Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 44 |
Tarih: | 21.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Ataman" çok sevdiğim bir isimdi ama bugünlerde o isim de çok hoş gündeme gelmiyor: "Ataşehir/Man." Bundan ayırarak konuşacağım.
15'inci madde bildiğim kadarıyla buradaki maddelerin yürütme maddesi olarak gündemde. O nedenle, konuşmamın ağırlıklı kısmını yerel yönetimlere teksif etmek istiyorum.
Aslında, yerel yönetimlerin tarihine baktığımızda, Türkiye'de özellikle kadılarla başlayan, sonra halkın iradesiyle şekillenen belediye başkanları, bilahare rahmetlik Özal'ın 1983'te çıkarmış olduğu 3030 sayılı Yasa ve çeşitli zamanlarda tadilata uğrayan ve geliştirilen yasamız... O nedenle, Türkiye'de sonradan, buna özellikle imar açısından baktığımızda, geçmişte imar ve iskân bakanlarının uhdesine bırakılan imar değişiklikleri, şehir planları sonra yerele verilmiş ama ne yazık ki oradan, belki zaruret, belki başka nedenler, başka, çabuk iş bitirme konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı devreye girerek -ki özellikle TOKİ açısından söylüyorum- Türkiye'deki zaruri ihtiyaçlardan belki, yerel yönetimlerin imar yetkilerinin bir kısmını kısıtlama noktasına geldi. Bundan kastım şu: Asıl mesele yerinden yönetmektir Türkiye'yi. Dünyanın her yerinde demokrasinin beşiği yerel yönetimlerdir. Bu gerekirse mahallî idareler olur, gerekirse seçilmişler olur gerekirse atanmış valilerden kaynaklanan bir kurum tarafından yapılmaktadır. Aslında Türkiye'de, geldiğimiz noktada, yerel yönetimlerin işlevine baktığımızda, il koordinasyon kurulu hariç, onu da çıkarırsanız, bence valilerin hiçbir esprisi kalmamıştır. Türkiye'nin bugünkü gidişatı da odur, ileride, belediye başkanlarının seçimle geldiği gibi, belki valilerin de seçimle geldiği bir yönetime doğru Türkiye'nin trendinin gittiğini görüyoruz. Bundan kastım şu: Belediye başkanları halk tarafından seçilir, hesap verecekleri merci halktır. Valilerin genellikle kalubeladan beri yapısı odur -farklılıklar olabilir, devlet valisinden parti valiliğine kadar tümünü yaşadığım için söylüyorum- vali genellikle Ankara'daki bürokrasiyi mutlu etmekle meşguldür. Yani genellikle iktidar partisinin, iktidara mensup il başkanlarının, biat demeyelim de ricalarını, daha çok da Ankara'daki bakanları ve yukarıdaki Başbakanı mutlu ettiği zaman en iyi validen birisi olur. Hâlbuki seçimle gelmiş insanların borcu halka olacağı için, seçimle gelecek vali Türkiye'de yönetimlere çok daha ciddi etki yapabilir. O nedenle görüşüm o dur ki bir gün Türkiye demokrasisinde yerel yönetimlerin evrimleşmesi ve demokratikleşmesinde valilerin seçimle gelmesi çok daha güzel olur diye düşünüyorum.
Şimdi, son zamanlarda Belediye Ataşehir'den kaynaklanan belediye kurumuyla ilgili müesseseyi biraz tartışmakta fayda var. Belediye başkanları tek dereceli seçimle gelmiş Başkanlık sisteminin en tipik örneklerinden birisidir. Ta ki 2004, 2005 yıllarına kadar, yaptığımız değişiklikler hariç -Sayın Cumhurbaşkanının da katılmış olduğu, Patalya'daki, yerel yönetim kanunlarını hazırladığımızda- belediye meclisleri eskiden, Sayın Özal döneminde çıkartılan kanunda, sadece seçimle gelen insanlardan oluşurdu, encümen de sadece daire başkanlarından oluşurdu. Şimdi, başkanlık sistemine geçtiğimiz şu ortamda, geçmeye çalıştığımız şu ortamda, bakanların Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden seçilmemesi gerekir. Daha doğrusu, bakanların sadece, salt Cumhurbaşkanının -başkanın- atayacağı kişilerden oluşması gerekir. Meclisten atanacak bakanların seçilmesi, atanması getirdiğiniz sistemin özüne aykırıdır çünkü seçilmiş ile denetleme mekanizmasının karışması doğru sonuç doğurmaz. İşte, Belediye Kanunu da bunların en tipik örneklerinden birisiydi, maalesef, 2005'te yaptığınız bir değişiklikle encümene seçilmişlerin yanına atanmışları koymamız, Türkiye'de bu sistemi karmaşa hâline getirdi ve oradaki denetleme eksik oldu.
Belediyelerin denetlenme mekanizmaları açık. Yaşayan bir arkadaşınız olarak söylüyorum açıkçası. Türkiye'de eskiden, daha çok İçişleri Bakanlığı belediyelerin kapılarında nöbetçi gibi bekliyordu, şimdiki durumu tam bilmiyorum, yine böyle olacağını düşünmek istemiyorum ama, maalesef -muhalefet belediyelerinden gelen şikâyetler için söylüyorum- çok sayıda müfettişin belediye kapılarını yol ettiği şeklinde anlayış var. Bu, doğal da bir şey, yasadan kaynaklanan bir şey; belediye başkanlarının denetlenme mekanizması; mali denetimlerde Sayıştaya tabidirler, suç işlemeleri hâlinde ise suç iddia edildiği zaman da müfettişlerin gelmesi doğaldır. Müfettişlerin gelmesi doğaldır ama maalesef, bizim belediye müfettişlerimizin çoğu -beni mazur göreceğinize inanıyorum, tabirimi hoş görünüz- kurşun askerdir. Valilerin en çok çıktığı yer orasıdır, oradaki müfettişlerin çoğu kurşun asker gibi, bakana yaranma konusunda tutacakları raporlara sebep aramaksızın, her hâlükârda, istedikleri yere bir tomar evrakla ve fezlekeyle gelirler. Usul şuydu bildiğiniz gibi: Fezlekeyi tanzim eder müfettiş, Bakanlığa gönderir, Bakanlık da bunu muhataba tebliğ eder. Tebliğle birlikte, bunun aleyhinde Danıştaya dava açılır. Müspet veya menfi, lüzumumuhakeme görüldüğünde bu fezleke mahkemeye gider. Ama gelin görün ki bu türlü uygulamalar Türkiye'de, maalesef, çifte standartla yapıldı; o da şudur: Şimdi, hemen, meseleyi teröre ve şiddete bağlayarak cevap vermenizi doğru bulmuyorum. Halkların Demokratik Partisine mensup 105 belediye başkanı vardı; şu anda, 94'ü kayyumla idare edilecek hâle geldi. Bu arkadaşlarımızın hiçbirisinin fezlekesinin Danıştaydan dönmesi beklenmedi, mahkemeden bir hüküm almadılar. Kayyum atama yoluyla bu arkadaşlarımızın, halkın seçtiği insanların yerine kayyum belediye başkanları görev yapıyor. Siz onları görevden aldığınız zaman, eğer Ataşehir'de yaptığınız uygulama gibi belediye meclislerinin tekrar belediye başkanı seçmesine müsaade etseydiniz, zannediyorum ki o 94 belediyede, halkın oylarıyla belediye meclisi üyesi olmuş insanların, kendi içerisinden belediye başkanlarını seçme şansı vardı. O gün Sayın Başbakan da burada konuşurken dedi ki: "Onlar farklı."
Şimdi, insafınıza ve vicdanınıza sığınmak istiyorum. Allah için, billah için, 1.440 belediye meclisi üyesi, 129 belediye meclisi üyesi içinde bir tek kişi masum olamaz mı? Bir tek kişi Türkiye'deki, ülkedeki bahsettiğiniz teröre, şuna buna bulaşmamış olamaz mı? Bir tek kişiyi orada bırakmaksızın görevden aldınız ve bu arkadaşların yerine oradaki daire başkanlarını belediye meclisi üyesi ve encümen hâline getirdiniz. Şimdi söylediğimiz zaman da kızıyorsunuz. "Kürt şehrindeki belediye başkanı" dediğimiz zaman "Vay, bölücülük oluyor.", "kürdistandan gelmiş bir milletvekili" dediği zaman arkadaşlarımıza ceza yağdırıyorsunuz. Şimdi bu şehirlerdeki belediye başkanlarının ve belediye meclisi üyelerinin 1'ini, ya 1'ini bu ülkenin vatandaşı olarak kabul etmez misiniz? Etmediniz. Külliyen ki köküne kibrit çalmış gibi bu arkadaşların hepsinin görevlerine son verdiniz ve bu arkadaşlarımız şimdi açıkta.
Bu nedenle, tavsiyem şudur ki: Yerel yönetimlerin kıymetini lütfen biliniz, buna mahsus da olmayabilir. "Sıçan geçer, yol olur." diye bir tabir vardır. Yani siz, halkın seçtiklerine, gerek partimiz belediye başkanları olsun gerek diğer partilerden olsun, bu konuda hassasiyet gösterin ve belediyelerin demokrasinin en güzel yeşereceği tarlalar, bahçeler olduğunu asla aklınızdan çıkarmayın ama bunu yapmıyorsunuz.
Bir şey daha, tecrübelerime binaen söylüyorum: "Kurşun asker müfettiş yoktur." dedim. Halk Partili arkadaşlara da söylüyorum, AK PARTİ'lilere, MHP'lilere de söylüyorum: Hiç kimsenin şahsına -belediye olarak- kefil olmayınız. Belediye başkanlarınızı kurum olarak savunabilirsiniz, en doğal hakkınızdır. Çünkü ortada yanlış anlaşılmalara meydan verecek birtakım ithamların altında kalabiliriz. Gitsin müfettiş, tahkikatını yapsın, getirsin, görelim. Örneğin, Battal İlgezdi, benim de çok eskiden beri tanıdığım bir arkadaş. 3 tane iddiadan takipsizlik almış olması, İçişleri Bakanlığının elinde 15-20 tane daha soruşturmanın olmasına mani değil ve olmasa da olabilir, açıkça söylüyorum size. Bu nedenle, kimsenin şahsına kefil değil, kuruma sahiplik konusundaki gayretlerinizi esirgememenizi diliyorum.
Bir başka şey daha söyleyeyim size, yaşadıklarımdan birisini söylüyorum. Bana bir gün müfettiş geldi -çok geldi de- orta yaşlı da bir müfettişti. "Hayırdır." dedim, dedi ki: "Başbakanlık genelgesine karşı gelmişsiniz, o nedenle ifade alacağım." Dedim ki: "Konu nedir?" dedi ki: "Elektrik, enerji tasarrufuna aykırı hareket etmişsiniz, şehir sokaklarını ışıklandırmışsınız. O nedenle, ifade almaya geldim." Aramızda çok tartışmalar falan oldu, nezaketsizlik de yapmak istemedim, hoş bir adamdı, dedim ki: "Siz yanlış gelmişsiniz." "Niçin?" dedi, "1982'de elektrik, belediyelerden alındı, Türkiye Elektrik Kurumuna verildi, muhatap ben değilim." dedim.
Bir başka acı bir şey söyleyeyim. Bir arkadaşım harcırah için... Bakın, bazı belediye başkanları bir şehirden başka bir şehre gittiğinde harcırah tahakkuk ettirilir. 30 lira için arkadaşıma altı sene iki ay hapis verdiler ihtirazen zimmetten. O nedenle, belediye başkanlarına gidecek müfettişlerin canı isterse...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL DOĞAN (Devamla) - ...yapacakları çok hukuk vardır. Belediye başkanlarının asli görevi de...
Bitirebilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN - Sayın Doğan, lütfen bitirin, toparlayın.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Hemen bitiriyorum.
Belediye başkanlığının özü şudur, partili, partisiz, sabahleyin o kapıdan girerken veya seçimi alırken, giderken yapacağı şudur: O kapıdan girdiğinizde şehrin belediye başkanı olduğunuzu unutmayın, ayrılırken de şunu söyleyin: Bir gün bu şehirde gezeceğini, halkın yüzüne bakacak kadar adil, dürüst olması gerektiğini asla unutmamalıdır.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)