GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:30
Tarih:29.11.2017

HDP GRUBU ADINA MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de İslam âleminin kandilini kutlarken ülkemize ve dünyaya barışın ve özgürlüğün hâkim olması dileklerimi yineleyerek başlamak istiyorum.

505 sıra sayılı Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi'yle ilgili partim adına söz aldım.

Gerçekten, seçimler, siyasi partiler, demokrasi ve özgürlük özellikle bu kürsüden defalarca ama defalarca çeşitli üsluplarda dile getirildiği hâlde, bizim o noktada, en önemli noktada çok ciddi bir sorun yaşadığımızı ve imza attığımız sözleşmelere ve yasalarımıza aykırı bir noktada ve geride olduğumuzu yinelemek istiyorum. Bu Meclisin çatısı altında bir süre önce olağanüstü hâl kanunu yeniden uzatıldı ve hiçbirimizi ama hiçbirimizi tatmin etmeyen gerekçelerle maalesef, yeniden yeniden OHAL, olağanüstü hâl kanunu uzatıldı.

AKP Hükûmeti yıllardır yürürlükte olan antidemokratik uygulamalarıyla birçok insanın hayatını karartan OHAL'i kaldırdığını sürekli dile getirdiği hâlde şu anda politikalarını yürütürken yöntemi, esası hâline gelen OHAL'i her defasında uzatarak yürütmekte olduğu iktidarını, politikalarını keyfî bir şekilde halklarımız üzerinde yeniden yeniden, yeniden yeniden aylarca yürütme yöntemini göstermektedir ve biz bu OHAL yasalarında, OHAL şartlarında yeni yasalar ihdas ediyoruz, yeni yasalar tartışıyoruz. Bu Meclisin 10 milletvekili şu an burada değil, sıralarında değil; bu tartışmaları yürütemiyor, cezaevlerindeler. Eş genel başkanlarımız ve 9 milletvekili şu anda hapishanede, milletvekilliğini yani halktan almış olduğu yetkiyi kullanamayarak maalesef antidemokratik bir şekilde şu anda cezaevindeler.

Diğer taraftan, OHAL uygulamaları şu an her yerde devam etmektedir. Yasaklar, keyfî kararlar, bu anlamıyla, idari, mülki amirliklerin emrine ve keyfîliğine terk edilmiş şehirler; bütün bunlar dururken biz seçimi tartışacağız, Yüksek Seçim Kurulu gibi bir kurumu tartışacağız.

İşin esasında, 2016 referandumuna kadar Yüksek Seçim Kurulu olumlu bir duruş da sergiledi. Yani tartışmalı birçok karardan sonra birçok talebe rağmen haklı ve hukuka uygun kararlar da verdi ama 2016 referandumu sürecinde Yüksek Seçim Kurulu da maalesef kendisini biatçı, iktidara bağımlı, söz söylemeyen bir tarafta buluverdi. Bu anlamda, Yüksek Seçim Kurulunun müstakil bir yasayla demokratik bir çerçevede herkesi kapsayan, gerçekten halkın gerçek iradesini sandığa yansıtan bir kurum olmasını en çok biz isteriz. Neden? Çünkü gerçekten, seçimlerde en büyük haksızlıklara uğrayan, halkın iradesinin yansımasının önündeki en büyük engelleri yaşayan Halkların Demokratik Partisi olarak bu sistemin demokratikleşmesini aslında en çok biz istiyoruz. Ama biz biliyoruz ki bu sistemle, önümüze koyduğunuz bu sistemle bu demokratik sistemi yani demokratik, adil, şeffaf bir seçim sürecini biz asla yaşayamayacağız. "Neden?" diyeceksiniz, bunun gerekçelerini birazdan açıklayacağım ama en büyük gerekçemiz, kısa bir süre önce, 2016 referandumunda yaşadığımız olaylardı. Kendi seçim bölgem Bitlis dâhil olmak üzere birçok ilde biz çok fazla hukuka aykırılıkla karşılaştık. Düşünün ki Bitlis ilinde sandıkların taşınması -ki bu sadece Bitlis'te değildi- birçok ilde sandıkların keyfî bir şekilde taşınması meselesi vardı. Ve silahların gölgesinde, zırhlı araçların gölgesinde insanlar seçim sandıklarına gitmek zorunda kaldı. Diğer taraftan, birçok itirazımız il seçim kurullarında kabul edilmezken iktidar partisinin bütün itirazları kabul gördü ve sonuçta yine AKP'nin dediği oldu, seçimdeki bütün itirazlarımız reddedildi.

Bunun yanında, böylesi bir süreci yaşadıktan sonra bizler, yeni bir uygulamayla, gerçekten... Hele hele OHAL varken yani olağanüstü hâl yasasıyla yönetilirken biz hangi demokratik sistemi, hangi demokratik işleyişi uygulayacağız, bu çok şaibeli bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Demokratik sistemlerde siyasal eşitliğin sağlanabilmesi için herkese oy hakkı tanınmıştır. Serbest seçimler, oy hakkı anayasal olarak da güvence altına alınmıştır. En önemli gerekçesi, seçimler, iktidarın barışçı yollarla değiştirilmesi yöntemi açısından çok önemli bir mevzu iken bu noktada, bizler, bu demokratik sistemin uygulanması, şeffaf, herkesin iradesinin tam anlamıyla sandığa yansıması ve bu anlamıyla sonucun ülkenin siyasal iktidarını ve yönetimi değiştirecek noktada yansımasının yol ve yöntemlerini araştırırken böylesi kısıtlayıcı bir yasa teklifiyle değil, başkana büyük oranda yetkiler veren, mülakat yöntemiyle nasıl alındığı belli olmayan kişilerin göreve getirilmesiyle tespit edilen bir yasa teklifiyle değil, kamusal denetimin artırıldığı yasa tekliflerini tartışarak yeniden bu süreci yani Yüksek Seçim Kurulunun düzenlenmesini tartışabiliriz. Başka ülkelerde bu sistem çok net bir şekilde uygulanmaktadır. Seçimler yapılırken seçimlerdeki sonuçlar, en sıcak hâliyle bire bir o ülkenin halklarıyla paylaşılmaktadır. Yani gizli saklı hiçbir aşaması bulunmayan seçimlerde halk bire bir en yüksek kamusal denetimini sağlayarak seçimlerde adil, şeffaf bir yönetime imza atmaktadır. Ama bizde öyle mi oluyor? Hayır. Bizde imzasız, mühürsüz pusulalar bile geçerli sayılıyor. Yani sizin, dışarıdan getirildiğini ispat etmediğiniz müddetçe -Yüksek Seçim Kurulunun referandumda yaptığı gibi- oy pusulalarını kabul ederek, antidemokratik bir uygulamaya evet diyerek, iktidarın bir parçası olarak bu şekilde şeffaf, herkesin gerçekten sizin otoritenizi kabul edeceği, adil, demokratik bir sistemi, işlevi sağladığınızı düşünecek bir noktada çalışmanız mümkün değildir.

Yüksek Seçim Kurulu aynı zamanda bir hakem heyetini de üstlenmektedir. Evet, iktidar partisi, muhalefet partileri, hiç Meclise giremeyen partiler, kendisini seçimlerde ifade etmek isteyen tüm kesimler nezdinde Yüksek Seçim Kurulu bir hakem heyeti olarak demokrasinin olmazsa olmazı, herkesin güvenliğini sağladığı ve herkesin gerçekten kendi nezdinde saygı duyduğu bir kurum olması gerekirken maalesef biz son seçimde bu niteliğini büyük oranda kaybettiğini çok net bir şekilde biliyoruz.

Çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazlarından birisi ve yurttaşların gerek ülke yönetimine gerekse yerel yönetimlere katılımının, yönetimde söz sahibi olmasının en önemli kanalı demokratik, şeffaf ve güvenilir seçimlerdir. Elbette seçimlerin halk iradesini, yurttaş iradesini en doğru biçimde yansıtacak özgür, demokratik ve şeffaf koşullarda gerçekleştirilmesi kadar güvenilir usul ve yöntemlerle gerçekleştirilmesi de demokratik siyaset bakımından hayati niteliktedir. Olağanüstü hâl altında gerçekleşen -son referandumda da görüldüğü gibi- usul ve yöntemlerdeki sakatlıklar seçimi bir bütün olarak zan altında bırakabilmektedir. Şunun altını çizmek ve kabul etmek durumundayız ki maalesef bu çok önemli yasal düzenlemeleri bir yılı aşkın süredir devam ettirilen OHAL koşullarında yapıyor olmamız ülke demokrasimiz bakımından önemli bir problemdir.

Yine, bu Parlamentonun 3'üncü büyük siyasi partisi olan HDP'nin Eş Genel Başkanları Sayın Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Grup Başkan Vekilleri Sayın İdris Baluken, Çağlar Demirel'le birlikte 10 seçilmiş milletvekilinin şu an bu çalışmada yer almıyor olması bu ülkenin en büyük ayıbı ve kayıbıdır.

16 Nisan referandumuyla -seçim günü de- OHAL koşullarında, ülkenin tüm siyasi hattını değiştirecek, şekillendirecek bir seçime gidildi. Hükûmet, devletin tüm imkânlarını kullanarak bir propaganda süreci işletti. Muhalefetin propaganda yapmasının önü türlü yollarla kesildi. Her şeyden önce, eş başkanlarımız başta olmak üzere milletvekillerimiz cezaevinde tutularak muhalefetin referandum sürecinde etkin rol almasının önü kesildi. Pek çok ilde alınan yasaklarla muhalefetin "hayır" propagandası yapması engellendi, "hayır" diyenler şerre rıza göstermekle, terörü desteklemekle suçlandı. Seçim günü de sayısız ihlal yaşandı. Pek çok yerde seçmenler silahların gölgesinde sandığa gitmek zorunda kaldı. Buradan hareketle, OHAL koşullarında yürüyen seçim sürecinde açıkça partimizin, seçilmişlerimizin, seçmenlerimizin, bileşenlerimizin hedef alındığını söyleyebiliriz. Böylesi bir süreçte ülkenin geleceğini ilgilendiren çok önemli bir konuda referanduma gidildi, seçim güvenliğinin ayaklar altına alındığı durumlar ortaya çıktı. Bu süreçte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın merkezî bütçeden kendilerine ayrılan örtülü ödeneği harcamada zirve yaptıkları, bakanların ve birçok Hükûmet üyesinin devletin uçakları dâhil olmak üzere tüm imkânları kullandıkları görüldü. AKP Hükûmeti birçok ilde referandum kampanyası için düzenlediği mitinglere devlet memurlarının ve belediye çalışanlarının katılımını şart koştu. Sadece muhalefete yönelik baskı, yaratılan korku iklimi, devlet imkânlarının adaletsiz kullanımı değil, medya organları da açık bir şekilde Hükûmetin propagandasını yaptı. Özel kanalların hemen hepsinde Cumhurbaşkanı ve AKP'nin referanduma ilişkin tüm çalışmaları yayınlandı ancak muhalefete neredeyse hiç yer verilmedi. Devlet televizyonunda partimize bir dakika dahi ayrılmadı.

Bakın, bizzat Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı da referandum için ara rapor hazırladı, devlet imkânlarının "evet" için seferber edildiğini ve "hayır"a yapılan baskılar nedeniyle sivil toplumun referandum sürecine kısıtlı bir şekilde katılabildiğini ifade etti; yurt dışı oyları da kullanılırken hakeza yine öyle.

Şimdi, bütün bunları biz en yakın tarihte yaşamışken Yüksek Seçim Kurulunun değişikliğine, Yüksek Seçim Kurulunun görevlerine ilişkin bu yasa teklifinde önümüzdeki süreçlerde, seçim süreçlerinde demokratik bir sistemin uygulanacağının garantisini kimse bize verebilir mi? Hayır. Dolayısıyla, bu seçimi, bu yasa teklifini tartışmadan önce bu Meclisin öncelikle Olağanüstü Hâl Kanunu'nu kaldırması gerekmektedir. Sadece bu değil, bütün yasaların adil bir şekilde gerçekten tartışılması ve gerçekten uygulamaya sunulması için öncelikle bizim OHAL denilen ceberuttan kurtulmamız gerekmektedir. OHAL öyle bir şey ki, düğünlere kadar, düğünlerde insanların, ailelerin hangi renkte mendili taşıyacaklarına kadar karar verebilen bir sistemden bahsediyorum. Cizre'de emniyet amirleri, düğün için başvuran ailelere "Yeşil-kırmızı-sarı mendil sallamayacaksınız." deyip o şekilde düğünlerine izin vereceklerini söylemiş. Diğer taraftan, şu anda bile Bitlis dâhil birçok ilde toplantı, ifade özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü ihlal edilmektedir. Nasıl mı? Bir ay boyunca ya da on beş gün boyunca mülki idare amirlikleri o ilde, o ilçede keyfî bir şekilde bir gece bir yasak koyup, orada insanların, şu anda bu yasayı tartıştığımız ve temelinde aslında ifade özgürlüğünü sağlayan, düşünce özgürlüğünü ve demokrasiyi sağlayan, bu sistemi zedeleyen, yaralayan kararlara imza atmaktadırlar. Bu mülki idare amirlikler Hükûmetten, merkezî sistemden, AKP iktidarından ayrı bir şekilde mi karar veriyor? Bunlar bir bütünsellik içinde değil midir? Elbette ki birlikte verilen bir karardır. Yani, demokrasi, şehirler arası ya da coğrafyadan coğrafyaya değişen bir olgu değildir, evrensel bir olgudur ve bütün dünyada, eşit, özgür doğan, bütün insanlığı kapsayan evrensel bir sistem iken şu anda maalesef, OHAL adı altında keyfî, idari bir rejim yürütülmektedir. Onun içindir ki biz bu tür yasaların, gerçek anlamda bizim sorunlarımıza çözüm olamayacağını yinelemek istiyoruz. Hakeza, fezleke cumhuriyetine döndük. Düşünün bugün bile yüzlerce fezlekenin yağdırıldığı bu Mecliste, aslında OHAL baskısı altında çalışmaya çalıştığı, OHAL'in sisteminin uzantısının buraya da yansıdığının açık bir örneğidir. Bir milletvekili konuşmayacak da, halkın arasında siyaset yapmayacak da ne yapacak? Bunu yaptığında hemen Meclise bir fezleke, Demokles'in kılıcı gibi bütün çalışmaları üzerinde gerçek anlamda bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.

Zaten tutuklu milletvekillerinin durumunu yinelemek istemiyorum. Defalarca söyledik, bu ayıptan kurtulmak gerektiğini defalarca burada dile getirdik ama maalesef ki bu ayıptan bir şekilde kurtulamıyoruz, tutukluluk hâllerinin devamına karar veriliyor. SEGBİS sistemi, antidemokratik SEGBİS sistemi demokratik bir hukuk sistemiymiş gibi, CMK'nın çok demokratik bir uygulamasıymış gibi şu anda yürürlüğe konulmaya çalışılıyor ve vekiller SEGBİS'le ifade verilmeye zorlanıyor yani yüz yüzelik, doğrudanlık ilkesi kesinlikle ihlal ediliyor.

Yasanın bütününe bir baktığımızda en önemli tartışmamız gereken birkaç madde bulunmaktadır. Kısaca, zamanım yettiğince bu maddelere de değinmek istiyorum. Kanun teklifinde siyasi parti temsilcilerine dair hiçbir hükmün yer almaması teklifin çok önemli bir eksiği olarak karşımızda durmaktadır. Diğer taraftan ise kanun teklifinin 6'ncı maddesinde kurulun yetkisi olan üst düzey personeli atama yetkisinin sadece ve sadece başkana verilmesi bu yasa tasarısının çok eksik ve gerçek anlamda demokrasiyi ihlal eden bir maddesi olarak karşımızda bulunmaktadır. Başkana olağanüstü atama yetkileri veren bu madde Komisyondaki bütün itirazlara rağmen kabul edilerek burada karşımıza bir yasa teklifi olarak getirilmiştir.

Hakeza kanun teklifinin 7'nci maddesinin (3)'üncü bendinde kurulun gerekli gördüğü illerde il seçim kuruluna bağlı seçim müdürlükleri kurabileceğine dair bir hüküm bulunmaktadır. Bu, muğlak bir ifadedir. Gerçekten, biz "gerekli görülen" kelimelerinden... Yani yasalarda geçen bu kelimeler tehlikeli kelimeler. Bu şu demektir: Keyfî bir şekilde, istenilen yerde iktidarın istediği şekilde atamasını yapabileceği bir sisteme işaret eder. Bu muğlaklığın mutlak surette ortadan kaldırılması gerekmektedir.

8'inci maddede ise gerçekten kurulun yetkisi olan üst düzey görevlileri atama yetkisi sadece ve sadece başkana verilmiştir. Biz Halkların Demokratik Partisi olarak bütün başkan atamalarına karşıyız. Bizler, kurul olarak yani kurul şeklinde verilen kararların demokratik sisteme daha uygun olduğunu yinelemek istiyoruz. Bu şerhimizi de burada, bu konuşmada tekrardan yenilemek istiyorum. Bir kişi asla ve asla tek başına demokratik bir karar veremez. Kurul hâlinde gerçekten herkesin görüşünün alındığı bir kararla siz demokrasiye işlerlik kazandırabilirsiniz.

Diğer bir konu sözlü sınav uygulamasına ilişkindir. Gerçekten çok tehlikeli. Yani hâkim, savcı atamalarında ve sınavlarında da çokça dile getirilen sözlü sınav uygulaması tam bir torpil uygulamasıdır. Yazılı sınavdan sonra personelin sözlü sınava tabi tutulması ise bu sistemde gerçekten iktidara yakın olan insanların, iktidarın yarın öbür gün olası bir kararda gerçekten muhalefetin değil iktidarın istediği kararı verebilecek ölçüde, nitelikte insanların iş başına getirileceğinin en büyük göstergesidir. Mülakatla değil gerçekten yazılı sınavlardan sonra adil, demokratik bir şekilde herkesin aldığı puana göre atamasının yapılması gerekmektedir. Mülakatla alınan her bir işe alınma kesinlikle şaibelidir, halk nezdinde kesin anlamda şaibeli bir husustur. Bu noktada biz mülakatla alınmanın yani "sözlü sınav" adı altında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİZGİN IRGAT (Devamla) - Son cümle...

BAŞKAN - Sayın Irgat, sözlerinizi tamamlamak için bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

MİZGİN IRGAT (Devamla) - Teşekkür ederim.

Yurttaş iradesinin ülke yönetimine yansıması bağlamında gerçekten son derece kritik bir görevi üstlenecek bu çalışanların, son derece şeffaf ve güvenilir mekanizmalarla işlemesi gereken bu kurumda görev yapacak personelin atanması sürecinde kadrolaşmayı, kayırmacılığı meşrulaştıran sözlü sınav uygulamasının kabul edilemez olduğunu buradan bir kez daha yinelemek istiyorum. Meşru değildir, hukuka aykırıdır. Gerçekten bu anlamda iktidarı kuvvetlendiren ve halklar nezdinde seçimlere ve şu anda getirilmeye çalışılan sisteme gölge düşüren bir uygulamadır. Bu anlamıyla teklifin bu şekliyle bizim sorunlarımıza karşılık olamayacağını yineleyerek, OHAL'in kaldırılması gerektiğini bir kez daha tekrarlayarak sizleri sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)