük" diyorsunuz sabah akşam. Diktatörlüklerde muhalefet olmaz, olur mu? Diktatörlükler muhalefeti kabul etmez, yahut da cici muhalefet vardır, haşmetmeabın muhalefeti vardır çünkü diktatörler kendilerine söz söylenmesine tahammül edemezler. Ben şimdi ana muhalefet partisine desem ki "Siz haşmetmeabın muhalefeti misiniz?" Kabul etmeyeceklerdir, infial göstereceklerdir. Doğrudur çünkü değiller. Çünkü onlar bir muhalefet hareketliler ve bizimle, iktidarla taban tabana zıtlar. Demek ki aynı zamanda bulunduğunuz konum, kullandığınız dil, muhalefet karakteriniz Türkiye'nin o "diktatörlük" lafları var ya, onları tekzip eden bir gerçekliktir.
Diktatörlüklerde seçim olmaz, seçim sadece gösteridir. 2019 seçimleri için ümidiniz var mı?
MUSA ÇAM (İzmir) - Var tabii.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Var değil mi Musa Bey?
MUSA ÇAM (İzmir) - Ne demek! Ne demek!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Tabii ki. Çünkü ancak diktatörlüklerde ümit olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) - Ne demek Hocam! Ne demek Hocam!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Sizin ümidiniz var, olacak tabii, olacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Çünkü siz diktatörlerin olduğu ülkede figüran değilsiniz.
MUSA ÇAM (İzmir) - Size yakıştı mı? İnsanların mevkisi, makamı ne kadar büyükse o kadar alçak gönüllü olur, o kadar alçak gönüllü olur.
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Sayın Bostancı, şüpheniz mi var burada?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Siz demokratik bir ülkede gerçek bir muhalefetsiniz, sizi övüyorum ama iddianızın söylemini tespit eden gerçekliğimize işaret ediyorum.
BAŞKAN - İki dakika veriyorum efendim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Sayın Başkanım, bakın...
MUSA ÇAM (İzmir) - Hocam, 2019'da seçim yapmamayı mı düşünüyorsunuz yoksa, onu mu ima etmek istiyorsunuz?
BAŞKAN - Musa Bey, müsaade eder misiniz efendim. Müdahale etmeyiniz lütfen.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hiç anlamamışlar.
NECDET ÜNÜVAR (Adana) - Bence bir tekrar edin Hocam.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Bir daha açıklayın Hocam.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, bakın, süreç içerisinde çeşitli yaklaşımlarınız oldu. Mesela, hafızam beni yanıltmıyorsa Genel Başkanınız Sayın Kılıçdaroğlu bir zamanlar "Gandhi Kemal"di değil mi? Ne oldu "Gandhi Kemal"e? Ne oldu, ne oldu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) - Ne oldu, ne oldu söyle. Yakışıyor mu!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Birazdan buraya gelecek.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bakın, Mahatma Gandhi İngiliz emperyalistleriyle mücadele etti ve hep Mahatma Gandhi kaldı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gandhi gibi olacaksanız, gerçekten Gandhi olacaksınız, bir proje olarak değil, gerçekten Gandhi olacaksınız. Ne oldu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) - Hocam, söyle o projeyi, söyle!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Şimdi ne var? Şimdi -yine tırnak içerisinde söylüyorum- bir tür savaşçı Kemal var, yeni proje bu; tam da Gandhi'nin tersi.
MUSA ÇAM (İzmir) - Antiemperyalist, antiemperyalist!
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen...
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Savaşçı Kemal, bu da tutmazsa, bilmiyorum, yeni proje ne olacak? Bakın, bunlar sonuçta halkın kafasında "Acaba her şey propaganda ve bir proje mi?" duygusu uyandırır, emin olun, öyle olur.
Kıymetli arkadaşlar, iktidara ilişkin çok sözler söylüyorsunuz, eleştiriler yapıyorsunuz, burada Sayın Başbakan konuşurken belediyelere ilişkin soruşturmalardan bahsediyor, "AK PARTİ'li belediyelere ilişkin açılan soruşturma..." dedi, oradan arkadaşlar seslendi "Yoktur, yoktur!" diye. Sayın Başbakan "Bir dakika, 91 tane." dedi. Sonra CHP'yle ilgili "27" dedi. Bunu söylediğinde de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - ...anında "Elbette çünkü yolsuz olan sizsiniz." Yani buradan öbür tarafa geçen...
BAŞKAN - Sayın Bostancı, efendim, şöyle bir eklenti var: Bülent Bey "Beş dakikamı aktarıyorum." diyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kendi aranızdaki hadisedir bu, siz bilirsiniz.
Beş dakikanız daha var.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Feda olsun!
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Sayın Melih Gökçek'le alakalı açılmış bir dava var mı?
BAŞKAN - Ben, yalnız, rica edeyim, insicamı bozmayınız.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Yani, aynı anda, daha Başbakan sayıyı telaffuz etmeden "Yoktur, yoktur!" deyip sayıyı söylediğinde de "Çoktur, çoktur!" pozisyonuna geçmek, ilginç değil mi arkadaşlar?
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Ne diyor ya? Anlamıyorum ben, ne söylediğini anlamıyorum.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Anlamıyor musun?
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Bir şeyler söylüyorsunuz ama anlamıyorum.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Olabilir ama emin ol halkımız anlıyor. Zaten, mesele nedir siyasette -önemli bir konu- biliyor musunuz? Anlaşılmaktır, anlaşılmak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, şunu söyleyeyim: İktidara yönelik elbette her türlü eleştiriyi yaparsınız ama bunların bir haklılık hani bir de -çok kullanıyorsunuz ya o kelimeyi- adalet anlamı taşıması gerekmiyor mu, adalet, adalet? Sizin iktidara yönelik eleştirilerinizde -ben de size söyleyeyim- adalet var mı? Adalet yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bir muhalefetin bu tür iddialara ilişkin en test edileceği yer, iktidara karşı sergilediği tavırdır. Eğer siz iktidarın yaptıklarına, ettiklerine, söylediklerine ilişkin adil bir değerlendirme yapamıyorsanız adalet talebinin öznesi değilsinizdir; "adalet" kavramı da, biraz önce söylediğim gibi, sadece bir proje olarak halkın aklına yazılır.
Kıymetli arkadaşlar, iktidarlar şüphesiz kusurludurlar çünkü gerçeklik öyledir. Kusurlu olmayan hayallerdir, kusurlu olmayan ideallerdir. Siz, hayaller ve idealler evrenindesiniz çünkü gerçeklikle test edileceğiniz bir iktidar durumuyla -genel siyaset için söylüyorum- bununla test edilmiyorsunuz.
MUSA ÇAM (İzmir) - Hocam, sizin hiç hayaliniz yok mu?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hani diyorlar ya aydınlar için "Epistemik statüsü eleştiri olan yaralı bilinç." Tabii ki eleştiri olur çünkü aydınlar konuşurlar, fikirlerini söylerler, çok kıymetlidir ama yapıp edenlerin sırtındaki yumurta küfesi aydınlarda yoktur. Bakın tarihe, bunun sayısız örneğini de görürsünüz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - O yüzden onları hapsederiz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Öyle değil işte, o senin hükmün. Ben bu hükme katılmam, bu değerlendirmen çok yanlış.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Bu bir tartışma konusu değil, hapishane aydın dolu.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Aydınlara her ülkenin ihtiyacı vardır, Türkiye'nin daha fazla vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim bu eleştirilerden gocunacak bir tarafımız yok. Bizim istediğimiz, hakkaniyet ve adalet. İktidar kusurludur ama iktidar, halkın katında yapıp ettikleriyle mukayeseli bir şekilde değerlendirildiğinde hiç şüphesiz diğerlerinden daha az kusurlu olduğu için iktidardır, kusursuz olduğu için değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O yüzden ideal normlar üzerinden bize yapacağınız eleştirilerin bir kıymetiharbiyesi yok, hayat bunu reddeder. Sayısız örneği vardır, size şunu söyleyeyim: Bu iktidar, şüphesiz, ne yaparsa yapsın, en güzel işleri bile yapsa eleştireceksiniz. Bu iktidar suyun üzerinde yürüse herhâlde dönüp halka dersiniz ki: "Gördünüz, yüzme bilmiyorlar." Eleştiriniz böyle olur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, bizim coğrafyamız zor bir coğrafya. Bu coğrafyada terör emperyal hegemonyanın stratejik bir aracıdır. Demokrasi isteyen, özgürlük isteyen, halkların kardeşliğini isteyen herkesin bu coğrafyada teröre karşı olması lazım. Bu coğrafyada kardeşlik isteyen herkesin demokratik zeminleri desteklemesi, güçlendirmesi, özgürlüklerin yanında olması lazım.
AK PARTİ 2002'den bu yana, bu Türkiye şehirleşsin, bu Türkiye büyüsün, daha demokratik, daha özgür olsun diye çalıştı. Ama emin olun AK PARTİ'nin bu on altı yıllık iktidarı döneminde bu iktidarın başına gelenler de pişmiş tavuğun başına gelmedi, görelim. Bunları değerlendirirken biz hepimiz demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkarsak burada emperyal hayaletler dolaşmaz. Eğer terörün şöyle veya böyle yanında yer alırsak emperyal...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - ...siyasetlerin lejyonu olan çeşitli grupların aparatı oluruz, onlar tarafından araçlaştırılırız.
Şunu da unutmayalım: Dünyanın geleceğine ilişkin George Orwell'den bahsedilir; "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört", diktatörlük... "Büyük Ağabey Herkesi Takip Edecek." Öyle bir şey yok. Tam tersi şu var: Yeni dünya düzeninde emperyal siyasetler insanların arzuları ve istekleri üzerinden, onların talepleriyle kendi egemenlik taleplerini birleştirerek hegemonyalarını kuracaklar. Şu bölgemizdeki etnisiteye ve mezhep meselesine ilişkin sanki kendini kurtarıyormuş gibi davranan, kendi arzuları, istekleri, özgürlüğü için uğraşıyormuş gibi görünenler, aslında büyük resmin içinde o emperyal hayaletin parçası olma gerçekliğiyle karşı karşıyalar. Bu coğrafyada Türk'ün, Kürt'ün, Arap'ın, Acem'in, herkesin kardeşliği ortak iradelerinde. Bunu unutmayalım ve teröre karşı çıkalım.
Çok teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından "Bravo Hocam." sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.