| Konu: | Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 02.11.2017 |
HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) - Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle ilinizin vekilliğinden Ankara vekilliğine geçtim. İstanbul vekili değilim artık ama farkı yok, bütün Türkiye'nin vekiliyiz.
BAŞKAN - Zihinlerimizde öyle kalmışsınız Sayın Önder.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Etkili bir vekillik yapmışım İstanbul'da.
BAŞKAN - Ankara Milletvekili diyeyim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, tutsak edilen eş genel başkanlarımızdan Figen Yüksekdağ'ın Genel Kurula bir mektubu var, önce onu okuyarak başlayacağım.
"HDP eş başkanları ve milletvekilleri olarak tutukluluğumuz bir yılı doldurdu. Bu bir yıl içerisinde umudu, direnişi, haklılığa inancı, demokratik siyasete güveni ve kazanma iddiasını tüketmeye çalıştılar. Halklarımızın emeği, iradesi ve oylarıyla elde ettiğimiz hak ve mevzileri düşürmeye uğraştılar ama partimizin binlerce üye, yönetici ve bileşeninin hapsedildiği bu bir yılda haklılığımızı karartamadılar, direncimizi kıramadılar. HDP dimdik ayakta, umut dimdik ayaktadır. İktidar zulmünün, tek adam, tek parti sultasının karşısında teslim olmayanlar, dimdik duruşuyla yürümeye devam edenler bu ülkenin geleceğidir. HDP darbelerden beslenen faşist iktidar yapıların karşısında tam demokrasi ve katılımcı siyaset programı ve vizyonuyla yeni bir merkez, demokratik bir sembol olmuştur. Bu merkezi dağıtmak ve bu programın sembolü olmuş siyasetçileri tasfiye etmek isteyenler başarılı olamadı, olamayacaklar. Çünkü HDP fikri ve mücadelesi bayrağındaki o ağaç gibi kısa sürede serpilip kök salmıştır. Kökleri sağlam, ufku açık bir siyasi ve ahlaki harekettir. Düşmanlık ve dikta saldırılarıyla, esaret ve baskı uygulamalarıyla durdurulamaz, geri çekilemez. İşte bir yıl boyunca bu durmayan, durdurulamayan siyasi iradenin yolunu, hiç sapmadan kendi yatağından akışını gördü dost düşman.
Elbette yine yükümüz kurşun gibi ağır, elbette bütün zalimler yenilmedi, mazlumlar nihai zaferine henüz kavuşmadı ama direne direne kazananlar var. Bugüne dair azim ve kararlılık, geleceğe dair güven var, HDP var.
Neyle karşı karşıya kalırsak kalalım bizleri güçlü kılan bunlara duyduğumuz güvendir, birliğimize ve büyük insanlığa inançtır; yarını görüyor, yarına yürüyor olmaktır.
Fakat zehirli bir iktidar gücüne dönüşenler, bırakın geleceği, artık burnunun ucunu göremiyor. Müzakere masasını devirip memleketi karanlık bir savaşa sürükleyenler, Sayın Öcalan'a uygulanan mutlak tecritle ateşe benzin dökenler, binlerce HDP'liyi tutuklayan, belediye eş başkanlarına, milletvekillerine rehin muamelesi yapan ve haktan, özgürlükten, hukuktan yana taş üstüne taş bırakmayanlar yarınını göremediği için bu kadar şirazeden çıkıyorlar.
Dahası saray-AKP iktidarı kendisiyle birlikte bütün Türkiye halklarının geleceğini karartmaya doğru gidiyor. Bu gidişi durduracak olan en geniş demokrasi ve özgürlük güçleri antifaşist mücadele dinamikleridir. Baskı, hile ve tasfiye saldırılarının ortasında boy veren "hayır" iradesi, haklı olanlarına aynı zamanda güçlü olduğunu da göstermiştir. Bu gücü yine birlikte büyüteceğiz. İnsanca yaşanabilir bir ülke ve güven duyacağımız yarınları birlikte başarabiliriz.
Bizler dışarıda olduğu gibi içeride de demokratik siyasetin başarısı, halklarımızın bugünü ve geleceği için direnmeyi sürdürüyoruz. Bu direniş sadece bir başarı gayesi için değil, büyük bir onur davası içindir. Bizleri seçen, iradesini sözüne emanet eden halklarımızın, emekçilerin, kadınların siyasi onur ve saygınlığını yere düşürmemek içindir. Belki birçok yetmezliğimiz oldu, olabilir ama asla halkımızın, seçmenlerimizin onur ve saygınlığını yere düşürmedik, düşürmeyiz. Yurttaşların oyu ve iradesiyle oluşan Meclisi faşizme kötü bir fon hâline getirenler, kendi partilerinin seçilmişlerini dahi tehditle, baskıyla istifa ettirenler, 85 belediyeye işgal gücü gibi çöreklenerek haktan ve siyasi ahlaktan yana bütün sıfırları tüketenler, temsiliyet görevi ve onur bağlantısı kuramazlar, bu değerler için direnmenin ne anlama geldiğini bilemezler ama bilenler var, bilinçle ve inançla kazanmak için yürüyenler var.
Tutuklandığımız ilk günlerde 'Bizleri, HDP'yi tutsak edecek bir hapishane yok.' demiştik. Bugün de gururla diyoruz ki: 'Öyle bir hapishane yok.' Bir yıl boyunca sadece hapsedebildiler, tutsak edemediler. Teslim alamadılar, irademizi bükemediler, bilinç ve cesaretimizi karartamadılar, neşemizi, ışığımızı söndüremediler.
Bizler hapsedilen, milletvekilliği düşürülen, darbeyle görevden alınan kadın siyasetçiler diz çökmeyerek zalim iktidarlara dert olan bir halkın soyundan ve geleneğinden geldiğimiz için mutluyuz, gururluyuz. Her yerde ayakta, her yerde görevimizin başındayız.
Zalimlere dert, dostlara selam olsun.
Özgürlükte görüşmek üzere.
Figen Yüksekdağ
Van Milletvekili"
(HDP sıralarından alkışlar)
Hak mücadelesinde, özgürlük bahsinde, mazlum ve zalim ayrımında burada söylenen şeyler dağlar ve nehirlerle aynı yaştadır. Bunların hakikati dünyanın en kadim hakikatlerindendir.
Bu siyasi darbenin birinci yılında, öncelikle seçilmiş belediye eş başkanlarımız, il, ilçe yöneticilerimiz, milletvekillerimiz, partililerimiz ve değerli eş başkanlarımızı buradan özgür yarınlara olan inancımızla onların mücadelesini, onların bize bıraktığı bayrağı yere düşürmeme, bir santim bile irtifa kaybettirtmeme kararlılığıyla grubumuz adına demokrasiye inanan, ortak vatana, özgür bir geleceğe inanan herkesle beraber saygıyla özlemle selamlıyoruz. Öncelikle bu baki selamımızı iletmemiz gerekiyor.
Sonra, "Neydi bu işlerin aslı?" meselesine dair birkaç şey söylemek gerekiyor. Bu 4 Kasım darbesi başlangıç tarihi olarak 7 Haziranı işaret etmektedir. 7 Haziran bu ülkede, bu ülkenin yakın dönem siyasi geçmişinde hiçbir zaman yaşanmamış bir olgunlukla sağcı-solcu, zengin-yoksul, mülksüz, emekçi, genç, kadın-erkek üzerinde büyük bir umut dalgası yarattı. İlk defa insanlar geleceğe dair umutla bakabilmenin erincini yaşadılar.
Onun dışında, Türkiye İşçi Partisinin Parlamento deneyiminden sonra ilk defa mazlumlar, yok sayılanlar, ötekileştirilenler kendileri olarak bu Mecliste bir kürsü sahibi, bir söz sahibi oldular. Seçilen milletvekillerinin oranına baktığınızda, cumhuriyetin parlamenter tarihinin ve bu ülkenin tüm tarihinin en yüksek kadın temsiliyetini gördüler burada. Karar süreçlerinin tümünde kadınların eşit, zaman zaman daha fazla söz sahibi olduğu bir yapının pratiğini gördüler burada, hayata geçmiş hâlini gördüler. Bütün bunlardan önemlisi, barışa dair bir umudun giderek daha da filizleneceğini, kök salacağını gördüler. İlk defa bu Parlamentoda işsiz bir insanın milletvekili olabileceğini, tek kuruş harcamadan buradan vekil olarak halkını temsil edeceğini, bir işçi emeklisinin, bir memur emeklisinin, bir dar gelirlinin de parlamenter olabileceğini gördüler. Bunlar cumhuriyet tarihinde çok fazla, bu yaygınlıkta hele hiç yaşamadığımız bir fotoğraftı. Bu fotoğraf bir dönüşüm hareketi olan, başta bu dönüşüme kendisini, temsiliyetlerini büyük tartışmalar yürüterek kendisinden başlayarak dönüştüren ve bu ülkedeki teklik, düşmanlaştırma, ötekileştirme, yok sayma, nefret dili gibi kavramların tümünü tarihin çöp sepetine atmaya aday bir dönüşüm hareketinin dalga dalga gelmekte olduğu gerçeği bu ülkenin egemenlerini dehşete düşürdü. "Buna bir önlem alınması gerekir." dediler. Tarihte Baba İshak'ın direnişi neyse HDP'nin kendisini ikiye katlayarak ve yine cumhuriyet tarihinde kendi çeperinin dışında oy alabilme imkân ve kabiliyetine sahip olarak gelmesini engellemek gerektiğini düşündüler. Bugün, Seyit Rıza'nın direnişi, Baba İshakların direnişi, Mahirlerin, Denizlerin direnişi ne ise HDP'nin direnişi ve kendisini buraya taşıması da öyleydi. Dolayısıyla karar 7 Haziran akşamı verildi. Karar 7 Haziranda halkın huzuruna çıkmaya cesaret edemeyen, ortadan kaybolan egemenler tarafından buna bir "dur" denilmesi gerektiği söylendi.
Ben barış ve müzakere heyetini bugün itibarsızlaştırılan, barış ve müzakere süreçlerini yürüten heyetin üyelerinden birisiydim. Hayatımızın en onurlu işleri arasındadır. Birçok kesimle görüşüyorduk. En temelden karşı çıkan bile son tahlilde kaygılarını belirtip "İyi bir şey yapıyorsunuz, inşallah finale ulaştırabilirsiniz." diyordu.
Şu gerçeklik orta yerde apaçık duruyor: Bugün, kürsüde, her çıkan belli bir ezbere yaslanarak söylüyor. Aramızda, biraz önce uyuşturucu meselesinde, ne kadar özgün, ne kadar bilimsel bir yaklaşım getiren, yoldaşı olmaktan onur duyduğumuz bilim insanı Sayın Sancar bu konularda Türkiye'de sayılı akademisyenlerdendir.
Çatışma sonrası çözüm süreci yaşayan ülkeler hakikatine bir baktığımızda, hem çatışmalı süreçlerde hem çatışma sonrası çözüm süreçlerinde bu ülkede ne yaşanmışsa aynısı yaşanmış yüzde 80'inden fazlasında. İstatistikleri var, meraklısı çok çabuk ulaşabilir. Nedir o? Barışa bir el atımı mesafesinde yaklaşıldığında, tekrar eski koşullara, hatta yer yer eskiyi de aratacak koşullara dönmek. Türkiye bir tek yönüyle nevi şahsına münhasır. O, yüzde 80 ülkenin tamamında, bu provokasyonlar nereden gelirse gelsin, bu yeniden eski statükoya dönme çabaları ve bunu tetikleyen olaylar sadece müzakereyi, görüşmeleri, demokratikleşme ve barış arzusunu daha da çoğaltmakla sonuçlanmış. Bizde, sürecin sonlanması için bir gerekçe olarak söyleniyor: "Siz de şunu yapmasaydınız. Siz de onlar da bunu yapmasaydı. Bunlar da şunu demeseydi." Erenler, bunların hepsi çatışma süreçlerinde görüşmeleri daha da hızlandırmanın, daha da cesur adımlar atmanın gerekçesidir, yeniden savaşa dönmenin gerekçesi değil. Bugün, ağzını açan herkes bir savaş diliyle ve onun argümanlarıyla konuşuyor. Buradan bir yola varılmış olsaydı, dünyada bir tane örneği olurdu, ülkemizde bunu gösterecek bir karine olurdu. Yok.
Dolayısıyla, benden önce ana muhalefet sözcüsü sayın grup başkan vekili bir çağrı yaptı, bütün kalbimle desteklediğimi buradan partimiz adına beyan ediyorum. Evet, getirin Meclise. "Bir komisyon kuralım." diyorsunuz, Sayın Altay, hiç buna da gerek yok. Yasa yaptık hep birlikte, orada onun alt yönetmelikleri çıkarılamadı, çıkarılmadı. Bu, Hükûmetin bir sorumluluğu, vebali ve suçudur. Bununla ilgili yönetmelikler, bununla ilgili kurum ve kurullar oluşturulacaktı tıpkı bugün uyuşturucu meselesinde olduğu gibi. Neredeyse, belli istisnaları dışında tutarsak, büyük bir mutabakatla geçti Meclisten. Gelin bunu yapalım. Türkiye'de her kurum, iş adamı dernekleri dâhil herkes inisiyatif aldı. İnisiyatif almayan tek kurum bu ülkenin Parlamentosu. Bunu kendimize yakıştırabiliyor muyuz?
Şu hâle bakın, Meclis dediğimiz yer artık bir televizyon stüdyosu işlevinde. Burası, dışarıda kısıtlanan sesimizi, bir televizyon kamerası gibi, halkla paylaşabileceğimiz bir kürsü, bunun ötesinde hiçbir işlevi bırakılmamış. Alın OHAL'i, alın bugün getirilen torba yasa tekniğini, bu Hükûmetin elinde bir taşı bir taşın üstüne koyabilecek imkân ve yeteneği kalmamış. Kalsa başka türlü davranırdı. OHAL'le ülke idare etmek hüner midir? İstisna bir şeyi yıllara yayılan ve ne zaman biteceği de belli olmayan bir şekilde bir yönetim enstrümanı olarak kullanmak siyasetçilik midir? Bu kadar hikmetten, bu kadar irfandan, bu kadar Osmanlı'dan bahsediyorsunuz; 15 tane adamıyla bütün Mısır'ı on beş yıldan fazla idare etmiş bir anlayış nere... 15 kişi göndermiş, hatta bir yoruma göre 2 kişi. Bir de sizin bütün devletin valilerini, devletin bütün güvenlik kurumlarını, yargısını kendinize kul köle ettirdiğiniz, onun dışında statünün dışına hiçbir şekilde çıkmaya cesaret edemeyen, belediye başkanlarının bile kendileri olamadıkları... Biz kayyumdan şikâyet ediyorduk, vallahi artık kayyumu demeyeceğiz. Kendi partinizin belediye başkanı çıkıyor, "Ailemi tehdit ettiler." diyor. Bu, siyaset değildir, bunun literatürde bir tane adı vardır, ona da "zorbalık" denir. (HDP sıralarından alkışlar) Demokrasiyle, partiyle, politikayla bunların ilişkisini kurabilecek bir tane enstrüman sunamazsınız. Bu hüner değil, siz çekilin, bunu askerler de zamanında yapıyordu. Bir şekilde, bugünleri de görecek miydim? Sizden de daha iyi yapıyorlardı, bir parça demokratik hayâ ve edebi gözetiyorlardı. Bir gazete kapatıldığı zaman dünyanın işi oluyordu, en fazla iki gün sürüyordu. O koşullarda yayın yapabilen özgür bir basın vardı, bugün içerideki gerçek gazeteci sayısı dışarıdaki gazeteci sayısını geçmiş durumda. Siz buna "yönetim" mi diyorsunuz, siz buna "demokrasi" mi diyorsunuz?
Ağzınızı açıyorsunuz, demokraside olmayan bir biat kültürü. Burada biraz önce hayâ ettim ya, "Allah'ımıza hamdolsun, safkan Türk otomobili yaptık." diyor. Herhâlde Cenab-ı Hak kendine bir tek bunun için dua edileceğini hesaba katmamıştır diye düşünüyorum. Sonra grup başkan vekili düzeltti: "Yerli ve millîyi kastetti." dedi. Yerli ve millîyse buğday bu topraklardan bütün dünyaya neşet etmiş. Mezopotamya'nın buğdayı, Kastamonu'nun siyez buğdayı -14 kromozomlu- dünyada eşi menendi bulunmayan sadece Anadolu'ya özgü 2 buğday türü. Peki, bugün var mı? Yok. Meksika'nın tohumunu, İsrail'in tohumunu alırken yerliliğiniz, millîliğiniz aklınıza gelmiyor, bugün sarayda elhamdülillah yerli otomobil, safkan otomobil yapılmış, buradan da şükür duasına çıkılıyor. Bu mudur kabiliyet, bu mudur yönetim şekli?
Elbette ki böyle bir yapıda HDP'ye tahammül edilemeyecek çünkü bizim dışımızdaki hiçbir muhalefet partisi meselenin bu gerçekliğini bu çıplaklıkta dile getirmiyor. Bir "Kürt" diyorsunuz, bir bakıyorsunuz bütün muhalefet hizaya geçmiş. Bir "terör" diyorsunuz, bütün muhalefet hizaya geçmiş. Ne anlıyorsunuz terörden, gelin bunu konuşalım, hakiki çareler üretelim. "Bunun da çaresi daha fazla ve gerçek demokrasidir." diyoruz, hepiniz dut yemiş bülbüle dönüyorsunuz. Yerli ve millî arayacaktıysanız bu ülkede şeker pancarını, tütünü, buğdayı kısıtlayan yasaları alıp elinizin tersiyle bir kenara atacaktınız. Siz bu yasakları daha da kavileştirdiniz. Bugün Adıyamanlı kan ağlıyor. Herkes seçmenine selam gönderiyor, ben de memleketime göndereyim. (HDP sıralarından alkışlar) Bir toprakta ne ekeceğine başkaları karar veriyorsa orada yerli ve millîlikten bahsedenin alnını bile karışlamazlar "Hadi oradan ya, git başka bir mevzudan bahset." derler. (HDP sıralarından alkışlar) Bu mudur sizin yutturmaya çalıştığınız? Mızrak çuvala sığmıyor. Onun için büyük bir gerilim var...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen, bir dakika daha ek süre veriyorum size.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ...bu gerilim de bizde yok. Biz yarınlara büyük bir umut, moral ve coşkuyla bakıyoruz. Demokrasi güçlerini birleştirdiniz, artık eskisi gibi "Kürt" dediğinde hizaya girmeyenler de var. Artık KHK mağdurları, emekçiler, işsizleştirilenler, geleceksizleştirilenler dediğinizde bizimle yan yana durmayı bir erdem sayan, bundan kaçınan insanların yanında artık çoğunlukta. Onun için, biz umutluyuz.
Bu gerilim nerede? Bu gerilim sizlerde, sıralarınıza bakınca bunu görüyoruz. AKP'li milletvekili olmanın şartlarını çok aza indirdiniz. Kimin geçmişinden şüphesi varsa "Elhamdülillah Reis" diyor hemen arkasından kulislere geçiyor. Bununla demokratik de olunamaz, bununla bu memleketin sorunlarına çare bulunmaz, yerli ve millî hele hiç olunamaz. Yolu bellidir: Yerli ve millî olacaksanız, yerli ve millî bu topraklarda tarihi sizden çok daha kadim olan bütün halklarla, inançlarla barış içinde bir arada ortak bir geleceğe yürümenin yollarını arayacaksınız ki ben size yerli diyeyim. Şimdi, size söylenecek tek şey: Yersizliktir. Bununla müsemmasınız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.