Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 36 |
Tarih: | 13.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA KADRİ YILDIRIM (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Üzerinde konuşacağım kurum Türk Dil Kurumudur. Türk Dil Kurumu 12 Temmuz 1932 yılında ilk isim olarak Atatürk'ün talimatıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak kuruldu. Amaç olarak, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yer yüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek... Amaç bu şekilde belirtiliyor.
Kurum iki kez isim değişikliğine uğramış. Biri 1934 yılında, Türk Dili Araştırma Kurumu adını almış; öbürü de 1936 yılında yapılan kurultayda şimdiki ismiyle Türk Dil Kurumu adını almıştır.
Türk Dil Kurumunun Türkçenin dışındaki yani resmî dilin dışındaki dillere yapmış olduğu hizmetlerin bir tek somut örneği Kürtçeyle ilgili 2014 yılında çıkarmış olduğu iki dilli, Kürtçe-Türkçe, Türkçe-Kürtçe sözlüktür. Yaklaşık 13 bin kelime içeren bu sözlük benim Mardin Artuklu Üniversitesinde bölüm başkanı olduğum sırada, bilgim ve kontrolüm dâhilinde, bizim yetiştirmekte olduğumuz yüksek lisans öğrencilerimiz tarafından hazırlandı ve kurum tarafından 2014 yılında basıldı. Bundan dolayı, bu hizmetten dolayı tabii Türk Dil Kurumuna teşekkür ettik o zaman, şimdi de ediyoruz. O zaman da Başkan Profesör Doktor Mustafa Kaçalin Beyefendi idi. Ancak, barış ve çözüm süreci buzdolabına konulunca Türk Dil Kurumu da Kürtçeyi derin dondurucuya koydu ve bir daha da Kürtçe adını anmaz oldu. Ben diyorum ki bu şartlarda sıkıysa ansın. Ve maalesef o da birçok kurum gibi siyasetin, iktidarın hegemonyası, etkisi altına girmiş oldu.
Benim önerim, geçen sene de ifade etmiştim, bu kurumun adının -kısaltması aynı kalmak kaydıyla- Türkiye dilleri kurumu olarak değiştirilmesidir. Ve Türkiye'de konuşulan muhtelif dillere vâkıf olan uzmanların görevlendirileceği bir kurum olmalı, bu uzmanlardan alt kurullar oluşturulmalı ve bu alt kurullar Türkiye'de konuşulan muhtelif dillerin ana dille eğitim projesi çerçevesinde bir altyapı hazırlığını bir takvim dâhilinde gerçekleştirilmelidir diye düşünüyorum.
Çok iyi biliyoruz ki halkların kardeşliğinin yolu öncelikle dillerin kardeşliğinden geçmektedir ve eskiden de Kürt büyükleri bu kardeşliğin gereğini yerine getirmişler, şimdi de bu kardeşliğin gereği Kürtler tarafından yerine getirilmektedir. Bu Kürt büyüklerinden bir tanesi olan, Kürtlerin hem millî hem dinî bir önderi olan Ahmed-i Hani birçok şiirinde Kürtçe, Arapça ve Farsçayı da ana dili olan Kürtçeyle birlikte kullanmış ve mülemma tarzında bunu ilan etmiştir. Örneğin, bir şiirinde sırayla Arapça, Farsça ve Kürtçe olmak üzere şöyle diyor, ondan sonra Türkçe beyte geçiyor: "..."(x) "Ger benim kanım dilersen çoktan olmuştur helal." Arapça, Farsça ve Türkçe. Oysa bugün Orta Doğu'da, bu üç dilin resmî dil olduğu devletlerde Ahmed-i Hani'nin ana dili olan Kürtçeye en büyük darbe vurulmaktadır ki bu da acıklı bir hadisedir.
Kürt dili üzerinde hem İran ve Irak'taki rejimler tarafından hem de Türkiye'de bazı merciler tarafından öteden beri bazı oyunlar oynanmış ve oynanmaktadır. Hint-Avrupa dil ailesi grubuna giren Kürtçe beş ana lehçeden oluşuyor. Bunlar: Kurmancî, Soranî, Lorî ve Goranî (Hevramî) ve Zazakî'dir. Ancak İran'da ve Irak'ta Hevramî Kürt topluluğu ile Hevramîce üzerinde oynanan oyunlar, Lor Kürt topluluğu ile Lorîce lehçesi üzerinde oynanan oyunlar; Lorların Kürt olmadığı, Lorîcenin ve Hevramîcenin de Kürtçe olmadığı yönünde oynanan oyunların bir benzeri Türkiye'de Atatürk'ten sonra Zazaca üzerinde de oynanmaya başlanmış ve hâlâ da devam etmektedir. Oysa, Lorların Kürt olduğunu ve Lorîcenin Kürtçenin lehçesi olduğunu aşağı yukarı sekiz yüz, dokuz yüz yıl önce Mucemu'l-Buldân eserinde Yâkut el-Hamevî şöyle diyor: Arapçasını okuyorum "..."(x) Yani, Lorlar İsfahan ve Huzistan dağları arasında yaşayan bir Kürt topluluğudur. Hevramî lehçesi ise ehlihak Aleviliğinin en kutsal metinlerinin -ki başta Serencam geliyor- yazılmış olduğu bir lehçedir.
Zazalar ve Zazaca üzerinde de bir iki nota değinmek istiyorum. Evliya Çelebi doğuya yapmış olduğu seyahatinde sıra Bingöl'e geldiğinde ve Bingöl'ün girişine vardığında Seyahatname'sinde şöyle bir başlık açıyor, Bingöl ahalisine dairdir yani bahsedeceğim konu Bingöl sakinleriyle ilgilidir ve ilk cümlesi şu oluyor: "Evvela, Ekradı Zaza." Yani "En başta Zaza Kürtler" veya "Kürt Zazalar", fark etmiyor. Ve Atatürk 21/8/1919 tarihli telgrafında Erzincan ve Sivas arası mıntıkalarda oturan halktan bahsederken aynen şunları yazıyor: "Sekenesi -yani sakinleri- kısmı azamı -yani büyük bir kısmı- Türk ve kalîli -yani az sayıda olanı da- Zaza denilen Kürtlerden ve pek azı da Ermenilerden oluşuyor." Dolayısıyla Atatürk'ten sonraki süreçlerde maalesef bazı merciler belirli aralıklarla ve bilinçli olarak Zazalar üzerinde oyunlar oynamış ve bunu bilinçli bir şekilde, üstelik tarihten ve bilimden uzak bir şekilde yapmış ve yapmaktadırlar. Zaza kardeşlerimiz elbette ki kendilerini ve konuştuklarını nereye konumlandırıyorlarsa konumlandırsınlar, bunda serbesttirler ancak işin gerçeği tarihsel ve bilimsel olarak budur.
Barış ve çözüm süreci boyunca ve bağlamında nereden nereye geldi Kürtçe? Hiç kimsenin niyetini sorgulamadan şunu ifade etmek istiyorum: Barış ve çözüm süreci birçok olumlu yanlarının yanı sıra Kürt dili, Kürt edebiyatı ve Kürt tarihi alanlarında da resmî bir şekilde adımların atıldığı ve Kürtçeye hizmetlerin yapıldığı bir süreç oldu. Bu bağlamda örneğin Mardin Artuklu Üniversitesinde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldı. Bu bölümden hem lisans hem yüksek lisans bazında 1.500'e yakın Kürdolog mezun edildi ve bunların bir kısmı şu anda Anadolu Ajansında resmî bir şekilde görev de almış ve bu görevlerini de sürdürmektedirler.
Kürt halkının en büyük önderlerinden olan Ahmed-i Hani'nin Mem û Zîn'i Türkçeye çevrildi ancak Ahmed-i Hani'nin en büyük projelerinden biri olan ana dille eğitim bugün görmezlikten gelinmiş, altı kalın bir çizgiyle çizilmiş ve bir daha açılmamak üzere kapalı bir sayfaya maruz kalmıştır.
Belediyelere iki dilli bir faaliyet imkânı doğmuştu o sıralarda. Hem tabelalar iki dilliydi hem de kendi bünyelerinde belediyeler birtakım iki dilli faaliyetlerde bulunuyorlardı. Oysa şimdiki belediyelerin hâline baktığımız zaman kimi kayyumlar tarafından Kürtçe tabelalar tamamen indirilmiş kimileri tarafından da yeniden yazılmak üzere o kadar küçük harflerle yazılmıştır ki -daha önce de ifade etmiştim- bu küçük harflerle yazılan tabelayı okumak için âdeta mikroskop ve teleskoplara ihtiyaç duyulmaktadır. Evet, nereden nereye gelindi.
Seçmeli Kürtçe dersi konuldu barış ve çözüm sürecinde ama şimdi bir okulda "Kürtçe konuşma" şeklinde talimatlar tahtaya yazılıyor ve öğrencilerin Kürtçe konuşmaması için etki altında bırakıldığı bir atmosfer oluşturuyor. Kur'an-ı Kerim Kürtçeye çevrildi ve siyasi bir malzeme olarak meydanlarda kullanıldı ama siyasi malzeme olarak kullanılan Kur'an-ı Kerim'in içerdiği dille ilgili mesajlar tamamen görmezlikten gelindi ve gelinmektedir. Bu mesajlardan en önemlisi "..."(x) diyor Kur'an. Yani "Allah'ın en büyük alametlerinden, ayetlerinden bir tanesi de sizin çok dilli bir halk olmanız, ümmet olmanız, kitle olmanızdır, dillerinizin farklı farklı oluşudur." Bu bir ayettir. Oysa bugün dil teke indirgenmiş durumdadır. Yani bu ayet çiğnenmiş durumdadır. İkincisi "..."(x) diyor Kur'an. Yani "Biz sizi farklı milletlere ve kabilelere ayırdık." diyor. Oysa bugün tek kimlik üzerinden bir inşa söz konusu olmuş durumdadır. Bu da bize gösteriyor ki barış ve çözüm sürecinin kimilerinin iddia ettiği gibi hiç kimseye bir zararı olmadı, hiç kimsenin dinine de, diline de, kimliğine de zerre kadar zararı olmadı ama bu barış ve çözüm sürecinin buzdolabına konulmasıyla birlikte ve kültürel birtakım kurumların da buna destek olmasıyla beraber bugün Türkiye'de yaşayan farklı etnik, din, mezhep, kimlik ve dil mensuplarının hepsinin büyük darbe almalarıyla sonuçlanmıştır.
O hâlde, sonuç ve öneri olarak şunu arz etmekte yarar görüyorum ki Türkiye eğer ciddi bir uçuruma sürüklenmek istenmiyorsa bilinçli veya bilinçsiz olarak, dolaylı veya dolaysız olarak, tekrar bütün halkların dilleriyle, kimlikleriyle, kültürüyle ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşayacakları tam demokratik bir Türkiye'nin inşası vakit geçmeden ve iş işten geçmeden bir an evvel sağlanmalıdır. Bunun sağlanması dileğiyle de Genel Kurulu, Başkanlığı ve hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Barış dolu bir dünya ve Türkiye'yi hepimiz için diliyorum. (HDP sıralarından alkışlar)