GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:17.12.2017

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Genel Kurulu ve Divanı saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 4 Kasım 2016 tarihinden itibaren cezaevlerinde tutuklu bulunan kıymetli eş başkanlarım Sayın Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, yine grup başkan vekillerimiz İdris Baluken ve Çağlar Demirel ve diğer vekil arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine partim HDP adına söz almış bulunuyorum. En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek konuşmama başlamak istiyorum. Son sekiz yılın Dışişleri Bakanlığı bütçesine baktığımız zaman, 2010 yılında yeni parayla 1 milyarla başlayan bütçe geçen sene 3 milyara kadar çıkmış, ek ödeneklerini bilmiyoruz ama 3 milyarın üzerinde para, bu sene de 3 milyar 300 milyon bütçe isteniyor.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz devletin bütçesi olmaz, halkın bütçesi olur çünkü bu paralar halkın paraları, halktan alınan vergilerle bir kısmını dış politikaya ayırıyoruz her yıl bütçede ve bu bütçenin de halkın talepleri, istekleri doğrultusunda kullanılmasını istiyoruz. Peki, öyle mi oluyor? Geçen sene 3 milyar bir bütçeyle çalışan Dışişleri Bakanlığının faaliyetlerinin bir sonucuna bakalım. Birkaç örnek vereyim, bunları ileride detaylandıracağım, örneğin, Amerika'yla ilişkiler bir önceki seneye göre çok daha kötüleşmiş durumda. Avrupa'yla ilişkiler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi'yle ilişkiler kesilme noktasına gelmiş. Geçen sene yaptığım konuşmada söylemiştim, Orta Doğu'da bir tek Kürdistan Bölgesel Yönetimi kalmıştı Hükûmete dost kalan, bu sene onu da kaybettiler bu Kerkük etrafında dönen tartışmalar yüzünden. Nezaketen bile olsa "Mam Celal" dediğiniz Sayın Talabani'nin cenazesine bir heyet bile gönderme nezaketi gösterilemedi maalesef.

Bakıyoruz ki Dışişleri Bakanlığının bütçesi arttıkça Türkiye'nin dışarıda yaşadığı sorunlar da artıyor. Yani bu para nasıl kullanılıyor, bu bütçe nasıl değerlendiriliyor ki her geçen gün Türkiye'nin dışarıdaki izolasyonu katbekat artıyor? Ahmet Davutoğlu'na yapılan en büyük eleştiri dış politikayı ideolojik temellerde yapması, bunun için de Türkiye'yi yalnızlaştırmasıydı. Ahmet Davutoğlu gitti, bütün faturayı kendisine kestiniz ama Ahmet Davutoğlu gittikten sonra da dışarıda dostluklar artmıyor, azalıyor; düşmanlıklar artıyor ve bunun ceremesini Türkiye'de yaşayan bütün halklar bir şekilde çekiyor. Onun için, biz Dışişleri Bakanlığının talep ettiği bu bütçeye karşı olduğumuzu baştan ifade edelim.

Doğrusu, Dışişleri Bakanının kendisi ve birlikte çalıştığı arkadaşlara yönelik olarak şahsi herhangi bir sıkıntımız söz konusu değil. Kendisine bir görev verilmiş, Türkiye'nin dış politikasını toparlamak. Yalnız, temel konsept yanlış olduğu için dış politikadaki bu kırılmalar, bu izolasyonlarda çok fazla sorumluluğu olmadığını da şahsen düşünüyoruz. Daha genel bir konsept, Bakanlığın dışında yoğunlukla belirlenen bir dış politikanın icracısı durumunda maalesef Dışişleri Bakanlığı.

Değerli arkadaşlar, şu an Türkiye'nin bir dış politika konsepti yoktur, herhangi bir konseptten yoksundur. Daha önce değişik vesilelerle söyledik, mesela Atatürkçüler, Kemalistler sürekli "Yurtta sulh, cihanda sulh." diye bir kavramla giderler. Bir konsepttir; yanlış, doğru, eksik, tartışırsınız ama bir konsepttir ya da daha önce stratejik derinlik Sayın Davutoğlu'nun bir konseptiydi; eksik olur, yanlış olur, hatalı olur ama bir konsept. Mevcut durumda Türkiye Cumhuriyeti devletine Hükûmet eden AKP'nin herhangi bir dış politika konsepti yoktur. Son derece konjonktürel, eklektik, tutarsız, bir gün dediğini ertesi gün inkâr eden, hatta sabah söylediğini -son Rusya örneğinde gördüğümüz- akşam inkâr eden, içte dışta gerilimden beslenen, dışarıda da gayet militarist bir söylem kullanan, tuhaf, ne olduğu belli olmayan bir şey. Bir konsept diyemiyoruz yani kendi içsel tutarlılığı olmayan bir dış politikadan bahsediyoruz. Nedir bu? Türkiye Orta Doğu'daki ve küresel anlamda yaşanan yapısal dönüşümlere ayak uydurmaya çalışırken, doğrusu, ayak uyduramıyor, savruluyor. Dış politikada bir uçtan diğerine savruluyor.

Hatırlayın, hatırlatmak istiyorum: Trump gibi bir İslamofobik iktidara geldiği zaman Hükûmete yakın olan çevreler Trump'a inanılmaz, böyle, dikkatli davranıyorlardı, gönlünü hoş tutmaya çalışıyorlardı. Çünkü Barack Obama'dan sonra Trump'la, belki Amerika'yla ilişkileri toparlarız gibi düşünüyorlardı. Aynen bu Meclis kürsüsünde şunu söylemiştik, kendim söylemiştim: "Yani bir İslamofobik neocon olan Trump gibi birisinden medet umar duruma gelmişsiniz. Bununla hiçbir yere gidemezsiniz." Ki en nihayetinde şu an "Trump da bizi sattı, anlamadı." noktasına gelmişsiniz.

Şu an nereye savrulmuş? Şu an Rusya'ya doğru, böyle, ciddi anlamda bir savrulma söz konusu. Ben Hükûmete yakın olan medyada dikkatle izliyorum -çok eğleniyorum gerçekten- bir Putin methiyeleri düzüyorlar ki aklınız hayaliniz durur. Diyorum kendi kendime, yakında çocuklarına, Putin, Dugin falan ismi verecekler, Ivan, Igor diyecekler çocuklarına. Çok acele etmesinler, iki yıla kadar -bakın burada söylüyoruz, arkadaşlar, böyle, altını kalın çizsinler, kayıtlara geçsin- "Rusya da bizi kandırdı." noktasına gelecekler. Birazdan sebeplerini detaylı bir şekilde anlatacağım.

Değerli arkadaşlar, bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan sorunların bu ülkeye yansımalarını merkeziyetçi, totaliter, militarist, faşist birtakım oluşumlarla karşılamak mümkün değildir. Dışarıda ve bölgede yaşanan bu durumlar Türkiye'de de ciddi anlamda birtakım siyasi kırılmalara, gerilimlere sebebiyet veriyor. Şu an Türkiye'nin iç siyasetinde yaşadığımız sorunların çok önemli bir kısmı küresel düzeyde Avrupa'da, Orta Doğu'da yaşanan sorunların Türkiye'de yarattığı sıkıntılara ortak akılla cevap verememenin sonucudur. Hükûmet alıyor parayı, istediği gibi kullanıyor, çok fazla muhalefete danışma gibi bir derdi de söz konusu değil, muhalefetten gelen bütün eleştirilere kulaklarını da tıkıyor, sonra sene sonunda geliyor, ben bir daha para istiyorum diyor. Kusura bakmasınlar, biz bu bütçeye, bu mantıkla örülmüş bütçeye, dışarıda, içeride sürekli gerilim üreten bu bütçeye kesinlikle hayır diyoruz.

Kıymetli arkadaşlar, Hükûmet, tabii, bunu yaparken sürekli olarak dışarıda, bu yerlilik, millîlik kavramı var, bu arada çok fazla kullanılıyor, ona dair bir iki kelam etmek istiyorum. Diyorlar ki: "Dünya bizi kıskanıyor. Dünya bizi kıskandığı için sürekli olarak bizim üzerimize geliyor." Ben size birkaç tane rakam vereyim. Dünya niye burayı kıskansın? Birkaç rakam vereyim.

Şimdi, uluslararası camiada bir ülkenin prestiji yapılan sarayların haşmetiyle falan ölçülmüyor, birtakım başka kriterler var. Mesela ne? Mesela hukukun üstünlüğü, mesela insani gelişmişlik, ekonomik gelişmişlik, demokratik kurumların işleyişi gibi birtakım endeksler var, buraya bakarlar. Türkiye'ye bakalım: Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişme Endeksi'nde Türkiye 71'inci sıraya gerilemiş, 2000'li yılların başında Türkiye 45'inci, 50'nci sıralarda, gerileme var. Gazeteciler meselesine hiç girmiyorum, Türkiye 180 ülke arasında 155'inci sırada, muhtemelen bir sonraki yılın raporunda son 10'a girmeye aday, bu tartışılıyor. 2004 yılında basın özgürlüğü konusunda Türkiye 98'inci sıradayken tam 57 sıra gerilemiş. OECD'ye üye 38 ülke arasında Sosyal Eşitsizlik Endeksi'nde Türkiye 33'üncü sırada, yaşam memnuniyetinde 34, cinsiyet eşitsizliğinde 35, eğitim kalitesinde 37, hava kirliliğinde 33, su kalitesinde 37 ve çalışma koşulları itibarıyla 38'inci ve son sıradadır. Dünya Türkiye'yi niye kıskansın? Kıymetli arkadaşlar, bir örnek de şeyden vereyim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla dava götüren, en fazla ceza alan ülke de Türkiye, o konuda da şampiyon. Önümüzdeki yıl bu şampiyonluğu... Hele bu komisyondan, bu ihraçlar yüzünden şu an çalışmaları devam eden komisyondan mesele çıksın, iç hukuk yolları bir tükensin, Türkiye dünyaya öyle bir rekor yazacak ki insan hakları ihlalleri konusunda, bunu hiçbir ülkenin kırma şansı bir daha olmayacak, ilelebet şampiyon olacak Türkiye. Yüz binlerce insan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidecek. Sonra "Dünya bizi kıskanıyor." Neyi kıskanacak? Bütün bakanların, bütün vekillerin, Başbakanın, Cumhurbaşkanının bindiği arabaların hepsi Alman arabası; BMW'ler, Audi'ler şu kapının önünde. Doğru dürüst üretebildiğimiz herhangi bir şey yok ya bizim neyimizi kıskanacaklar? Dört tane parti var, bir defa yan yana gelip herhangi bir konuda mutabık kalabilmiş değiliz bu ülkenin geleceği konusunda.

Değerli arkadaşlar, yerlilik ve millîlik söylemi içi boş, balon bir söylemdir. Bu söylemin sebebi şudur: Evrensel standartlara ulaşma iradeniz kalmadığı zaman işte popülist birtakım söylemlerle yerlilik ve millîlik iddiası güdüyorsunuz. Bu yerlilik ve millîlik iddiası gerçek anlamda bir yurtseverlik iddiası değildir bize göre. Evrensel standartlara gelmeniz konusunda çok fazla eleştiri geldiği zaman, "Efendim, biz Kopenhag'ın değil, oranın kriterlerini değil Ankara'nın, Kasımpaşa'nın kriterlerini..." diyorsunuz, kökeni budur. O standartlara ulaşamadığınız zaman bunu bir şekilde meşrulaştıracak birtakım ideolojik söylemler üretmek zorundasınız, şu an yaptığınız da budur. Nedir bu? "Hans'ın, George'un ne söylediği önemli değil." diye bir söylem vardı değil mi, Cumhurbaşkanı defalarca kullandı bunu. Tamam, Hans'ın, George'un ne dediği önemli değil, Ayşe ile Mehmet'in ne dediği önemli, çok güzel. Peki, Ayşe ile Mehmet'ten aldığınız vergilerle Hans'ı, George'u dışarıda ikna etmek için yüz milyonlarca doları niye lobi şirketlerine aktarıyorsunuz? Hani Hans'ın, George'un ne dediği önemli değildi? Hans'ın, George'un ne dediği önemli çünkü Türkiye, dünyaya önemli oranda entegre olmuş bir ülke; ticari anlamda olmuş, ekonomik anlamda olmuş, kültürel anlamda olmuş, eğitim anlamında olmuş. Böyle izolasyonalist, kendi içinde kapalı, bütün dünyaya meydan okuyan bir mantıkla giderseniz gideceğiniz yer, duvara toslarsınız; ötesi, bu çok patolojik bir durumdur; bu yerlilik, millîlik söylemi çok patolojik. Bakın, hastalıklı bir söylemdir diyorum. Niye? Bunu da anlatayım: Yerlilik, millîlik adına, bu son dönemde Türkiye'de yapılan bazı şeyler oldu. Sakın, bunları istisnai uç durumlar olarak görmeyin. Burada üretilen, ülke genelinde üretilen siyasal atmosferin yarattığı patolojik durumlardır. Ne gibi durumlar? Şöyle: Hollanda'yla sorun yaşıyorsunuz, bir protesto yöntemi olarak yandaşlarınız portakala bıçak sokuyorlar ya; Rusya'yla sorun yaşıyorsunuz, domates dişliyorlar. Geçen gün gördüm, Trump Kudüs kararını tanıdıktan sonra, muhtar olduğu iddia edilen birisi bir turpun üzerine Trump yazmış, turp kemiriyor. Amerika'yla sorun yaşıyorsunuz, dolarla burnunu siliyor.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Çok derin bir örnek oldu bu! Bunu partiyle ilişkilendirdiniz.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hayır. Parti değil, yaratılan bu genel siyasal atmosferin toplumda yarattığı patolojilerdir diyorum buna.

SALİH CORA (Trabzon) - Hişyar Bey, verilecek örnek değil bu.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Medyasıyla, siyasetiyle dışarıya karşı, çoğu zaman neredeyse yabancı düşmanlığına, neredeyse değil, yabancı düşmanlığına varan söylemler karşısında halkım ne yapsın? Halkım da Hükûmetiyle dayanışmak istiyor; istiyor, halkta suç aramayın ama öyle bir patolojik ortam oluşmuş ki, işte, en son bir tane...

SALİH CORA (Trabzon) - Ya, verilecek örnekleri ver.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Tamam, işte bir örnek veriyorum, ki yani ne, hangi çılgınlık seviyesine geldiği görülsün diye bunları veriyorum; polemik yaratmak için değil.

SALİH CORA (Trabzon) - Örnek vermiyorsun, sataşma yapıyorsun.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Lütfen, rica ediyorum, bitireyim.

En son, kalemşor bir yazar -eskiden bazen iyi yazılar da yazardı- biliyorsunuz, ismini vermeyeyim.

SALİH CORA (Trabzon) - Milletle alay ediyorsun.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şöyle diyordu eskiden: "Hepimizin bildiği..."

SALİH CORA (Trabzon) - Dışarıda ülkeyle alay ediyorsun, içeride milletle alay ediyorsun.

ZİYA PİR (Diyarbakır) - Ya, bir dinle... Dinle...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ya, bir müsaade eder misiniz lütfen. Bakın, bitince alırsınız, konuşursunuz. Lütfen, sabah sabah yorgunum gerçekten, kahve içtim, kendime gelmeye çalışıyorum.

ZİYA PİR (Diyarbakır) - İstersen domates vereyim de biraz...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Vekilim lütfen... Lütfen...

Şimdi, bakın, en son da daha dün, evvelsi gün eskiden iyi yazılarıyla tanıdığımız, 1990'larda benim de okuduğum, gerçekten İslami camia içerisinde böyle Gramsci okumuş falan, entelektüel kalibresi yüksek bir adam olarak bildiğimiz -ismi lazım değil- bir kalemşor demiş ki: "Kola içmeyin -çok özür diliyorum- çişinizi için, daha iyidir." Böyle yazmış ve bunun da sağlıklı olduğunu söylemiş, duymuşsunuzdur bazılarınız, sanki daha bir yıl önce kola fabrikasını burada şeyle açmadılar gibi, Hükûmet Konya'da kola fabrikasını açmamış gibi.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Gülüyorum Sayın Özsoy, bunlara gülüyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, bununla dış politika yürümez.

AYŞE DOĞAN (Tekirdağ) - Daha sonra kapandı kola fabrikası.

SALİH CORA (Trabzon) - Başka örnekler verin.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Başka örnekler de var, geliyorum. Bunlar sadece durumun vahametini göstermek için kullandığım örnekler.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Özsoy, siz akademisyensiniz, bunlar konuşmanızı destekleyecek örnekler değil.

PERVİN BULDAN (İstanbul) - Başkan, müdahale eder misiniz lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar...

BAŞKAN - Arkadaşlar, müdahale etmeyin lütfen, müdahale etmeyelim.

Sayın Özsoy, siz devam edin.

SALİH CORA (Trabzon) - Seni ağır bir adam zannederdik ya, maalesef. Böyle bir konuşma tarzı olur mu?

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bakın, "Seni ağır bir adam zannediyorum." diye çirkin çirkin konuşmalar var Başkan burada. Terbiyesizlik yapmayın.

SALİH CORA (Trabzon) - Terbiyesiz sensin.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Yapmayın.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bakın, sabah sabah yakışmıyor. Varsa sözünüz gelip kürsüde söylersiniz. Lütfen...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Varsa sözünüz, müsaade istersiniz, gelirsiniz, konuşursunuz burada.

BAŞKAN - Gelirsiniz, söylersiniz. Niye müdahale ediyorsunuz? Müdahale etmeyelim lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, devam edelim. Şöyle: Bu son dönemde biliyorsunuz Kudüs meselesi yüzünden Amerika'yla, İsrail'le ilişkiler iyice gerilmiş durumda. Öncelikle şunu söyleyeyim: Trump'ın aldığı karar ve İsrail'in Filistin'e seksen yıldır uyguladığı bütün politikaları kınıyoruz, lanetliyoruz. Orada yaşananların hiçbir şekilde savunulacak bir tarafı söz konusu değil. HDP olarak bizim tavrımız bu konuda nettir. Bir işgal altındadır Filistin ve Cumhurbaşkanının o gösterdiği haritaları, samimiyetle söylüyorum, Orta Doğu dersi verirken sürekli kullanıyordum. Yani son seksen yıl içerisinde adım adım Filistin'in nasıl darmadağın edildiği, nasıl yok edildiği ve nihai olarak İsrail devletinin Filistin'le anlaşma değil, Filistin'i sonuna kadar yok etme; son toprak parçasına o yerleşimleri yerleştirene kadar durma niyetleri filan söz konusu değil yani. Böyle bir durum.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, İsrail'le biliyorsunuz uzun bir dönem ilişkiler sıkıntılıydı. Geçen seneden, evvelki seneden itibaren bu ilişkileri yeniden toparlayalım diye Hükûmetin girişimleri söz konusu oldu; karşılıklı tartışıldı, konuşuldu, eninde sonunda bu Mavi Marmara meselesi üzerine bir anlaşmaya varıldı ve o anlaşma komisyona geldi, orada çok ciddi tartıştık.

CHP'li arkadaşlar, sizlere de biraz dokunduracağım, siz de biraz lütfen dinleyin. Biz yukarıda, bu komisyonda tartışırken çok sert eleştirdik, bu Mavi Marmara anlaşmasının çok sıkıntılı olduğunu söyledik ama o zaman Hükûmet cenahından, AKP Grubundan arkadaşlar "İsrail önemli bir ülke, bir şekilde İsrail'le ilişkileri toparlamamız gerekiyor. Hatta Filistin'e en fazla İsrail'le ilişkilerimizi toparlayarak yardımcı olabiliriz." Medya yazıyordu "İnsani yardım götürebiliriz." vesair vesair.

O anlaşma metninin en altında şöyle bir ibare de vardı: "Bu anlaşma Ankara ve Kudüs'te eş zamanlı olarak akdedilmiştir." Yani Kudüs'ü Ankara'ya bir eş kent olarak anlaşmanın altına da yazmışlardı. Orada çok sert tartıştık, aşağıya indik, Genel Kurula. Bu Genel Kurulda -bir iki istisna olabilir değişik partilerden, o an dikkat etmiştim, şu an hatırlamıyorum- HDP dışında hiç kimse çıkıp "hayır" oyu vermedi. CHP'li arkadaşlar, yukarıda, komisyonda biz o anlaşmayı tartışırken aslan yüreği yemiş gibi orada anlaşmayı yerden yere vurdunuz; biz şuraya indik aşağıya, hiçbiriniz anlaşmaya "hayır" oyu veremediniz, çekimser kaldınız burada.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Yok, verdik.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Öyle, kayıtlara bakarız. Hatta bir vekiliniz yanlışlıkla "hayır" oyu verdiği için şurada, gözlerimin önünde grup başkan vekilinden fırça yedi "O oyunu gidip sileceksin." diye ve gidip sildi. Gidin kayıtlara bakın, görürsünüz.

Şimdi, öyle oturup "Tel Aviv'den Kudüs'e çekin de büyükelçiliğinizi." deyip rest çekerek siyaset yapılmıyor, bu böyle bir şey değil. İsrail'in Filistin'e uyguladığı politikalar konusunda ilkesel ve kararlı bir tavır almak lazım. Biz şunu söylemiyoruz: Efendim, İsrail bunu yaptı, siz de karşılığında bunu yapın, rest çekin.

Arkadaşlar, ortada iç politika malzemesi olarak kullanılan bir mesele söz konusu. Öyle tek taraflı olarak "Biz ilan ettik. Alın işte, sizin restinize rest; biz de Doğu Kudüs'ü başkent ilan ediyoruz." Bu arada, Dışişleri Bakanlığının sayfasındaki çeviri ile anlaşma metni arasında da ciddi bir fark söz konusu değerli arkadaşlar. Kimsenin Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak tanıdığı yok, basında böyle yazıldı o anlaşmaya istinaden, orada da bir karışıklık söz konusu.

Şu an Kudüs meselesi üzerinden iç politikada tekrar popülist söylemlerle bir zemin bulma tartışması söz konusu, bunu da yanlış buluyoruz. Netenyahu'ya, İsrail devletine Cumhurbaşkanının söylediklerine katılıyoruz, katılıyoruz. Gerçekten İsrail terör uyguluyor Filistinlilere, yerleşimler konusunda, öldürülen çocuklar konusunda, terörist olarak cezaevine konulan Filistinli çocuklar, birçok konuda, neredeyse katılmayacağımız bir şey yok Sayın Cumhurbaşkanının söylediklerine ancak Netenyahu'nun bir tek sözüne katılıyoruz, vallaha dedi ki Netenyahu: "Bu vicdan ve insanlık konusunda sizden ders alacak değilim." Evi camdan olan komşusunun evini taşlarken biraz dikkatli olmalı. Bu ülkede kaç tane Kürt çocuğunun terörist olarak mahkemelerde yargılandığını, cezaevine girdiğini biliyor musunuz? O yasayı İsrail'in Filistin için uyguladığı yasadan modelledi bu Hükûmet.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Hiç yakışmadı, olmadı.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Tabii, çok fazla örneği yoktur çocukların terörist olarak mahkemelerde yargılanmasının. Sizden önce İsrail yapmıştı bunu, kayıtlara girin bakın.

Sonra ne oldu? Sonra yüzlerce Kürt çocuğu cezaevlerine girdi, Pozantı'da tecavüzlere uğradılar. İnsanlık dersi konusunda sadece son iki yıla baktığımız zaman burada konuşsak buradan Kudüs'e kadar yol olur. Sokak ortasında yedi gün bekletilen cenazeleri biz konuştuk şu kürsüde. Daha geçen gün dördüncü duruşması yapıldı Kemal Korkut'un; biliyorsunuz, "Nevroz" etkinliklerinde bu sene çırılçıplak böyle vücudunu açmış, "Silahsızım." diyor, 50 tane kameranın önünde, canlı yayında öldürüldü, canlı yayında. Bir polis tutuklanmış değil; 4 tane duruşma geçti, daha bir polis tutuklanmadı. Konuştuğu sözler yüzünden on üç aydır bizim eş başkanımızı cezaevine gönderiyorsunuz, söz söyledi diye cezaevine gidiyor; canlı yayında silahsız, savunmasız insanı kameralar önünde öldüren insan cezaevine gitmiyor, tutuklanmıyor. Kürt'ün kanı bu kadar mı ucuz ya? Karineye girmek istemiyorum, yarıştırmak istemiyorum ama bu karineye baktığımız zaman, son iki-üç yılda yaşanan onca vahşete, onca ölüme, yıkımlara, bodrumlarda yakılan insanlara, yakılan, yıkılan kentlere baktığımız zaman, eviniz camdan.

SALİH CORA (Trabzon) - Eren Bülbül'ü kim öldürdü? Biraz da ondan bahset.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Onun için kimseye böyle insanlık, vicdan dersi verecek bir durumda değil bu Hükûmet.

Değerli arkadaşlar, zaman azaldı, sadece bir iki konuda bir iki düşüncemi daha ifade edip burada toparlamak istiyorum.

Son olarak, çok ciddi bir iddia dolaşıyor biliyorsunuz. Almanya'da birtakım çete örgütlenmelerine Türkiye'den, iktidar partisine mensup bir milletvekilinin para verdiğine dair birtakım iddialar söz konusu. Gerçekten iddia düzeyinde, bilmiyoruz, orada değildik, görmedik. Bu Osmanlı Ocakları... Yok, ne?

ZİYA PİR (Diyarbakır) - Almanya Osmanlıları...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ha, "Almanya Osmanlıları" diye. Bakın fotoğraflarına görürsünüz zaten, ne menem insan olduklarını görürsünüz orada. Birtakım telefon kayıtlarının olduğu falan söyleniyor, bilmiyoruz yani bunlar tabii araştırılacak ama böyle bir şey doğruysa bu çok korkunç bir durum. Yani, resmen mafyatik örgütlerle neredeyse organik bağ diyebileceğimiz bir durum söz konusu.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - PKK'yla bağınıza bakın ya.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bilmiyorum ne olduğunu. Tabii, biz de merak ediyoruz, bekliyoruz eğer böyle bir şey varsa... Yalnız, şu ana kadar o vekil bu meseleyi yalanlayabilmiş değil. Yani "Bu yalandır, böyle bir şey olmadı." demiyor, sadece "Almanya beni takip ederken Dışişleri Bakanını da dinlemiş. Bunun ahlaki, hukuki bir tarafı söz konusu değildir." diye bir şey söylemiş fakat olayın içeriğine dair...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bitti mi arkadaşlar?

Bitireyim mi, bir dakika verir misiniz?

BAŞKAN - Sayın Özsoy, ben başta da ifade ettim, söz uzatmayacağım, lütfen...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Otuz saniye verin, selamlayayım arkadaşları.

BAŞKAN - Tamam, selamlayın.

Buyurun lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Arkadaşlar, hemen bitiriyorum.

Sadece şunu söyleyeyim: Bu vekilin "Sopayla Kürtlerin kafasını kıracaksın, bunu videoya çekeceksin, Türk devletine göndereceksin, devlet bunu internette yayınlayacak." şeklindeki konuşmalarının telefon dinlemelerine girdiği falan söyleniyor, iddia; umarız doğru değildir.

Kıymetli arkadaşlar, zamanınızı aldık, yirmi beş dakika; sabrınız için teşekkür ediyoruz. Ancak dediğim gibi, dış politika bu kafayla devam ederse muhtemelen 2018 yılı içerisinde bu ülke çok daha ciddi badireler atlatacaktır. Bütçenin de vallahi parasını da helal etmiyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)