GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 3'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:14.12.2017

HDP GRUBU ADINA DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Değerli Başkan, sevgili milletvekilleri; ben Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesi üzerinde söz hakkı almış bulunmaktayım ama bu bütçe görüşmelerine ilişkin görüşlerimi ifade etmeden önce, dün burada Urfa Milletvekilimiz Sayın Osman Baydemir'in şahsında aslında partimize yönelik gerçekleştirilen bu linç kampanyasına yönelik birkaç şey ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında her gün bu Meclis kürsüsünde milliyetçilik propagandası yapılıyor. Buna karşı tek bir söz söylenmiyor ama Osman Vekilimiz burada görüşlerini ifade ettiği için aslında ülke bekasının Kürt gerçekliğini kabul etmekten geçtiğini, özcesi bunu ifade ettiği için dün cezalandırıldı, açıkçası bir lince maruz kaldı.

İnsan hakları literatürü küçümseniyor, alaya alınıyor. İl yöneticileriniz, vekilleriniz, atadığınız valiler, aslında ayrımcılığı neredeyse alenen savunan cümleler sarf ediyor. Daha geçen gün bile televizyonda yandaş bir gazeteci açıkça işkenceyi savundu, tek bir itiraz gelmedi sizden ama mesele muhalefete saldırmak olunca değersizleştirdiğiniz bu kavramlara dört elle sarılıyorsunuz. Ayrımcılık, bir kişiye, bir gruba belli özelliklerinden dolayı ön yargılı davranmaktır. Dün söylemlerinin tek bir cümlesinde ayrımcılık yoktu ama siz "Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği." cümlesinde bile ayrımcılık görüyorsunuz çünkü Kürt'ün kendisine "Kürt" demesine bile tahammül etmiyorsunuz.

Yıllarca "kürdistan" teriminin yasak olması yüzünden onun yerine "Anadolu" terimi kullanıldı. Saidi Nursi risalelerindeki "kürdistan" kelimesi "şarkiyat" olarak değiştirildi. Türkiye'de "Batılı" diye bir kimlik olmamasına rağmen "Doğulu" diye bir kimlik icat edildi. Bu kavramlara tahammül edemediğiniz için yıllar boyunca Türkçe öğretmenliği yapılarak yeni ambalaj kavramlar üretildi.

Kürdistan tarihî, coğrafi, kültürel bir gerçekliktir. Bu kavramı biz icat etmedik. Her fırsatta mirasını üstlendiğiniz Osmanlı İmparatorluğu'nun temel metinlerinde bu kavram çokça geçti. Bugün bu ülkede ismi mahallelere, okullara verilmiş Evliya Çelebi'nin "kürdistan"ınını bir okuyun deriz. Cumhuriyet Dönemi de tabii ki buradan farklı değil. Mustafa Kemal'in Kürt aşiret reislerine çektiği telgrafta, Sovyet Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin'e yazdığı mektupta, bazı Meclis konuşmalarında "kürdistan" dediğini, Birinci Meclisin Kürdi üyelerine "kürdistan mebusu" dediğini biliyoruz. Bugün bu konuşmaları yaptığımız Meclisin kütüphanesinde bile isminde "kürdistan" kelimesi geçen tam 128 yayın var.

Değerli arkadaşlar, dün yaşanan tartışmaların özünde yüzyıllık Kürt sorunu var. Bu sorun demokratik bir şekilde çözülmedikçe bu tartışmaları daha çok yapacağız burada. Çözüm süreci boyunca ne Kürt'ten ne de barıştan rahatsızdınız. Günübirlik taktiklerle büyük sorunları çözemezsiniz elbet. Yarın ittifaklarınız değiştiğinde ne yapacaksınız, ne diyeceksiniz Kürt halkına? Bu yanardöner siyasetten vazgeçebilseydiniz ne Kürt sorun olurdu sizin için ne de kürdistan sorun olurdu. Yok diyorsunuz, yok mu olduk? Bin yıl önce de vardık, bin yıl sonra da var olmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Aile Bakanlığının bütçesine ilişkin görüşlerimizi de ifade etmek istiyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aslında ne aile ne de sosyal politikalar bakanlığı. Bu Bakanlık artık tam anlamıyla bir sosyal yardım bakanlığı. Bütçesine bakıyoruz, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün bütçesi azaltılırken Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün bütçesi ha bire artıyor. Gündemine bakıyoruz, sadece aralık ayı içerisinde, sosyal medya hesabından yapılan 71 paylaşımdan sadece 7'si kadınlarla ilgili. Her gün bir kadın cinayetinin yaşandığı bir ülkede paylaşımların çoğu tekçi siyasetin propagandasından ibaret. On beş yıllık AKP iktidarının kendisi, bizzat politikalarıyla, cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğü mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koydu.

AKP'nin en ilerici olarak takdim edildiği dönemlerde bile AKP gerçek yüzünü her zaman kadınlarla ilgili politikaları üzerinde ortaya koydu. İleride okullarda cinsiyetçiliğe giriş diye bir ders açılırsa AKP'nin bu politikaları birer birer bu okullarda okutulacak.

Aile Bakanlığının geçen yıldan bu yana kadınlarla ilgili üç projesi var. Bunlardan biri ta 2013 yılından beri "On ilde 'Neşe Fabrikaları' adıyla kreş açacağız." dedikleri Annemin İşi Benim Geleceğim Projesi. Sayın Bakan geçenlerde İş'te Kadın Zirvesi'nde 81 ilin organize sanayi bölgelerinde yeni kreşler açacakları müjdesini vermişti. Yeni vaatlerde bulunmadan önce, 2013'ten beri vaat edilen kreşleri neden açmadınız, önce onun açıklamasını kadınlara yapmanız gerektiğine inanıyoruz.

İkinci proje, AKP'nin ihale kralı, BOTAŞ yolsuzluk davasıyla bildiğimiz, işçi ölümleriyle hatırladığımız Limak Holdingle yürütülen Türkiye'nin Mühendis Kızları Projesi.

Hatırlarsanız, 4 eski AKP milletvekilinin yöneticisi olduğu TOMA üreticisi Katmerciler Şirketi Limak'la birlikte bu yıl savunma şirketi kurmuştu.

Kadınlarla ilgili çalışmalar iş adamları için AKP'den iş bağlama aracı hâline dönüşmüş durumda. Türkiye'de özellikle yandaş dernekler öyle bir hâle getirildi ki dernek adı altında paralel bakanlıklar oluştu. Bakanlıklar bu derneklere para aktarma aracı hâline getirildi. Hükûmetin kadın derneği KADEM, lüks binalarla dikkat çekiyor. Reza Zarrab'ın kefalet başvurusu dilekçesinde TOGEM-DER'e 2013'ten beri düzenli olarak para yağdırdığı ortaya çıktı.

Bakanlığın üçüncü projesi ise 500 kadına mesleki beceri kazandırılmasının hedeflendiği "Fiilî Kadın Ustalar" projesi. Bir kadın derneği olsa anlarız, koskoca Bakanlığın 28 milyon çalışmayan kadın için hedefi 500 kadına mesleki eğitim vermek mi olmalı? Çalışan kadınlar Hükûmetin sözüne uyup 3 çocuk doğururlarsa tam on altı yıl istihdamdan uzak kalacaklar. Bu ne demek? Ucuz ücretle yükselme olanağı olmadan emekliliği unutarak hem çalış hem de 3 çocuğa bak demek. Kadınlara önerilen 21'inci yüzyılın köleliğidir.

Bu projelerden anlıyoruz ki Bakanlığın kadın gündemi, sadaka bakanlığına dönüştürülmeye çalışılan bir bakanlığın üzerine serpilmiş bir sostan ibaret.

Cumhurbaşkanı kadın-erkek eşitliğine inanmadığını açıkça beyan ettikten sonra "eşitlik" kelimesi bütün kamusal metinlerden siliniyor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2013'ten sonra hazırlanmadı. Kadın istihdamının artırılmasıyla ilgili genelgede "eşitlik" kelimesinin geçtiği 3 düzenleme de metinden çıkarıldı. Yıllardır TBMM bünyesinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun kapatılıp yerine aile ve sosyal politikalar komisyonu kurulması gibi bir hedefin olduğunu biliyoruz. "Eşitlik" kelimesinden bu kadar korkmak kadınlardan korkmaktır.

21'inci yüzyıl faşizminin en önemli özelliği, erkeklere kadın-erkek eşitliğiyle ellerinden alınan reisliği geri verme vaadidir; emekçi olarak kaybettikleri statülerini bir kadın üzerinden hegemonya kurarak devam ettirebildikleri bir zemin yaratılmasıdır. Biz AKP'nin kadınların yaşamını ilgilendiren tek bir projesini biliyoruz, o da her eve bir reis projesi, erkekliğin kışkırtılması projesi.

2002-2015 arasında tam 5.406 kadın yaşamını yitirdi. Bakın, bu yıl Kırşehir nüfusu 5 bin arttı. Bir ilin nüfusunun artışından fazla kadın kıyımı yaşanmış. Bu ülkede artık her şey yasak, bir tek ölüm serbest. Aslında yeni dönem seçim sloganı olarak da en çok "kadınlara ölüm serbest"i de kullanabilirsiniz. Kadınlar resmen hayatta kalabilmek için yeni stratejiler üretmek zorunda kalıyor. Suriye'de IŞİD'e katılıp bir yıl sonra Türkiye'ye dönen Ahmet K. karısını öldürmeye çalıştığında karısı kurtulmak için ölüm numarası yapmak zorunda kalıyor. Yine Sakine, maruz kaldığı şiddete boşanmadan katlanabilmek için eşiyle tam otuz iki yıl konuşmadı.

SALİH CORA (Trabzon) - PKK'nın katlettiği Kürt kızlarından bahset.

DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Ama Türkiye'de kadına yönelik şiddetten daha vahim olan bir şey var, o da nedir diye sorarsanız, vahim olan şey, Çorum'da AKP'li İl Meclis Başkanı Halil İbrahim Kaya'nın hem de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin yıl dönümünde yapılan etkinlikte "Ne yapalım kadınlar öldürülüyorsa? Adam, öldürüyorsa cezasını çekiyor. Erkekler öldürülmüyor mu?" diyebilmesidir. Böyle birinin bir ilde meclis üyesi olabilmesidir vahim olan. Kadınlarla tokalaşmayı ateş tutmaya benzetenlerin üniversitelere rektör olabilmesidir. Başörtüsüz kadınları mağazalardaki ambalajı açık ürüne benzeten kişilerin müftü yapılmış olmasıdır. "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum." diyen birinin Cumhurbaşkanı olmasıdır. Ölü kadın bedenlerini çıplak olarak teşhir edenleri savunanların bakan, vekil olabilmesidir. Bırakın sokakları, Meclisin ta kendisi de şiddet ve küfür mekânı hâline getirilmiştir. Şiddetten vahim olan şey, bu şiddete çözüm olmakla yükümlü siyasi iradenin bizzat şiddet üretmesidir.

AKP'nin kadınlara bakışı, Sayın Bakan da dâhil, dillerinden düşmeyen "kadınlarımız" söyleminde yatıyor. Sormak istiyoruz: Kadınlar çocuk mu, yaşlı mı, engelli mi ki onları bağımlı nüfusla aynı kefeye koyuyorsunuz? Bu hitap biçimi, kadınları yetişkin ve kendine yeterli bireyler olarak kabul edemediklerinin yansımasıdır aslında.

Biliyorsunuz güzel bir deyimimiz var, "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." diye. E, bakıyorsunuz AKP'ye 1.394 belediye başkanı adayından sadece 7 kadın belediye başkanı olabildi. Uzun süredir ilk defa zaten kadın işi olarak görülen Aile Bakanlığı dışında bir bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir kadın bakana teslim edildi.

AKP bugün kota uygulamalarıyla tartışmaya devam ediyor ancak bizler kota uygulamasını da aşarak eş başkanlık uygulamamızı 2014 yılında tüm yönetim katmanlarında hayata geçirdik. Daha önce belediyecilik binalardan ibaretti, erkek yönetimi hâkimdi; bizler binaları insanlaştırdık, yönetimleri kadınlaştırdık. İşte kadın partisi olmak budur; kadınların evde, sokakta ve siyasette tek güvencesi olmak budur.

Mecliste Meclisin tek kadın grubunun üyeleri olan kadın vekillerimiz hâlâ tutuklu. Cezaevindeki Eş Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın vekilliği Erdoğan'a siyaset yolunu açan maddeyle düşürüldü. Dikkatinizi çekmek istiyoruz: Faysal Sarıyıldız hariç, bugüne dek vekilliği düşürülenlerin tamamı kadın milletvekillerimizdir. Siyasetin bu şekilde kadınsızlaştırılmaya çalışılması, aslında Türkiye'nin siyasetsizleştirilmeye çalışılmasıdır. AKP'nin kadın düşmanı politikalarının turnusol kâğıdı belediyelerimize atanan kayyumların icraatlarında görülüyor. Hem devletle hem erkek egemen sistemle mücadele ederek seçilmiş vekillerimiz, kadın belediye eş başkanlarımız tutuklandı. 8 Mart etkinlikleri düzenlemek, kadın çalışmaları yürütmek gibi faaliyetler terör faaliyeti olarak iddianamelere konuldu. Örneğin, tutuklu bulunan Selma Irmak'ın "Kadın yaşamdır, yaşam ise kadınların direnişiyle olacaktır." cümlesi iddianamede yer aldı. Çağlar Demirel'in, cansız bedeni günlerce yerde bekletilen Taybet ananın cenazesine katılımı suç unsuru olarak kabul edildi. Figen Yüksekdağ "Yaşamın ve özgürlüğün orta yerinde dimdik ayaktayız. Kadınlar boyun eğmedi, eğmeyecek." dediği için yargılanıyor. Ne bekleniyor? Kadın siyasetçiler sadece yardım ve iaşe miktarlarını mı açıklasın? Sizin yaptığınız gibi, kadın faaliyeti olarak sünnet törenleri örgütleyip kan bağışı kampanyaları mı yapsınlar? Kadın dernek ve yapılarının kapatılmasının tek sebebi, ülkenin batısında yürütülen kadın çalışmalarının Kürt kentlerinde yürütülüyor olmasıdır. Bunu yaparak Türkiye'de kadın hareketini bölebileceklerini sandılar ama kadın örgütleri "Mühürlenen sadece mekânlar, biz her yerdeyiz." açıklamasıyla Türkiye'nin dört yanında yanıt oldular.

Cinsiyetçiliğin bu kadar tırmandırılması, kadınların yaşam tarzının hedef hâline getirilmesi, kadın kurumlarına yönelik baskılar elbette tesadüfi değil. Bu özgürleşmenin yaratacağı toplumsal değişimde tekçi siyasetin barınmasının imkânsız olduğunu siz de biliyorsunuz. Kadın ve özgürlük kavramlarının yan yana durması bile tüylerinizi diken diken ediyor. Kadınların hep birlikte cinsiyetçiliğe karşı mücadelesinin neler yaratabileceğini biliyorsunuz. İşte, bu yüzden, ırkçı, cinsiyetçi söylemlerle kadınları bölmeye çalışıyorsunuz. Cumhurbaşkanının Türk kadınlarına yönelik "Kürt kadınlarından daha çok doğurun." anlamına gelen çağrısı kadınları doğuran, doğurmayan; Kürt, Türk olarak bölmektir, asıl ayrımcılık ise budur. Kadınları birbirine, hatta kendine düşman etmeye çalışırken yaptığınız projelerin hiçbir anlamı kalmıyor.

Türkiye'deki kadın hareketi dünyada eşitlik ve özgürlük için mücadele eden tüm kadınların gücü ve heyecanıyla birlikte mücadele veriyor. Bu gücün kaynağı, her türlü toplumsal sorunun çözümü için gidilen Muşlu Gevri nine, 75 yaşına rağmen zindanlarda tutulan Sise ninedir. Bu gücün kaynağı, aynı zamanda, Latin Amerika'nın işgaline karşı mücadele vermiş kadınlardır, İsrail'de barış mücadelesi veren "Siyahlı Kadınlar"dır, birinci intifadada, özgürlük simgeleri hâline gelen kadınlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Bir cümle kaldı.

BAŞKAN - Sayın Taşdemir, sözlerinizi tamamlayın efendim.

Bir dakika ek süre veriyorum.

DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Bir dakika bile sürmez.

Kürt kadın siyasetinin yaşam devrimcileri, Rojava'yı bir kadın devrimine dönüştüren binlerce kadındır. O yüzden, sanmayın ki karşınıza aldığınız şey Türkiye'deki kadın mücadelesidir, karşınızda, tarihler ve coğrafyalar ötesinde eşitsizliğe duvar ören sayısız kadının ısrarı dimdik duruyor.

Şu an bizi izlemekte olan, cezaevlerinde sadece muhalif kimlikleriyle siyaset yaptıkları için bulunan herkesi bir kez daha buradan saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Taşdemir.