Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 39 |
Tarih: | 16.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu ve bizi izleyen tüm yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, AKP'li arkadaşlarda böyle laf atma, sataşma gibi bir gelenek mi olmuş, geçmişten mi gelmiş bilmiyorum ama...
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Bugüne mahsus.
İBRAHİM AYHAN (Devamla) - Bugüne mi mahsus, bilmiyorum.
Benim tarzım da değil, öyle şey etmek de istemiyorum. Tabii, ben, biraz önce yapılan tartışmaların da gerçekten hedeflemiş olduğumuz seviye itibarıyla, yapmakta olacağımız ve tahayyül ettiğimiz Türkiye itibarıyla da çok talihsiz tartışmalar olarak değerlendiriyorum. Yani insanların düşüncelerini, fikirlerini söyleme özgürlüğünün olması gerektiğini en fazla savunan biri olarak ve bunun en fazla olması gereken yerin de Meclis olması itibarıyla bu geri tartışmaların, bu kendine göre tartışmaların burada bir siyaset malzemesi olarak yapılmasını da asla doğru bulmuyorum. İnsanlar tartışmalıdır, tartışmayan insanlardan korkulmalıdır. İnsanların düşüncelerini açıklamaması bizi daha fazla tedirgin etmelidir, daha fazla "Ne yapmalıyız?" noktasına sevk etmelidir. Dolayısıyla insanların düşüncesini açıklamasını -düşüncelerini beğenmeyebilirsiniz, belki size tekrar da olacaktır ama- yadırgamamak, bunu saldırıyla, bunu farklı niyet okumalarla değerlendirmemek gerekiyor. Bunu ifade etmek istedim.
Değerli arkadaşlar, biz Çalışma Bakanlığının bütçesi üzerine Plan ve Bütçe Komisyonunda da epeyce konuştuk. Özellikle Çalışma Bakanlığının bütçesinin, çalışma alanının çok yoğun ve çok sorunlu olması itibarıyla oldukça eleştiriye açık bir bütçe olduğunu öncelikle ifade etmek gerekiyor. Şu anda bizim bu bütçeyi konuştuğumuz gün itibarıyla bugün Soma'da bir maden ocağında 1 işçi ne yazık ki yaşamını yitirmiştir 2017 yılında, günümüze kadar son on bir ayda 1.851 işçi "iş cinayetleri" dediğimiz cinayetlerle ne yazık ki yaşamını yitirmiştir. Ucuz iş gücü ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkûm edilen çalışanlar yaşamını yitiriyor ve insanlar ekmek kazanmak için, para kazanmak için, evine aş, ekmek götürmek için yaşamını yitirmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla bir bu noktayı ifade etmek gerekiyor.
İkincisi, Türkiye'de ekonomik göstergeler giderek kötüleşirken çalışma yaşamında da iş cinayetleri, işsizlik, ücret eşitsizliği gibi temel konu başlıkları yaşamın bütün alanına yansımaktadır. Çalışma Bakanlığı ne yazık ki şu ana kadar işsizlik başta olmak üzere iş güvenliği, eşit ücrete yönelik çalışmalarda sınıfta kalmıştır, buna ilişkin çok ciddi, çok kalıcı çalışmalar yapmamıştır. Âdeta, denilebilir ki Çalışma Bakanlığı işsizlik bakanlığı olmuştur.
Bakın, daha dün, TÜİK, işsizlik rakamını açıkladı; 10,6 olarak açıkladı ve onda bir hafta önce büyüme rakamları açıklandı; yüzde 11,1 olarak açıklandı. İşsizlik geçen aya göre yüzde 0,6 azalmış ama büyüme yüzde 11,1 olmuştur; bu büyük bir makas açıklığıdır, bu büyük bir çelişkidir. Eğer büyüyorsak işsizliğin de azaltılması gerekiyor, eğer büyüyorsak ücretlerin de artmış olması gerekiyor, çalışanların ücretlerinde de iyileşme olması gerekiyor, esnafın ticaretinde de iyileşme olması gerekiyor, çiftçilerin yaşamında da iyileşme olması gerekiyor; yani bütünen aslında yaşamda iyileşme olması gerekiyor ama büyüme rakamları, emeğiyle, ücretiyle çalışanlara yansımıyor. Kime yansıyor? Bir avuç finans sektörüne, paradan para kazanan bir avuç kesime yansıyor.
Dolayısıyla, hazine garantili fonlarla, piyasaya sıcak para sürülmesiyle ortaya çıkarılan büyüme tamamen hormonal bir büyümedir, tamamen sanal bir büyümedir ve bu büyüme reel üretime yansımamıştır, reel üretimde herhangi bir yansıması olmamıştır. Bakın, tarımda olmamıştır; yüzde 2,8 tarımda büyüme olmuştur, yüzde 18,7 inşaat alanında büyüme olmuştur, imalat sanayisinde büyüme yüzde 14 civarında kalmıştır. Yani bir ülkede tarım eğer büyümüyorsa ekonominin büyümesi de mümkün değildir. Bir ülkenin temel ekonomisinin motoru tarım ve tarım sanayisidir ve buradaki büyüme eğer gerçekleşmiyorsa dolayısıyla burada doğru bir ekonomik büyümeden bahsetmek çok da gerçekçi değildir. Yani reel sektörde bir büyümeden söz etmek mümkün olmamıştır; dolayısıyla bu konu çok önemli.
Bir diğer konu ise işsizlik. Bakın, işsizlik çığ gibi büyüyor. Yani 3 milyonun üzerinde, resmî rakamlara göre 3 milyon 600 bin civarında işsiz var şu anda Türkiye'de ve bu işsizlerin çoğu genç nüfustur. Diğer taraftan, işsizlik büyürken Çalışma Bakanlığı kendi bütçe sunuşunda 29 kez istihdamdan bahsetmiştir. Ne gariptir ki istihdamdan bu kadar bahseden Çalışma Bakanlığı 2018 işsizlik hedefini de 10,7 koymuştur yani bu yılki hedefi olarak koymuştur. Yani, siz istihdamı bu kadar artıracaksanız, bu kadar istihdam alanı yaratacaksanız ve sizin görevlerinizden biri bu istihdamı yaratmaksa işsizliği düşürmeniz gerekiyor. Şimdiden, peşinen, 2018 yılında Çalışma Bakanlığının işsizliği düşürmeyeceğine dair bir vaadi söz konusudur; bu da çok ilginç bir çelişkidir.
Diğer taraftan, bu İŞKUR meselesi... Yani, İŞKUR hakkında o kadar çok şey söylenebilir ki son Sayıştay raporlarında da bu kendini açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2006 yılından beri İŞKUR Sayıştaya düzenli bir şekilde bilgi vermemektedir; bakın, devletin bir kurumuna, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olan bir kurum rapor sunmamaktadır. Ve İŞKUR neye hizmet etmektedir? Siyasal iktidarın kendi seçmenlerini tatmin etme ve bunun üzerinden seçmen oluşturma maksadıyla politik bir alan olarak kullanılmaktadır. Yani, işsizliği... İş güvencesini, istihdamı geliştirmesi gerekirken, bunu yaygınlaştırması gerekirken tamamen bir siyasal anlayışın yani AKP anlayışının bir alanı olarak değerlendiriliyor ve illerde, ilçelerde AKP'nin il ve ilçe örgütlerinin, kendi yandaş kesimlerinin arpalığı olarak değerlendiriliyor.
Bakın, 2017'nin sanırım Eylül ayındaydı, bir gazetede İŞKUR'la ilgili büyük bir vurgun ortaya çıkmıştı. Bu vurgun neydi? İşte, İŞKUR üzerinden çeşitli patronların, işçileri oraya yönlendirerek, işçiler için ödemeleri gereken sigorta primlerini İŞKUR'a ödettirerek ve orada da çok düşük bir ücretle, bir vurgun süreci yaşandı, öyle bir olay yaşandı. Bu bile Çalışma Bakanlığı açısından oldukça önemli bir şeydir. Yani, Çalışma Bakanlığı eğer Sosyal Güvenlik Kurumuyla bu iş yerlerini denetlemiyorsa, bu iş yerleri üzerinde bir denetim mekanizması kurmuyorsa bu, Bakanlığın oldukça eksik yaptığı ve Bakanlığın oldukça sorumluluk alanı içerisinde olan bir husustur.
Diğer bir konu ise "denetim" dediğimiz... Denetim çok sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmiyor. Örneğin -basına da yansıdı- 1.308 muhtarın primi yatırılmamış, ve SGK 6 milyon civarında zarara uğratılmıştır. Dolayısıyla bu muhtarlar kaçak bir şekilde çalıştırılmıştır yani bu da Çalışma Bakanlığının denetimi ve kontrolü altında olan bir alandır. Buna benzer birçok alanda Çalışma Bakanlığının yeterli denetimi yapmamasından kaynaklı büyük vurgunlar ve büyük kayıplar gerçekleşmektedir.
Diğer bir konu, geçtiğimiz günlerde çıkarılan ara buluculuk yasasıdır. Bakın, ara buluculuk yasası zaten önceden vardı. Önceden var olan bir yasayı tekrardan işçi aleyhine çıkarmak sermayeden yana, patrondan yana bir tutum almaktır. Zaten mevcut İş Kanunu gereği patrona karşı zayıf olan işçi korunurken ara buluculuk sistemiyle siz ne yaptınız? Patrona karşı işçiyi daha zayıf bir noktaya getirerek ara buluculuk şartıyla işçinin hak aramasının önünü kestiniz. Dolayısıyla bu da iş yaşamında, çalışma yaşamında işçinin aleyhine gerçekleştirilen bir düzenlemedir ve bunun da bir an önce gözden geçirilmesi gerekiyor.
Diğer bir konu, OHAL kapsamı ve KHK'lerle birlikte Çalışma Bakanlığının aslında koruması gereken bir alanda yaşanan hak ihlalleridir. Özellikle kamu çalışanları bu süre içerisinde, son bir-bir buçuk yıllık süre içerisinde büyük bir hak ihlaline maruz bırakılmışlardır. Nedir bunlar? İşte, OHAL boyunca 111.588 kamu emekçisi yani kamu çalışanı ihraç edilmiştir. İdari işlemle ihraç edilen, açığa alınan, sözleşmesi yenilenmeyenlerle birlikte bu sayı 130 binin üzerine çıkmıştır. İhraçların büyük kısmı da Millî Eğitim Bakanlığında yapılmıştır. 33.227 Millî Eğitim personeli ihraç edilmiştir. Devlet üniversitelerinde bu paydan nasibi alan 5.717 akademisyen, 1.306 idari personel ihraç edilmiştir. Hâlen de işte bu OHAL Komisyonu denilen, hak aramalarına yönlendirilen yerlerden onlara yönelik bir cevap gelmemiştir ve bunlar hukuksuz bir şekilde, tamamen keyfî ve niyet okuma yöntemiyle, ihbarlarla ve benzeri yaklaşımlarla ihraç edilmişlerdir ve bu kamu emekçileri, ihraç edilen kamu emekçileri için yargı yolu hâlen de kapalıdır.
Diğer bir konu, taşeron konusu; özellikle çokça konuşulan, son günlerde çokça gündeme getirilen ve bizim de aslında defalarca bu taşeron uygulamasının yanlış olduğunu söylememize rağmen bir taşeron düzenlemesi geliyor. Aslında taşeronun kendisi yasa dışı bir şey, taşeronlaşmanın kendisi yasa dışı bir şey. Hükûmet şimdi bu yasa dışı bir şeyi, yasal bir düzenleme yapacakmış gibi topluma sunmaya çalışıyor. Yani insanların yasa dışı bir şekilde çalıştırılması ne kadar kabul edilemez ise onu yeniden düzenlemek için yasa çıkarmak da o kadar kabul edilemez bir şeydir. Dolayısıyla bu da büyük bir çelişkidir. Bugün işçiyi bir taşerondan alıp başka bir taşerona vermek çok marifet değildir. Bu, şuna benziyor: Yani babasının şiddetinden kaçan bir kızın koca şiddetine maruz bırakılmasıdır. Yani siz özelden alıyorsunuz, belediye şirketine veriyorsunuz; güvence, kadrolu çalışma, ücretlerinde iyileştirme gibi herhangi bir şey yapmıyorsunuz. Dolayısıyla bu bile büyük bir saptırmadır ve onların haklarını savunmaya yönelik ifade edilen hiçbir şeyin doğru olmadığını gösteren bir uygulamadır.
Bir diğer konu, özellikle bu OHAL süresince çalışanların grev yapma hakkı... İşte, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediği gibi "Biz, OHAL'i işverenlerin daha iyi kâr etmeleri için ve işverenlerin lehine ilan ettik." söylemi bile başlı başına bu OHAL rejiminin neye ilişkin, neyin çıkarına, neyin faydasına kullanıldığının da göstergesidir. Yani burada işçiler korunmuyor, burada çalışanlar korunmuyor, burada çalışanların hakları korunmuyor; tamamen onları sömürü ve artı, değer baskısı altında tutan kesimlerin çıkarlarını korumak için kullanıyor OHAL. O açıdan da bu OHAL uygulaması da oldukça yanlış, oldukça eşitsiz ve hukuksuz bir uygulamadır, çalışma yaşamını da ciddi bir şekilde tehlikeye sokan ve iş yaşamındaki barışı ortadan kaldıran bir uygulamadır ve OHAL'in de bir an önce kaldırılması gerekiyor. Yani Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı üzerinden o kadar çok söylenmesi gereken şey var ki belki bu süremiz yetmeyebilir.
Arkadaşlar, öncelikle tekrar etmek gerekirse insanların işsiz bırakılması, insanın ekmeğe, beslenmeye, gıdaya maruz bırakılması ve buna mahkûm edilmesi kadar çok utanç verici bir şey yoktur. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yani bir yerde işsizlik varsa orada ciddi bir insan hakkı ihlali vardır. Bir yerde insanın işsiz bırakılarak terbiye edilmesi gibi bir politika yürütülüyorsa bu asla ve asla kabul edilecek bir şey değildir. Bu, hiçbir şekilde ne demokratiktir ne özgürlükçüdür ne de eşitlikçidir; demokratik yaşama, eşit ve özgür yaşama uymayan bir uygulamadır. Bugün sadece Türkiye'de değil, Türkiye'nin bağlı olduğu sistemin gerçekleştiği bütün yerlerde paradan para kazanma sisteminin, finans sektörünün ve kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde işsizlik çığ gibi büyümektedir. Bugün yapılması gereken, emekten yana, eşitlikten yana adaletli bir bütçe oluşturmaktır; bunun için de toplumun tüm kesimlerinde bir gelir eşitliğini sağlamaktır, bunu gerçekleştirmektir, bunu sağlayabilecek adımları atmaktır. Aksi takdirde insanları işsiz bırakarak, insanları terbiye etme anlayışı kesinlikle kabul edilebilir bir uygulama, kesinlikle kabul edilebilir bir anlayış değildir.
Değerli arkadaşlar, konuşmamı Nazım Hikmet'in bir dizesiyle bitirmek istiyorum. Nazım Hikmet özellikle der ki:
"Yok edin insanın insana kulluğunu,
Bu çağrı bizim, bu memleket bizim." diyorum.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Biz teşekkür ediyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayhan.