| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 14 |
| Tarih: | 26.10.2017 |
CHP GRUBU ADINA MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu uluslararası anlaşmaları görüşme vesileyle Hükûmetin son on beş senelik uluslararası yönelimiyle ilgili birkaç konuyu sizle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben de böyle bakıyorum, birçok araştırmacı da bu konuyla ilgili yazdı, sanıyorum okumuşsunuzdur. Adalet ve Kalkınma Partisi bu on beş yıllık iktidarı döneminde çok değişik uç noktalara savrulmuştur hem ideolojik yönelim olarak hem de uluslararası ilişkiler ve jeopolitik olarak bu savrulmaları yaşamıştır. Ama, kabaca bunları 3 grupta toplayabiliriz. Birinci dönem, bildiğiniz gibi, Adalet ve Kalkınma Partisinin tutunma dönemiydi, meşrulaşma dönemiydi. O dönem Adalet ve Kalkınma Partisini bir ılımlı İslam, İslam liberalizmi ideolojisiyle tanımlayabiliriz ve ona uygun jeopolitika da Batıcı bir jeopolitika, hatta ultra Batıcı bir jeopolitika. Batı dünyasıyla, demokrasiyle ve neoliberalizmle uyumlu politikalar izlediniz. Neoliberalizmin özellikle altını çiziyorum, hiçbir dönem bu neoliberal yönelişlerden vazgeçmediniz çünkü neoliberal yönelişler ile iktidara taşıdığınız toplum kesimlerinin doymaz iştahları bir şekilde örtüştü.
Değerli arkadaşlar, bu dönem Türkiye çok önemli değişiklikler yaşadı; dünya kadar açılım, demokratikleşmeyle ilgili yapılan çalışmalar, Avrupa Birliğine yönelim; hatırlarsınız, her dönem olduğu gibi bu dönem de başlangıçta müthiş aşırıklar yaptınız, gündüz vakti Ankara'da havai fişeklerin patladığını biliyoruz. Daha sonra işler değişti, dünyada farklı şeyler oldu -özet olarak geçiyorum- başka bir döneme evrildiniz. Özellikle 2007'de, daha sonra yaşamış olduğunuz yerleşik düzenle, sistemle, devlet iktidarıyla girmiş olduğunuz çatışmalar sonucu elde ettiğiniz başarılar bir öz güven kazandırdı ve ikinci döneme, liderlik ideolojisi diyebileceğimiz, Orta Doğu'ya, İslam dünyasına liderlik etme -çok zorlanarak söylersek buna- Panislamist popülizm diyebileceğimiz bir ideolojik yönelime girdiniz. Birtakım olaylar da bunlara sebep oldu; işte, 2009'da Davos'ta yaşanan olaylar, daha sonra 31 Mayıs 2010'da Mavi Marmara, 2010 Aralık ayında özellikle Arap dünyasında yaşanan Arap Baharı diye literatüre geçen önemli altüst oluşlarla farklı bir ideolojik yönelime ve farklı bir jeopolitik pozisyona evrildiniz. Orta Doğu'da popülist çıkışlarla bir lider, hegemon olarak sivrilme, bunu ekonomiye ve jeopolitik kazanımlara tahvil etme diye tanımlayabiliriz bu dönemi. İçeride de müthiş popülist bir şekilde davrandınız. O ilk dönemdeki demokratik yönelişler, hak, özgürlükler, çoğulculuk gibi kavramlar yavaş yavaş geriye gitti; bunun yerine, daha tekçilik, çoğunlukçuluk; yine ilk dönemdeki itidal, ılımlılık filan yerine bu da gerilere gitti, aşırı duygusallık gibi motifler geldi ve sonunda otoriter, çoğunlukçu bir Adalet ve Kalkınma Partisi görüyoruz ikinci dönemde. "Medeniyet restorasyonu" dediğimiz işte medeniyet iddiaları, Osmanlıcılık gibi motifler de bu dönemde egemendi. Daha sonra işler Arap dünyasında da beklendiği gibi gitmedi. Türkiye'nin bu Panislamist yönelişi Batı'yla olan o sıkı ilişkilerini de rahatsız etti ve birtakım olaylar yaşandı. Bu olayları da iyi yönetememe... Mesela Gezi olayları, daha sonra yaşanan 17-25 Aralık; bunları da iyi yönetemediniz. Bu arada eş zamanlı sizlerin de Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin de hatalarıyla Arap Baharı'nın bir şekilde çökmesi, o Arapların adalet, özgürlük, demokrasi arayışlarının terörize edilmesi, Suriye'de yaşanan müthiş altüst oluş, çalkantılar, iç çatışma, bunun Türkiye'ye olan maliyetleri -özellikle Mısır'da yaşananlar müthiş bir hayal kırıklığı oluşturdu- ve bu olaylar silsilesi devam etti.
Bunlar olurken Adalet ve Kalkınma Partisi üçüncü ideolojik yönelişe doğru yavaş yavaş evrildi, hedefleri küçültmeye başladı; geri çekilme, Panislamist jeopolitikadan Avrasyacı jeopolitikaya yavaş yavaş kayma, yine Panislamist ideolojiden yavaş yavaş bir millîci, milliyetçi İslamcılık diye tarif edebileceğimiz -bunlar kesin tanımlar değil, yaklaşımlar- yöne doğru yavaş yavaş evrildiniz. Türk İslam sentezi filan, beka sorunu ve bir savunmacılık psikolojisine geldiniz, dayandınız. Bu, liderlik politikalarından zorunlu bir şekilde ölçek düşürme, ölçek küçültme anlamına geldi. O Neosmanlıcı ya da Osmanlıcı politikaları revize etmek durumunda kaldınız, o cihan imparatorluğu vizyonundan yavaş yavaş vazgeçtiniz ve daha da dar Misakımillî'ye dönme ihtiyacı... Bu döneme eşlik eden dünya kadar olay yaşandı. Özellikle bunlardan bir tanesi de 15 Temmuz askerî darbe girişimi ve arkasından yaşanan olağanüstü hâl, ondan ondan sonra da dünya kadar hukuksuzluklar.
Tabii, bu arada değişik eksenlerde de dolaştınız; bir taraftan İslam-Batı ekseninde yer bulmaya çalıştınız, bir ara Sünni-Şii ekseninde bir tarafa ağırlık koymaya çalıştınız, şimdi NATO-Rusya ekseninde oyunlar oynuyorsunuz. Her dönemde fırsatçısınız değerli arkadaşlarım. Yani her döneme, her koşula uygun şekilde jeopolitik fırsatlar ortaya çıkarıp buradan ekonomik kazanımlar elde etmeye çalışıyorsunuz.
Ama sonradan söyleyeceğimi hemen ifade edeyim: Sizin için bütün bu ideolojik yönelimler, bütün bu araçlar ve bütün bu jeopolitika, söylemler, duygusal yüklenmeler, bunların hepsi araçsal yani temel bir amaç yok; bütünüyle iktidarda kalma, iç politikayı öne çıkarma, iktidarı sürdürme, böyle bir pozisyon var. Bu arada, tabii iktidar on beş seneden beri devam ediyor ama Adalet ve Kalkınma Partisi tabanına, insan maliyetine, Türkiye'deki insan kaynaklarına ve ülkenin geneli olarak ekonomik, uluslararası ilişkilere maliyetiniz nedir, o da ayrıca bir tartışma konusu.
Bu, Türkiye'ye özgü dönemsel bir ideolojik yönelim olan merkez sağ aslında sizin temelinizi oluşturuyor. O merkez sağın üç tane ideolojik ayağı var; bunlar, pragmatik liberalizm, ılımlı bir muhafazakârlık ve seküler milliyetçilik. Siz bunları değiştirme iddiasıyla falan geldiniz ama hiçbir şekilde bunları değiştirmediniz, bir İslami tonla bunları yeniden kodlayarak, yeniden tanımladınız.
Sonuçta, aslında Adalet ve Kalkınma Partisinin bu on beş senelik dönemde bu kadar uçtan uca salınarak yaptığı, ürettiği hiçbir şey yok. Sizin için İslamileştirdiğiniz liberalizm, muhafazakârlık ve milliyetçilik gibi olaylar aslında kendi tarihlerinde, kendi dönemlerinde karşılıkları olan önemli kavramlar, ideolojik yönelimler. Siz bunları değiştirmediniz, değiştirme şansınız da yoktu. Kurumlar için de aynı şeyleri yaptınız, şikâyet ettiğiniz kurumlardan hiçbirini değiştirmediniz, içindeki insanları değiştirdiniz. Bu ideolojileri de, bu yaklaşımları da bir şekilde İslami tonla boyayarak yeniden ürettiniz ama bu ürettiğiniz şeyleri, herhangi bir amaç için falan deyip araçsallaştırdınız bunları. Yani AK PARTİ, iktidarda kalmak için her şeyi araçsallaştırabilen, bu postmodern, her şeye "olur" dediğimiz dönemin çok özel, kendine özel bir partisi olarak karşımıza çıkıyor.
Bu çerçeveden, sadece ideolojik pozisyonlar değil, siz jeopolitikayı da dış politika yönelimlerini de araçsallaştırdınız değerli arkadaşlarımız. Siz hiçbir şeyi aslında kaldırmadınız yani birçokları eleştiriyor sizi işte "Onu kaldırdınız, bunu yerine koydunuz." Bu, bir görüntü. Yani devrim falan da yapmadınız, öyle büyük değişiklikler falan da yok. Yaptığınız, ideolojiden dış politikaya, ekonomiden tarihe kadar neredeyse tüm alanları sembolik ve semantik olarak İslam'ın gölgesinde dönüştürme çabasına girdiniz.
Banka ve faiz duruyor, yani banka ve faiz konusuna fazla dokunmadınız; büyük iddialarınız vardı -bunu bir örnek olarak veriyorum- siz buna "kâr ortaklığı" "İslami banka" falan gibi isimler takarak yolunuza devam ettiniz. Niye bunu yaptınız? Banka ve faizi çok sevdiğiniz için değil, hayır, araçsal. Siz, pragmatist bir ekipsiniz. Araçsal, kullanılabilen araçlar olarak gördüğünüz için bunları kullanmaya devam ettiniz.
İdeolojiler konusunda da aynı şey var. Üç dönemizde de liberalizmi, popülizmi ve milliyetçiliği yani bu seküler ideolojileri bir şekilde İslamileştirdiniz, İslami tonlara... Yani sizin yaptığınız özgün olarak hiçbir şey yok değerli arkadaşlarım.
Alternatif bir medeniyet inşa etme iddiasıyla yola çıktınız ama alternatif, tuhaf bir modernlik okumasıyla melankolik, yer yer şizofrenik bir tarih bilinci ve ideolojik eklektizmi ürettiniz değerli arkadaşlarım.
On beş yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi İslami liberalimiz, Panislamist popülizm ve İslami milliyetçilik gibi ideolojik yönelimlere savruldu. Bu üç ideolojik pozisyona uygun olarak da -biraz evvel ifade ettim- üç tane ayrı jeopolitikaya savruldu; ultra Batıcılık, Panislamizm ve Avrasyacı jeopolitika. Bunların hepsi araçtı değerli arkadaşlarım. Şu anda Avrasyacı bir jeopolitikada duruyor gibi görünüyorsunuz ama yarın hangi rüzgârlar nasıl esecek, iktidarda kalmanıza ne yarayacak, bunun hesabını yaparak başka bir şeye evrileceksiniz; işte, sizin içeride ve dışarıdaki güven sorununuzun temelinde de bu var değerli arkadaşlarım. Hiç kuşku yok ki partinin ve kadroların siyasal kimliği ve söylem bütününde de bu evrilmelere, bu savrulmalara paralel olarak ciddi bir şekilde değişiklikler oldu, bükülmeler oldu, savrulmalar oldu. Her dönem, bu her üç ideolojik ve jeopolitik yönelim dönemi iktidara dünya kadar fırsat sunmuştur ama ülkeye maliyeti de her geçen gün büyümektedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi bu üç dönem boyunca sağ siyasetin tüm ideolojik ve tarihsel koordinatlarına uğradı, her yerde bir şeyler yaptı; ifade edilmemiş bir taahhüt yok, denenmemiş açılım, üretilmemiş bir bahane, hitap edilmemiş bir duygu seti kalmamıştır. Her şeyi ama her şeyi kullandınız, kullanmadığınız hiçbir şey yok. Sizin gibi bir ekip Türkiye'ye gelmediği gibi, dünyanın başka bir yerine geldiğini sanmıyorum. Buna karşın, her dönem duygusal aşırılıklar, düşünsel eğretilikler ve ilkesel tutarsızlıklarla malul kaldınız değerli arkadaşlarım.
Elbette ilginçtir, bütün bunlara rağmen üzerinde çalışmaya değer bir konudur: Adalet ve Kalkınma Partisi hâlâ iktidarda kalmaya devam ediyor. Ama ne pahasına iktidarda kalıyor? Bunun, Türkiye'nin insan kaynağı, Türkiye'nin uluslararası ilişkileri, ekonomisi açısından maliyeti nedir? Kim, ne zaman bunun faturasını ödeyecek? Bu da ayrı bir tartışma konusu.
Şu anda, Adalet ve Kalkınma Partisi ikna eden, inandırıcı iddialarını kaybetmiş durumdadır; bunu sadece Türkiye'yle ilgili değil dünyayla ilgili söylüyorum, bölgeyle ilgili de söylüyorum değerli arkadaşlarım. Gerçekten korkunç bir tutarsızlık. Yani, bir tarafta "Benim kalibremde misin? Sen kimsin?" filan diye aşağılanan bir liderle, işte, bir sene sonra bir araya gelip -İbadi'den söz ediyorum- birlikte birtakım işler yapacakları söyleniyor. Bu inandırıcılık kaybı, tabii, içeride ve dışarıda giderek büyümektedir.
Neyle ayakta duruyorsunuz içeride ve dışarıda değerli arkadaşlarım? Çatışma, gerginlik, baskı siyasetiyle ayakta durmaya devam ediyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisinin bir sarkaç gibi bir ideolojik aşırılıktan başka bir ideolojik aşırılığa, bir jeopolitik fırsatçılıktan bir başka jeopolitik fırsatçılığa doğru dönemsel olarak salınımları, gidip gelmeleri seçmen tabanı ve Adalet ve Kalkınma Partisinin entelijansiyasının makul ve tutarlı bir demokratik değişimi, geçimi sağlamasını, siyasal kişiliği geliştirmesini de engelledi. Belki de yüz yıllık bir insan birikimi, "iktidar, ne olursa olsun iktidar" "ille de iktidar" "asla iktidarı paylaşmama" uğruna bütün bunları da harcadınız, yok ettiniz değerli arkadaşlar. Farkında mısınız, bir açılımdan bir başka açılıma, bir söylemden bir başka söyleme, bir ahlaki pozisyondan bir başka ahlaki pozisyona savrulurken bir siyasal pazarlamacılık edasıyla her dönemde yeni konumu savunmaya çalışan kolektif, tuhaf bir zihin ortaya çıktı, şizofrenik bir şey ortaya çıktı arkadaşlar. Yani altı ay evvel, bir sene evvel bambaşka bir şeye bahaneler üreten siyasal kadrolar ve bunun arkasındaki entelijansiya bugün bambaşka gerekçeler üretmek durumunda kaldı. Buna "ambivalans" diyoruz psikiyatride değerli arkadaşlarım, ciddi bir sorundur. İşte, Adalet ve Kalkınma Partisinin ülkeye en büyük maliyeti budur arkadaşlar.
İfade ettim, bir daha altını çiziyorum: Yüz yıldan fazla zamandan beri yetişen, giderek değişen, dönüşen, demokratikleşen, olgunlaşan, eserler vermeye çalışan, bir döneme damgasını vuran bir yetişmiş insan gücünü heba ettiniz; hepsini köşe yazarı, tetikçi hâline getirdiniz. Bunların tabii uluslararası ilişkilere maliyeti, ekonomiye maliyeti, iç barışa maliyeti, Türkiye'nin birlikte bir bütün olmasına maliyeti ayrı bir şey.
Bu, son zamanlarda Irak'taki referandum dolayısıyla yapmış olduğunuz yanlış politika ve özellikle kullandığınız dil ve duygu seti değerli arkadaşlarım, kırk seneden beri devam eden PKK kalkışmasının yapamadığı şeyi maalesef yaptınız bu ülkeye, en büyük kötülük de budur, bizim Kürtlerimizi duygusal ve zihinsel olarak bütünüyle kopardınız; bunların büyük maliyeti olacak, hiç şeyi olmasın.
Değerli arkadaşlar, gerçekten müthişsiniz! Bu, ideolojik yönelim ve jeopolitik pozisyon açısından değil, başka alanlarda da her konuda hatalarınızla ortaya çıkan şeyin bir sorumlusunu da her sefer icat ettiniz. Yani işte "FETÖ yaptı, ABD yaptı, Barzani yaptı, İran yaptı, Rusya yaptı, biz hiçbir şey yapmadık." İşte, angajman kuralları filan; ne olduysa, nasıl olduysa bir anda Rusya'nın uçağını düşürdünüz, ondan sonra dünya kadar şey söylediniz, "Ben emir verdim." yarışına gidildi tepelerde; arkasından ise tuhaf tuhaf insanları Rusya'ya göndermeler, ilişkiler kurmalar filan...
Bu arada da çok müthiş bir şekilde siyasal ve entelektüel kadrolarınızı da harcıyorsunuz, bir dönemin faturasını birilerine yükleyip gönderiyorsunuz. Davutoğlu mesela bunlardan çok tipik bir örnektir ama en son yaşadığımız çok ilginç, hakikaten şizofrenik bir durumla karşı karşıyayız. Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul'da çıktı -şehircilik filan konuşurken- dedi ki: "Biz bu şehre ihanet ettik, ihanet etmeye de devam ediyoruz. Benim de sorumluluğum var burada." Ee, arkadaşlar, bugün mü fark ettiniz? Size on beş seneden beri ne çok söylendi bunlar. Ee, siz bugün fark ediyorsunuz. Peki, sorumlusu kim? Çevre ve Şehircilik Bakanı çıktı, dedi ki: "Bunun sorumlusu CHP." Ya, müthişsiniz arkadaşlar! Yani gerçekten sizin gibi bir kadro gelmemiştir, müthiş bir şekilde gidiyorsunuz. Ama şunu ifade edeyim arkadaşlar: Bütün bu salınımlarınız, iktidarda kalmak için uğramış olduğunuz bütün bu duraklar, bütün bu çelişkiler, melankoliler, şizofrenik ambivalanslar filan; bunlar, evet, bir süre daha sizi iktidarda tutmayı başaracaktır ama bu ülkeye, gelecek kuşaklarımıza, bize müthiş bir maliyeti olacaktır ve bu maliyetin sorumlusu bu siyasal ekiptir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)