| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 13.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ile Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı bütçeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerimin başında, öncelikle, sıcak gündemle, gönül sızımız ve manevi durağımız Kudüs'le ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Zira, Kudüs aynı zamanda, bugün söz aldığım kuruluşların da ilgi alanı içinde olan, olması gereken mübarek bir şehirdir. Bilindiği üzere, ABD yönetimi Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımıştır. Bu eylemle Trump, sorumsuz ve skandal bir karara imza atmıştır. Kudüs üzerinde sahnelenen siyonist ve Haçlı ittifakı İslam âlemini derinden sarsmış ve infiale sebep olmuştur. Kudüs İslam'dır ve aynı zamanda Türklüğün izlerini taşımaktadır. Kudüs mukaddesatımızın namusudur, Kudüs İslam dünyasının göz bebeği, haklı davası, meşru sancağı, gasbı ve rehini imkânsız manevi tacıdır. Bu sebeple, ABD'nin tahripkâr istikrarsızlığa, toplumsal infiale, toplu intifadaya ve kara bir leke gibi alnına yapışacak muhtemel dinler arası çatışmaya yol açacak olan Kudüs'le ilgili adımlarını muhakkak askıya alması şarttır, ABD bu gaflet ve dalalete acilen son vermelidir.
Şair Nuri Pakdil ne diyor? "Mekke iddiamız, Medine davamız, Kudüs bitmeyen duamız/ İstanbul son durağımız, son sığınağımız, koruyucu kalkanımızdır/ İstanbul Kudüs'ündür Kudüs İstanbul'un/ Şam ve Bosna, Üsküp ve Kudüs emanettir bize/ Emanetine sahip çık ey Türkiye." İnanıyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti devleti emanetine mutlaka sahip çıkacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan ihtiyaçlar kapsamında, 480 sayılı Yasa'yla 1992 yılında bir teknik yardım kuruluşu olarak Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. 2016 yılında TİKA'nın yapmış olduğu yardımların bölgesel dağılımına bakıldığında Orta Doğu ve Afrika ilk sırada yer almaktadır. Bu coğrafyalara yönelik yardımların ve faaliyetlerin TİKA bütçesinin yaklaşık yarısını oluşturduğunu gözlemlemekteyiz. Orta Doğu'nun ülkemiz açısından önemi son yıllarda yaşanan üzüntü verici gelişmeler göz önüne alındığında, Afrika'nın ise potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda bu uygulama normal bir gelişme olarak görülebilir ancak bu bölgelere yönelik yapılan çalışmalar, Türk dünyasına yapılan çalışmaların önüne geçmemelidir. TİKA'nın temel odak alanı, Türk dünyası ile akraba topluluklar olmalıdır. Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında bir yumuşak güç unsuru niteliği taşıyan TİKA'nın imkânları görev alanına uygun bir verimlilik çerçevesinde kullanılmalıdır. Özellikle, Türkistan, Kafkasya, Balkanlar gibi Türk kökenli bölgeler öncelik taşımalı, TİKA'nın eli ivedilikle buralara uzanmalıdır. Ayrıca, TİKA, bu bölgelerdeki faaliyetlerini FETÖ'nün devam etmekte olan çalışmalarını dikkate alarak ve onları bertaraf edecek şekilde yürütmelidir.
Öte yandan, devletin ilgili kuruluşları, Suriye'deki ve Irak'taki Türkmenlerin sorunlarına acilen eğilmelidir. Türkmen kardeşlerimiz Irak'ta ve Suriye'de zor durumdadır ve bilindiği üzere yaşam savaşı vermektedirler. Irak'taki ve Suriye'deki Türkler imkânsızlıklar içerisinde kıvranmaktadır. Hükûmetin bir an önce Irak'taki ve Suriye'deki Türklerin varlıklarını devam ettirebilecekleri önlemleri alması icap etmektedir.
TİKA faaliyetleri, devletimizin siyasi, diplomatik ve ekonomik açılımları için son derece önemlidir. Bu coğrafyalarda kültürel varlıklarımızın korunmasına dönük yürütülen faaliyetler artırılmalı, başta kültürel kimliğin tahkimi olmak üzere Türk varlığını ayakta tutacak her konuda etkin bir çaba gösterilmelidir. Zira, tarih, bir kere ayak bastığı her coğrafyada Türk'ü aramakta, özlemekte ve çağırmaktadır. TİKA'nın insan kaynakları, fiziksel kapasitesi ve bütçe imkânları da artırılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, TİKA'nın isim ve amaç değişikliğiyle beraber Türk dünyasıyla ilgili Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Yunus Emre Enstitüsü de kurulmuştur. Bilindiği üzere, 5 kıtada 192 devlette milyonlarca vatandaşımız yaşamaktadır. Bunun yanında sosyokültürel ve tarihî bağlarla yakın ilişki içerisinde olduğumuz geniş bir coğrafyada 200 milyona varan soydaş ve akraba topluluklarımız bulunmaktadır. Gerek başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın gerekse soydaş ve akraba topluluklarımızın yegâne dayanağı Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Yüzleri hep bize dönüktür ve her zaman Türk devletinin desteğini arkalarında hissetmeyi arzulamaktadırlar. Çalışmalarıyla gerek yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla gerekse soydaş ve akraba topluluklarla ilişkileri güçlendirmesi, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak daha yakın ilişkiler tesis edilmesi beklenen kuruluş ne yazık ki personel yetersizliği nedeniyle görevini layıkıyla yerine getirememektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak yıllardır dış Türkler bakanlığının kurulması gerektiğini hem seçim beyannamelerimizde hem de konuşmalarımızda defalarca ifade ettik. Bu nedenle bu kurumun varlığı ve işlerliği çok mühim ancak yetersizdir. Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu ile Kültürel ve Sosyal İlişkiler Eşgüdüm Değerlendirme Kuruluna daha fazla işlerlik kazandırılması, sivil toplum destekleri koordinasyon kurulunun oluşturulması veya güçlendirilmesi yerinde olacaktır.
Başkanlığın yurt içi ve yurt dışı temsilcilikleriyle ilgili aksaklıkların ve teşkilatlanma sorununun giderilmesi gerekmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Almanya'da sözde soykırımla ilgili yasa tasarısının oylanmasında Türk kökenli milletvekillerinin tamamının yasa tasarısına destek vermesi ve tasarının kabul edilmiş olması yurt dışındaki vatandaşlar anlamında çalışmaların etkin sonuç doğuracak seviyelerde olmadığının güncel bir göstergesidir. 3 milyonun üzerinde vatandaşımızın bulunduğu Almanya'da dahi siyasi etki gücümüzün ve sivil toplumu harekete geçirme kabiliyetimizin bu kadar düşük düzeyde kalması yurt dışındaki vatandaşlara yönelik çalışmalarımızın yetersiz kaldığını göstermektedir.
Uluslararası öğrencilere yönelik çalışmaların yeniden ele alınması ve projelerin değerlendirilmesiyle ilgili esasların nesnel kurallara bağlanması gerekmektedir. Getirilen öğrencilere yönelik çalışmaların yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Bu kadar fazla sayıda getirilen öğrencilerin takipleri nasıl yapılmaktadır? Bunların FETÖ gibi zararlı yapıların eline düşmesini nasıl engelleyeceğiz ve bunların ülkemizle gerçek gönül köprüleri oluşturmasını nasıl sağlayacağız? Getirilen öğrencilerin mutlaka Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlarda kalması temin edilmelidir. Aksi uygulamalar yeni FETÖ'lerin yapılanmasına zemin hazırlayacaktır.
Diğer taraftan, kanaatimizce nicelikten çok niteliğe önem verilmesi gerekmektedir. Her öğrenciye sadece bir defa burs verilmesi uygulaması yerine, ülkesine döndüğü zaman bir fahri elçi gibi çalışacak öğrencilere ardışık eğitim süreçlerinde lisans, yüksek lisans, doktora bursları da tahsis edilmelidir. Zira, devlet bursları bütün büyük devletlerin en önemli propaganda araçlarından biridir. Bu imkân doğru seçimle azami verim sağlar. Bu sebeple, daha az sayıdaki nitelikli öğrenciye daha fazla imkân sağlanarak uzun yıllar burs tahsis edilmesi daha uygun olacaktır.
Öte yandan, burs tahsis edilen öğrencilerin mezun olduktan sonra da ilgi alanı içinde kalmaya devam etmesi gerekir. Burs gibi bir yumuşak güç aracının asıl kazanımı mezuniyet sonrası ülkeye dönüşte elde edilir. Ülkelerine dönen öğrencilerle ilgili ciddi bir envanter tutulmalı, her vesileyle irtibat devam ettirilmelidir. Burs alan şahısların ve ilgili ülkelerin özel günleri irtibatın devam ettirilmesi için güzel bir zemindir. Yurt dışı temsilciliklerimize davet başta olmak üzere, belirli dönemlerde bu öğrencileri bir araya getirmek bir politika olarak belirlenmelidir. Geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakanın Türkiye'den mezun olan öğrencilerle bir araya gelmesi sevindirici bir gelişmedir. Ayrıca, YTB teşvikiyle mezunlar derneklerinin kurulması takdir edilecek bir uygulamadır. Soydaş ve akraba coğrafyaya yönelik yapılan çalışmalarda bir koordinasyon sorunu olduğu bilinmektedir. İlgili kurumlarımızın zaman zaman kendi alanlarına yönelik mükerrer işler yaptığını görüyoruz. YTB kanununda bu alana yönelik koordinasyonun YTB'de olduğu yazılıyken maalesef bu koordinasyonun tam anlamıyla gerçekleştirildiğini söyleyemiyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, 15 Temmuz kalkışması bizlere hudut dışında yaşayan soydaşlarımız ve vatandaşlarımıza yönelik faaliyetlerde daha çok çaba gösterilmesi gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Devletimizin müsamahası ve hoşgörüsünden faydalanan ama ülkemiz aleyhinde faaliyet gösterenler maalesef soydaşlarımız arasında yuvalanmışlardır. Dış temsilciliklerimiz olan büyükelçiliklerimiz, başkonsolosluklarımız, TİKA ofisleri, din ataşelikleri, Yunus Emre Enstitüsü müdürlükleri, Türkiye Maarif Vakfı temsilcilikleriyle yurt dışına yönelik faaliyet gösteren Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ülkemizin aydınlık geleceğini inşa etmek için el ele vermeli, dünden daha azimle hareket etmelidir. Unutulmamalıdır ki bu kurumlarımız vatandaşlarımızın verdiği vergilerle oluşan kıt kaynakları kullanmaktadırlar. Bu kaynakların kullanımında bir defaya mahsus, gösterişli ve devamı olmayan tanıtım türü gayretlere değil, sürdürülebilir, uzun ve stratejik hedeflere yönelinmelidir.
Türk cumhuriyetleri ve Türk ve akraba topluluklarından yükseköğrenim için getirilen öğrenci kardeşlerimizi incitecek "yabancı" gibi kelimelerden oluşan hiçbir hitaba yer verilmemelidir. Özellikle beşerî bilimlerde eğitim alan kardeşlerimiz, ülkemizde bulunan ve bu alanda uzman kuruluşlarımızla bir araya getirilmeli, onlarla projeler geliştirilmelidir. İktisatçı kardeşlerimizin Ekonomi Bakanlığı eş güdümünde geleceğin iktisatçıları, iletişimci kardeşlerimizin RTÜK benzeri kuruluşlar eş güdümünde geleceğin iletişimcileri, tıp fakültelerinde eğitim alan kardeşlerimizin de Sağlık Bakanlığı eş güdümünde geleceğin sağlıkçıları projeleriyle bir araya getirilmeleri sağlanmalıdır. Bu kardeşlerimizle uzun vadede projeler yapmanın yolu buradan, bu bahsedilenlerden geçer. Herkese göstere göstere, geçici heveslerle ve farklı adlarla oluşturulan yapılarla bu işlerin olmayacağı artık bilinmelidir.
Afrika ülkelerine de açılım güzeldir. Bununla beraber esas olanın, çoğunluğu Avrupa'da olmak üzere hudut dışında yaşayan vatandaşlarımız, Balkanlardan Türkistan'a uzanan coğrafyadaki soydaşlarımız ile dindaşlarımız olduğu unutulmamalıdır. Bu büyük coğrafyaya olan ilgi azalmamalıdır. Türkçenin daim ve yaşayan dil olarak kalabilmesi ancak Türkçe yayınların çokluğuyla doğru orantılıdır. Türkçenin olmadığı Arnavutluk'ta, Kosova'da, Makedonya'da, Bulgaristan'da soydaşa ve dindaşa dokunamazsınız, bu çerçevede ilgili coğrafyalardaki Türkçe gazetelerin kendi kaderlerine terk edildiği görüntüsü ortaya çıkmıştır. Bir an önce bu konuyla alakalı tedbir alınmalıdır.
Taşınmaz kültürel eserlerimizin tamiri konusunda son zamanlarda gösterilen gayret takdire şayandır. Lakin bu, insana dokunmamızın önüne geçmemelidir. Özellikle soydaşların kurduğu ve öncülük ettiği siyasi oluşumları yok sayan ve yeni oluşumlara yol açan yapılanmalara kuşkuyla bakılmalıdır. Biz "Ayrılıkta azap, birlikte rahmet vardır." hadisi şerifine inananlardanız. Türk dünyasına yönelik görevlendirilen kamu görevlilerinin bölge terminolojisine hâkim olması tabii ki yerinde olacaktır. Türkistan'a "Orta Asya" demekte ısrar etmenin anlamı yoktur. Gagavuzya'da maalesef yanlış kullandığımız kreşin ismi "uşak bahçesi"dir. Kavramların ve coğrafyanın Türkçeleştirilmesi önemlidir. Bu Türkçeleştirmeye son yıllarda Anadolu Türkçesine giren yabancı kelimelerin de ayıklanmasıyla başlanılmalıdır.
Yine, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hudut dışına görevlendirilen kamu görevlilerinin arasında az da olsa yeni kurtarıcı edasıyla yüz yıllık ayrılıktan sonra bir araya geldiğimiz kardeşlerimize günahkâr gözüyle bakanların olabildiği müşahede edilmektedir. Özellikle yorum farklılıkları hududumuz dışına taşınırken hoşgörü heybemiz de mutlaka yanımızda olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, maddi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvi ve fevkalade bir düşüncenin mahsulü olan vakıf kurumu binlerce yıldır insanlığın hizmetindedir. Vakıflar bir emanet kurumudur. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkemizde sağlıklı işleyen vakıf yapısının güçlendirilmesi için vatandaşların birey olmanın sorumluluğunu taşıyarak vakıf oluşumlarının denetimine iştirakini öngörmektedir. Vakıfların ülkenin hukuk düzenine, değerlerine, geleneklerine ve kamu düzenine uygun faaliyet yürütmeleri kaydıyla toplum hayatında etkin bir rol üstlenmeleri esas olmalıdır. Vakıfların gelişmesi ve toplum hayatında öne çıkması sağlanarak toplumsal ihtiyaçların daha iyi karşılanması, kamuoyu denetiminin etkinleştirilmesi ve kamuya destek olunması temin edilmelidir. Vakıf medeniyeti kendisini insanlığa vakfetmek, insanlığı, insanı ve canı hayatın merkezine alarak insanlığın yararına çalışmak anlayışı üzerine kuruludur. Bu vakıf anlayışı göçmen kuşları da düşünür, garip gurebayı, fakir fukarayı da sokak temizliğini de düşünür, kimsesizi, yolda kalmışa da. Bu anlamda kurulmuş birçok vakıf vardır. Bizi birbirimize bağlayan sevgi, merhamet, dayanışma, kardeşlik gibi özellikler vakıf anlayışıyla daha da güçlenmiş, bizi bir ve beraber yapmıştır. Bugün hangi şehre giderseniz gidin bir restorasyon çalışmasıyla karşılaşmak mümkündür. İhmal edilmiş tarihî eserlere sahip çıkılması elbette takdirle karşılanmalıdır ancak bu işlerin aceleye getirilmemesi, ehil insanlara verilmesi ve rant merkezli yapılmasının önüne geçilmesi ecdadımıza karşı unutulmasın ki ciddi bir sorumluluğumuzdur. Bazı vakıflarda karşılaşılan olaylar ne yazık ki vatandaşlarımızın zihnini vakıflarla ilgili bulandırmakta, bu kurumlara yönelik ilgi ve muhabbetin eksilmesine sebebiyet vermektedir. Bu vakaların üzerine kararlılıkla gidilmesi önemlidir, gereklidir. Aksi bir yaklaşım bilinmelidir ki kamuoyu vicdanında ciddi şekilde rahatsızlığa sebebiyet verecektir. Geçmişten günümüze vakıf kurumunu değerlendirirken ne geçmişe hayranlıktan kaynaklanan bir romantizm içinde mucizevi bir kuruluş olarak ne de modern sosyal güvenlik sistemlerinin ve kamu hizmetlerinin gelişmesi nedeniyle bir kenara atılacak tarihî bir hatıra olarak görmek mümkündür. Vakıflar zamanın şartlarında değerlendirilmeli ve amacını gerçekleştirmesi için de yasal ve sosyal alanda uygun bir zemin hazırlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin ve büyük Türk milletinin çıkarları, huzuru ve mutluluğu bizim için her türlü hesabın üzerindedir. "Önce ülkem ve milletim." diyen Türk siyasetinin kırk sekiz yıllık dev çınarı Milliyetçi Hareket Partisi ülkesi ve milleti için her türlü fedakârlığa hazırdır. Söz aldığım hususlarla ilgili yaptığımız eleştiriler de bu minvalde değerlendirilmeli. Partimizin yıkıcı ve vurdumduymaz bir anlayış yerine yapıcı ve koruyucu bir yaklaşımı benimsediğini bir kez daha bu vesileyle hatırlatmak istiyorum. Davamız bugün her coğrafyada var olan Türk milletinin ve onun yeryüzündeki en güçlü organizasyonu olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasını esas alır. Bu konuda en ufak bir tereddüt göstermeyiz, şüpheye düşmeyiz, tereddüt edenleri de şüpheye düşenleri de hoş görmeyiz.
Sözlerime burada son verirken 2018 yılı bütçesinin aziz milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, yüce heyetinizi bir kez daha en derin saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)