| Konu: | Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 30.11.2017 |
CHP GRUBU ADINA MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sizi ve Divan üyesi arkadaşlarımı tebrik ediyorum, hayırlı olsun.
BAŞKAN - Teşekkür ederim, sağ olun.
MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Önce güncel konuyla ilgili birkaç cümle söyleyeceğim, sonra görüşmekte olduğumuz kanun teklifine geçeceğim.
Değerli arkadaşlarım, 2006 yılında 5520 sayılı Kanun'u çıkarmışız, Kurumlar Vergisi Kanunu'nu; 30'uncu maddesinin (7)'nci bendi -ben özetle, mealen söylüyorum- der ki: Vergi cenneti ülkelerin listesini Bakanlar Kurulu yayınlar. Bu ülkelerle ticaret yapan, para transfer eden, her ne olursa olsun, kişi ve kurumlardan devlet yüzde 30 vergi keser. Çok açık, net bir kanun maddesi. On bir sene geçmiş, Bakanlar Kurulu bu listeyi yayınlamamış, bu sebepten dolayı da milyarlarca lira -bilmiyoruz ne kadar olduğunu- para kaybetmişiz. Nasıl bir Türkiye? Bugün gazetelerde resim vardı, Urfa'da -sanıyorum- bir ilkokulda yemekhane olmadığı için çocuklar betonun üzerine çömelmişler, yemek yiyorlar. Böyle bir ülkede milyarlarca lira vergi kaçırmışız. Daha evvel de yapmışız ama 2016 yılında varlık barışı ya da vergi barışı diye bir kanun çıkarmışız. Bakanlar Kurulu listeyi yayınlamadığından dolayı yüzde 30 vergiden muaf olan kesim paralarını 1 kuruş vergi ödemeden Türkiye'ye geri getirmişler değerli arkadaşlar. Bunların hepsi yasal çerçevede olmuş, suç falan yok ama değerli arkadaşlarım, burada başka çok önemli bir konu var. Doğrudur, yanlıştır, bilmiyorum; mahkemeler, kim karar verecekse verecek. Ülkenin Cumhurbaşkanı, ülkenin Başbakanının yakınlarının bu ülkelerde şirketleri olduğu, buralarla ticari ilişkilere girdikleri, para transfer ettikleri ya da getirdiklerine dair çok yoğun şayiler var, belgeler var. Ama bu belgeler, ciddi belgeler, bütün dünya bu belgelerle ilgileniyor, Almanya'sından İtalya'sına, hepsi.
Şimdi, böyle bir durumda değerli arkadaşlarım, "Hiçbir problem yok." mu diyorsunuz? Etik, siyaseten, ahlaken hiçbir sorun yok mu? Ülkenin Cumhurbaşkanının ve Başbakanının çocuklarının bu kadar ilişkilerin içinde gösterilmesi, görülmesi sizi hiç rahatsız etmiyor mu?
Değerli arkadaşlarım, bu konuları elbette seçmene, hukuka, yargıya, birçok yerlere havale edeceğiz. Dolayısıyla, sizin "yok" demeniz, önergelere "hayır" demenizin çok fazla bir anlamı yok.
Değerli arkadaşlarım, şimdi görüşmekte olduğumuz 505 sayılı Kanun Teklifi, Yüksek Seçim Kuruluna bağımsız bir teşkilat yasası yapıyor. Bu, gerekli bir şeydi, doğru bir şeydi, maddeleri eksiktir. Arada kurnazlıklar yapmaya çalıştınız, geri çektiniz sonra Komisyonda. "Kurnazlıklar" derken, işte gözlemci, her parti bir gözlemci versin, sivil topluma, başka insanlara gözlemci kartı veremesinler, gözlemci bulunmasın. Ya, her yerden bir şey kaçırıyorsunuz ya. Sandıktan neyi kaçıracağız? Bulunsun gözlemci. Gözlemci bulunsun da başka ne yaptınız, ne yapıyordunuz, sonra geri çektiniz? "İşte, siyasi partiler sandık başkanı falan öneremesinler." Neyse, bunları geri çektiniz. Çok mükemmel bir yasa değil, eksiklikleri var, sorunları var, arkadaşlarımız söylediler, inşallah daha sonra düzeltiriz.
Başka bir konuya gireceğim yani buna devam ederek, Yüksek Seçim Kurulu çok önemli bir şey. Bakın, Türkiye bugün yaşadığımız gerginliğe benzer bir gerginliği, yani 2019 seçimi öncesi, şu andan itibaren yaşadığımız gerginliğe benzer bir gerginliği 1950 seçimleri öncesi yaşamış. Kıyamet kopmuş, 1946 seçimlerinin tecrübeleri ortadaydı. Demokrat Parti "Seçim güvenliği yok. Seçime girmeyeceğim." dedi. Çok büyük tartışmalar oldu. İsmet İnönü'yle Celal Bayar oturdular, anlaştılar, aylarca çalıştılar ve bugünküne benzer yani bugünkünün de neredeyse aynısı bir seçim yasası yaptılar. Seçim güvenliğiyle ilgili 2 partinin genel başkanları da halka güvence verdi, bu kanunla yapılacak seçimin sonucuna hepimiz güveniyoruz, inanıyoruz, sonuçlarını kabul edeceğiz dedi ve Türkiye rahatladı, demokrasiye ve çok partili demokratik sisteme rahat bir şekilde geçti. Şimdi 1950 öncesinden çok daha büyük bir gerginlik yaşıyoruz arkadaşlar. Kimdir o gerginliğin sebebi? Onu, bunu falan suçlamayacağım ama toplumda müthiş bir gerginlik var, ciddi bir sıkıntı var. Bunun böyle olmasında elbette on beş yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin yönetiminde, özellikle son zamanlarda devletin omurgasının kırılmış olması, "devlet" dediğimiz mekanizmanın ciddi bir şekilde aksıyor olması, kurumsal yapıların dökülmesi, kurumların güven vermemesi değerli arkadaşlar... Bu kurumların en başında da yargı kurumu geliyor. Özellikle Yüksek Seçim Kurulu 16 Nisanda yasaya rağmen, yasa maddesine rağmen almış olduğu kararla Türkiye'nin kaderini, rejimini, hükûmet sistemini değiştirecek, toplum kesimlerinin son derece önem verdiği bir referanduma gölge düşürmüştür. 2019 seçimleri öncesinde en büyük endişe, bütün toplum kesimlerinde en büyük endişe seçim güvenliğidir. Evet, seçime gideceğiz ama bu seçimin sonucu bizim verdiğimiz oylarla mı tespit edilecek yoksa başka bir şekilde mi bu seçimin sonucu ilan edilecek? Ciddi bir problem.
2019 seçimi değerli arkadaşlarım, yine hem Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP bloku hem diğer muhalefet açısından son derece hayati. Biz diyoruz ki: 2019 seçimi demokrasimiz için dönüm noktasıdır; eğer 2019 seçiminde Hükûmet partisi ve MHP kazanırsa bu seçimi, tek adam rejimine geçilecek, demokrasi ciddi bir şekilde yara alacak, kuvvetler ayrılığı bitecek. Hayati bir şey diyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi diyor ki: Bu seçimi mutlaka alacağız, hayat memat meselesi. Çünkü, Adalet ve Kalkınma Partisi bir iktidar makinesi arkadaşlar, muhalefete asla ve asla tahammül edemez. Yani, eğer kaybedecekse ne yapacağını kimse bilmiyor, en azından biz böyle algılıyoruz, toplumun bir kesimi böyle algılıyor; büyük bir gerginlikle gireceğiz. Hadi bakalım, 1950 öncesi, rahmetli İsmet İnönü ile rahmetli Celal Bayar'ın göstermiş olduğu devlet adamlığını, bu ülkeyi sevmeyi, vatanı, milleti ve halkımızı sevmenin bir örneğini gösterelim. Eğer iktidar ve muhalefet bir araya gelir...
Böyle bir tane adam çıkıyor, bir kanun teklifiyle Yüksek Seçim Kurulunu düzenliyor, seçim güvenliğiyle ilgili bize güven verecek bir düzenleme yapıyor, tek kişinin imzasıyla buraya geliyor. Bu bile bir garabet. Yüksek Seçim Kurulu, en hassas konuda bir düzenleme yapıyoruz. Bu düzenlemeyi niye oturup konuşmuyoruz arkadaşlar, niye muhalefetle konuşmuyorsunuz, niçin bunu uzun uzun tartışmıyoruz, niye toplum kesimleriyle, hukukçularımızla, üniversitelerle konuşmuyoruz değerli arkadaşlar? "Seçim Kurulu gönderdi, biz de getirdik işte." Elitaş'ın imzasıyla geldi. Böyle bir şey olmaz. Bu, hiçbir şekilde güven vermez. Bakın, açık ve net söylüyorum, bunun vebalini hiç kimse taşıyamaz. 2019 seçimine "Seçim güvenliği yok." diye girersek ve 16 Nisan akşamına benzer bir tabloyu yaşarsak olabilecek durumların sorumlusu biz oluruz değerli arkadaşlar, özellikle de Hükûmet olur, iktidar partisi olur. Oturalım, bu millete seçim güvenliğini... Bakın 1950'de o zaman devrim niteliğinde neler yapılmıştı, hiç o zamana kadar yok değerli arkadaşlarım: Eşit, gizli oyla, açık tasnifle, her il bir seçim çevresi, Yüksek Seçim Kurulu kuruluyor ilk defa 11 üyeyle; 6 Yargıtaydan, 5 Danıştaydan, yargıç güvencesi geliyor. Devlet görevlileri kendi oturdukları mahallede sandık şeyi olamayacaklar. Siyasi partiler ve bağımsızlar gözlemci veriyorlar. Oy pusulaları seçimden sonra sulh ceza hâkimliklerinde saklanacak, filan. Dönemi için gerçekten devrim niteliğinde bir değişiklik ve barış içinde ve hiç kimsenin burnu kanamadan çok partili demokratik rejime bu şekilde geçmişiz ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı o zaman Sayın İnönü, rahmetli İnönü seçimi kaybediyor. "Biz kaybettik, Türkiye kazandı." diyor. Bizim de böyle bir şey yapmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Yüksek Seçim Kuruluna hiçbir güven yok. "Türkiye'de seçim güvenliği yok." diye büyük bir endişe var. Yani sadece yargıç denetimi filan yetmiyor, tamamen şeffaf hâle getirecek, sivil toplum örgütlerinin denetiminde açacak ve iktidar partisi, muhalefet partisi liderleri çıkacaklar, diyecekler ki: "Biz böyle bir düzenleme yaptık. Bu düzenleme güvenlidir. Bu düzenlemeyle bu şekilde gireceğimiz seçimin sonuçlarını peşinen kabul ediyoruz." Yoksa -Allah korusun- 16 Nisandakiler bu sefer farklı bir şekilde yaşanır ve Türkiye, o seçimi kazananın da kaybedeninin de, herkesin kaybedeceği büyük bir anafora girer. Aha da eski, yaşlı bir siyasetçi olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisini uyarıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisini uyarıyorum. Sorumluluk altında kalırsınız, vebal altında kalırsınız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, biz de Divan olarak teşekkür ediyoruz