GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:14
Tarih:26.10.2017

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de grubum adına 3'üncü madde üzerine söz almış bulunmaktayım.

Sizinle kamuoyunun, kamunun bir bölümünün gündeminde olan ve uzun süredir tartışılan, aslında Türkiye'nin demokrasisini, barışını, geleceğini, huzurunu doğrudan ilgilendiren bir mesele hakkında konuşacağım: İmralı Cezaevi ve on sekiz yıldır orada tutulan Sayın Öcalan'ın içinde bulunduğu tecrit koşulları.

Öncelikle hukuki durumu sizinle paylaşmak isterim. 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana uluslararası bir anlaşmayla, uluslararası çıkar ilişkilerine dayanan bir uzlaşıyla Türkiye'ye getirilen Öcalan, o tarihten bu yana, on sekiz yıldır tek kişilik bir hücrede İmralı Adası'nda bulunan cezaevinde tutuluyor. Orası sadece bir cezaevi olarak değil, yapılan bir değişiklikle -hatırlarsınız- aynı zamanda bir yargılama yeri olarak da kullanıldı; mahkeme de orada kuruldu ve yargılama yeri de orası olarak tanzim edildi. Ondan sonra da zaten yasal statüsü belirlenmemişti, bir iç yönetmelik düzenlendi ve orası, İmralı Adası'nda bulunan cezaevi, yüksek güvenlikli tek kişilik bir cezaevi olarak nitelendirildi bu şeyle birlikte. Yıllarca, on yıllarca yanında hiç kimse olmadan sadece avukatlarıyla görüşerek oradaki mahpusluk durumu devam etti. En son, çözüm sürecinde, hatırlanacağı üzere, 5 kişi götürüldü İmralı Adası'na ve ondan sonra, maalesef, çözüm süreci bittikten sonra İmralı Adası'nda bulunan 2 kişi, 27 Aralık 2015 tarihinde Silivri 9 no.lu hapishanesine sevk edildi. O sevk edilen tutuklularla ilgili bir hafta boyunca avukatlarla görüşme olmadı ve kendi iradeleri dışında oraya götürüldükleri de yine avukatlarla yaptıkları görüşmelerde ortaya çıktı. Bu kişiler "Nasrullah Kuran" ve "Çetin Arkaş" isimli hükümlülerdi. Peki, bu koşullarda şimdi kim var orada? Herkes kendi hücresinde, Sayın Öcalan dışında Ömer Hayri Konar, Sayın Veysi Aktaş ve Sayın Hamili Yıldırım bulunmaktadır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, niye bunları anlatıyorum? Çünkü şu anda, İmralı Cezaevi kendine özgü, dünyada eşi benzeri olmayan bir cezaevi olarak, bir hapishane olarak konumlandırılmış ve dış dünyayla bütün iletişim olanakları, bütün temasları yasaklanan bir hapishane konumunda. Nereden çıkarıyoruz bunu? Bir kere şu rakamları size vereyim: En son avukat görüşmesi 27 Temmuz 2011 tarihinde yapıldı. Yine, en son siyasi heyet 5 Nisan 2015 tarihinde gitti ve yine - CPT'den sonra en son görüşme bu sanırım- 11 Eylül 2016 tarihinde 50 siyasetçinin, farklı kesimlerin açlık grevinden sonra kardeşi Mehmet Öcalan kendisiyle görüşebilmiştir ve o görüşmede de barış istemini, barış talebini yine kardeşi aracılığıyla kamuoyuna iletmiştir. Özellikle 15 Temmuzdan sonra tecrit durumu daha da ağırlaştırılmıştır. Bursa 1. İnfaz Hâkimliğinin daha kanun hükmünde kararname yayımlanmadan aldığı bir karar söz konusu. Bu kararda, tarihi de şu kararın: 21 Temmuz 2016- ziyaretçi kabulünün yasaklanmasına, yazılı haberleşme ve telefonla görüşmelerin kısıtlanmasına, dış ilişkinin, ziyaretçi kabulünün kısıtlanmasına, yine hükümlü avukatlarının vereceği belgelerin kısıtlanmasına dair bir karar verilmiştir. Bu karardan önce fiilen "gemi bozuk" "hava muhalefeti" diye zaten avukatlar ve aile gidemiyordu, bu karardan sonra yapılan yüzlerce başvuru, görüşme istemleri infaz hâkimliğinin bu kararı gerekçe gösterilerek maalesef reddediliyor.

Şimdi, böyle bir tabloda, şu anda, hâlihazırda Türkiye'de farklı hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlülerin faydalandıkları haklar var. Nedir? Bir kere, aile görüşü vardır; ikincisi avukat görüşü vardır; üçüncüsü telefon hakkı vardır, haftada bir, KHK'lerle bu on beş güne indirildi. Yine, faks çekme, mektup yazma hakkı vardır müteaddit olarak -iki defa söyledim- ve ayrıca kendi ailesi dışında 3 kişiyle görüşme hakkı vardır. Bunların hiçbiri, şu anda, yasal olarak hakkı olduğu hâlde uygulanmıyor; yasa dışı ve hukuk dışı bir şekilde, uluslararası kararlara da aykırı bir tarzda bütün görüş hakları reddedilmiş durumda.

Şimdi, 2017 yılının ilk altı ayında sadece 56 avukat görüşme başvurusu ve 25 aile ziyareti başvurusu Bursa İnfaz Hâkimliğine yapılmış durumda ve hepsi aynı gerekçeyle, hâkimliğin kararı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.

Şimdi bu tabloda açıkçası... Bir de şöyle bir bilgi var elimizde: 11 Eylüldeki aile görüşünde şöyle bir şey söylüyor. "Avukatlarıma bir mektup yazdım." Ve bu mektup şu ana kadar da avukatlarına ulaşmamış durumdadır, aradan bir yıldan fazla bir süre geçti.

CPT, Türkiye onay vermediği için 28-29 Nisan 2016 tarihinde yaptığı görüşmenin sonuçlarını kamuoyuna açıklamadı. Aradan on beş ay geçmesine rağmen, hâlâ CPT'nin İmralı Cezaevindeki gözlemlerini maalesef biz bilmiyoruz ve avukatların bize verdiği bilgiye göre, yapılan bütün başvurular da olumsuz yanıt almış durumda.

Tabii, bu arada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de bir kararını hatırlatmak isterim. 18 Mart 2014 tarihinde AİHM dört başvuruyu birleştirerek şu karara varmıştır, demiştir ki: "Herhangi bir tahliye tarihi öngörmeksizin ölene kadar sürecek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, işkence ve kötü muamele yasağının ihlalini oluşturuyor." Ve 2014 yılından bugüne yaklaşık dört yıllık bir süre geçti -üç yılı aştı- hâlâ bu kararla ilgili Bakanlar Komitesinin bir yaptırımı olmadığı gibi, Türkiye'nin de herhangi bir yanıtı maalesef söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, şunu anlatmaya çalışıyorum bu çerçeveyle: Şu anda, araştırmalarımıza, Asrın Hukuk Bürosunun avukatlarının dünyadaki bütün ülkeler göz önüne alınarak yaptığı araştırmalara göre bu kadar uzun süre haber alınamayan başka bir tutuklu ve hükümlü yoktur. Şu anda hiçbir haber alınamıyor. Yaşıyor mu, sağlıklı mı, orada mı tutuluyor, başka bir yere mi götürüldü; gerçekten, akıbeti konusunda toplumun büyük bir kaygısı ve endişesi var. Şu anda hapishanelerde açlık grevleri başlamış durumda ve bu ciddi tablo karşısında -tabii ki sürem yetmiyor, onları anlatamayacağım ama- kamuoyuna farklı kesimlerden yapılan açıklamalardan da şunu çok iyi biliyoruz: Sayın Öcalan'ın devrede olduğu 2013-2015 yıllarını lütfen hatırlayalım. Herkeste büyük bir huzur, büyük bir geleceğe güvenle bakma ve Türkiye'nin barışını, kardeşliğini, demokrasisini tesis etme konusunda büyük bir umut vardı. Şu anda ne durumdayız? Şu anda bu duyguların, bu düşüncelerin hepsi tarumar olmuş durumda.

Öcalan, sadece Öcalan değildir, bunu böyle bilmemiz lazım. Sadece bir kişi olarak söz etmiyoruz, biz halkın taleplerinin sözcüsü olarak burada ifade ediyoruz. Milyonlarca insanın "Ben destekliyorum." dediği, "İrademdir." dediği ve PKK'nin lideri olarak tek bir sözüyle silahlı güçlerin sınır dışına çıktığı bir şahsiyetten söz ediyoruz. Kendisinin orada tecrit altında tutulması, topluma da "Barışı unutun, eşitliği unutun, savaşa devam edilecek." kararıdır aynı zamanda.

Şunu asla aklımızdan çıkarmayalım: Türkiye'de Kürt meselesinin savaşla, ölümle, imhayla, inkârla, asimilasyonla çözülmediği sabittir, hepimizin deneyimlediği bir meseledir. "Bundan sonra da biz bu meseleyi aynı yöntemlerle, diyalog olmadan, barış görüşmeleri yapmadan devam ettireceğiz." söylemi ölüme, can kaybına, kana, huzursuzluğa, çatışmalara evet demektir. İşte, biz Halkların Demokratik Partisi olarak -her fırsatta ifade ettiğimiz gibi- önünde sonunda dönülecek mekanizmanın barış süreci olduğunu, masa olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Kendisi, darbe sürecini gören ilk kişiydi. İmralı'da yapılan görüşmelerde siyasi heyetimize, "Çözüm süreci akamete uğrarsa darbe mekaniği, dinamikleri devreye girer." diyordu ve hâlâ o dinamikler son bulmuş değildir. Bu nedenle, hepimizin tecrit meselesine bu ciddiyetle ve keyfiyetten uzak bir şekilde yaklaşması gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Ülkenin geleceği, huzuru ve toplumsal barışını sağlayabilecek çözüm sürecinde temel aktör olan Öcalan'ın orada tecritte tutulması işkencede tutulması demektir çünkü tecridin işkence olduğu uluslararası kararlarla dercedilmiştir. Bu konuda Türkiye iç hukukunda da benzer kararlar vardır.

Bu nedenle, Hükûmet yetkililerine ve özellikle iktidar partisine söylemimiz şudur: Gerçekten, İmralı Adası üzerinden yapılan bu tutum, bu tecrit, karşılığı çok daha ağır dönmüştür her zaman, bu nedenle buna izin vermeyelim. Biz bu ülkede bu huzursuzluğu derinleştirecek, barışı uzaklaştıracak, kanı çoğaltacak tutumlardan vazgeçelim ve tecridi bir an önce sonlandıralım, oraya bir an önce bir heyetin, avukatların ya da ailenin gitmesi elzemdir diyorum, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)