GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:15
Tarih:31.10.2017

HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Genel Kurul; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'nın geneli üzerinde söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, gündeme girmeden önce, önümüzdeki günlerde, bu hafta, 4 Kasımda, Türkiye tarihinin, siyaset tarihinin en kirli, en utanç verici bir yıl dönümüne tekrar şahitlik yapacağız. 4 Kasım 2016, Türkiye siyasetine "bir yüz karası gece" olarak kayda geçmiştir arkadaşlar. "Türkiye bir daha asla darbeler ülkesi olmayacak." derken bu iktidarla darbelerin formu, versiyonu değişti; dışarıdan değil içeriden darbeler gerçekleştirilmeye başlandı.

28 Şubatlara "postmodern darbe" diyorduk, "örtülü darbeler" diyorduk. On beş yıllık bu iktidar sürecinde, maalesef, artık 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 12 Martlar gibi dışarıdan gelen bir müdahale değil içeriden siyasete yapılan müdahalelerle siyaset tarihimiz en karanlık günlerini yaşamaya hâlâ devam ediyor.

4 Kasım, Türkiye siyasi tarihinde, örtülü bir darbe bile diyemeyeceğimiz kadar açık ve net siyasi bir darbedir. Meşru, seçilmişlerin olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre faaliyetini sürdüren, siyaset yapan bir siyasi partinin eş genel başkanlarına, milletvekillerine, yöneticilerine, belediye başkanlarına ve oy verenler de dâhil olmak üzere binlerce insana bu ülkede bedel ödettirilmeye bu iktidar tarafından hâlâ devam ediliyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, sizlere birkaç rakam vereceğim: Sadece OHAL ilanı olduktan sonraki süreçte siyasi mücadele eden... Hani "Burası demokratik hukuk devletidir. Bu ülkede Anayasa vardır." diye zaman zaman grup sözcülerinizin, vekillerinizin dile getirdiği, kullandığı pek çok ifade var ya işte bu ülkede demokratik hukuk süreci nasıl lince tabi tutuldu, nasıl bir darbe gerçekleştirildi ve hâlâ bu linç seçilenlere karşı -milyonlarca insanın iradesi- bir siyasi partiye karşı nasıl sürdürülüyor acımasızca ve diktatöryal yöntemlerle -rahatsız olmayın bu kelimelerden- ve bunun bedelini siz, kendinizin taraf olmadığı, sizi eleştiren, size muhalefet eden milyonlarca insanın iradesine reva görmeye hâlâ devam ediyorsunuz.

OHAL'den sonraki sürece bakalım. Yargı mensuplarının da, içinde, dâhil olduğu 44 bin kamu çalışanı tutuklu. Bizim vekillerimiz, grup başkan vekillerimiz sık sık bunu ifade ediyorlar. Eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz dâhil olmak üzere, onlara, pek çoğuna, hepimize açılan davaların çoğunu açan, soruşturma açan yargı mensupları, şu anda bu 44 bin kamu çalışının içinde bulunuyor, şu anda hapislerde bulunuyor ve onların açtıkları davalar üzerinden bu iktidar hâlâ siyasi rant devşirmeye, prim kazanmaya devam ediyor. Gözaltı ve tutuklama uygulaması partimiz yöneticilerine ve üyelerine karşı tasfiye niteliğine dönüşmüş. 2015'in yedinci ayının 24'ünden bu yana partimize, parti yöneticilerimize, tabanımıza ve bileşenlerimize yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda 11 bin kişi gözaltına alınmış. Aralarında eş genel başkanlarımızın, milletvekillerimizin, il, ilçe eş başkanlarımızın, yöneticilerimizin, parti üyelerimizin bulunduğu 4.500 kişi tutuklanmış. Son bir yıl içerisindeyse parti mensuplarımızdan 6.700 kişi gözaltına alındı, 1.842 kişiyse tutuklandı. Yine Temmuz 2015'ten bu yana 38 HDP il eş başkanı, 97 HDP ilçe eş başkanı tutuklandı. Şu anda yönetimde olan 28 il eş başkanı, 86 ilçe eş başkanı, 1 belde eş başkanımız hâlen tutuklu. Temmuz 2015'ten bu yana, eş genel başkanlarımızla beraber, 15 vekilimiz tutuklanmış durumda; 2 MYK, 11 parti meclisi üyemiz, 750'yi aşkın il ve ilçe yöneticilerimiz tutuklandı ve şu anda milyonların iradesi olan, seçilmiş 9 milletvekilimiz hâlen cezaevinde. Ama kınamaya gelince, başta Sayın Cumhurbaşkanı da olmak üzere, sık sık İsrail zindanlarında yatan, seçilmiş, halkın iradesi olan Filistinli milletvekillerine buradan destanlar düzebiliyoruz. Sınırların ötesinde, siyonizmin zindanlarında olan, seçilmiş, halkın iradesi olan Filistin vekillerine gösterdiğimiz vicdanı, gösterdiğimiz ahlakı, erdemliliği ülkemizde de katılmasak da, eleştirsek de, muhalefet etsek de milyonların iradesi olan HDP milletvekillerine karşı da gösterebilme erdemliliğini keşke gösterseydiniz, keşke böyle bir vicdani duruşu gösterebilseydiniz. Daha bir yıl olmuş, mahkemeye bile çıkartılmayan eş genel başkanlarımıza, milletvekillerimize buradan terörist yaftası, mahkûmiyetini ifade edercesine tabirler kullanılmaya, pervasızca itham edilmeye devam edildiğini görüyoruz. Şuna da şahit olduk: İnsan hakları aktivistlerinin adalarda gözaltına alınıp tutuklanmasından sonra en üst mercilerden "Onlar ajandır." ifadelerini sık sık duyduk. Onları "ajan" diye tutuklattıranların da mekanizması güya hukuktu, yargıydı. "Yargıdan niye kaçıyorsunuz?" diyordunuz, onları tahliye eden de yine aynı hukuk. Hangi hesapla içeri alınıyor insanlar, hangi hesapla dışarı bırakılıyor insanlar? Bu, hukuk mekanizmasının iflas ettiğini gösterir değerli arkadaşlar.

Demokrasilerin vazgeçilmezi olan basın-yayın organlarının muhalif olanlarından 177 medyaya el konuldu, 146 gazeteci tutuklandı.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) - FETÖ dâhil mi, FETÖ?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Size sormak lazım onu.

HÜDA KAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, içinizde, uydurulan dine değil de indirilen dine inandığını düşündüğüm, öyle böyle tanıdığım insanlar var. Sizlere Şûra suresinin 41 ve 42'nci ayetlerini okuyacağım arkadaşlar: "Kim bir zulme, haksızlığa uğradıktan sonra hakkını savunursa, hakkı için mücadele ederse bir suçlama, bir sorumluluk yoktur ancak halka zulmedenlere, yeryüzünde insanlara saldıranlara karşı durulmalıdır, sorumluluk onlaradır, onlara acı bir azap vardır." Yani ezilenler haklarını hangi yol ve yöntemle arama mücadelesine girerlerse girsinler sorumluluk, yükümlülük ezilenlere değildir; onlara saldıran, haklarını gasbeden ve barışa yanaşmayanlarındır arkadaşlar. Olaylara ve problemlere hamasi ve yapay, kutsal söylemlerle yaklaşmadan, vicdanımızla, inancımızla, birazcık erdemlilikle yaklaşırsak... Bu ayetler bizlere gereken yolu ve nasıl bir duruşa sahip olmamız gerektiğini göstermiyor mu? Bir kez daha bunu vicdanlarınıza sunuyorum arkadaşlar.

Sevgili arkadaşlar, muhakkak sizlere de gelmiştir, son günlerde onlarca mesaj geldi bana. Bu arada, konuşmam arasında, Sağlık Bakanına bunu da sormak istiyorum ve bunun cevabını kamuoyuna açıklamasını istiyorum: 2017/5 sözleşmeli sağlık personelinden, 12.500 kişiden 9.267'sinin güvenlik soruşturması 3 Ekimde sonuçlanıyor. Fakat, Sağlık Bakanı 2.589 kişinin soruşturmasının ekim ayında, ekimin sonunda biteceğini söylemiş olmasına rağmen, 2 bine yakın kişinin akıbetinin hâlâ meçhul olmasından dolayı gelen onlarca mesajda insanlar artık intiharın eşiğine geldiklerini ifade ediyor arkadaşlar. Borçlanmada dibi bulmuşlar, kiralarını ödeyemiyorlar, çocuklarına, eve ekmek getiremiyorlar. "Bu güvenlik soruşturması ne menem bir şeydir ki aylardır bizi süründürüyorlar, artık sonuçlansın ve hak ettiğimiz mesleğimizi, işimizi yapalım, helalinden kazancımızı alalım." diyorlar.

Bakın, burada helal akreditasyonla ilgili bir kanun tasarısını, bir kurumsal yapılanmayı önümüze getiriyorsunuz. Sevgili arkadaşlar, helal, sadece yediğimiz değildir; helal, sadece giydiğimiz değildir. İnsanların emeğini çalmak en büyük haramdır. İnsanları özgürlüğünden alıkoymak en büyük haramdır. İnsanların özgürce nefes almasını yasaklamak en büyük haramdır. Hükûmetin, yönetimin her kademesinde yolsuzluğun, haksızlığın alıp başını gittiğini sizler, içeriden, çok çok iyi biliyorsunuz. Yetimin hakkı gasbediliyor, sokaktaki kâğıt toplayıcısının ekmeğine bile el uzatılmış, sokaktaki pazarcının ekmeğine bile el uzatılmış, haram yönetimin, haram işleyişin, haram politikanın, haram kazancın "dindar ve demokratik" ya da "muhafazakâr" diye kendini tanımlayan böyle bir iktidar döneminde zirve yaptığı bu süreçte, haramın meşrulaştığı böyle bir yönetimde bizim önümüze Helal Akreditasyon Kurumuyla ilgili bir kanun getiriyorsunuz. Allah aşkına, bu kurum sizlerin elinde nasıl bir işleyişe sahip olacak? Ben ürküyorum. Bir şeye, bir kazanca, bir gıdaya, bir giysiye, bir tekstile, ne bileyim, aklınıza ne gelirse, bu alanları kapsayacak olan bu kurumun alanı içine giren her ne olursa olsun "helal" ya da "haram" demeye size ehliyeti kim veriyor ve siz bunu hangi referanstan alıyorsunuz? Haramın meşrulaştığı, dindarlık yükseldi diye övünülen bir toplumda, ahlaksızlığın tavan yaptığı bir yönetimde "helal" demek, helal kurumlaşmak gibi, sizin mühür basacağınız, bir onay vereceğiniz ehliyeti ben düşünemiyorum bile. "Dindar ve muhafazakâr partiyiz, iktidarız." diyorsunuz. Sevgili arkadaşlar -sizler de bu toplumun içinde yaşıyorsunuz, hepimiz halkımızla, bu toplumun içinde, mahallelerde yaşıyoruz- on beş yıllık bu muhafazakâr ve dindar yönetime umut bağlayan aileler, dindar, muhafazakâr aileler bile şu anda, sizin bu iktidarınız döneminde, bırakın kız çocuklarını yurtlara, kurslara yatılı gönderebilmeyi, erkek çocuklarını bile gönderemiyorlar, erkek çocuklarını sokağı bile indiremeyecek hâle geldiler ve bu, muhafazakâr bir iktidar döneminde geldiğimiz noktadır arkadaşlar.

Yine, başka bir şey -o kadar çok şey var ki- helal ve haramı belirleyecek olan hangi mekanizmadır? Bir şeye, yetimin hakkına el uzatan, insanların en kutsal helali olan yaşam hakkını gasbeden, insanların en önemli helali olan düşünce hakkını gasbeden, emek hakkını, ekmeğini gasbeden bir mekanizmaya, bir yönetime hangi sebeple nasıl helal akreditasyon vereceğine ben ve milyonlarca insan nasıl güvenebileceğiz? Hangi hakla, hangi referansla siz böyle bir onayı, böyle bir ehliyeti kendinizde görebildiniz arkadaşlar?

Bakın, geçtiğimiz günlerde bir firmanın uçağında bir aile Kürtçe konuşuyor diye uçakta görev yapanlar bu Kürtçe konuşan ailenin talebini yerine getirmediler, uçağı havaalanında bir buçuk saat beklettiler ve bu aileyi gözaltına aldılar arkadaşlar.

Rum suresi 22'nci ayette -hepinizin çok iyi bildiği gibi- "Renkler ve diller Allah'ın ayetidir." diyor, bunu çok iyi biliyorsunuz. Allah'ın insanlara verdiği en doğal helalidir, hakkıdır; diller, renkler, yaşama, nefes alma, düşünme, konuşma, düşüncesini ifade etme, muhalefet etme, eleştirme hakkı insan olanların en doğal helalidir, hakkıdır. Siz bunları gasbederken Türkiye tarihinde görülmeyen en büyük insani gasbı yaşatan yönetim önümüze bir helal akreditasyon meselesi getiriyor. Helale saygı göstermek için şu anda binlerce insanın cezaevinde bulunmaması gerekiyor. Helale saygı gösterebilmek için, nasıl ki biz Türkçe konuşuyoruz ve konuştuğumuz dil bizim için bir değerse, bir kutsalsa -aynen bu Rum suresinin 22'nci ayetinde olduğu gibi, diğer dillerin de Allah'ın ayeti olduğuna iman etmiş olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor arkadaşlar- Türkçenin dışında konuşulan dillere de Türkçe için, kendimiz için, ana dilimiz için reva gördüğümüz, hak gördüğümüz bütün hakları ve helali diğer dillere de görmemiz ve tanımamız gerekiyor arkadaşlar. Helali tanımak önce insanı insan kabul etmekten geçiyor. Helale saygı göstermek önce insanın yaradılıştan gelen, seçimi olmadan Yaradan'ın kendisine bahşettiği tüm özellikleri, hakkını teslim etmekten geçiyor değerli arkadaşlar.

Ve bir de şunu da sormak istiyorum: Bu Helal Akreditasyon Kurumu, helali verecek olan 50 kişilik kadro inançlar temelinden mi referanslar alarak oluşturulacak, yoksa bir teknik kadro mu olacak? Bu teknik kadro mu "helal" diye onay verecek? Ya da hangi inancın referanslarıyla oluşturulan kadrolar hangi inanca göre "helal" diyecek. Türkiye'de farklı inançlardan halklar yaşıyor. Her bir inancın ve mezhebin kendine göre ayrı ayrı değer ve helal algısı vardır, değeri vardır, karşılığı vardır ve sizler bu insanların da ihtiyacını gözetecek nasıl bir mekanizma düşündünüz acaba? Bunu da sizlere sunuyorum. Bütün Genel Kurulu, arkadaşları saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaya.