| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 21.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe görüşmelerinin sonuna geldik, yarın bitecek. Çok şey konuştuk, çok şey tartışıldı, değerlendirildi ama bütçede tek bir satırı değiştirme gücümüz, tek bir rakamı etkileyecek bir sonuç elde edemedik yani burada muhalefet olarak gerçekten bütçeye dair bütün eleştirilerimizi, önerilerimizi ve katkılarımızı hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem Genel Kurulda her maddede, her bakanlık bütçesinde ifade etmeye çalıştık ama iktidar partisi asla ve kata muhalefetin önerilerini dikkate almayı aklının ucundan bile geçirmedi.
Şimdi, çok yeni bir gelişme var, önce onu sizinle paylaşmak istiyorum, sonra değerlendirmelerime geçeceğim. Biraz önce, yaklaşık on beş dakika önce Anayasa Mahkemesi iki milletvekilimiz hakkında; biri Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş, biri de Ayhan Bilgen, Kars Milletvekilimizle ilgili kararını açıkladı. Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş'ın başvurusunu reddetti. Şaşırdık mı? Hayır. Doğru mu? Hayır. Peki, bunu nasıl değerlendireceğiz? Ben kararın tümünü okuyacak fırsat bulmadım çünkü son beş dakikada elime geçti ama muazzam bir kurguyla karşı karşıyayız. Ayhan Bilgen'in başvurusunu da kabul etmiş. Sıkı durun, çünkü Ayhan Bilgen tutuksuz, yerel mahkeme tarafından tahliye edilmiş, kendisinin tutukluluğunun hukuka uygun bulunmadığına dair bir karar vermiş. Aynı durumdaki itirazlar Demirtaş'la ilgili de var ortada, onunla ilgili de reddetmiş. Peki, gerekçe ne? Diğer Gülser Yıldırım kararında olduğu gibi copy-paste yöntemiyle bir kararla karşı karşıyayız.
Anayasa Mahkemesi bugün verdiği kararla bir kez daha Türkiye'de Anayasa Mahkemesi yargıyı temsil etmediğini, yargı içinden bir durumda tarafsız ve bağımsız olmadığını ilan etmiş ve yürütmeye bağlı olduğunu, iktidarın talepleri, siyaseti ve ideolojisi gereği karar verdiğini ilan etmiştir. Biz, bu kararın hukukla, adaletle, hakkaniyetle, seçme ve seçilme hakkıyla, demokratik siyasetle, hukukun üstünlüğüyle ve uluslararası değerlerle hiçbir alakasının olmadığını, tümüyle siyasi bir karar olduğunu Genel Kuruldan ilk elden ifade etmiş olalım. Gerçekten Anayasa Mahkemesi artık yürütmenin bir parçasıdır, yürütmenin emir ve talimatlarıyla çalışmak zorunda bırakılmıştır. Buna itiraz edecek, buna karşı çıkacak gücü kendinde bulmamıştır.
Değerli milletvekilleri, devlet dediğimiz mesele nedir? Hukukla bağlı olan bir organizasyondur. Peki, çok sık söylediğimiz bir şey daha var. Devleti yasa dışı organizasyonlardan, çetelerden, mafyadan ayıran olgu nedir? Hukuktur, hukuka bağlılıktır, anayasaya bağlılıktır ve tabii ki yargıdır, yargıçtır. Vatandaşın kendisini güvende hissetmesinin, özgürlüklerini kullanmasının, kendisine yönelik bir müdahale olduğunda cinayet, müessir fiil ya da benzeri bir saldırı olduğunda yargı tarafından, yargı mekanizması eliyle korunacağının garantisi vardır. Devletin şiddet kullanma tekeli de buradan gelir. Uluslararası hukukta da iç hukukta da meşru şiddet kullanma tekeli sadece hukuka bağlı devlet mekanizmasında vardır, hükûmet mekanizmasında vardır. Peki, buradan hukuka bağlılığı çıkarırsak, anayasaya bağlılığı çıkarırsak çetelerden, mafyalardan devletin bir farkı kalmaz. İşte, bugün yaşadığımız tam da budur. Şu anda iktidar partisi hiçbir çalışmasında, hiçbir faaliyetinde, hiçbir kararında hukuka bağlılığı esas almamaktadır, anayasaya bağlılığı esas almamaktadır, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığının hakkını teslim etmemektedir, yargı tarafından hoşuna gitmeyen bir karar verildiğinde "Kararını tanımıyorum." demektedir, diğer şekilde de yargıya en üst perdeden talimatlarını vermektedir. Milletvekillerinin bile tutuklu olduğu, masumiyet karinesinin olduğu, haklarında hiçbir ceza hükmü verilmeyen insanların suçsuz olduğu, ceza hukukunun temel prensibi yerle bir edilerek çarşaf çarşaf, bütün televizyon kanallarında tutuklu milletvekillerinin, belediye başkanlarının, siyasetçilerin, gazetecilerin ve daha birçok kesimin suçluluğunu iktidar ilan etmiştir. İlan ediyor ve burada Hükûmet diyor ki: "Ben hukukla bağlı değilim; benim dediğim hukuktur, benim dediğim yargı kararıdır, benim dediğim hükümdür." İşte, bugün Anayasa Mahkemesinin kararını da böyle okuyabiliriz. Çok ilginç bir kurgu, bir tane muhalefet şerhi var, tutuksuz vekil hakkında ihlal kararı, eş genel başkanımız hakkında ret kararı. Artık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu vahim yanlıştan dönmesini bekliyoruz. Bir an önce dönmesi gerekiyor.
Şimdi, bütçeye ilişkin çok şey söyledik ama şunu ifade edeyim: Bu, bir savaş bütçesidir. Bütçenin kamu kaynaklarının dörtte 1'i -bütçe dışı fonları da eklersek- savunmaya ayrılmıştır. Bütçede yüzde 40-50 artış var, diğer bakanlıklarda maalesef bu şekilde bir artışa tanıklık etmiyoruz.
Yargıyla ilgili başka bir örneğe sizi götürmek istiyorum; çok çok önemli, Türkiye'nin gelecek on yılları açısından hayati derecede: Murat Araç -duydunuz mu bilmiyorum- 15 Aralık 2017 tarihinde gözaltına alındı, 19 yaşında, 16 Aralıkta cansız bedeni ailesine teslim edildi. Ailesi aranıp "Oğlunuz gözaltında." dendi. Oğullarıyla görüşmek için gittiklerinde "Öldü, intihar etti." bilgisi verildi. Burada Sayın İçişleri Bakanına grubumuz tarafından soruldu: "Bunu bir izah eder misiniz, nedir bu?" İçişleri Bakanı, örgütün kendi mensuplarına talimat verdiğini, "Gözaltına alındığınızda intihar edin." dediğini ifade etti.
Şimdi, biz bu açıklamanın neresinden tutalım? Bir: Bundan sonra gözaltında ölümlerin kılıfı hazırdır, gerekçesi hazırdır. En üst düzeyde İçişleri Bakanı gözaltında ölüm vakalarının çoğalmasının önünü açmıştır ve teşvik etmiştir. İkincisi: Gözaltına alınan, alınmasa bile hukukçu olan, hukukçu olmasa bile Türkiye'de birazcık bu meselelere ilgi duyan herkes bilir ki gözaltında bulunan şüpheliler özgürce hareket edemezler, öyle elini kolunu sallayarak gidip camdan aşağıya atlayamazlar. Her an kameralarla gözetim altındadırlar. Şimdi, burada kamera yokmuş, sorgu yapılan odada kamera yokmuş. Ya yoktur ya bozulur, her zaman gerekçe budur. Avukatların ve ailesinin otopsiye girmesine bile izin verilmedi ve otopsi raporu gizlenemeyecek belgelerin başında olmasına rağmen otopsi raporu hâlâ aileye verilmedi. Yine, aile, Murat Araç'ın cansız bedenini gidip gördüğünde boynunda ve vücudunda morluklar olduğunu bizzat müşahede etmiştir. Aslında, bunun bir cinayet olduğu kuvvetle muhtemel olduğu sadece bu verilerden bile ortaya çıkmıştır.
Şimdi, burada, nereden intihar etti, nasıl atladı, polis memurları o arada ne iş yapıyordu? Bu kameralar niye çalışmaz? Gözaltında, devletin denetimi, sorumluluğu altında olan bir yerde bir kişi intihar edebiliyorsa -tırnak içinde söylüyorum- o zaman, hiç kimsenin yaşam hakkı ve güvenliği kalmamıştır. Murat Araç olayı çok önemlidir çünkü gözaltında ölümleri 1990'lı yıllardan, 2000'li yıllardan, 1980 darbesinden çok iyi hatırlıyoruz biz. Bu dönemde de İçişleri Bakanı Soylu'nun açıklaması buna açıkça cevaz vermiştir, "Örgütün talimatları vardır, herkes intihar edebilir, bizim gerekçemiz de hazırdır" demiştir. Buna karşın, bu meselenin peşini asla bırakmayacağız. Murat Araç şahsında, gözaltındaki ölümlerin hepsinin şüpheli olduğunu ilk elden ifade etmek istiyorum ve teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)