GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:41
Tarih:18.12.2017

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığımızın, üniversitelerimizin, ÖSYM ve YÖK'ün bütçeleriyle ilgili, partim Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, evrensel beyannamelerden felsefi doktrinlere, felsefi doktrinlerden ilahi metinlere kadar yaratılanların en şereflisi insanın tekâmülünde olmazsa olmaz en önemli hak ve vasıta eğitimdir. Dolayısıyla "Öğrenmenin yaşı yoktur." "Beşikten mezara kadar veya yaşam boyu öğrenme." "Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?" "İlim, Çin'de de olsa alınız." "Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olmak." gibi vecizleşen öğretilerde de ifade edildiği gibi, beşerî kalkınmanın temelinde doğru ve sağlıklı bilginin elde edilmesini sağlayan eğitim yatmaktadır.

Dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye'de de kısaca "okul öncesi" "ilköğretim" "ortaöğretim" ve "yükseköğrenim" olarak alt başlıklara ayrılan eğitim ve öğretim faaliyetlerini bir bütün olarak ele alıp uzun vadeli programlar yapmak zorundayız. Dahası, aralarında sıkı sıkıya ve yakından bir ilişki olması hasebiyle herhangi bir öncelik ya da sonralık söz konusu yapmamamız gerekir.

Sayın milletvekilleri, güçlü ve kalıcı devletlerin temellerinde güçlü millet yapılanmasının olduğuna tanıklık ettik, etmekteyiz hâlâ. O zaman 2071 gibi yaklaşık yarım asırlık bir vizyon ve misyon söz konusu ise kalkınmayı sadece ticari ve teknolojik boyutlu düşünmek yerine, bu kalkınmayı sağlayacak yetenekli genç insan kaynağını yetiştirecek yüksek ülkü ve ideallerin yani kültürel değerlerin üretilmesi de vazgeçilmezimiz olmalıdır.

Türk devlet sürecinde yükselme ve kalkınmanın öne çıktığı dönemlerine bakıldığında, bu yüksek ilke ve ülkülerin benimsenip hayata geçirildiğine tanıklık etmekteyiz. Yakın tarihimiz bunun en büyük kanıtıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk milletinin yüksek değer ve ilkelerine olan gönülden bağlılığı olmasaydı, maalesef ne istiklal olurdu ne cumhuriyet kurulur ne de akabinde bizleri uluslararası rekabete taşıyacak muasırlaşmadan söz edilebilirdi. Bu anlamda, bugün Çin'e, Japonya'ya veya Almanya'ya baktığımızda, onların sağladıkları kalkınmayı sadece bilim ve teknolojiden kaynaklı yorumlamak eksik kalır.

O zaman, Türk millî eğitiminin temelde zengin tarihî geçmişinden örneklerinin sıkça görüldüğü gibi, öncelikli olarak temel millî değerlere bağlı, evrenseli arama ve geliştirme hedef alınmalıdır çünkü eşyanın tabiatı gereği kendini bilmeden, tanımadan, tanımlamadan bir başkasını bilmek, tanımak ve tanımlamak imkânsızdır. Dolayısıyla siyasetten arınmış, ülkenin ortak millî değerler etrafında yoğunlaşmış ve insanlığın ortak malı ve mirası olan bilgi ve bilimin arayışı, üretimi ve sağlanması esas alınmalıdır. Bunun da kalıcı ve başarılı olması, bu yüksek amaca matuf sistematik program ve müfredatlar hazırlama, uygulama ve olası aksayan yönleri ise olabildiğince sekteye uğratmadan ilgili tadilatlar yapılarak süreklilik kazandırmaya bağlıdır.

Genç cumhuriyetimizin birçok alanda olduğu gibi, bugüne kadar eğitim noktasında da -emeği geçenlerden Allah razı olsun- büyük atılımlar yaptığına biz tanıklık etmekteyiz.

Evet, şimdiye kadarki birçok konuşmacı arkadaşlar, gerçekten, somut birtakım gelişmelere değindiler; bunu inkâr etmek, insanın kendini inkâr etmesi anlamına gelir. Evet, somut olarak, gerçekten, nicelik olarak çok büyük atılımlara tanıklık ettik. Neydi bunlar? Belki hep birlikte destek olduk, evet, kulağa hoş gelen şeylerdi. Üniversite sayılarımız arttı, bunlara bağlı olarak fakülte sayılarımız arttı ve bu fakültelerdeki bölümlerin sayısı arttı. Bununla da kalınmadı, öte yandan, baktığımızda, ilk, ortaöğretim, okul öncesi eğitim ve bütün bu okullaşma süreçlerinde, evet, nicelik olarak bir kalkınma modelinin uygulandığını görmekteyiz.

Evet, o zaman, bütün bunlara rağmen, acaba, niceliğin niteliğe yansıması noktasında çok doğal bir sebep-sonuç ilişkisi beklentimizi ifade etmek adına neden bazı aksaklıklara tanıklık ettik? Çünkü, biliyorsunuz ki eğitimi bir organik bütünlük içerisinde ele alıp incelediğimizde, gerçekten, birkaç hususta birtakım sıkıntılardan şikâyetçi olduğumuzu çok açık bir şekilde görmekteyiz.

Evet, bütçemiz çok büyük, Bakanlığın bütçesi diğerleriyle kıyaslandığında büyük bir bütçe. E, hizmet ettiği alan da çok büyük; çok genç nüfusa sahibiz, dinamik bir nüfusa sahibiz ama bu bütçenin, malumunuz, biliyorsunuz, hemen hemen neredeyse beşte 4'üne yakın bir oranı özellikle personel giderlerine ve SGK'ye ödenti olarak gitmektedir. Dolayısıyla, yeni yatırımlara ya da idealize ettiğimiz yeni programlara kaynak ayırma noktasında biraz sıkıntılarımız var Sayın Bakanım. Nedir bunlar? Evet, bir öngörümüz var, bir hedefimiz var eğitimde, ikili eğitimi kaldırmak. Bu, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devleti adına, Türk gençliği adına çok önemli bir karar ama bunun maliyetine baktığımız zaman, bir öğretim masrafı çıkmaktadır gerek öğretmen ihtiyacı ve gerekse derslik, okul ihtiyacı olarak. E mademki böyle bir ihtiyaç profilimiz de var, o zaman bu bütçenin biraz daha büyütülüp özellikle yatırım ağırlıklı bir yönelime gidilmesi daha yerinde olur kanaatindeyim. Yani, işte, o zaman öğrenci başına harcadığımız rakam daha da yükselir. Evet, bugün de azımsanmayacak bir oranda öğrenci-sınıf sayısal ilişkisi bir düzelme trendi içerisinde ama daha ideal bir noktaya çok rahat bir şekilde ulaşır. Neydi bu? Hani, 20 ile 30 arası rakamlarda gelip gidiyoruz; bunun yerine, tam tersine 20'nin altına çekebilme hedefimiz olursa o zaman OECD'yi değil, Batı'daki diğer kalkınmış ülkelerdeki standardı da yakalamış oluruz.

Bütün bunlara rağmen, saygıdeğer milletvekilleri, yine de, evet, artan bir okul öncesi eğitim sayımız, ilköğretim, ortaöğretim sayımız, üniversitelileşme oranımız var ama yine de, baktığımızda, bölgesel farklılıkların, bu oranları çok farklı ifade ettiklerini görmekteyiz.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim eğitim için parti programlarımıza ve seçim beyannamelerimize koyduğumuz çok veciz bir sözümüz, bir ifademiz var. Amacımız şu olmalı: Eğitim politikalarımızın temelinde yüksek medeniyet perspektifine dayanmak bulunmaktadır. Yani, gerçekten, eğer bu yüksek medeniyet perspektifini yakalamak gibi bir düşüncemiz varsa biz bölgeler arası, hatta aynı şehir içerisinde ilçeler arası bu uçurumun giderilmesi için elimizden geleni yapmalıyız.

Bunun her eğitimcinin çok rahat bir şekilde ifade edebileceği çok temel bir formülü var, bu nedir: Efendim, eğitim girdilerinde eşitlikçi davranıp eğitim çıktılarındaysa adil bir ölçme değerlendirmeye tabi tutmaktır. Nedir bu eğitim girdilerinde eşitlikçi davranmak? Yani her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, her Türk evladının aynı eğitim mekânlarından, imkânlarından, donanımından, teçhizatından, öğretmeninden faydalanma imkânını sağlamaktır. Bu imkânı sağlar, bu müfredatı eşit bir şekilde uygular ve eğitim çıktısı olarak da bu sefer, adil bir sınavla, adil bir değerlendirmeyle -adına "sınav" demek zorunda da değiliz- bunların okul öncesinden ilköğretime, ilköğretimden ortaöğretime, ortaöğretimden de yükseköğretime çok rahat bir şekilde transferlerini sağlayabiliriz.

Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Şu ana kadar birçok konuşmacı, kanayan yara olarak ifade etti, değindi, gerçekten, öğretmenlerimiz bir harf öğretenlerimiz değil, çok harf öğretenlerimiz. Dolayısıyla, gerçekten, onları retorikten uzak tutarak hak ettikleri birtakım iyileştirmeleri yapmamız gerekir, aralarındaki statü farklılıklarının giderilmesi gerekir.

400 bin evladımız gerçekten bu umutla beklemektedir. Bunu, sakın ola ki bizden önceki birkaç konuşmacı... Hakikaten, ben biraz talihsiz buluyorum, böyle mukayese edilmemeli. "Evet, 400 bin bekleyenimiz var ama biz cumhuriyet tarihinde en çok öğretmen atadık." ya da "Bugüne kadar atanan öğretmenlerin üçte 2'si bizim dönemimizde oldu." Sayın Bakanım, bu bizi bir yere götürmez. Bu millet bizden hizmet bekliyor, hepimizden. Bizler de gerekli desteği yapalım. Bu 400 bin kendiliğinden çıkmadı. Bakın, üniversitelileşme güzel bir projeydi belki, Her İle Bir Üniversite doğru projeydi ama altyapısı doldurulmadan, temelleri sağlam birtakım zeminlere oturtulmadan yanlış adımlar atıldı.

Size somut bir örnek vereceğim: Sayın YÖK Başkanım buradalar ve bunu mütemadiyen kendi aramızda da zaman zaman konuşuyoruz. Neydi bu: Bakın, bu çocukların öğretmenlik dışında hiçbir umudunu bırakmadık. Niye? Çok sistematik, gerçekten, üniversitelileşmede istihdam odaklı bir üniversitelileşmeyi inşallah bundan sonra yaparız, geç kalmış değiliz, istihdam odaklı bir üniversitelileşmeyi, fakülteleşmeyi ve bölümleşmeyi ön plana çıkarırsak inanın, bu 400 binler eriyecek.

Bakın, çünkü bu çocukların... Nedir: Matruşka bebek gibi biz üniversite açtık ama üniversiteleri, o açtığımız ilin sosyokültürel yapısına, kalkınma modeline, katma değerine uygun bir altyapıyı dikkate alarak açmadık ki. İnanın, kopya kâğıdı araya koyduk. Her üniversiteye bakın, Allah aşkına, standart, aynı fakülteler var, standart aynı bölümler var, artık ezberledik biz. Fen, edebiyat, işletme, mühendislik, ilahiyat; fen, edebiyat, işletme, mühendislik, ilahiyat. Son zamanlarda buna, bu kervana hukuk fakülteleri de katıldı ve maalesef bizi artık bir tehlike daha bekliyor. 400 bin öğretmen olma umudu olanlar değil, bunlara bir de avukat olma umudu olanlar ilave edilecek. Bu mesleklerin niceliklerini artırarak niteliklerinden sanki taviz veriyormuşuz gibi geliyor. O zaman ne yapalım? Buna bir de teknik üniversiteler kervanını kattık.

Şimdi, isim vermeyeceğim ama iki üniversite, birinin adı "teknik" birinin adı normal üniversite. İnanın, bölümler aynı: Fen, edebiyat, işletme, mühendislik. Şimdi, birinin adı "teknik", bir tek mühendislik var; o, normal olarak var zaten. Şimdi, böyle yaptık biz, bu çocukları biz yığdık o öğretmenlik umutlarıyla beklenen kapılara. Daha sonra öğretmen olma umudunu da yitirenler hatta polisliklere müracaat ettiler, astsubaylıklara, uzman çavuşluklara müracaat ettiler.

Tabii ki, bunların hepsi şerefli meslektir, hepsinin temelinde vatana, millete hizmet yatmaktadır, biz küçümsemiyoruz ama ne olur istihdam odaklı artık bundan sonra...

Sayın YÖK Başkanımız sanıyorum bu tür eleştirileri programına aldı, biliyorum, inşallah bundan sonra en azından hem bir taraftan bu 400 bini eritme formüllerini geliştireceğiz inşallah hem de yeni bir istihdam odaklı... Özellikle bunu vakıf üniversiteleri çok iyi yapıyor, doğrudan da koyuyorlar misyonlarına ve vizyonlarına. Biz de bundan sonra devlet üniversitelerinde aynı şeyi yapalım.

Hâlihazırdaki üniversitelerimizin sayısı arttı ama öğretim üyesi sıkıntımız var. Buna bir de 15 Temmuz hain kalkışmasını ilave ettiğimizde gerçekten yaralarımız fazla, gediğimiz çok fazla, bunların kapatılması lazım. Ama bunu kapatmanın en önemli ayağı, Sayın YÖK Başkanım, değerli bürokratlar, Sayın Bakanım; bakın, inanın muasırlaşmaksa eğer, biraz önce söyledim, Milliyetçi Hareket Partisinin yüksek medeniyet eğitim perspektifi var. Bunun yolu, evet, evrenseli yakalamaktan geçer. Ne olur, yurt dışına lisans üstü eğitim için öğretim elemanı, ister YÖK üzerinden ister TÜBİTAK üzerinden ister üniversitelere kendilerine ayrılmış -geçmişte olduğu gibi- kadrolar tahsis edilerek, gönderilsin. Gönderilsin ki çünkü yaşam boyu bir süreçten bahsediyoruz, ilim. İlim mademki bizim öğretimizde de var, Çin'deyse gidip alalım ve almaya devam edelim. Bakın, biz bu sayıları bugünlerde biraz sanki tuttuk, belki tedbiren yaptınız, bir şey demiyorum ama ne olur bunu bir an önce tekrar uygulamaya koyup sayıları artırarak yurt dışında, özellikle gelişmiş üniversitelerde lisans üstü eğitimi özendirelim, bu çocukları gönderelim.

Bunun bir katkısı da şudur: Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizin tanıtımına, kültürümüzün, değerlerimizin tanıtımına çok büyük katkısı oluyor. Yani Allah aşkına, bir Aziz Sancar prototipini düşünebilir misiniz? Bir Halil İnalcık prototipimiz var, değil mi? İşte, bu, o kuşağın gidip de bizi oraya taşımasıyla ülkemizin Tanıtma Fonu'ndan milyonlarca dolar harcayıp da yapamayacağımız mesafeleri katettiler. Bunu da lütfen geliştirmek noktasında ilgilerinize sunuyorum.

ÖSYM, evet, çok büyük skandallara tanıklık etti; maalesef o hain yapının nasıl çöreklenip hangi usulsüzlükleri, hangi kopyalamaları, hangi şaibeli işleri yaptığını hepimiz sizlerin sunduğu bilgiler dâhilinde öğrendik. Hatta en son geçen sene bir LYS sınavında 7.084 öğrencimizin de değerlendirilmesinde bir hataya tanıklık ettik. Artık bir an önce ÖSYM'nin de toparlanıp kendi iç dinamiklerini harekete geçirip işi ehline vererek...

Bakın, bütün bu saydıklarımızın temelinde esas olan bir şey var: Ehliyet ve liyakat. Efendim, ehliyet nedir? Uzmanlıktır. Liyakat de kabiliyettir. Kabiliyetli ve gerçekten yetenekli insanlara artık bu kurumlarda biraz ön açıcı olalım. Çok kötü tecrübelerimiz oldu geçmişte.

KADİM DURMAZ (Tokat) - Liyakati kaldıralım!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - İmam hatipleri ne yapacağız Hocam?

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Biz, CHP olarak, en başından beri "liyakat" diyoruz zaten.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Bir diğer husus, bakın, biraz önce, benden önceki konuşmacımız çok net bir şekilde ifade etti. Yeni yaralar açmayalım, ne olur. Bakın, yüz elli yıllık "maarif müfettişliği" diye bir kurumumuz vardı. Hakikaten hepimizin yakın akrabalarında, eşinde dostunda mutlaka örnekleri vardır. Onlar kimdi, biliyor musunuz? Onlar eğitim emekçileriydi, onlar tahta valizle ilçe ilçe dolaşan, okul okul gezen, eğitimin de en ilk kademesinden başlayan bir gruptu. Yani bunlar ilkokul öğretmenliğiyle başladılar, okul müdür yardımcılığı, müdürlük yaptılar, daha sonra millî eğitim müdür muavinliği belki yaptılar, belki yapmadılar ve müfettiş oldular. 5 binin üzerinde bir sayı.

Allah aşkına, biz, şimdi, camia olarak, "Millî Eğitim Bakanlığı" deyince 18 milyon bir öğrenci kitlesinden, 1 milyon 100 binin üzerinde bir çalışandan ve 70 binin üzerinde kurumdan bahsediyoruz. Şimdi, bunların teftişi, kontrolü, değerlendirilmesi, 5 bin olan rakamla dahi yapılamayacak bir şeydi. Biz, bunu tuttuk, efendim, birilerini memnun etme adına -şimdi onların da kim olduğunu ifade edeceğim- ne yaptık? 2 bine indirdik, diğerlerini lağvettik. Onları sınava tabi tuttuk, 2 bin kişi kazandı, yetmedi, bunlara "mülakat" dedik, 400 küsur tane -500 diyelim- alındı, diğerleri bekliyor.

Allah aşkına, şimdi, Sayın Bakanım, ne olur kurumlarımızı ehil olmayan insanlara teslim etmeyelim, şu yandaş sendikayı uzak tutalım. Buradan açıkça söylüyorum. Sendika bu kurumlarda karar alıcı noktada olmasın. Elbette ki tavsiyelerde bulunsun, elbette ki önerilerini sunsun, tecrübelerini aktarsın ama atama noktasında, karar alma noktasında en ufak bir faaliyetlerine müsaade etmeyin çünkü bir sürü insanımız rencide olmaktadır.

Şimdi, bir taraftan, gerçekten "millî ve yerli" bir iddiamız var ama öte yandan bize gelen bir sürü dilekçe, bir sürü şikâyet var. Gerek okul yöneticisi olarak gerek müfettiş olarak, yani "Bizim bu mesleğe mugayir, bu mesleği yapamayacağımıza dair hangi özelliğimiz vardı ki biz buraya layık görülmedik, bize bu tür görevler verilmedi." Bu tür söylentilere, inanın, cevap vermekte zorlanıyoruz. Onun için, gerçekten, üniversitelerden ve Millî Eğitime bağlı kurumlardan sendikaların elini çekmesi lazım, muhatap alınmaması lazım. Esasımız bellidir, liyakattir ve ehliyettir.

Şimdi, gerçekten yapılan güzel şeyler adına biz teşekkürlerimizi, düşüncelerimizi ifade ettik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL AYDIN (Devamla) - Komisyonlarda da bunu kendi aramızda...

Efendim, lütfederseniz bir dakika...

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamak üzere bir dakika ek süre veriyorum Sayın Aydın.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Şimdi, fiziki şartlarımız güzelleşiyor, iyi oluyor. İyiye "iyi" demek insanlık görevimiz.

Şimdi, engelli öğrencilerimiz var, öğretmen oldular bu çocuklar. Gerçekten, Allah korusun, hepimiz potansiyel engelliyiz, malumunuz. Bunların çalışma şartları noktasında gerçekten hâlâ eksiklerimiz var ama ben moral olsun diye sadece iyi olan bir şeyi paylaşmak istiyorum çünkü ikisi de benim öğrencim. Bir gazete kupüründen kopardım. Efendim, Antakyalı öğrencilerim -Hakan Reyhani ve Ahmet Topsal ismindeki öğrencilerim- ikisi de öğretmen, Denizli'de öğretmenlik yapıyor ve gerçekten onların tekerlekli sandalyeyle öğretmenlik yapmasını sağlayacak her türlü imkân, donanım var.

İşte biz bunların çoğalmasını istiyoruz Sayın Bakan, bunların çoğalmasını istiyoruz. Yoksa bütçeyi farklı kanallara yönlendirmenin bir kıymetiharbiyesi yoktur diyorum ben, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aydın.