| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 3'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 14.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına konuşuyorum. Bakanlığın bu kitapçığına baktığımızda, görüyoruz ki 2002 yılında Mecliste 24 kadın vekil var, 2015'te ise 81 vekile ulaşmışız. 7 Haziranda bu sayı 97'ydi. 2002'den bugüne yüzde 10'luk bu artışı bu Mecliste gerçekleştiren mensubu olmaktan gurur duyduğum Halkların Demokratik Partisidir. Ancak, şu anda Türkiye, buna rağmen, 81 kadın vekille 186 ülke arasında 132'nci sırada yer almakta. 4 vekilimizin vekilliğinin düşürülmesiyle de sanıyoruz ki dibi görmeye az bir zaman kaldı.
Çalışma yaşamındaki kadınların yalnızca yüzde 34,3'ü bir işte çalışıyor veya iş arıyor. 4 milyon kadın hiçbir sosyal güvencesi olmadan kayıt dışı çalışıyor. AKP iktidara geldiği ilk günde kadın-erkek eşitliğine inanan, kadınlar için özgür ve eşit bir hayat düşleyen bir parti değildi. Kadın ve aileden sorumlu bakanlıktan kadının adının Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla silinmesi de bunun açık bir göstergesidir. Bu dönemin farkı Hükûmetin artık demokrasinin asgari standartlarından olan toplumsal hareketlerle ve hak temelli kuruluşlarla ilişkileri tamamen yok etmesidir. Bırakın ilişki kurmayı KHK'lerle bu kurumların kapatıldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Kadın Sığınakları Kurultayı'nda, sığınak alanında çalışan Türkiye'nin dört bir yanından kadınlar yirmi yıldır bir araya geliyorlar, yirmi yıldır düzenli bir şekilde bir araya geliyorlar. Geçtiğimiz ay yine kurultay toplandı fakat kurultayın parçası olan birçok dernek KHK'lerle kapatılmış olduğu için maalesef dernek sıfatıyla kurultaya katılamadılar. Bunların yanı sıra burada saymakla bitiremeyeceğimiz Ağrı, Batman, Bitlis, Van, Mersin gibi pek çok ilde onlarca kadın danışma merkezleri ve iki sığınak da kapatıldı. KHK'lerle yaklaşık 26 bin kadın ihraç edildi, en az 30 kadın gazeteci gözaltına alındı, 16 kadın gazeteci tutuklu. Tüm bunlar olurken Bakanlık bunlara ilişkin açıklama yapmak bir yana her yaptığı açıklamada Hükûmeti destekledi.
Değerli arkadaşlar, bizler ilk günden beri sokağın, kadın hareketinin sözünü bu Meclise taşımaya çalıştık. Gültan Kışanak ve daha pek çok belediye başkanı Türkiye'de ilk defa kadın daire başkanlıkları kurdu. Kadınlar için önemli bir bütçe ayırdılar, özel programlar oluşturdular fakat Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ dâhil olmak üzere 5 kadın vekilimiz ve 27 kadın belediye eş başkanımız, binlerce kadın üyemiz bugün hapiste, 97 kadın belediye eş başkanımız görevden alındı. Bugün onların bu sıralarda kadınların bütçeye ilişkin sözlerini dile getirmeleri gerekirdi fakat ne yazık ki bütçeye de açıkça yansımış olduğu gibi, Hükûmet kadınlar için değil savaş politikaları için bütçe ayırıyor. Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Savunma Sanayi Müsteşarlığı gibi bakanlık ve kurumların toplam bütçesi yaklaşık 100 milyar lira iken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ayrılan bütçe merkezî bütçenin yüzde 4'ünü oluşturuyor ama bu rakam da aldatıcı olmasın; Bakanlık, bütçesinin neredeyse tamamını sosyal yardımlara ayırmış. Kreş için bütçe var mı? Yok. Kadınların insanca işlerde çalışması, istihdam ve eğitim programları için bütçe var mı? Hayır, yok. Sığınak için bütçe var mı? Yok. Sığınaklarda 23 bin kişilik nüfus için sadece 1 kişiye yer var.
Bu kitapçıkta, yine, aynı sayfalarda -milletvekili artışlarını gösteren- anne ölümlerinde düşüş olduğundan ve doğum öncesi sağlık hizmetlerinden de söz ediliyor. Eminiz ki Sayın Bakan bebek ölümlerinde de ciddi bir düşüş olduğunu söyleyecektir. Her şeyin millîsini seven bir politikanız var ya. Oysa, sağlığın millîsi olmaz, şiddetin millîsi olmaz; dolayısıyla, anne ve çocuk ölümlerinin de millîsi olmaz. Biz, içinde yaşadığımız toplumu bir bütün olarak görmekten yanayız. Bugün, neredeyse beş yıldır birlikte yaşadığımız Suriyeli mültecilere baktığımızda oradaki anne ölümlerinin hiç hesaba katılmadığını, kayıt dışı bırakıldığını görüyoruz. Yine, yeni bir uygulamayla 7 ay altı erken doğumlardaki bebek ölümlerinin de kayıt dışı bırakıldığını ve verilere yansıtılmadığını görüyoruz. Eğer veri toplayacaksanız arkadaşlar, hile yapmayın çünkü söz konusu olan sizin itibarınız değil, kadınların ve çocukların sağlıklı yaşam hakkıdır.
2016 Yılı Faaliyet Raporu'na göre, Bakanlık bütçesinin yalnızca 9,5 milyonu Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne harcanırken Bakanlık aracılığıyla yapılan sosyal yardımlar toplam 22 milyar 499 milyon lira tutarında. Elbette sosyal yardımlar bir devletin olmazsa olmazıdır fakat esas olan, herkes için istihdam yaratmak, çalışanların da insanca yaşayacağı ücretler almasını sağlamaktır. Üstelik ev işleri ve bakım emeğinin yanında yoksul haneleri geçindirme görevi de kadınların omuzlarında. Başvuru sahiplerinin yani bu sosyal yardımlar için başvuru sahiplerinin yüzde 80'i kadınlar. Sosyal yardımlardan yararlanmak isteyen kadınlar sürekli bu kurum ve vakıfları dolaşmak zorunda bırakılıyorlar. Sosyal yardımların artmasıyla övünen bir siyasi anlayış çözüm odaklı bir sosyal politika asla üretemez.
Değerli arkadaşlar, devletin görevi yurttaşlarını korumak, onlara insanca bir hayat sunmaktır. Bu nedenle bütçe de toplumda var olan eşitsizlikleri yok etmeyi hedeflemelidir. Örneğin, kadınlar da kendilerini erkekler kadar güvende hissediyorlar mı, sokaklarda, evlerinde güvendeler mi? Bir haksızlık karşısında kadınlar rahatlıkla adalete erişebiliyorlar mı? Eğer erişebilselerdi bu kadar çok kadın cinayeti yaşanıyor olmazdı. Fakat Hükûmet kendisini bu alanda uzun yıllardır çalışan kadın örgütlerinden soyutladığı için ve şiddete karşı bütünlüklü bir politika izlemediği için bu sorunu çözemiyor, çözemez de. Hâlen bu ülkede Dayağa Karşı Kampanya'da ta 1987'de kadınların ortaya koyduğu mücadelenin izleri sürüyor, bunun üzerine doğru dürüst konulan hiçbir şey yok.
Arkadaşlar, kadınlar karakollardan geri döndürülüyorlar. Diyor ki polisler: "Sen de biraz alttan alsaydın." "Önce bir kocanla ya da ağabeyinle konuşalım, bakalım onlar ne diyor?" "Kocanla görüşelim, gözünü korkuturuz, bir daha yapmaz." Böyle diyorlar ve bunları söyleyen kollukla ilgili görevi ihmalden yasal işlem başlatmak istediğinizde de İçişleri Bakanlığı izin vermiyor ve süreçler çok yavaş işliyor. Şiddete, cinsel suçlara karşı bu konuda uzmanlaşmış kolluğun görevlendirilmesi gerekiyor, cinsel saldırı suçunu soruşturacak olan uyuşturucu operasyonuna katılan polis değildir, bunlar uzmanlık isteyen alanlardır. Yargı sürecinde de kadınlar karakollarda yaşadıklarına benzer muameleleri görüyorlar ve kadınlar mahkemelerden, tüm bu süreçlerden nefret eder hâle geliyorlar ve dolayısıyla da adalete erişememiş oluyorlar. Bu ülkede, koruma kararı almış olmasına rağmen kadınlar öldürülüyorsa koruyucu mekanizmalar bilerek ve isteyerek işletilmiyor demektir, önleyici tedbir diye bir tedbir de zaten yok demektir, devlet şiddeti önleme yükümlülüğünü yerine getirmiyor demektir.
İstanbul Sözleşmesi'nde de, hani o çok "İstanbul'da imzalandı ve ilk biz imzaladık." diye övünülen İstanbul Sözleşmesi'nde de ifade edilir: "Şiddetin temelinde kadın-erkek eşitsizliği vardır." Ancak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine 2008'den sonra yeni bir eylem planı dahi hazırlamadı. Mecliste Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu çalışmıyor. Nedenini Komisyon Başkanına sorduğumuzda "Yerelde faaliyet yürütüyoruz." diyorlar. Şimdi, yıllardır kadınlar için çalışan, adı sanı bilinen kadın kurumlarıyla çalışmadığınıza göre herhâlde yerelde valilerle, kaymakamlarla çalışıyorsunuz. Nasıl bir yerel çalışma bu, gerçekten merak ediyoruz. Birleşmiş Milletler Kadınların Siyasete Katılımı Projesi'ni yürütüyor KEFEK ancak âdeta bizi siyasete katmamak için uğraşıyor. Ülkede kadınlara yönelik bunca ayrımcılık ve şiddet varken KEFEK toplantı yapmıyor, çalışmıyor ve Birleşmiş Milletler fonlarıyla yaşayan bir dernek gibi davranıyor âdeta. Bunu dernekler yapıyorlar zaten. Bu Mecliste, bu Komisyonun toplanması, tartışması, şiddeti önlemek için önerileri konuşması gerekiyor.
Evet, değerli arkadaşlar, bu ülkede, kadınlar iş bulmak, güvenle yaşamak, mutsuz bir evlilik içindelerse hayatlarını tek başına idame ettirebilmek isterken, yapay gündemler yaratılarak Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu gibi komisyonlar kuruluyor.
Komisyon raporunda, boşanma ve şiddet süreçlerinde zorunlu danışmanlık ve ara buluculuk uygulanması, çocuklarla cinsel ilişkide rıza aranabileceği ve böyle durumlarda taciz eden kişiyle çocuğun evlendirilmesi yoluyla taciz edenin cezadan kurtulmasının uygun olabileceği, kadına yönelik şiddet vakalarını da içerebilecek aile hukukuna dair tüm davaların ailenin bütünlüğü için kapalı yapılması yani tüm duruşmaların kapalı yapılması, dolayısıyla -defakto- burada kadın örgütlerinin davaların dışında bırakılması yani müdahil olmasının engellenmesi gibi öneriler var.
Bu önerilerin her biri İstanbul Sözleşmesi'ne aykırı. Eğer siz bunlara inanıyorsanız, o zaman İstanbul Sözleşmesi'ni neden imzaladınız? Ya da GREVIO'nun sizden istediği raporda neden bunların hiçbirisi yok, başka şeylerden söz ediyorsunuz?
Kadınlar yaşamak, doyasıya yaşamak, insanca bir işte çalışmak, insanca bir ücret almak, gelecek kaygısı yaşamamak ve eğitim alabilmek istiyorlar. Kadınlar toplumu ikiye bölen, medeni haklarını tehdit eden müftülük nikâhı gibi kanun değişikliklerini istemiyorlar. Kadınlar çocuk bakımının, yaşlı bakımının kendi sırtlarında olmasını istemiyorlar. Bakanlığınızın her mahalleye kreş açmasını, yaşlı bakımevlerinin yaygınlaşmasını istiyorlar. Bugün kadınların erkek egemenliğinden kaynaklı sorunlarını çözme iradesi gösteren bir kadın bakanlığına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Değerli arkadaşlar, kiminiz Osmanlı'yı, kiminiz hem Osmanlı'yı hem genç cumhuriyeti, kiminiz ise sadece cumhuriyeti çok seviyorsunuz değil mi? İşte, oralardan bir ses, Halide Edip kadınlara şöyle sesleniyordu: "Osmanlı kadınlarının terakki yolundaki mesailerinin henüz bir tarihçesi olmaması, onların bir şey yapmamış olmaları anlamına gelmez. Bugün, bu saat, ben size hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yazıyoruz demektir."
Yine, 1923'te Kadınlar Halk Fırkasını ve daha sonra Türk Kadınlar Birliğini kuran Nezihe Muhiddin ise oy hakkını canları pahasına almaya ne kadar kararlı olduklarını şu sözlerle ifade ediyordu: "Biz seçim haklarımızı elde etmeye dayalı idealimizden vazgeçmiş değiliz. Biz bundan vazgeçersek derneğimizin bir varoluş gerekçesi kalmaz. Davamızın zaferi için ölünceye kadar çalışacağız. Bizim yaşamımız buna yetmezse hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortalığı temizlemiş oluruz."
Evet, kadınlar sizden iaşe değil, haklarını istiyorlar. Osmanlı'dan bugüne tarih yazan kadınların devamıyız biz.
O günlerden bugünlere taşınan başka sözler de vardı, tıpkı dün Meclis Genel Kurulunda asla söylenmemesine cümbür cemaat karar verdiğiniz "kürdistan" sözü gibi. 1936 yılında, yani Ayşe Nur Bahçekapılı'nın Mecliste Başkanlık yaptığı günden seksen bir yıl önce Meclis Başkanlığı yapan Abdülhalik Renda mebuslar tarafından verilen tahriri okurken "kürdistan" kelimesini kullandığında Türkiye bölünmemişti.
Atatürk, ölmeden iki yıl önce, 1936 yılında, teşkilat ve hükûmet hakkında verdiği teklifi konuşurken "Pek doğru, İngiliz'den bahsetmek istemediğim için bu noktayı dercetmedim efendim. Hakikaten İngilizler daha evvel bütün Kürdistan'ı iğfal etmek -affedersiniz- Türk..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan müsaade ederseniz.
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamak için bir dakika ek süre veriyorum.
Buyurun Sayın Kerestecioğlu.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Teşekkür ederim.
"...vesaire dindaşlardan ayırmak için tasavvur içinde..." diye devam eden konuşmasını yaptığında Türkiye bölünmedi.
Yine, 24 Mart 1919'da Savaş İşleri Bakanlığına gönderdiği mektupta "Benim Anafartalar'da, Kürdistan'da, Suriye'de başlarında bulunmaktan kıvanç duyduğum kahraman ordular haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur." dediğinde de bölünmedi ve AKP Başkanı Erdoğan bu konuşmaların birçoğunu kaynak göstererek "'Kürdistan' kelimesini kullanan zamanın mebusları da mı bölücüydü?" derken de bölünmedi. Bugün bu ülkenin bölünmesini isteyen tek bir kişi yok bu Mecliste ve bir ülkeyi bölecek olan, tarihî, coğrafi tanımlar, aidiyetler, kimlikler değil, şiddettir, ötekileştirmedir ve ayrımcılıktır sevgili vekiller.
Ben bu nedenle, yine Halide Edip'in sözleriyle bitirmek isterim. "Bugün, bu saatte, ben size hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz demektir." Dün de hep birlikte tarih yaptınız. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.