GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:36
Tarih:13.12.2017

HDP GRUBU ADINA AYCAN İRMEZ (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubum adına söz almışken buradan, dört yüz beş gün önce, 4 Kasım 2016 tarihinde hukuksuz ve planlı, siyasi bir operasyonla Eş Genel Başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş, Sayın Figen Yüksekdağ ve milletvekili arkadaşlarımız bir darbenin sonucu olarak gözaltına alındı ve ne yazık ki hâlen tutuklu olarak cezaevindeler.

Milletvekillerimiz hâlâ hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde cezaevindedir. Eş genel başkanlarımızın ve vekillerimizin seçildikleri irade adına bugün burada bütçe hakkında söz söyleme hakları varken AKP ve ittifakları tarafından ne yazık ki bu hakları gasbedilmiş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, OHAL uygulamalarının hüküm sürdüğü, iktidarın yolsuzluk belgelerinin havada uçuştuğu, Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki cezaevlerinden ağır hak ihlalleri haberlerinin geldiği, milyonlarca yurttaşın iradesi olan milletvekillerinin, parti başkanlarının, yöneticilerinin ve belediye başkanlarının rehin alındığı, vekili olduğum Şırnak ili başta olmak üzere şehirlerin ve ilçelerin haritalardan silindiği bir zamanda ve yerde merkezî yönetim bütçesi üzerine konuşuyoruz. Böyle bir ortamda hazırlanan bütçenin yoksulu, emeği, kadını, doğayı görmeyen, demokratikleşmeyi önemsemeyen bir bütçe anlayışıyla hazırlandığını sanırım söylememize gerek dahi yoktur. Bu bütçe hakçı bir bütçe olmaktan ziyade adaletsiz ve vicdandan yoksun bir bütçedir.

Değerli milletvekilleri, Kişisel Verileri Koruma Kurumu bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum. "Kişisel veri" kavramı dünyada kabul gören, tanımının yapıldığı birçok metinde "Kim olduğu belli ve belirlenen bir gerçek kişiye ait tüm bilgiler." olarak ifade edilmektedir. Kişisel veriler özel hayatın temel bileşeni olmaları itibarıyla Anayasa'nın 20'nci maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesinde ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin "Mahremiyet Hakkı" başlıklı 17'nci maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği ilkesinin mutlak koruması altındadır. Kişisel verilerin sahibi bizzat gerçek kişilerdir. Neyin paylaşılıp neyin gizli kalacağına kişiler karar vermelidir.

Geçen yıl yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kişisel verilerin korunması hususunda kimi pozitif hükümler içermekle beraber asıl veri tekeline sahip olan, bütün yurttaşları âdeta fişleyen devletin istihbari ve güvenlik aygıtlarını istisna kapsamına almıştır. Bu kanuna göre Jandarma, MİT, MASAK, Emniyet gibi kurumların faaliyetleri istisna kapsamına alınmıştır.

Bakın değerli Parlamento üyeleri, kanunun 28'inci maddesinin (1)'nci fıkrasında; kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanuna göre ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi durumunda tam istisnai kapsamda olacağı yönünde bir hüküm bulunmaktadır. Bu fıkraya dayanarak bütün yurttaşların fişlenmesi âdeta meşrulaştırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, söz konusu kurumun kurulmasında ve 6698 sayılı Kanun'un çıkarılmasında iki temel boyut bulunmaktadır. İlki ekonomik boyut. Bildiğiniz gibi, sermayenin kâr hırsı, daha çok para kazanma arzusu tarihseldir. Özellikle içinde bulunduğumuz dijital çağda veri ekonomisi oldukça önemli bir muhtevaya sahiptir. Kişilere ait veriler artık neredeyse petrolden bile daha değerli hâle gelmiş bulunmaktadır. Özel sektörler mal ve hizmet sunumundan daha fazla kâr elde etmek için sürekli kişilere ait verileri kişilerin rızası dışında depolamaktaydı, bu durum hâlen de devam etmektedir. Sermayenin bu veri istifçiliği sonucunda kişilerin en kıymetli ve mahrem verileri hoyratça etrafa saçılmaktadır. Bunun sonucunda kişilerin özel hayatı deşifre edilmekte, temel hak ve özgürlükleri de çiğnenmektedir.

Bu kurum ile veri ekonomisinin belli bir nizam içinde sürdürülebilmesi için bir regülasyona gidilmiştir. Özel sektör artık kişisel verileri işlerken kişilerden açık rızayı almak ve aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmek zorundadır. Gerçek kişilerin sermaye verilerini rahatça verebilmesi için bir güven ilişkisinin tesis edilmesi gerekiyordu çünkü artık insanlar verilerini paylaşmaktan korkar hâle geldi. Kanun koyucular, esasında sermayenin işini daha iyi görmesi, veri ekonomisinin sürdürülebilmesi için bu kurumu kurdu diyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, söz konusu kurumun kurulmasındaki ikinci temel husus ise siyasi boyuttur. Yürütülen müzakereler çerçevesinde Avrupa Birliği ilerleme raporlarında yıllardır Kişisel Verilerin Korunması Kanunu çıkarılması, bu kanuna dayanılarak bir kurumun oluşturulması talep edilmekteydi. Yürütülen müzakerelere binaen çıkarılan bu kanunda en büyük veri tekeline sahip olan devletin bütün güvenlik aygıtları istisna kapsamına alınmıştır, tıpkı sermayenin kâr hırsı gibi devlet de sürekli yurttaşları bir kontrol çemberinin içerisine hapsetmek istemektedir. Kişisel verileri iktidarlar kendi siyasal amaçlarını gerçekleştirmek ya da kendi politik çıkarlarını korumak için kullanmaktadırlar. Devletlere ait bilgi, devlet sırrı, millî güvenlik gibi sınırlarını belirlemenin zor olduğu kavramlarla sıkı sıkıya korunurken bireye ait kişisel bilgi ve veriler konusunda yeterli korumanın sağlandığından söz etmek çoğunlukla mümkün olmamaktadır. Bireye ait verileri çoğu kez elinde bulunduran ya da kamusal hizmetten yararlanmada bu bilgileri sunmayı ön koşul olarak bireyden talep eden devlet, bireye ait bireysel verileri işlemekte, depolamakta, ilgisiz kişi ya da kurumlarca paylaşmakta, bireyi salt kendine ait veriler konusunda pasif konuma itmektedir. Özellikle sermayenin daha fazla para kazanmasına yarayabilecek sağlık, sigorta, bankacılık, eğitim ve benzeri alanlardaki bilgiler daha da kıymetli hâle gelmekte, kişisel veriler, alınıp satılan bir süje hâline dönüştürülmektedir. Sermayenin kâr hırsı ve iktidarın sınırsız güç ve yurttaşları tahakküm etme arzusuna karşı herhangi bir yerden talimat almayan bağımsız kurumlar, yurttaş-sermaye ve yurttaş-iktidar ilişkisini biraz da olsa bir dengeye kavuşturabilir.

Peki, bu kanun çerçevesinde kurulan Kişisel Verileri Koruma Kurumu bağımsız bir yapıya sahip mi? Ne yazık ki hayır. Çünkü, üyeler iktidarın çoğunluk yapısına göre teşkil edilmiş durumda. TBMM'den 5 üye seçimle belirleniyor; Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu da 2'şer üye atıyor; Anayasa değişikliğiyle Bakanlar Kurulunun 2 üyesi de artık aynı zamanda AKP'nin de Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olacak. Ayrıca kanunun 19'uncu madde (2)'nci fıkrasında "Kurum Başbakanlıkla ilişkilidir." denilmektedir. Türkiye idare kanununda, maalesef, bu "ilişkili olma" tabiri fiiliyattan bağımlı bir ilişki hâline dönüşmektedir. Bunun yanında, kanuna konulan istisnai maddelerle devletin sorgusuz sualsiz bütün mahrem bilgilerimizi işleyebileceği hükme bağlanmıştır.

Kişisel verilerin korunması, bireyin verilerinin en büyük veri tekeline sahip olan devlet başta olmak üzere bütün kişi ve kurumlara karşı korunması amacını taşımalıdır. Bu bakımdan, her iki farklı alanları ve eylemleri ifade etmek suretiyle MİT, Jandarma, Emniyet, MASAK hemen hemen bütün kurumların ve eylemlerin veri koruma mevzuatından istisna tutulması, Veri Koruma Kanunu'nu güçlendirmez zayıflatır. Devletin üstün çıkarlarından ziyade insanın, yurttaşın üstün çıkarlarının temel kriterimiz olması gerektiğini düşünmekteyim. Devletin kutsandığı, insanın ikinci plana itildiği bütün yaklaşımlar çözüm değil sorun üretmektedir. Dolayısıyla, son yıllarda sıkça tartışılan bir kavram olan güvenliğin insanileştirilmesi meselesi çerçevesinde yaklaşmamız gerekir.

Değerli arkadaşlar, Kişisel Verileri Koruma Kurumunun bağımsız olabilmesi için kanunda da belirtildiği üzere, kurumun gerçek anlamda idari ve mali açıdan özerk olması sağlanmalı ve kurul üyelerinin partilere göre dağılımında hakkaniyet ilkesi esas alınmalıdır.

Yıllardır temel hak ve özgürlükler alanında mücadele veren sivil toplum örgütleri ile kurum arasında güçlü bir koordinasyon sağlanmalı ve kurumun bağımlı değil bağımsız olabilmesi için kendi kaynaklarını yaratabileceği bütçeye sahip olması gerektiğini belirterek sözlerimi bitiriyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)