| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 12.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA CELAL ADAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık, Kamu Denetçiliği Kurumu, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bütçelerinin görüşülmesi dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün bütçelerini konuştuğumuz kurumlar, sadece rakamlar üzerinden değerlendirilemeyecek kadar hayati görevleri olan, çok büyük sorumluluklar taşıyan kurumlardır. Bu değerli kurumlarımızın milletimiz ve devletimiz için taşıdığı önemin bilincinde olmalı, bu kurumlara bakışımızı klasik muhalefet anlayışı ya da siyasi hesapların ötesinde bir sorumluluk bilinciyle belirlemeliyiz. Unutulmamalıdır ki devletimizin güvenliği ve dolayısıyla bekası her türlü siyasi hesabın üstündedir. Özellikle devletimize diz çöktürmek için her koldan harekete geçmiş, düşmanlıklarını hiç olmadığı kadar büyük bir cüretle, açıkça gösterecek kadar artırmış düşmanlarımız ve bu dış düşmanların maşası, piyonu, taşeronu olan içimizdeki ihanet şebekeleri bu kadar azıtmışken devletimizin güvenliğini görev edinen kurumlarımıza karşı daha hassas, daha özenli olmalıyız.
Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak tavrımız ve aldığımız pozisyon her zaman açık ve nettir: Devletin bekası söz konusu olunca geri kalan tüm unsurlar bizim için teferruat olarak kalır. Dolayısıyla başladığımız bütçe görüşmelerinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak şu parti, bu parti demeyeceğiz, önce Türk milleti diyeceğiz ve Türkiye diyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, Başbakanlık 2019'a düğümlenen yolda, ülkemiz keskin dönemeçlerden geçmektedir. Türk parlamenter sisteminin mevcut hâli revize edilecek ve millî iradenin tercih ettiği yeni bir sistem için ilk adım 2019'da atılacaktır. Mevcut düzen içerisinde Başbakanlık makamı, Bakanlar Kurulunun başı, yürütme erkinin kılavuzu, devlet mekanizmasının temel çarkı olarak vazife görmektedir. Yeni sistemde ise Başbakanlık makamı partili Cumhurbaşkanının vazife ve yetki sahasının içinde temsil edilecektir. Bu, önemli bir adımdır fakat bu adıma uygun hazırlıklar tamamlanmalı, devletin bütün kadroları köklü değişime hazırlanacak şekilde dizayn edilmelidir. Ayrıca, yeni sistemin getirdiklerini, devlet mekanizmasının hangi aşamalarla bu dönüşümü gerçekleştireceğini 2019 öncesinde vatandaşlarımıza aktarmak zorunluluğu da vardır. Türkiye'deki kurumların amiral gemisi sayılabilecek Başbakanlık makamının bu gibi faaliyetlere öncülük etmesi ve koordinatörlüğünü yürütmesi elzemdir.
Değerli milletvekilleri, Millî İstihbarat Teşkilatı Türkiye'nin en köklü, en önemli kuruluşlarından birisidir. Bu teşkilat, ihdas edildiği günden bu zamana kadar, ülke güvenliği için can damarı sayılabilecek bir önemi haiz olmuştur. Ayrıca, eminim ki bu kurumda vazife alan pek çok görevlimiz, Türkiye için, dünyanın neresinde olursa olsun önemli vazifeler üstlenmiş, milletimizin emniyeti için pek çok emek sarf etmişlerdir. Millî İstihbarat Teşkilatı çağın gereklerine uyum sağlayabilen bir kurum olmak mecburiyetindedir. Dünyanın yaşadığı bilişim atılımını ve teknolojik devrimleri Millî İstihbarat Teşkilatımız yakinen takip etmeli ve bu yeniliklere hakkıyla uyum sağlamalıdır çünkü dünyada aynı sahada faaliyet gösteren diğer haber alma kuruluşlarıyla boy ölçüşecek noktada olduğumuzu ortaya koymalıyız. Fakat İstihbarat Teşkilatımızın yükü ağır, üstlendiği vazife elbette çetindir çünkü tarih boyunca olduğu gibi şimdi de görünen ve görünmeyen birçok savaşın hem hedefi hem sahası bu topraklardır. 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan alçak işgal ve darbe girişiminden sonra Millî İstihbarat Teşkilatımız hakkında pek çok olumsuz görüş beyan edilmiş ve bir takım zaaflardan söz edilmiştir. Buna benzer kanaatleri dillendirenlerin bir kısmı elbette kötü amaçlar taşımakta olabilir fakat yorumların ardındaki niyetlerden bağımsız olarak ortada bir gerçek vardır. Gün geçtikçe büyüyen bir soru işareti yumağına son düğüm Reza Zarrab'ın Amerika'daki dava süreci vesilesiyle atılmıştır. Sanıklıktan tanıklığa geçmesi şüphe uyandırıcı olan bu şahsın son beyanları kamuoyunda çeşitli şayialara yol açmıştır. Bu vaziyet, "Reza isimli hayali ihracatçının, Amerika'ya gidişi dâhil, bir plan dâhilinde gerçekleşen örtülü bir ilticası mıdır?" sorusunun sorulmasına sebep olmuştur. Amerika'yla aramızda diplomatik krize sebep olan, okyanus ötesine yuvalanmış Fetullahçı terör örgütünün operasyon iştahını kabartan bu şahsın devletimizi itham edebilecek birtakım beyanlarda bulunabileceği öngörülemeyecek bir hakikat değildir. Hâl böyleyken bu şahısla alakalı bir takip, tarassut işleminin yürütülmemesi büyük bir eksiklik olarak yorumlanabilmektedir. Devletin sırrı devletin namusudur, göz bebeği gibi korunmalıdır. Gerçekte var olmayan ama kirli bir sır varmış izlenimi yaratacak malzemeler ise hakiki sırlardan daha fazla korunmalıdır çünkü kara propaganda enstrümanı olarak kullanılabilecek böyle şahıslar, bir memleketin açık yarası gibi, dış müdahalelerden korunmalıdır. Gelinen noktada ortadaki tablo şudur: Okyanus ötesi menşeli olarak Türkiye'nin aleyhine sürdürülen bu algı operasyonu çok basit önlemlerle bertaraf edilebilecekken önüne geçilmemiştir, buna dair geliştirilecek hakikatli bir öz eleştiri ülkemizin istiklali, istikbali açısından çok mühimdir.
"Türkiye'de istihbarat zaafı var." cümlesi, eskilerin deyimiyle şüyuu vukuundan beter durumlardandır. İstihbarat teşkilatının zaafları olduğuna dair bir imajın oluşması, bu görüntünün ulusal ve uluslararası basın eliyle millete tekrar tekrar servis edilmesi önü alınamayacak bir tehlikenin işaret fişeğidir. Bu tehlike, Millî İstihbarat Teşkilatının hakikaten zafiyet içinde olmasından daha zararlıdır. Çünkü gerçek zafiyet kadro değişikliği ve bazı akut müdahalelerle ortadan kaldırılabilir fakat kamuoyu tarafından zihinlerde oluşturulan intiba kolay kolay değişmeyecek, zaman içinde halkımızın teşkilatımıza duyduğu güven maalesef azalacaktır. Üstelik güçsüz bir haber alma örgütü görüntüsü bu ülkenin ve bu milletin düşmanlarına Türkiye üzerinde operasyon çekme davetiyesi manasına gelmektedir. Bu sebeple Millî İstihbarat Teşkilatımız, öncelikli olarak, bu kara propagandaya engel olacak bir algı yönetimi yürütmek için çaba göstermelidir. Türkiye'nin zor durumda kalmasına sebep olacak tabloların engellenmesi için, bu ülkenin yerli ve millî istihbarat görevlileri, derhâl, etkili bir master planı hazırlamak mecburiyetindedir.
Geçmişte, terör örgütünü, özellikle bizim sınırlarımız içerisinde, bizim vatan topraklarımızın içinde, hendeklere silahlar yerleştirirken görüp müdahale etmeyen ve o modern silahlarla binlere varan askerimizin şehadetine öncülük yapılmasına sebebiyet teşkil etmesine rağmen onu görüp müdahale etmeyen valilerin, onu görüp müdahale etmeyen Emniyet müdürlerinin olduğunu biliyoruz. Cenab-ı Allah bir daha milletimize böyle bir anlayışı göstermeyi nasip etmesin.
Dolayısıyla, geçmiş dönemlerde devletin yönetim biçiminden kaynaklanan zafiyetlerin neye mal olduğunu biliyoruz. Özellikle demokrasi nutukları atılarak, barış çığırtkanlığı yapılarak, akil adamlar Türkiye'nin her tarafında dolaşıp "analar ağlamasın" dediğinde, nasıl anaların ağlatılacağına, nasıl Türkiye'nin bölüneceği noktasında bir iradenin alt yapısının hendeklere döşendiğine hepimiz birlikte şahit olduk. Cenab-ı Allah bir daha milletimize o günleri yaşatmasın.
Dolayısıyla, bu zor günlerde, geçtiğimiz bu günlerde de bir daha bir zaafa, milletimize zarar verecek bir zaafın ortaya çıkmasına, hepimiz birlikte hareket ederek müdahale etmek mecburiyetindeyiz.
Değerli milletvekilleri, Kamu Denetçiliği Kurumu, ombudsmanlık, "İnsanların en hayırlısı insanlara en fazla faydası dokunandır." inancı ve "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." şiarıyla yola çıkıldığı iddia edilen Kamu Denetçiliği Kurumu, maalesef ki iddiaları kadar büyük ve etkili sonuçlara bir türlü ulaşamamıştır. Millet ile devlet arasında bir köprü, bir ara bulucu olması beklenen kurum, etkinlik sahasını genişletememiş ve kamuoyunda bir tanınırlık dahi elde edememiştir. Kendisine başvuran vatandaşlara, fiilî olarak tasfiyeden öteye gitmeyen kararlardan başka bir şey vadedememiştir. Beş yılı aşkın bir süredir de faaliyette olmasına rağmen kurum, bize göre, bir ombudsmanlık olarak kendisini tanıtamamıştır. Yurt dışındaki örnekleriyle karşılaştırıldığında, saygınlık bakımından da etkinlik bakımından da benzerlerinin çok gerisindedir.
Yargı istatistiklerine bakıldığında, son on yılda açılan dava sayılarındaki artış oranlarının en çok idari yargıda olduğu görülmektedir. Bu durum, aslında, idarenin yaptığı işlemlerin sıhhati hakkında olumsuz bir intiba vermektedir. Buna rağmen, rahatsızlık taşıyan vatandaşların tercihlerini Kamu Denetçiliğinden yana kullanmaması önemli bir göstergedir. Vatandaşlar tarafından kurum ya tanınmamakta veyahut da ciddiye alınmamaktadır. Yargıdaki yükün hafifletilmesi anlamında bir katkısı olması beklenen kuruma başvuruların yetersizliği adli ve idari sistemin de sırtına bir yük daha koymaktadır. Millet için devletin kapılarını aralayacak anahtar olma umudu taşıyan kurum, mekanizmanın kilitlenmesine sebep olan bozukluğun bir parçası hâline gelmiştir. Bize göre, ombudsmanlık sisteminin, uygulamadaki eksiklikleri de dikkate alınarak ahlaki kirlilik ve yolsuzlukla mücadelede başarı sağlamak, vatandaşlık bilincinin gelişmesine katkı vermek, yargının yükünü hafifletmek, vatandaş mağduriyetini kısa sürede gidermek suretiyle demokratik gelişime katkı sunacak bir iklimi oluşturması, Türkiye'nin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Ülkemizde Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay ve bütün kurumlarımızda denetimle görevli en az birer birimin varlığı ortadayken, yolsuzlukların önlenmesinde, idarenin denetim yoluyla geliştirilmesinde yeterince mesafe katedilememiştir. Denetim birimleri arasında koordinasyonun ve birimlerin bağımsızlıklarının yeterince sağlanmaması, uluslararası denetim standartlarının yerleştirilmemesi, kamu hesaplarında mali saydamlığın, hesap verme sorumluluğunun ve performans yönetimi gibi çağdaş anlayışların bulunmaması denetim sistemimizi zayıflatan en önemli unsurlardır. Bu çerçevede, bağımsızlık ilkesinin tüm denetim birimlerinde yerleşmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemeler sayesinde ombudsmanlığın da önü açılacak, kurum daha faal hâle gelecektir. Kamu yönetiminin iyileştirilmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumunun kamu yönetimiyle ilgili şikâyetlere ilişkin hazırlayıp gönderdiği yıllık çalışma raporları Mecliste itibar görmemiş, önemsenmemiş, görüşülmemiştir. Kurumun çalışmalarına ilişkin raporların bu şekilde ötelenmesi konunun önemi ve ciddiyetiyle bağdaşmamakta, kurumun da motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. Kurum, kamu yönetiminin hukuka uygun ve kamu yararı doğrultusunda işlemesi yönünde uyarıcı, gözetici fonksiyon icra etmeyi amaçlamaktadır. Bu kadar önemli işleve sahip kurumun, idari olarak bağlı bulunduğu Meclis tarafından bile sahiplenilmemesi üzücüdür. Bu durumun ortadan kaldırılması, ombudsmanlığın kurumsal ve ciddi bir imaja kavuşabilmesi açısından ehemmiyet taşımaktadır. Ayrıca, hak arama kültürünün yaygınlaştırılması ve farkındalığın artırılması konusunda çalışmalara da hız verilmelidir. Böylece toplumun geneline ulaşmanın yolları aranmalıdır. Ombudsmanlığın hâlâ yeterince tanınmayan, tanınırlığı olmadığı için de değerlendirilmeyen bir yapı olduğu yönünde bizzat kurumun kendi çalışanlarının tespitlerinin bulunması dikkat çekicidir. Bu tespitler, öncelikli olarak nasıl çalışmalar yapılması gerektiğine dair fikir vermektedir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği... Değerli milletvekilleri, Millî Güvenlik Kurulu Türkiye Cumhuriyeti'nin en eski kurumlarından birisidir fakat Millî Güvenlik Kurulunun uzun serüveni ele alındığında bu kurulun çeşitli dönemlerde farklı vazifeler üstlendiği görülmektedir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, İkinci Dünya Savaşı'nın kaotik atmosferinde, soğuk savaş sürecinde Millî Güvenlik Kurulu hep uluslararası dengelerle ilişkili bir tavır takınmış, ona göre kararlar almıştır; bazen hatalı kararların alınmasına da sebep olmuş ve atılan bu yanlış adımların acısını ise topyekûn Türk milleti çekmiştir. Milleti tehdit eden tehlikeleri tespit etmek ve onlara karşı mücadele yöntemleri belirlemek amacıyla kurulan bu yapı bazen millet iradesine de zarar vermiştir. Seçilmişlerin üzerinde baskı kurmak isteyen güç odakları için de bir araç olarak Millî Güvenlik Kurulunun görüldüğü zamanlar da olmuştur fakat son yıllarda gerçekleştirilen yasal düzenlemeler sayesinde Millî Güvenlik Kurulu sivil yönetimin üzerinde sallanan askerî bir Demokles'in kılıcı olmaktan çıkmıştır, artık Millî Güvenlik Kurulu güvenlik bürokrasisi ile seçilmiş iradenin bir arada karar verebileceği, ülkemize yönelik potansiyel saldırıları önlemeye odaklanan bir yapıya dönüşmüştür. Bu durumun muhafazası devlet güvenliği açısından çok önemlidir. Milletin tercihlerini şekillendirmek isteyen 28 Şubat zihninin, yapısının Millî Güvenlik Kurulu kararları vasıtasıyla maşeri vicdanda açtığı yaralar ortadadır. Devletin en üst düzey emniyet tedbirlerini alabilmesi için ihdas edilen bu kurulu kendi arzuları doğrultusunda manipüle etmek, hangi taraftan gelirse gelsin, büyük tehlikelere sebep olacaktır. 15 Temmuzda yaşananlar esasen bu tehlikenin açığa çıkması fakat milletin gücü karşısında ezilip yok olmasından ibarettir. Gündelik siyasete yönelik ani değişmelerin Millî Güvenlik Kurulu reflekslerine yön vermemesi bu yüzden önemlidir. Bu hassasiyetin her daim akıllarda bulunması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Millî İstihbarat gibi, bizim coğrafyamız için çok anlamlı olan kuruluşlarımızla ilgili değerlendirme yaparken sizinle bir gerçeği paylaşmak istiyorum. Aşağı yukarı elli yıldır -takip ettiğimiz- ülkemizde hep birileri "Devleti nasıl ele geçiririz?" diye düşündüler oysa devlet Türk devletidir. Ele geçirilmeyecek, yüceltilecek olan devleti ele geçirip de ne yapacaksınız sorusunu hep sorduk biz. Daha güçlü bir millet, daha güçlü bir devlet ideali taşımak gerekirken devletin kuruluş kodlarıyla oynayarak siz eğer ülkeyi yönetirseniz bir yere çarpmamanız mümkün değildir. Eğer Türk devletinin, ki bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu'nun bitişiyle bir tarihten Türk milletinin silindiğine karar verildiği bir dönemde Türk iradesine sarılarak kurulmuş olan Türk devletinin kodlarına bağlı kaldığınızda bu dünyada hiç kimseye ihtiyaç hissetmenize gerek yoktur. Yani siz Emniyet Genel Müdürlüğünü yönettiğinizde, Türk devletinin ana kodlarına bağlı bir polis memuru, bir odacı, bir müdür, bir komiser bile, dönüşüme uğramış, teslim olmaya yönelmiş binlerce Emniyetçinin ana karaktere dönmesine öncülük yapar, ne Fetullahçıya ihtiyaç kalır ne PKK'lıya ihtiyaç kalır ne çarpık düşüncelere ihtiyaç kalır. Bizim ihtiyacımız olan en önemli konu 1900 ile 1923'ü kavramak ve doğan Türk devletinin ana kodlarına yüzde yüz bağlı kalmaktan geçer. Buna bağlı kaldığımız zaman çok güçlü oluruz, çok büyük oluruz. Bugün iç çatışmalara sebep olan, Türkiye'yi yoran bir sürü hareketin önüne de zamanında geçme imkânı elde etmiş oluruz.
Dolayısıyla, bugünlerde Türk devletinin ana kodlarına bağlı kalma noktasındaki iradeyi seslendirenleri kutluyorum, tebrik ediyorum ve bugün Türk devletinin ana omurgasını temsil eden Cumhurbaşkanının ve Hükûmetin değerli yöneticilerinin bu ana kodlara sımsıkı sarılma noktasındaki iradeleri bize heyecan vermekte. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sonuna kadar bu iradeyi de desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, dört yüz yılı aşan süre ecdadımızın hâkimiyeti altında bulunan, İslam dünyasının göz bebeği Kudüs, Amerika Birleşik Devletleri tarafından İsrail'in başkenti olarak kabul edildi. Sadece Orta Doğu'yu değil dünyayı ateş topuna çevirecek, tahrik dozu hayli yüksek bu karar, Amerika Birleşik Devletleri'yle yürütülen küresel ve tehlikeli tezgâhın son numarasıdır. Bu karar neresinden bakarsanız bakın Türkiye'nin, İslam dünyasının sinir uçlarına elektrik vermek demektir. Peş peşe sinir uçları tahrik edilen Türkiye sessiz kalmamış, bu konuda tavrını net bir şekilde koymuştur. Bu kapsamda, İslam ülkeleri, Türkiye'nin öncü, önemli örnek girişimini, güçlü iradesini dürüstçe sahiplenmeli, samimiyetle desteklemelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kararı ilk andan itibaren reddettik, reddetmeye devam edeceğiz. Türkiye olarak Kudüs konusunda tek ses olmalı, güçlü iradeden milim taviz verilmemelidir. Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin dediği gibi, Amerika Birleşik Devletleri'nin Kudüs komplosu, mukaddesatımızın sırtına inmek üzere kaldırılmış hançerdir. Bu hançer saplanırsa canı yanan, kanı dökülen, kayıplara sürüklenen yalnız İslam âlemi olmayacaktır.
Bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. 2018 yılı bütçesinin milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Adan.