GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:14
Tarih:26.10.2017

HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dramatik değil ama çok centilmence bir görev teslimi yapıldı. Ben de en azından güven tazeleyen 2 grup başkan vekili arkadaşımıza, Altay'a ve Özel'e, bir de yeni seçilen Özkoç'a başarı dileklerimi sunuyorum. Sayın Gök'e de bundan sonraki siyasi yaşamında en içten dileklerimle başarılar diliyorum.

Söz aldığımız konunun benim açımdan fazla söz söylenecek bir anlayış olmadığını, daha doğrusu bir konu olmadığını daha önceki bir toplantıda söylemiştim. Uluslararası sözleşmelerin Meclise getirilmesi konusunda Anayasa'nın 90'ıncı maddesinden kaynaklanan bir hükme istinaden yapılmış olması zarureti, biraz önce, dahası bundan bir önceki anayasa değişikliklerinde özellikle muhalefetin söz söyleme konusundaki zaman israfından kestiğiniz konularda kesilmesi gereken noktanın aslında bu olduğunu düşünüyorum. Diğer yerden aldığınız zamanı, daha fazla zamanı keşke buradan alabilseydiniz çünkü teknik bir meseleyi konuşuyoruz. Uluslararasındaki meseleler teknik konularda belli bir noktada karara bağlanmıştır, onay olarak buraya gelmektedir. Diğer sözleşmeler, genellikle zaten gizli anlaşmalar, devletler arasındaki ciddi başka anlaşmalar buraya gelmemektedir.

Buna örnek olarak vermek gerekirse 1950'lerden sonra Celal Bayar ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan gizli anlaşmalar, bugünkü özellikle Türkiye'deki İncirlik Üssü'ne mütevakkıf olan anlaşmalar otuz yıl sonra ortaya çıkmıştır. Keza Abdullah Gül ile Powell arasında yapılan ikili anlaşmalar sekiz yıl sonra ancak basına sızdırılabilmiştir. Bu nedenle bu konuda söz alan arkadaşlarımızın çoğu, maalesef asıl meselenin özünden saparak, daha doğrusu, bir şeyi ifade etme işinden vazgeçerek günlük gündemin meselelerini nazara alarak konuşmaya başlamışlardır.

Bu nedenle mesele, sözleşmelerden açılmışken ben de hiç olmazsa bu konuda birkaç söz söylemek zarureti hissettim. Burada daha çok Milliyetçi Hareket Partisi sözcüsünün antiemperyalist çağrıları ve son zamanlarda ülkemizde esen anti Amerikan, anti Avrupa laflarıyla ilgili birkaç söz söylemek zarureti hissettim.

Yanılmıyorsam 6 Şubat 1969'du, hatta 10 Şubat 1969'du. Amerikan 6. Filosu'nun İstanbul'a karaya çıkmak istediği dönemleri hatırlıyorum. O dönemde öğrenciydim. 6. Filo'nun Türkiye'ye çıkmaması konusunda yapılan antiemperyalist eylemlerden o zamanki sağ anlayışın, zihniyetin temsilcileri, tümümüzü "komünist militan" olarak itham etmeye devam ediyorlardı. Antiemperyalist olmak, bir siyasi çizgidir, bir günde gelen bir vahiy değildir, bir günde başınıza taş düşmüş gibi ayılacağınız bir konu hiç değildir. Görüyorum ki gençliklerinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını, bizim 69 ve 68 neslindeki çocukları, antiemperyalist kavgasını veren insanları itham edenler, bugün neredeyse o dönemde onların yerine kaim olacak antiemperyalist sloganlarla siyaseti yönlendirmeye çalışıyorlar.

Antiemperyalist olmak, doğru bir çizgidir, güzel bir çizgidir ama yükü taşıyabilecek noktada da siyaset inşa etmenize bağlıdır. Dün başka şekilde Amerika'yla, Rusya'yla başka iş birliğiniz varken, bugün menfaat çatışmasının olup olmadığı konusunda iç politikaya malzeme yapacak şekilde antiemperyalist çizgiye taşımak, bence ülke için faydalı bir konu değildir deyip bu noktayı kapatmak istiyorum.

Son zamanlarda, günlerde en çok konuşulan konulardan birisi de Sayın Cumhurbaşkanımızın, daha doğrusu AK PARTİ içindeki belediye başkanlarının görevden ayrılmalarını sağlayan tarz ve usulü hakkındaki konuşmalar ağırlık basıyor.

Belediye başkanlığı, benim açımdan çok kutsal bir görevdir ve dünyaya geldiğimde, daha doğrusu, aklım erdiğinde iki tane arzum olurdu: Mesleğimi avukat olarak yapmak isterdim, siyasette de belediye başkanı olarak görev yapmak isterdim. Çünkü belediye başkanlığı, gerçekten özgür bir beynin o şehri yönetme anlayışıdır ve nitekim bir ressam gibidir belediye başkanı, özgür bırakılmalıdır. Çok kocalı bir Hürmüz gibi olmamalıdır belediye başkanı. Yani başında Demokles'in kılıcı gibi sayısız vesayet makamları ve kişilerin olduğu bir anlayıştan azade olması gerekir. O nedenle de belediye başkanlarının geliş ve gidişleri belli esaslara, yasaya bağlanmışken, bugün karşılaştığımız manzarayı biraz daha irdelemek gerekir.

Avukat dedim, avukatlığı gerçekten isteyerek yaptım. On buçuk yıl avukatlık yaptım. Yine dünyaya gelsem avukat olurdum ama şu dönemdeki anlayışla artık avukatlığın "a"sını dahi yapmayı düşünmüyorum. Niye düşünmüyorum? Çünkü karşısında hak arayacağım savcı ve yargıçların, hukuk bilinci, bilgisi ve birikiminden maalesef mahrum noktaya geldiğini, aldıkları eğitimin yetersiz olduğunu gözlerimle müşahede ettim.

Şu calibidikkattir, şunu mutlaka dikkatle izlemenizi ve takip etmenizi istiyorum, özellikle iktidar milletvekili arkadaşlarımızdan: FETÖ anlayışından dolayı bu ülkede 12 bin-13 bin hâkim ve savcının olduğu kadrolardan 4.800'ü atıldı. Bu doğru. Yapılan işlemler, mutlaka hukuka uygun olan işlemlerdir, hiçbir itirazım yok ama yerine ikame ettiğiniz hâkim ve savcıların adalet dağıtmasını beklediğiniz için değil midir göndermeniz? Mutlaka, hak ve hukuk yerine gelsin diye gönderdiniz.

O kadar yetersizler ki, bırakın partizanlığını, talimatları falan bir tarafa koyuyorum... Mahkemelerin kararları gerekçelerle yazılır, gerekçeler de ceza davalarında şahitlerin ve olayların tahlili sonucunda bir noktaya vardırılır, eğer hukuk davasıysa eldeki yazılı belgelere dayandırılarak yapılır. Bakınız, size bir asliye ceza mahkemesinin kararını söylüyorum; bu, hüküm, diyor ki hâkim: "Size iki ile beş yıl arasında ceza verdim." İmzalı, kesinleşmiş mahkeme kararından bahsediyorum. "İki ile beş yıl" nereden geliyor? Kanun hükmüdür. Kanun hükmünü, hâkime verilen takdir yetkisini hüküm hâline getirmiş. Yaşı 26, dört aylık kurstan geçmiş hâkimle adalet dağıtamazsınız, adaleti sağlayamazsınız.

Onun için calibidikkattir. Mutlaka bu konuda... Adaletimizin ön yargıdan azade, en azından bilgiyle teçhiz edilmiş hâkim ve savcılardan sağlanması konusunda çok ciddi bir eksikliğimiz söz konusu. Çok ciddi bir gayret gerekiyor. Hele bir de bu mahkemedeki hâkim ve savcılar siyasallaşmışlarsa... Çünkü bizim bu konuda geçmişimiz de pek parlak değil; istiklal mahkemelerinden tutunuz da devlet güvenlik mahkemelerine kadar, sıkıyönetim mahkemelerine kadar.

Deniz Gezmiş'i asan mahkemenin elindeki araçlar bir tane mavzer, bir tane Kırıkkale tabancaydı. Bunlar devletin müesses nizamını alıp aşağı edecek araçlara sahip bile değillerdi ama o arkadaşlarımız, 26 yaşında, Türkiye Cumhuriyeti'nin adliyesince Türk milleti adına idam edildiler. O nedenle, eğer eldeki yargı siyasallaşmışsa da hak aramak, hukuk aramak beyhudedir.

Maalesef şu noktaya geldiğinizi görüyorum: Açıkçası 2 Eş Genel Başkanımız, 9 milletvekilimiz şu kürsüdeki konuşmaların dışında sarf ettikleri tek cümle olmaksızın, on üç aydan beri, on beş aydan beri tutuklular, yargı önüne çıkaramadık. Bir de bunun içerisinde 3-4 milletvekilimiz, maalesef sayı saymayı bilmeyen, gerçekten "sekiz sene, dört sene, on sene" gibi laflar ağzından bir çırpıda çıkan hâkimlerin kararıyla mahkûmiyete düçar oldular. Bu nedenle, adaletten şikâyetçiyiz. Bu şikâyetimizin giderilmesinin yolu, eksiksiz bir hukuk devletinin inşasından geçer. Eksiksiz bir hukuk devleti derken de bunun başında Anayasa gelir. Anayasasız ve kanunsuz bir ülkenin olma şansı yok.

Şimdi, günlerdir ana muhalefet partisi, diğer partiler, televizyondaki programlar bangır bangır bağırıyorlar; efendim, belediye başkanlarının istifa ettirilmesi hukuka uygun değilmiş, kanuna aykırıymış gibi laflarla tartışıyorlar veyahut da hukukiliğini de tartışanlar var. Allah aşkına, bu ülkede başbakanın nasıl geldiği, nasıl gittiği Anayasa'da yazılı değil mi? Sayın Ahmet Davutoğlu, yüzde 49 oyla seçilmedi mi? Sayın Ahmet Davutoğlu'nun bu Mecliste muhatap olduğu bir gensoru gördünüz mü, bir güvensizlik oyu aldı mı? Hayır. Ne oldu? Şekle uydurulmuş olabilir, çağrılmış, istifası alınmış olabilir, çağrılmış, kendisi rızasıyla vermiş olabilir. Başka bir şekilde de yorumlayarak kulp takmak istemiyorum. Ne dendi? "Ahmet Bey siz şöyle buyurun, Binali Bey siz şöyle buyurun. Siz inin bu arabadan, siz binin Binali Bey." dendi. Denmedi mi? Anayasa'nın bu şekilde yürürlükte olduğu bir ortamda başbakanların değişir olduğu bu anlayışla siz Türkiye'de 5 belediye başkanı, artı 1 belediye başkanını istifaya zorlamışsınız, bu kadar tartışılacak çok bir tarafı da yok. Niye? İrade böyle istemiştir.

Peki, irade böyle istedi diye bu arkadaşların hakkı hukuku yok mudur? Vardır ama bu, siyasetçinin kişiliğinden kaynaklanan da bir şeydir. Siyasetçi bu kişiler müstahak mı, değil mi? Müstahak değilse tepkisi ne olacaktır?

Size birkaç örnek vermek istiyorum müsaade ederseniz. Türkiye'de 1979 Ecevit Hükûmeti kuruluyor, kamuoyunda Turan Güneş dışişleri bakanı olarak lanse ediliyor. Ben de grup yönetim kurulu üyesiyim. Sayın Güneş'i Ecevit çağırdı, bir buçuk saat kaldı. Diğer bakanlar on dakikada, beş dakikada çıkıp gittiler, o, bir buçuk saat kaldı. "Ne oldu Hocam, sizinki niçin bu kadar uzun sürdü?" dedik, "Bana adalet bakanlığı teklif etti, hâlbuki kamuoyunda benim ismim, Turan Güneş, dışişleri bakanı olarak geçiyor." dedi. Rahmetli Ecevit'e söylediği laf şu: "Kamuoyunun beni layık gördüğü dışişleri bakanlığına siz layık görmüyorsanız, sizin teklif ettiğiniz adalet bakanlığını kabul etmiyorum." Cümle aynen böyledir ve adalet bakanlığını kabul etmemiştir.

Hasan Esat Işık, Millî Savunma Bakanı, bir törende Genelkurmay Başkanı 2 metre önünden yürüdü diye geldi -bu arkadaşların veda töreni gibi- bakanlıktan istifa etti. Yalvar yakar, bütün ısrarlara rağmen "Ben seçilmiş bir bakanım, atanmış memurun arkasında yürüyemem." dedi.

Bunları şunun için söylüyorum: Çok genç yaşımda, 34 yaşımdaydım, bir sabahın sekiz buçuğunda Ecevit gibi dağa taşa efsane bir isim telefon etti, dedi ki: "Sayın Doğan, sizinle genel yönetimde çalışmak istiyorum." "Ben grup yönetim kurulu üyesiyim efendim, zaten sizinle çalışıyorum." dedim, "Sizinle çalışmak istiyorum." dedi. Ben şimdi soruyorum: Türkiye'de, Özal'dan bu yana, bu dönem de dâhil, rızası alınan bir bakan var mı acaba? Arkadaşlarımız büyük ihtimalle televizyonlardan öğreniyorlar, radyo haberlerinden öğreniyor büyük bir kısmı.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Nereden biliyorsunuz?

CELAL DOĞAN (Devamla) - Azillerden haberleri var mı? Yoktur...

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Ben on yıldır bakanım ya, siz yanlış...

CELAL DOĞAN (Devamla) - Sizi tenzih ederek söylüyorum ama büyük ihtimalle öyle olmuştur çünkü geliş şekli şudur: Geliş şekli rızaya dayanmıyor. Şimdi, siz icazetli gelirseniz ipotekli yaşamak zorundasınız. Bunu şunun için söylüyorum: Belediye başkanları bu makama gelirken -Tayyip Bey'in dediği gibi, Sayın Cumhurbaşkanının dediği gibi- kim gösterdi bunları? O gösterdi. Peki, o gösterdi diye kendisinin hak ve hukukunun alaşağı edilmesine gerek var mı, daha doğrusu edilmesi mi gerekir? Hayır, o da yok. Peki, bu arkadaşlardan, kendisine 50 bin, 100 bin, 3 milyon, 5 milyon oy vermiş insanların hak ve hukuku konusunda tek kelime, "Arkadaş, ben beş yıl için geldim, varsa bir suçum ben yargılanmak istiyorum, bu görevde kalmak istiyorum." diyecek bir tek kişi çıktı mı? Bu, zannetmeyin ki Tayyip Bey'e karşı bir kışkırtma; belediye başkanlarının başkaldırısını teşvik olarak asla aklınıza gelmesin. Niye biliyor musunuz? Bu hareketin adı "arınma" olabilir, bu hareketin adı "yenilenme" olabilir, bu hareketin adı 2019'daki başarı yolunda kendi açınızdan yeni taşlar döşeme olabilir. Her türlü gerekçe söylenebilir ama bu arkadaşların statüsü şimdi HDP belediye başkanlarından çok daha dun bir seviyede, daha aşağı bir seviyede.

Nedir o? Bugün HDP'nin belediye başkanlarının tamamı kayyumlarla görevden alınmış -cezaevinde olanlar var, dışarıda olanlar var- bunların hepsi en azından açığa alınmış belediye başkanlarıdır. Bu görevden istifa ettirilen veya eden arkadaşlarımızın statüsü nedir? Ve bir de açıklamaları var, enteresandır: "Partime bağlılıktan hiç kimse beni alıkoyamaz." Amenna saddakna, kimse seni alıkoymasın. Topunla, tüfeğinle bunların yanındayken istemiyor seni, gittikten sonra ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın, ne anlamın var senin ya? Ne anlamın var? (HDP sıralarından alkışlar)

Bunu şunun için söylüyorum: Siyasette nefis var ya, insanın kendi benliği, kişiliği... Mutlaka partinin de kişiliği çok önemlidir, mutlaka haysiyet de önemlidir ama aile babasıyız, çoluğumuz var, çocuğumuz var, akrabalarımız var, selamullah eden insanlarımız var, bunların karşısında benim onurum ne olacak? Bu onur, hesap verme ağırlığındaki kefeden daha fazla çekmiyorsa böyle teslim olursun, bu bir.

İki: Şahsımla ilgili, grubunuza biraz şikâyetlerimi söylemek istiyorum. Bize milletvekili muamelesi yapmıyorsunuz, Hükûmetiniz yapmıyor, Hükûmetiniz bize milletvekili muamelesi yapmıyor. Anayasal haklarımızı kullanamıyoruz. Cezaevindeki bir arkadaşımı ziyarete gidemiyorum Adalet Bakanından izin almadan. Ya, bu, insanlık gereğidir, yarın yüz yüze bakacağız. "En zor günümde bana gelmedin." diyen adamın yüzüne ben nasıl bakacağım yani? İzin almak durumundayız ve izin verilmiyor.

Dün Ahmet Yıldırım söyledi, CHP milletvekili arkadaşların bize getirmiş olduğu, ziyaret ettiği cezaevindeki mebus arkadaşlarımızın selamlarının altında eziliyoruz biz. CHP milletvekili, o istediği zaman gidiyor, MHP milletvekili isterse gidiyor, AK PARTİ milletvekili istediği cezaevi ziyaretini yapabiliyor ama HDP milletvekiliyseniz izne tabisiniz.

Daha başka, şahsımla ilgili bir şey söyleyeceğim, müsaade ederseniz, müsamahanıza sığınıyorum ama çok zaman da kalmadı. Türkiye'de çok kıymetli belediye başkanları vardır, Osman Kavuncu Kayseri Belediye Başkanıdır, Nalçacı Konya Belediye Başkanıdır. Yıllardır isimleri pırlanta olarak taşınır.

Kendimi övmek hoş değil ama ben marka bir şehir bıraktım. Benim servetim yok arkadaşlar, zengin olmuş Belediye Başkanı değilim. Bunun her kuruşunu, getirilmiş 32 müfettiş, belediye başkanlığını AK PARTİ kazandıktan sonra da Abdülkadir Aksu'nun da Bakan olduğu dönemde üç yıl boyunca 10 müfettişin didik didik yaptığı tahkikat sonucuyla söylüyorum. Beytülmala dokunmadım, o konuda müsterihim ve alnım açık. Ama mükemmel bir şehir bırakmaya çalıştım. Hatta, şu benim en büyük ödülüm oldu: Kayseri'ye gittiğimde, "Nerelisin?" "Antepliyim." "Sizin Celal Doğan'ınız var." dediler, Denizli'ye gittim, nereye gittiysem "Sizin Celal Doğan'ınız var." diye vatandaşlar bana söylediler. Benim şehirle özdeşleşmiş sıfatım benim en büyük servetim oldu. Bu arada, Allah'a şükrederim ki bu sıfatı kazanabildim. Ama çok mükemmel de bir şehir bıraktım, meydanları olan bir şehir bıraktım. 100 bin kişinin olduğu meydan yapan bir belediye başkanınızı gösterin. Sadece şehir içinde sağlı ve sollu park olan, bir şehrin içerisindeki kanalizasyonun etrafında 11 kilometrelik bir park bıraktım. Yetmedi, 191 milyon metrelik bir hayvanat bahçesi bıraktım o şehirde. 4 organize sanayi, 1 tane ticaret sanayi merkezi bıraktım. Bıraktığımda Gaziantep'in fert başı, daha doğrusu ihracatı 7 milyar dolara çıkmıştı ve şehir 2040'a göre planlanmıştı. Ama Suriyeli kardeşlerimizin 450 bin, hatta gündelik 600 bin kişi gelmesi belki planları değiştirmiştir. Ama altyapısıyla üstyapısıyla, bugün uygulanmakta olan Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun her zerresinde, her kelimesinde emeğim var.

Sayın Cumhurbaşkanıyla yedi gün Patalya Otelde kaldım. Bu, mükemmel bir kanun ama belediye başkanları... Bu mükemmel yasanın eksikleri yok mu? Var. Mutlaka giderilmesi gerekir. Büyük ihtimalle bir değişiklik getireceğinizi düşünüyorum. O eksikleri giderdiğimiz zaman verdiğiniz yetki ve kaynaklarla belediye başkanları eğer çalışkansa bölgesinin başbakanıdır. Kentlerini yarıştırabilecek kadar yetkilerle mücehhezlerdir, bu yasanın kıymetini bilsinler.

Efendim, beldelerin bazılarında hizmetler aksayabilir. Niye? Belediye başkanı, şehrine âşık olmalıdır, onu çocuğu gibi görmelidir. Kent nasıl, daha doğrusu, çocuklarınız elinizde nasıl serpilirse kente âşık olan belediye başkanı şehrini öyle serpiltir ve büyütür.

Sayın Cumhurbaşkanımızın son açıklamasını, İstanbul'la ilgili, Ankara'yla ilgili, özellikle rant açısından veyahut da silüet açısından şikâyetlerini haklı buluyorum. Bari ondan ders almak isteyecek olan birtakım belediye başkanları varken, Sayın Özhaseki gibi bir belediye başkanı Bakanın sırf başka yere mesaj verme açısından o özeleştirinin önünü kesmeye hakkı asla ve kata yoktur.

O nedenle -belki uzattım ama- şöyle bitireyim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı).

CELAL DOĞAN (Devamla) - Belediye başkanı olmak güzel bir şeydir.

BAŞKAN - Sayın Doğan, buyurun, tamamlayın.

CELAL DOĞAN (Devamla) - Onuruyla ayrılmak çok daha güzeldir.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)