| Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 05.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; 506 sıra sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin geneli hakkında konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, öncekilere kıyasla sayısı daha az olmasına rağmen çeşitliliğini koruyan kokteyl bir torba yasayla tekrar baş başayız. Keşke, dün Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda bunu -çok da fazla bir katılım olmamasına rağmen- saatlerce görüştükten sonra bazı tereddütlerin giderilmesine vakit ayırıp daha sağlıklı bir şekilde buraya getirseydik ama maalesef, yarın getirilmesi dahi söylenmesine rağmen bugün bir anda karşımızda bulduk. E tabii ki sorun çözmekle mükellefiz yasama organı olarak; memleketin, milletin lehine, faydasına, birtakım sıkıntılara çözüm üretmek amacıyla buradayız ama bu anlamda baktığımızda, şu anda bizi izleyen Türk milletine de buradan söylemek istiyoruz ki onların öncelikli meseleleri gerçekten sürekli öteleniyor, biraz daha kenara bırakılıyor. Yani, bundan önce, işte, müjde bekleyen kadro işi var, öğretmenlerin sıkıntıları var, atanamama dertleri var, efendim, yargıdaki birtakım sıkıntıları, sorunları, sözleri falan, bütün bunları cemettiğimizde işsizlik başlı başına bir sıkıntı, artan bir enflasyonla baş başayız. Bunları daha teferruatlı görüşüp daha sağlıklı birtakım kararlar alabilseydik ama gelen kanun teklifinin içeriğine baktığımızda gerçekten olumluyabileceğimiz, evet, ihtiyaca binaen yapılan birtakım maddelerin varlığı yanı sıra, eleştiriye matuf, efendim, çok da aciliyeti olmayan ya da üzerinde epeyce düşünülmesi gereken birtakım hususlar da aynı torba içerisine konulmuş. Evet, bunlara böyle, tabii, sırasıyla baktığımızda, biz dün Sayın Bakana da arz ettik, dedik ki: Bakın, sürekli üniversitelileşmeden bahsediyorsunuz, evet, gerçekten bir bakıma gurur duyuyoruz. 114 tane devlet üniversitesi, 67 vakıf üniversitesi, 5 de vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere, efendim, 186 civarında bir yükseköğretimde okullaşma yoluna gittik. Ama tabii, öğrenci sayımız da bununla birlikte 7 milyon 700 bin civarında bir rakama ulaştı. Bunlar rakamsal olarak bizleri mutlu eden şeyler ama biliyorsunuz ki kemiyet-keyfiyet ilişkisi çok önemli yani nitelik ile nicelik arasında bir bağıntının olması gerekir. Bir taraftan sayısal bir çoğunluk sağlanırken öte yandan bu sayısal çoğunluğu kaliteye, efendim, ülkenin kalkınmasına yansıtacak, birtakım güzelliklerin, teknolojik gelişimlerin, bilginin, becerinin artmasına bir katkı sağlaması düşünülmektedir fakat bu noktada, maalesef, beklentilerimiz boşa çıkmaktadır. O zaman Sayın Bakan Bey'e bir cümleyle ifade ettim. Evet, gerçekten, üniversitelerimizin keşke altyapıları daha güçlü bir şekilde hazırlanıp, öğretim üyeleri güçlü bir şekilde yetiştirilip daha sonra bu üniversiteler halka sunulsaydı daha nitelikli birtakım sonuçlar elde edebilirdik. Onun için, söyledim ki, dedim ki: Evet, üniversitelerimiz var ama ne olur, bundan sonra üniversitelileşirken ya da bu mevcut üniversitelerde birtakım fakülteler kurarken, bu fakültelerde bölümler açarken ne olur, istihdam odaklı yapalım, yani arz talep dengesini dikkate alalım. Efendim, kamuda, özel sektörde hangi iş kollarına hangi ara eleman sıkıntılarını giderecek mesleklerle ilgili eğitim kurumlarına ihtiyaç varsa bunlara yönelelim. Bunu kısmen vakıf üniversiteleri gerçekleştirmeye çalıştı ama bunu kamuda pek fazla göremiyoruz. Dolayısıyla, evet, istihdam odaklı bir bölümleşme, istihdam odaklı bir fakülteleşme, istihdam odaklı bir üniversitelileşme sürecini mutlaka başlatmak zorundayız eğer "Lider Ülke Türkiye" vizyonu diye bir iddiamız söz konusu ise. Bunu yaparken tabii ki liyakat ve ehliyeti de bir tarafa bırakmamak lazım.
Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi, söz konusu torba yasada gerçekten olumluyabileceğimiz, gerçekten ihtiyaçları karşılayabileceğine inandığımız, toplumumuzda birtakım kanayan yaralara merhem olacağını düşünebileceğimiz bazı şeyler var, yok değil. Bunların başında efendim, nedir? İşte, yaşlılar için gündüzlü bakım merkezlerinin açılması. Malumunuz, bu sadece engelliler bağlamlı düşünülmüştü ama sadece engelliler bağlamlı düşünmemek lazım, bunun yaşlılar için de aynı şekilde, sadece geceye endekslemeden gündüzlü bakım merkezlerinin de açılması gerçekten 21'inci yüzyıla yakışır, efendim, Türk örf ve geleneklerine uygun bir yaklaşımın tezahürüdür.
Diğer önemli bir şey, yine, efendim, tematik üniversiteler zincirine bir üniversite daha katıldı. Sevgi Vakfının kurduğu Lokman Hekim Üniversitesinden bahsedildi. Evet, bizim de katkılarımızla, bizim de desteğimizle bu üniversitenin de bir vakıf üniversitesi olarak, özellikle sağlık teması odaklı bir sağlık üniversitesinin de yine Türkiye'ye kazandırılması sevinilecek bir durumdur. Bunun altyapısını oluştururken de bu üstteki temaya uygun bir şekilde geliştirilmesi en büyük beklentimizdir.
Diğer önemli bir husus ise, yine baktığımızda özellikle bu, Türk Optisyen-Gözlükçüler Birliği ve optisyen-gözlükçüler odalarının ilk oluşumlarıyla ilgili yaşanan birtakım sıkıntılarının giderilmesi yönünde alınan bir karar. E bunu da destekledik. Gerçekten yerinde bir karar çünkü tarafları dinledik, paydaşları dinledik. Büyük sıkıntılara neden oldu bu, otorite ve yönetim ya da teşkilatlanma eksikliğinden dolayı. Bunu da dikkate alarak olumladığımız bir şey olarak bizim kararımızla ortak bir şekle dönüştü.
Saygıdeğer milletvekilleri, fakat, gerçekten kabul edilmesi ya da maşeri vicdanlarda aklanması çok zor birtakım kararlar da alınmaya çalışıldı. Bunlardan öncelikle, özellikle vurgulamamız gereken, 1'inci maddede zikredilen bir mevzu var. Bu, sporculara yapılan ücret ve ücret sayılan ödemelerdeki gelir vergisi tevkifatının düzenlendiği 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun geçici 72'nci maddesinin uygulama süresinin uzatılmasıyla ilgili. Şimdi, neyi içeriyor bu madde? Çok detaylarıyla verilmemiş ama yaptığımız araştırmalar ışığında bu maddede gerçekten birilerinin ya da bazı kulüplerin içine düştüğü belki mali sıkıntıları giderme amaç edilmiştir. Şimdi, Allah aşkına, bizim Anayasa'mızda vergiyle ilgili amir bir hükmümüz var, 73'üncü madde -yanılmıyorsam- aynen şöyle söyler: "Kazanan, kazandığı ücret mukabilinde, geliri doğrultusunda vergi vermekle mükelleftir."
Şimdi, Allah aşkına, saygıdeğer milletvekilleri, toplumumuzda asgari ücretle çalışan insanlar var, toplumumuzda gerçekten özel sektörde alın terini verip akşam evine helal rızık götürmeye çalışan bir sürü emek veren kardeşlerimiz var. Şimdi, gerçekten hakkaniyet noktasında bunların maşeri vicdanlarını incitmemek lazım. Yani, amiyane bir ifadeyle ya da halk ifadesiyle, halk deyimiyle, artık bize çok mal olmuş bir ifadeyle "Az kazanandan az, çok kazanandan çok" düsturumuz değil miydi bizim? E o zaman, Allah aşkına, bir profesyonel futbolcunun -bütün ücretleri dâhilmiş, bir de onu öğrendik yani transfer ücretinden aylığına, aylığından primine varana kadar- bütün bu ücretleri içeren bir gelir skalası var, bu korkunç bir rakam. Bu rakamdan tutup da yüzde 15'lik bir vergilendirme akla, izana, hakkaniyete, adalete ve eşitlik ilkesine hiç de uygun bir tavır değil. Bu anlamda, biz, gerçekten, kamuoyunun vicdanının sesi olmak zorundayız. Böyle bir taksimat mümkün değil. Yani bir taraftan düşük gelirlilere yüzde 20'lerin, 30'ların, 35'lerin üzerinde bir vergi bindirilmesinin, öte yandan sporculara, efendim milyonlarca dolarla, euroyla bahse konu rakamlara yüzde 15'lik bir vergi dilimi getirilmesinin izahı mümkün değildir. Bu konuda, gerçekten, biz eleştiri hakkımızı çok, özellikle kullanmak istiyoruz.
Diğer önemli bir mevzu: Yine bir üniversite isim değişikliğine gidiyoruz. Şimdi, Allah aşkına -hepimiz Allah'a şükür belirli bir eğitim geçmişiyle buraya geldik- Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi, e ne olacakmış? Ankara Güzel Sanatlar değil, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi. Yani şuna benziyor: Ortopedi ve tıp fakültesi gibi bir şey oluyor yani. İçerikle, muhtevayla yani kapsayan ile kapsayıcı arasında bir ilişki vardır her zaman. Türkiye değil, dünyanın her yerinde güzel sanatların genel bir tanımı yapıldığında çok geniş, kavrayan bir ifadedir güzel sanatlar. İçinde inanın müzikten sahne sanatlarına, sahne sanatlarından resme, resimden heykele, heykelden diğer birtakım güzel sanatların alt branşlarını içeren bir kavramdan bahsediyoruz biz.
Güzel sanatlar, bunlar bölümleşmeyle başladı. Üniversitelerimizde bu süreç öncelikle bölümler hâlinde başladı, güzel sanatlar bölümü; daha sonra fakülteleştiler ve içerikleri büyüdü; aynen diğer bilim dallarında olduğu gibi ilave içerikler, ilave alt temel dallar da ilave edildi. Daha sonra, şimdi, Allah'a şükür üniversiteleşiyoruz. Tematik üniversitelileşme süreci gayet mantıklı bir süreç. Yani sağlık bilimleri üniversitesi, sosyal bilimler üniversitesi, fen bilimleri üniversitesi ama güzel sanatlar üniversitesi; aklın yolu bunu gerektirir, ilmin yolu da bunu gerektirir ama tutup, kapsanan bir branşı alıp kapsayanın önüne getirerek onu hâkim kılmaya çalışmak gerçekten ilme, irfana, mantığa ve bilgiye aykırı bir şey. Ne olur güzel sanatlar? Eğer müzik öncelikliyse o zaman vazgeçelim "güzel sanatlar" demeyelim "Müzik Bilimleri Üniversitesi" diyelim, yani vazgeçilmez ise Ankara Müzik Bilimleri Üniversitesi ama "Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi" deyince bu abesle iştigale götürür bizi.
Diğer yandan, yine, müziği anlatma adına söylüyorum, düşünce olarak gayet güzel düşünülmüş ama böyle bir isim değişikliği gerçekten karşılık bulmaz ya da işte, müziği de içine alan çok genel bir kültür tanımı içerisinde elbette olmazsa olmazımızdan bir tanesi, o yüzyıllardan, süzgeçten geçip gelen bir milletin kültürünün içerisinde örfün, âdetin, hukukun, geleneğin, göreneğin yeri olduğu kadar müziğin de mutlaka yeri vardır. Dolayısıyla kapsayan en genel kavram "kültür" ama daha küçük bir kapsayan kavram olarak "güzel sanatlar" kavramı var iken bunun içeriğinden bir "müzik" kelimesini, sadece bir bilim dalını alarak onu getirip ön ek olarak kullanıp "müzik ve güzel sanatlar" yapmak gerçekten çok fazla kabul edilebilir bir şey değil.
Saygıdeğer milletvekilleri, bizim özellikle yapıcı eleştirimizi yaptığımız diğer önemli bir husus da şudur: Çünkü eleştiri "evet"e "hayır", "hayır"a "evet" demek değildir, "güzel"e "çirkin" "çirkin"e "güzel" demek değildir. Burada ölçülerimiz belli. Gerçekten ülkenin ali menfaatlerine uygunsa biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, efendim, sıkıntı çözücü bir beklenti varsa elbette ki elimizden geleni yaparız ama hak adına, hakikat adına doğruyu da söylemek zorundayız.
Şimdi, diğer bizim önemle, hassasiyetle üzerinde durduğumuz bir mesele de bu Yunus Emre Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu. Şimdi, bakın, Mütevelli Heyetiyle ilgili burada çok tartıştık, hatırlarsanız; vakfı epey tartıştık, hatta Maarif Vakfıyla da beraber tartıştık. Gündeme gelen özellikle şey neydi? Biz, muadil birtakım uluslararası, diğer ülkelerde de olan vakıfları dikkate alarak dedik ki, evet, böyle bir vakıf var. Efendim, vakfın ismi de çok isabetli, misyonu, vizyonu da çok isabetli. Yani Yunus Emre 13'üncü yüzyılda gerçekten Türk diline, Türk kültürüne, Türk düşünce sistematiğine büyük katkılarda bulunmuş çok önemli bir zatımuhteremdir. Dolayısıyla Yunus Emre'nin adıyla anılan bu vakfın yüksek bir ideali vardır, yüksek bir vizyonu vardır. O da nedir? Türk dilini öğretmek, uluslararası arenada Türk kültürünü bütün dünyaya tanıtmak. Şimdi, böyle yüksek bir ideale sahip bir vakıf, Allah aşkına, hiç, konu uzmanlarından, tarafsız STK'lardan ya da kurumlardan idare heyetine kimseyi almaz mı?
Bakın, hatta şunu dedik: Bu bir yüksek misyon. Dünyada Türk dilini öğretecek... Burada yetkinlik sınırlaması belli, kim öğretecek belli. Bir kere uzman olacak. Yani her şeyde olduğu gibi burada da liyakati ve özellikle uzmanlığı dikkate alacağız. Başka? E bu konuda çok yetkin kurumlarımız var. Gerçekten Türk dilinin öğretilmesiyle ilgili, Türk kültürünün tanıtılması, yayılmasıyla ilgili kendine misyon edinmiş çok önemli, ta yüz yıllık kurumlarımız var. E onlardan niye biz lojistik destek ya da karar alma mekanizmasında bir destek almıyoruz? Yani bu heyetlere Türk Dil Kurumunun girmesinde ne sakınca var? Türk Tarih Kurumunun bu heyetler içerisinde olmasında ne sakınca var? Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun ya da YÖK'ün bu heyetin içerisinde olmasında -bakın, dün YÖK Başkanını temsilen de arkadaşımız aynı serzenişte bulundu, "Evet, YÖK'ün de olmasını istiyoruz." dedi- ne sakınca var? Ya da YÖK'ü temsilen TÜBA'nın olmasında ne sakınca var?
Şimdi, bu noktada, gerçekten, iyice, sanki tamamen siyasal erkin güdümünde bir vakıfmış gibi algı yaratırız. Değerli milletvekilleri, bu, gerçekten, amaca matuf birtakım faaliyetlerimizi engeller. Goethe Enstitüsünün faaliyetinde böyle bir yapı yoktur. İngiliz Kültürde, Amerikan Kültürde ya da Rockefeller Vakfında böyle bir yapılanma yoktur. Elbette ki devletimizin yöneticilerinin de söz hakkı sahibi olması gerekir ama faaliyet nedir? Faaliyet, kültürel ve dilsel değerlerimizin dünyaya tanıtılması, taşınması. O zaman, demezler mi: "Sizin şu şu şu yetkili kurullarınız var, onlar niye bu vakıf içerisinde yok?" İnandırıcılığımızı yitiririz. Ne sakıncası var? Türk Dil Kurumu mutlaka karar alma noktasında bulunsun, Tarih Kurumu bulunsun, TÜBA ya da YÖK'ü temsilen birileri bulunsun.
Bu noktada biz teklifimizi dün de ifade ettik, bugün de tekrarlamak istiyoruz. Evet, misyonu yüksek, vizyonu yüksek bir vakıf ama yurt dışına hepimiz zaman zaman gidiyoruz, Allah aşkına, bazen ehliyet ve liyakatten öyle uzak bir temsil heyetiyle karşılaşıyoruz ki kendisi Türk dilini kullanmaktan âciz ya da Türk kültürüne vâkıf olmayan insanların temsil ettiği bir vakfın yurt dışında herhangi bir yerde faaliyette bulunması faydadan çok zarar veriyor. Bu tür sıkıntıların giderilmesi için biz gerekli yapıcı uyarılarımızı yapmak zorundayız.
Saygıdeğer milletvekilleri, Yunusça başladık, Yunus'la devam ettik ve müsaadeniz olursa Yunusça bir anekdotla bitirmek istiyorum. Gerçekten, biz, bildikçe, bilmediğimizi bilen bir kültürden geliyoruz. Dolayısıyla, Yunus Emre der ki: "Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır ve hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır." Dolayısıyla biz hatalıyızdır çünkü bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama en büyük erdem, yaptığımız hatanın farkında olarak hatadan dönmektir diyorum.
Yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)