Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 43 |
Tarih: | 20.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesi üzerine Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini arz etmek için huzurlarınıza geldim. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesi üzerine söz edeceğim ama Sayın Maliye Bakanımız da burada, bir iki cümle de onun için sarf etmek istiyorum eğer müsaade ederseniz.
Çok tartışılıyor "Bu bütçeler kimin için yapılır?" "Bu bütçeler kimin bütçesidir?" Tarih boyunca bizim ülkemizdeki bakış açısı şu olmuştur genellikle: Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz. Sermaye temerküzünün iki yolu vardır, ya emekten çalınır ya sermaye sahiplerinden çalınır. Bunlardan çalmadan Türkiye'de sermaye temerküzü olmaz, bu eşyanın doğal hâlidir. Türkiye'de, bütçeler genellikle, çok istisnai hâller hariç -Sayın Temizel burada, bir iki bütçede işçiler ve köylüler için, özellikle taban fiyatlarda ve işçilerin ücretlerinde yapılan iyileştirmenin dışında hiçbir bütçe- sermayenin dışında hayat bulmamış bütçelerdir. O nedenle, Sayın Bakanı fazla da sıkıştırmayın, bu konuda üzerine gitmeyin. Özü şudur: Gelişmekte olan ülkelerin kaderi maalesef budur. Bunun tersini yapmak sosyalist partilerde, sosyal demokrat düşüncenin egemen olduğu bütçelerde olabilir; bunu da sağlarsanız gelir yaparsınız.
Rahmetli Özal da bana bu cümleyi aynen böyle söylemişti. "Çok rakamlardan bahsediyorsunuz." dedim. "Siz de gelirsiniz bir gün, biriktirdiğim sermayeyi sosyal demokrat olarak emekçilere verirsiniz." demişti. O nedenle, bu kısmı böyle geçeyim. Ve Sayın Bakana da bütçe çalışmalarında başarılar diliyorum.
Bakanlığın tarihçesine baktığımızda Sayın Gençlik ve Spor Bakanımız, daha önce bu Bakanlık bir bakanlığın bünyesinde genel müdürlük olarak görev yapmıştır, bilahare devlet bakanlarının birisine verilen bir görevdi, sonra Türkiye'de müstakil Gençlik ve Spor Bakanlığı kurumu ihdas edildi; siz de onlardan birisiniz. İçimizden bir arkadaşımızsınız, spordan geliyorsunuz. O nedenle, sizin dilinizi anlamaya çalışıyoruz, sizin de bizim dilimizi rahat anlayacağınıza inanıyorum. Bahsedeceğim konuların çoğu aslında, sizin Bakanlığınızı da aşan konular, sadece sizinle ilgili değil, Maliye Bakanlığını, Millî Eğitim Bakanlığını, Aile Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Bakanlığını, sizi ve İçişleri Bakanlığını ilgilendiren müşterek sorunlardır.
80 milyonluk bir nüfusa sahibiz. Genç bir nüfus olduğumuz iddia ediliyor. Bu genç nüfus, şimdilik "genç nüfus" sayılabilir ancak ileride, doğum oranları açısından meseleye bakarsanız, yaşlı olmak durumuna da gidebiliriz. Bunun sayısı... Sayın Cumhurbaşkanımızın "3 çocuk, 4 çocuk" anlayışı belki bir ilaç olabilir. Hep şeyde de "4" söylüyor, ne diyor? "Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak." 4, Rabia 4, buna döndü. Şimdi, inşallah, bir gün de Allah için, Muhammet için, iman için, din için de bir tane isterse 8 çocuğa da varırsak şaşırmayın. Ama bu, ülkenin nüfusunun kaliteli olmasını sağlamaz, olsa olsa çok nüfus olur. Bakabileceğimiz kadar, eğitebileceğimiz kadar, sevebileceğimiz kadar çocuk doğaldır, dahası, olması gereken odur, Türkiye'nin buna yönlendirilmesi gerekir.
Böylece hem rakamların sonuçları... OECD'nin, daha doğrusu uluslararası kuruluşların vermiş olduğu rakamlardır. OECD ülkeleri içinde en mutsuz gençlere sahip ülkelerden biriyiz. Bu gençlerimizin okuma meselesine gelince, daha doğrusu, üniversiteye iştiyak ve arzularına baktığımızda, gençlerimizde müthiş bir iştiyak ve arzu var çünkü halkımızın, büyük çapta, yapısı hep şuna özendirilmiştir: "Devletin kapısına bir adım at, belki ekmek sahibi olursun." Yani aileler çocuklarını daha çok -okutmanın yolu- bir iş bulma arzusuyla üniversitelere seferber ederler ama ne yazık ki Türkiye'de üniversitelere seferber edilen gençliğin geldiği nokta şudur: İşsizler ordusu yaratıyoruz. Bu kadar masraf ediyoruz, bu kadar emek veriyoruz, sonunda, yetiştirdiğimiz bu insanların çoğu işsizler ordusuna katılarak bir nevi, Türkiye'nin bu kez bedbaht insanları hâline geliyorlar. Sonuçta şu çıkıyor ortaya: Açıkçası, Türkiye'de gençleri, üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamama endişesi, işsizlik korkusu, yaşamlarına müdahale endişesi, bir başkası da özgürlüklerinin kısıtlanması sonucunda Türkiye'yi terk etme yani ülkeden kaçma noktasına taşıdığımız bir insanlar grubu hâline getiriyoruz.
"Genç" demişken, aslında üzerinde durulması gereken en önemli konulardan birisi gençlerin fonksiyonu ve gençlere bakışımızın değerlendirilmesi gerekir. "Genç" dediğin, dünyanın her ülkesinde ülkenin lokomotifi, değişimin ve dönüşümün, devrimciliğin lokomotifi ve dinamizmidir. Demokrat ülkeler gençlerin isyanlarını, başkaldırılarını, taleplerini makul düzeyde değerlendirirler ve o ülkeler gençlerin taleplerini çözerler, absorbe ederler ve ülkelerini kaosa götürecek anarşi ve terör olaylarıyla, şiddetle karşılaşmazlar. Ama bütün dünyada şu görülmüştür ki bütün demokratik olmayan otoriter rejimler gençlerin arzularına kulaklarını tıkarlar ve tıkadıkları zaman da gençlerin bu dinamizmini yok etmek ve imha etmek anlayışını Türkiye'de gündeme getirirler, koyarlar.
Gençler, genellikle iki tane güçle karşı karşıya kalır. Birisi, "gerontokrasi" yahut "jerontokrasi" dediğimiz yaşlıların, babaların ve annelerin, ebeveynlerin "aman oğlum şuna karışma, buna karışma", aman çocuğumun başına bir felaket gelmesin diye onları sindirmeye çalışan bir anlayıştır. Diğer tarafta da otoriter devlet gücünü gençlerin önüne dikenler ve çok zamandır bunu Türkiye'de yaşadığımız gibi, 12 Martlar, 12 Eylüller... Binlerce gencimizi, aynı noktadan organize edilmesine rağmen, aynı noktadan ortaya konulan bir oyun olmasına karşın -sağda ve solda- binlerce gencimizi çatıştırdılar. Bunların büyük bir kısmı, 12 Eylülde, 517'si idama mahkûm oldu, bunun 50 tanesi asıldı, idam edildi. Çünkü otoriter rejimlerin anlayışı şudur: Asmayalım da besleyelim mi? Onların düşüncesi, beslemeyelim, asalım zihniyeti gençlerin Türkiye'de muhatap olduğu devlet anlayışıdır. Bu, otoriter rejimlerin tümünde böyledir ve böyle gitmiştir. 12 Eylülde... Türkiye'de genç bir jenerasyondur 68 kuşağı, Türkiye'deki dinamizm, bütün dünyadaki ülkelerin dinamik gruplarından birisidir ve bunlar özellikle değişim ve dönüşümün önünü açmışlardır ama Türkiye'de 12 Martın simge isimlerinden Deniz Gezmiş -herkes kendisine göre farklı değerlendirebilir- enternasyonal bir devrimcidir. Hem anti Amerikancıdır, sonuna kadar sosyalisttir. Son nefesinde, Türkiye'de asılırken "Yaşasın tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye!" demiştir. O nedenle o arkadaşlarımızı tekrar saygıyla anıyorum. Değerlendirmelerinin farklı olması çok da bir şey değiştirmiyor.
Bir başka şey söylemek istiyorum. O dönemin gençleri genellikle gerçekten toplumla iç içe, halkı yanına alarak işlem, daha doğrusu eylem yapan insanlar değildi. Ama Gezi olaylarına geldiğimizde farklı bir manzarayla karşılaştık. Gezi olaylarının, Sayın Cumhurbaşkanımız genellikle yurt dışı ülkelerin bir oyunu olarak, daha doğrusu ortaya koyduğu bir oyun olarak sahnelendiğini düşünmektedir. Bana sorarsanız yaşama olan müdahalenin getirdiği endişe neticesinde, bizden çok farklı olarak, bizim annemiz ve babamız koyduğumuz eylemlere karşıyken onlar anasıyla, dayısıyla, halasıyla danasıyla, soyuyla sopuyla, herkesle oradaydı çünkü değişime müdahaleyi içine sindirmek istemiyordu. Bu nedenle, bütün bu talepleri yerine koyup değerlendirirsek, doğru değerlendirirsek, doğru teşhis koyarsak bu sorunlar ileride ülkenin başında çözmek zorunda kaldığı bela olarak kalmazlar. Hep şunu görüyorum: Türkiye'deki bütün şiddet olaylarının altındaki meselelere konmamış doğru teşhis, sonuç ile sebebi birbirine katarak yeniden maruz kaldığımız muamelelerin başında yanlış teşhis ve çözümü demokratik yoldan arayıp bulamamanın sonucuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bugün Türkiye'de gelen şiddetin en büyük sebeplerinden birisi de açıkça odur. Sebep-sonuç meselesi doğru tahlil edilmelidir. Çare, teşhis doğru konmalıdır. Yaklaşım tarzı demokratik ve özgürlüklerden yana olmalıdır. Ondan sonra ben inanırım ki Türkiye'de bataklıkların kurutulması sivrisineklerin üremesine mâni olacak en büyük tedbir ve en büyük ilaçtır.
Sayın Bakan, aslında sizinle konuşmamız gereken büyük meselelerin birisi de belki bu gençliğin dışında sporu konuşmamız gerekir ama gençlerle ilgili en son şunu da söyleyeyim: Türkiye'de size bağlı 600 bin yatak olduğunu düşünüyorum. Rakamlar yanlış olabilir. Yani, 81 ilde Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Kredi ve Yurtlar Kurumunun uhdesinde 600 bin yatak var. Ama, bu, gençlerin arzularının sadece yüzde 13'ünü falan karşılayacak noktada. Diğer tüm gençlerin gideceği yerler, ya cemaatlerin ya tarikatların ya sivil toplum örgütlerinin veya ne nedenle kurulduğunu bilmediğimiz birtakım kuruluşların yurtlarında çocukları barındırıyoruz.
Yani, Türkiye'de 15 Temmuzu yaşadık. 15 Temmuzu yaşayan bir ülke bu çocukların nasıl yetiştirildiğine dair ve... Türkiye'de kurşun sıkacak güce gelmiş bir örgütün eline gençleri terk ettiğimizde ileride akıbetimizin bundan farklı olmayacağını görmemiz gerekir. Yani, kıssadan hisse şudur: Türkiye'de her hâlükârda gençlerin barınma sorunları, yeme sorunları gibi konuların mutlaka devlet tarafından karşılanması vazgeçilmez olmalıdır, başkalarının insafına Türkiye terk edilmemelidir.
Değerli arkadaşlarım, geçenlerde burada isimler üzerine çok tartışma oldu, hatta birbirimizi kıracak noktalara gelecek, bir arkadaşımıza da ceza intisap edecek şekilde bir tartışma yapıldı. Nedir? "kürdistan" dedi. Dün de yanılmıyorsam "Dersim" lafı geçti.
Şimdi, Sayın Bakan burada, Türkiye'de Futbol Federasyonu var, Futbol Federasyonuna bağlı kulüpler var. Şimdi, bir örnek vermek istiyorum size. Türkiye'de siz bir futbol takımının elinde kılıç, belinde silah veyahut da elinde taş ve sopayla sahaya çıktığını gördünüz mü hiç? Ben görmedim. Ama, Türkiye'de Amedspor diye bir takım var. Amedspor federasyonun tescil ettiği bir kulüp. Şimdi, sorsam size, Amed sanki kürdistandan gelme, Kürtçeden gelme, Kürtlerin mutlaka tapmak istediği bir kelimenin sahibiymiş gibi anlamlandırmak isterler. Amed bildiğim kadarıyla Diyarbakır'ın eski ismidir. Medlerden, atalarından kalmış bir şehrin ismidir. Amedspor Türkiye'nin neresine gittiyse "Kahrolsun Kürtler, kahrolsun PKK." diye sloganlara maruz kaldı. Çok yerde bu arkadaşlarımız oraya gitmekten pişman oldular. Şimdi Amedspor'u biz alalım, Güneydoğu Anadolu dediğiniz tabirle, Kürt halkının yaşadığı dediğiniz şehirlere hapis mi edelim? Bingöl, Bitlis, Siirt, Diyarbakır etrafından çıkarmayalım mı bunları, orada mı kalsınlar? Kendi arasında mı lig yapsınlar? Amed iyi niyetle kurulmuş bir spor takımı olarak gittiği her yerde bu muameleye maruz kaldı. Bu muameleyi o stattaki çocuklar yapmadı aslında. Bizim ektiğimiz tohumların, bizim siyasette verdiğimiz mesajların, bizim HDP'ye bakışımızın, bizim Kürt halkına bakışımızın doğurduğu bir sonuç olarak o arkadaşlarımız gittiği yerlerde hem şiddete maruz kaldılar hem de slogan olarak tahkir edildiler. Burada Ankaragücü maçında, Sayın Bakan mutlaka muttali olmuştur, bu arkadaşlarımız, arkadaşlarımızın yöneticileri şeref tribününden aşağı atıldılar. Şimdi, biz nasıl birbirimize yaklaşacağız? Sporda bile, bir spor takımını bile içimize sindiremezsek nasıl bu işi götüreceğiz ben merak ediyorum; bir.
İki, Sayın Bakan, spor demişken aklıma şu geldi: Özellikle sizin zamanınızda mutlaka bunu çözmek zorundayız. Türkiye'de profesyonel futbolun bir ciddi yasaya ihtiyacı var, kulüpler yasasına ihtiyaç var. 4 milyar dolar borcu olan kulüplerin geldiği bu noktada Dernekler Kanunu'yla bu spor kulüplerini yürütemezsiniz. Gaziantepspor diye birtakım vardı, efsane bir takımdı; o takım bugün ikinci lige düşecek bu sene, gelecekte amatöre düşecek. Hırsızların elinden devlet bunu almadı çünkü İçişleri Bakanlığının denetimi, maalesef, işlev görmedi. Şimdi, kulüpleri mutlaka, Futbol Federasyonumuzu özerk kabul ediyoruz; doğru ama beni mazur görün, kusura bakmayın, zorunuza gideceğini de zannetmiyorum; Türkiye'de gerek Futbol Federasyonu gerek Basketbol Federasyonu gerekse Voleybol Federasyonu gibi çok federasyonun yüzde 99,9'u işaretle seçilmektedir. Tıpkı AK PARTİ il ve ilçe kongreleri gibi seçilmektedir. Hiç kimse aday olma cesaretini göstermemektedir. Kim işaretlenmişse o oraya başkan olmaktadır. Delegeler itaatkâr, başkanlar da orada esir düşmüş hâlde. Bu nedenle Türk futbolunun bu anlayışla kurtulması mümkün değil. "Tesis sorunu" diyorsanız ben size bir yol göstereyim, arzu ederseniz size geleyim yardım da edeyim bu konuda. Türkiye'de İmar Kanunu'nda yapılacak bir tek cümlelik değişiklik... İmar Yasası'nda biliyorsunuz yüzde 35'le parselasyon yapılırdı şimdi yüzde 40'a çıkartıldı. Bu yüzde 5'i sadece spor alanlarına tahsis ederseniz yani rant için kullanmazsak buradan elde edilecek saha sayısı 100 bindir. 24 bin şu anda Türkiye'de lisanslı teknik direktör var. 14 milyon gencimiz var Sayın Bakan. Türkiye'de sporun kaynağının bu olması gerekir. Avrupa'da 3 milyon Türk var, 7 ülkeye, millî takımlara futbol servisi yapıyor. Biz, 80 milyondan hiçbir halt üretemiyoruz. Demek ki bir yanlışımız var yani sistemimizde bir eksiklik var.
Sporda yapılması gereken şudur: On yıllık bir programla, bu kadar başarısız bir Millî Takım'ı hazmetmek doğru değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL DOĞAN (Devamla) - Sizden bir dakika isteyeyim mi Sayın Başkan, istiyorsanız istemeyeyim?
BAŞKAN - Peki.
Buyurun, tamamlayın lütfen.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Şöyle bitireyim müsaade ederseniz: Bizde sistem eksikliği var ve on yıllık bir program eksikliği var. Bunun mutlaka yapılması gerekir, yapıldığı zaman Türkiye Millî Takımı futbolcularının kendi altyapımızdan yetiştirilme şansı var. Ben bunu kendi kulübümde yaşadım. Antepspor olarak 1-2 yabancının dışında 11 futbolcunun 9'u Antep'ten veyahut da çevre illerden gelen çocuklardı. Bizde insan var ama tarla yok, eğitim yok, yetiştirilecek adam yok, bu konuya eğilecek bir anlayış yok.
Baskette büyük bir sorun var, özellikle Euroleague'de büyük bir sorun var. Genç çocuklarımızın hiçbirisi oynama şansı bulamıyor çünkü Euroleague'de, Avrupa Şampiyonluğu'nda, çok ciddi müsabakalarda herkes yabancıları oynatıyor. Buna mutlaka bir çare bulunmalıdır yoksa basketbolun bundan on yıl önce almış olduğu mesafeden çok aşağıya düştük, daha da aşağıya düşebiliriz diye düşünüyorum.
Çok değerli bir Gençlik ve Spor Bakanlığı Genel Müdürümüz var, amatörden geldi. O arkadaş buranın çamurlarını ve buranın tozunu yutan insandır, sizin için bir şanstır, Türk sporu için de bir şanstır.
Saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Doğan.