GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:15
Tarih:31.10.2017

MHP GRUBU ADINA İZZET ULVİ YÖNTER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'nın tümü üzerine partimizin görüşlerini açıklamak maksadıyla söz almış bulunmaktayım. Muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Helal, İslam fıkhına göre yasaklanmamış, izin verilen ve kurallara uygun olan anlamı taşımaktadır. Helal kapsamı sadece gıda ürünleriyle sınırlı olmayıp kozmetik, tekstil, turizm, lojistik, finans gibi sektörleri de kapsamaktadır.

Helal belgelendirmesi ilk olarak 1970'li yıllarda Malezya'da ortaya çıkmıştır. Bugün ise dünyada farklı standartlara göre faaliyet gösteren 400'den fazla belgelendirme yani helal belgelendirme kuruluşu vardır. Dünyada yaklaşık 1,8 milyar Müslüman nüfusun helal ürün ve belgelendirmesine ilişkin ilgi ve talebi de giderek artmaktadır.

Dünyadaki helal ürün ticaretinin yüzde 80'i Müslüman olmayan ülkeler tarafından gerçekleştirilmektedir. Batıda en büyük helal ürün tedarikçileri arasında Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Brezilya, Yeni Zelanda ve Avusturalya; doğuda ise Tayland, Malezya, Endonezya ve Hindistan yer almaktadır. Helal standartları ve belgelendirmesi alanında Müslüman ülkeler arasında ortak bir dil bugüne kadar ne yazık ki oluşturulmuş değildir. Dolayısıyla küresel düzeyde helal ürün ticaretinin artması, farklı helal standartlarının ve belgelendirme sistemlerinin uluslararası ticaret üzerinde yarattığı engellerin belirginleşmesine neden olmuştur.

İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İş Birliği Daimî Komitesi çalışmaları kapsamında 40'tan fazla İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi devletin temsilcilerinin katılımıyla helal gıda, belgelendirme ve akreditasyon konularında 3 temel standart kabul edilmiştir. Ülkemizin bir projesi olan İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün Tüzüğü, 57'nci Cumhuriyet Hükûmeti döneminde 4-7 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirilen 15'inci İSEDAK toplantısında ilk defa üye ülkelerin imzasına açılmıştır. Tüzüğü ilk imzalayan ülke ise Türkiye olmuştur. Bu çalışmalar, sonrasında İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü çatısı altında devam ettirilmiştir. 2010 yılında 13 ülkeyle yoluna başlayan Enstitü, bugün 36 üye ülkeyle faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye'nin Dönem Başkanlığını yürüttüğü Enstitü, hâlihazırda ortak bir helal belgelendirme sistemine esas teşkil edecek standartları oluşturmuştur ancak bu süreçte Enstitünün akreditasyon sistemi işlevsel hâle maalesef getirilememiştir. Bu noktada, Ekonomi Bakanlığı tarafından hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda görüşülmüştür. Tasarının öngördüğü Helal Akreditasyon Kurumu neyin helal, neyin haram olduğu konusunda karar vermeyecektir. Zira, milletimiz neyin helal, neyin haram olduğunu engin vicdanında, tarihsel derinliğinde bilmektedir.

Kurum, ülkemizde ve yurt dışında yerleşik helal uygunluk değerlendirme kuruluşlarına helal akreditasyon hizmeti verecek, bu kuruluşların hizmet alanı için idari kuralları belirleyecek, bu kurallara uyulması için çalışacaktır. Hâlbuki, bu akreditasyon işlemi için 36 üyeli Enstitü içinde değerlendirme yapılıp ortak bir karar ortaya koyulabilir ve daha geniş anlamda uygulama alanı bulmasına imkân sağlanabilirdi.

Görüşmekte olduğumuz tasarıyla kurulması öngörülen yeni yapının bağımsızlığı ve tarafsızlığı Enstitü standartları çerçevesinde de bir gereklilik, bir zorunluluktur. Bu yapının Ekonomi Bakanlığı veya bir başka kurum bünyesinde kurulması bağımsızlığına ve tarafsızlığına peşinen halel getirebilecektir. Ancak Enstitü standartlarına aykırı olarak tasarıyla kurulması öngörülen Helal Akreditasyon Kurumu, Ekonomi Bakanlığı bünyesinde ihdas edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi helal akreditasyona tabii ki karşı değildir. Arzumuz, Türkiye'nin helal akreditasyonda dünya pazarında daha fazla payı almasıdır.

Biliyorsunuz, 1999'da 57'nci Hükûmet döneminde başlatılan çalışmalar sonucunda bu zamana kadar bu alanda gerekli altyapı, birikim ve tecrübeye sahip TÜRKAK diye bir kurumumuz mevcuttur. 57'nci Hükûmet döneminde 27 Ekim 1999 tarihinde kurulan Türk Akreditasyon Kurumu sistem, ürün, hizmet, laboratuvar ve personel alanlarında akreditasyon hizmeti vermektedir. Diyoruz ki gelin, TÜRKAK'ı, helal akreditasyon konusundaki eksikliklerini tamamlayalım, daha aktif hâle getirelim. Bu alanda bir kurum varken yeni bir kurumun ihdas edilmesinin ne tip sorunlara neden olacağını da zaman elbette gösterecektir. Bugüne kadar helal ürün alanında sayısız çalışmalara imza atan TÜRKAK varken, bu kurumdan bağımsız bir yapı oluşturulması öncelikle girişimcimizi yoracak, meşgul edecektir. Bununla beraber, akreditasyon konusunda iki başlı bir yapının ortaya çıkma ihtimali de ziyadesiyle mevcuttur. Girişimcimiz bir taraftan Avrupa Birliği ülkeleri için TÜRKAK'tan akreditasyon belgesi almaya, diğer taraftan ise Helal Akreditasyon Kurumundan İslam ülkeleri için belge temin etmeye çalışacak yani belge, ücret ve zaman israfı ortaya çıkacaktır.

2014'te dönemin Avrupa Birliği Bakanı Sayın Çavuşoğlu "TÜRKAK sayesinde diğer ülkelerin önündeyiz. TÜRKAK, İslam İşbirliği Teşkilatıyla da birlikte çalışmaktadır, özellikle helal ürün konusunda TÜRKAK uzmanlaşmıştır." diyerek bu kurumun hakkını teslim etmiştir. Tasarıyla TÜRKAK, âdeta bu alanda yetersiz bulunup Avrupa Birliği standartları gerekçesiyle bugüne kadar yaptığı hizmetler hemen hemen yok görülmektedir. TÜRKAK idari ve mali özerkliği 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu nedeniyle sorunlar yaşamaktadır. TÜRKAK ağır iş yükü ve denetim havuzundaki yetersizlik nedeniyle sıkıntılara maruz kalmıştır. Bu sorunlar mezkûr tasarı yasalaştığında da görüyoruz ki devam edebilecektir. Burada sorulması gereken soru: TÜRKAK, helal ürün akreditasyon işlemlerini neden gerçekleştirememektedir? Bunun önünde bir engel yok ise bu kuruma neden gerek görülmektedir?

Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'ndan ziyade bu alanda yaşanmakta olan mevcut sorunları çözme amaçlı bir düzenlemenin getirilmesi daha rasyonel olacaktı. Ancak Hükûmet, tasarıyla yeni bir kurum ihdas etmeyi tercih etmiştir. Tasarının 3'üncü maddesinde Hükûmetin teklif ettiği metinde yer alan, kurumun merkezinin bakan tarafından belirlenmesi hususu tasarı metninden çıkarılmıştır. Bağımsız olması gereken bir yapının bu kararı kendisinin vermesi gerekecektir ve bu son derece doğaldır. Tasarının Komisyona sunulduğu ilk hâlinde, 12 bakanlık ve 34 kurum ve kuruluşun yer alacağı kurumun danışma kurulu yapısı yapılan ilavelerle değiştirilmiştir. Danışma kurulu tasarısıyla yılda en az bir kez toplanması öngörülmüştür. Oysa uluslararası alanda ön alma, pazar büyütme hedefleniyorsa bu kurula daha dinamik ve etkili bir çalışma takvimi öngörülebilirdi.

Diğer yandan, tasarının 5'inci maddesinin (10)'uncu fıkrasında yönetim kurulunun yetkileri arasında (l) bendinde yer alan yardım, bağış ve sair gelirlerin kabul edilmesine karar vermek ve 11'inci maddenin (1)'inci fıkrasının (ç) bendinde mali hükümler arasında yer alan kurumun tarafsızlığını ve bağımsızlığını etkilemeyecek her türlü yardım, bağış ve sair gelirler kurumun tarafsızlığını ve bağımsızlığını etkilemeyecek midir? Bu konuda tasarıda ciddi bir düzenleme yoktur. Nereden bakılırsa bakılsın, suistimale açık bir durum söz konusudur.

Helal Akreditasyon Kurumu hakkında Hükûmetin bir ısrarı mevcut. "İdari ve mali özerkliği olan bir kurum ihdas ediliyor." deniliyor ancak bu kurum Ekonomi Bakanlığının ilgili kuruluşu, yönetim kurulu bakanın teklifi üzerine Başbakan tarafından atanıyor. Biz diyoruz ki: Böyle idari ve mali özerklik elbette sorunludur. "Böyle bir yapı illa ki olmalı." deniliyorsa Bakanlık bünyesinde bir genel müdürlük veya daire başkanlığı şeklinde de teşekkül ettirilebilirdi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomi yönetimi tarafından 2018 yılı içinde kamuda kemer sıkma politikalarının daha da artacağı dile getirilmektedir. Genel Kurula gelmek üzere olan torba yasadaki düzenlemelerle vatandaşımızdan ilave vergilerle daha fazla fedakârlık yapması beklenmektedir ancak bu tasarıyla kurulması öngörülen Helal Akreditasyon Kurumunun 2018 yılı gideri 3,8 milyon Türk lirası, 2019 yılı gideri 5,5 milyon Türk lirası, 2020 yılı giderinin ise 7,2 milyon Türk lirası olması öngörülmekte, ayrıca kuruma bütçeden 3 milyon lira "yardım" adı altında para aktarılması planlanmaktadır. Bu durum bize "Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu." dedirtmektedir. Kuruma 3 milyon lira para aktarılacak olması tasarının hiçbir ön çalışma yapılmadan hazırlandığına işaret etmektedir. Tasarı, helal akreditasyonu alanında ülkemizin merkez konumunun güçlendirilmesine adanmış olmasına rağmen, helal ürün ve hizmet ihracatının uzun ve kısa vadede bu kurum vasıtasıyla hangi boyutlara ulaşabileceği de ortaya konulmuş değildir. Helal ürün pazarının büyüklüğü, belli iken Türkiye, Helal Akreditasyon Kurumunu ihdas ederek bu pazar büyüklüğünün ne kadarına taliptir? Varsa talip olunan bir pazar büyüklüğü, bu hangi araçlarla başarılacaktır? Bu önemli konuda vizyonumuz nedir? Bu bize göre belli değildir. Tasarıda talip olunan pazar büyüklüğü, bunun hangi araçlarla sağlanacağına dair bir vizyon, bir hedef ortaya konulmamış, yine tasarının fayda/maliyet, ekonomik analiz ve iç piyasalara yansımasına dair bir değerlendirme de yapılmamıştır. Cenab-ı Allah, Furkan suresi 67'nci ayette "Onlar harcadıkları zaman ne israf ederler ne kısarlar, ikisi arasında orta bir yoldur." buyurmaktadır. Tasarıyla yeni bir kurum ihdas etmek aslında bir yönüyle de israfa neden olacaktır. Müslüman ülkelerin yoğunlukta olduğu Orta Doğu'da diplomatik krizler devam ederken, bu krizler çözülmeden Helal Akreditasyon Kurumunun başarılı olması zor görünmektedir ama dileğimiz başarılı olmasıdır elbette. Helal Akreditasyon Kurumunun başarılı olması sağlam, sağlıklı, sorunlarını aşmış bir dış politikayla da güçlendirilecek, temellenecek ve desteklenecektir.

Bir başka sorun, helal akreditasyon işlemlerini gerçekleştirerek iç pazara mal veya hizmet satan sanayici, üretici ve esnafımız ile helal sertifika almadan, aslında içeriği helal olan mal veya hizmeti iç pazara satan sanayici, üretici ve esnafımız arasında bir haksız rekabet yaşanmayacak mıdır? İç pazara mal veya hizmet satan sanayici, üretici ve esnafımız haksız rekabetle karşılaşmamak için helal sertifika almak zorunda kalacak mıdır?

Tasarı bu haliyle uluslararası helal akreditasyonda, yaklaşık 4 trilyon dolarlık dünya pazarında ve 6 milyar dolarlık helal belgelendirme pazarında iddialı ve söz sahibi olmamızı ne yazık ki sağlayamayacaktır.

Tasarıyla Helal Akreditasyon Kurumuna 50 kişilik kadro ihdas edilmektedir. "Vatan savunmasının sözleşmesi olmaz." diyen kahraman uzman erbaşlarımızın da yıllardır kadro bekledikleri bilinen bir gerçektir değerli milletvekilleri. Uzman erbaşlarımızın haklı talepleri uzun süredir seslendirilmekte ve dillendirilmektedir. Biz helali haramı çok iyi biliyoruz. Vatan savunması, vatan mücadelesi helaldir ve bu helal mücadelenin içerisinde, şu anda yurdumuzun dört bir yanında kahraman uzman erbaşlarımız, uzman çavuşlarımız vardır. Hem yurt içinde hem yurt dışında, mücavir alanlarımızda, yakın coğrafyalarımızda kahraman uzman çavuşlarımızın korkusuzca, kahramanca mücadeleleri hakikaten dillere destandır. Geçtiğimiz hafta yapmış olduğum bir konuşma esnasında uzman çavuşlarımızın sorunlarını buradan dile getirmiş, bazı beklenti, talep ve mağduriyetlerini sizlerle paylaşmıştım. Önemle ve özellikle altını çiziyorum ve tekrar vurguluyorum: Helal Akreditasyon Kurumunu madem ihdas edeceğiz, bu kuruma madem 50 kişilik bir kadro oluşturacağız, buyurun gelin, uzman çavuşlarımıza kadro verelim. Uzman çavuşlarımızın sözleşmeli personel statüsünden çıkarılması için, istirham ederim, gereğini yapalım çünkü bu kardeşlerimiz vatan için, bayrak için, millet için can veriyorlar, her türlü mücadeleyi gözünü kırpmadan yapıyorlar ama gelin görün ki uzman çavuşlarımız sözleşmeli, iş güvenceleri yok, en az iki yıl, en çok beş yıl sözleşmeyle vatana ve millete hizmet etmeye çalışıyorlar fakat her birisinde bir sıkıntımız var.

Değerli arkadaşlarım, şu anda İzmir'de görev yapan bir uzman çavuş kardeşimiz var. Bu uzman çavuş kardeşimiz, babası karaciğer hastası olduğundan dolayı, geçtiğimiz nisan ayında karaciğerini babasına verdi ve babasının hayatını kurtardı. Maalesef, bu uzman çavuşumuzun -kendisi Urfalıdır, babasının ameliyatı Malatya'da yapılmıştır- bu kardeşimizin bu ameliyattan sonra sözleşmesinin feshedilmesi gündemde. Yani, babasına ciğerini veren, babasının hayatına destek olan hayırlı evlat işinden olacak.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Hükûmet; istirham ederim bu konuya dikkat ediniz, bu mağduriyeti gideriniz, bu sorunun üstesinden geliniz, hep birlikte gelelim.

Değerli arkadaşlarım, daha önemlisi, uzman çavuşlarımıza şu anda silah vermiyoruz, beylik tabancaları yok ve kendilerini müdafaa edemiyorlar; herhangi bir şekilde, çarşıya indiklerinde, sokağa çıktıklarında, biraz evvel dağda, ovada, herhangi bir yerde karşılaşmış oldukları teröristlerin açmış oldukları taciz ve ihanet ateşine cevap veremiyorlar. Peki, biz uzman çavuşlarımıza beylik tabancayı niye vermiyoruz? Kendilerini korumasına neden imkân sağlamıyoruz?

Değerli arkadaşlarım, nelere kaynak ayırmıyoruz, nelere para bulmuyoruz, nelere para harcamıyoruz; uzman çavuşlarımıza beylik tabancalarını çok mu görüyoruz? Şu anda burada bulunan, beni dinleyen ya da dinlemeyen bütün milletvekili arkadaşlarım, beylik tabancası konusunda uzman çavuşlarımızın sesini duymayacağız mı?

Şimdi, daha önemlisi, bu kahraman evlatlarımız, kardeşlerimiz Türk ordusunun şerefli mensupları; sözleşmeli ama şerefli mensupları. Değerli arkadaşlarım, bu arkadaşlarımız, bu kardeşlerimiz orduevine giremiyorlar. Evet, astsubayın evladı giriyor, subayın evladı giriyor, uzman çavuşun çocuğu, uzman jandarmanın çocuğu orduevine giremiyor. 2009 yılında Tekirdağ'da bu konuda çok hazin bir olay yaşanmıştı.

Değerli arkadaşlarım, bu orduevi meselesinin, sözleşme meselesinin, kadroya alınmaları uzman çavuşlarımızın, beylik tabanca ihtiyaçlarının elbirliğiyle, omuz omuza, bir araya gelerek çözülmesi temel arzumuzdur. Gelin, helal mücadele verenlere anasının ak sütü gibi helal olan haklarını verelim; bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi yapsın. Uzman çavuşlarımıza çalışmaz mirî tabancaları vererek de günü kurtardığımızı veya kurtarabileceğimizi zannetmeyelim. Onlar varsa biz güvendeyiz, onlar varsa biz güvencedeyiz, onlar varsa al bayrağımız Allah'ın izniyle sonsuza kadar dalgalanacak.

Bu duygularla aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle, şükranla anıyorum ve hepinize teşekkür ediyorum. Uzman çavuşlarımızın, vatan mücadelesi veren kahramanların taleplerini, seslerini duymanızı özellikle istirham ediyorum.

Sağ olun, var olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yönter.