Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Suçluların İadesi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 13 |
Tarih: | 25.10.2017 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına, görüşülmekte olan uluslararası sözleşmelerle ilgili söz almış bulunmaktayım. Sizleri ve kamuoyunu saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, toplumun güvenliğini sağlamakla yükümlü olması gereken kolluk güçleri sürekli olarak Kürt illerinde neden oldukları panzer cinayetleriyle gündemdeler. Son olarak Siirt ve Bitlis illerinde benzer cinayetler meydana geldi. 21 Ekim 2017'de Siirt'te Aydınlar Caddesi üzerinde Emniyet Müdürlüğüne bağlı zırhlı araç, 6 yaşındaki kız çocuğu Felek Batur'u ezerek katletti. 20 Ekim 2017 tarihinde Bitlis'in Hizan ilçesinde 55 yaşındaki Gülten Yaraşlı zırhlı araç tarafından ezilerek katledildi. Kendilerine Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Yaşanan can kayıplarının siyasi sorumluluğu Hükûmetindir. Hükûmet, bu sorumluluğu almadığı gibi, söz konusu olaylar karşısında gerekli idari ve hukuki süreçleri işletmemektedir. Cezasızlık yaygınlaşmaktadır. AKP Genel Başkanı Erdoğan, mülki amirlerle yaptığı kamuoyuna açık toplantılarda mevzuatın bir kenara bırakılması talimatını vermektedir. Bu politikalar sonucu polisler kalkıp Felek Batur'un ailesine gönül rahatlığıyla "Çocuğun sokakta ne işi var?" diyebilmektedir. Devlet, son iki yıldır Kürt kentlerinde zırhlı araçlarla mobil taciz uygulamaktadır. Kentin göbeğinde yüzlerce insanın oturduğu bir parkta çay içerken her an önünüzden, arkanızdan tonlarca ağırlıkta bir zırhlı araç hızla geçebilir, gece gündüz bu fark etmiyor. Güvenlik güçleri koca koca zırhlı araçlarla kent meydanlarında, kent sokaklarında, kent ortasında "Nasılsa ceza almam." rahatlığıyla direksiyon sallamaktadırlar. Zırhlı aracın kent merkezinde işi nedir? Sözüm ona halkın güvenliği için alınan bu araçlar halkın üzerine bir ölüm makinesine dönüştürülmüştür. İnsanlar bırakın sokakta, kahvede ya da başka bir yerde, kendi evlerinde uyurken bile zırhlı araçlarla can vermektedir. Şırnak'ın Silopi ilçesine bağlı Karşıyaka Mahallesi'nde 3 Nisan gecesi polisin kullandığı Alman panzeri bir evin duvarını yıkarak içeri girdi, aracın çarptığı odada uyuyan 7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki Furkan Yıldırım kardeşler can verdi. İçişleri Bakanı kalkıp cevap versin, bunlar birer kaza mıdır yoksa cinayet mi? Sizlerin bu cezasızlık anlayışı bundan sonraki ölümlerin de izni niteliğindedir. İktidar suçluları ön kapıdan alıp arka kapıdan saldığı sürece adalet toplum için bir ütopyadan başka bir şey olmayacaktır. Son bir yılda Kürt kentlerinde çoğu çocuk 28 kişi bu zırhlı araçlar tarafından katledildi. Halkın güvenliğinden sorumlu ve yine halkın ödediği vergilerle alınan bu araçların bir bölümü de valilikler, kaymakamlıklar ve kayyumların hukuksuzca zapt edildiği belediye binalarının önünde durmaktadır. Halka hizmetle yükümlü bu alanlar birer kaleye çevrilmiştir.
Değerli milletvekilleri, bakın, bugün 25 Ekim 2017, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine yönelik siyasi operasyon üzerinden tam bir yıl geçti. Toplum iradesine yönelik komplo mantığıyla bütün DBP'li belediyelere kayyum atandı, bütün belediye başkanlarımıza yönelik suçlamaların tamamında en ufak bir delil bulamayan iktidar, uydurma, gizli tanıklarla hukuka aykırı bir şekilde cezai süreçleri işletirken FETÖ'ye methiyeler düzen belediye başkanlarında hiçbir şeye rastlayamaması oldukça düşündürücüdür. AKP iktidarının hukuk anlayışının tezahürü olarak bu gözüküyor. Özellikle Bitlis ilinde bir hukuk garabeti yaşanmaktadır. Belediyelere kayyum atanarak tüm ilde bir kayyum mantığı yürürlüğe konmuştur. İstanbul'da ve olası Ankara Belediyesinde Belediye Meclisinden başkan seçmek hukuksal bir gereklilikken Kürt illerinde hukuk bir ayak bağı veya külfet olarak görülmektedir. Bir ile veya ilçeye kendi meclisinden belediye başkanı çıkarmasına dahi izin verilmedi. Halk, belediye başkanlarından memnun iken OHAL'in vermiş olduğu hukuksuzluk anlayışı toplumda derin yaralara neden olmuştur. Bitlis'te toplum nezdinde yarattığınız bu duygusal kopuşun cevabını da demokratik ve adil yapılacak ilk seçimde alacaksınız. "Kürt kardeşimdir" mantığı AKP iktidarı döneminde geçerliliğini yitirmiştir. Sadece Kürtler için değil, Kürtçe için de devlet tarafından derin bir savaş başlatılmıştır. Atadığınız kayyumlarla ilk olarak "Kürtçe tabelaları yenileyeceğiz." diyerek kaldırdınız, parkların, sokakların ismini değiştirdiniz. Bu, toplumun kültürel yapısına, ana diline yapılan doğrudan bir saldırıdır. Kürtçe sadece binalarda ya da parklarda değil, okullarda ve günlük yaşamda da saldırı altındadır. Son olarak, Silopi'de bir öğretmenin duvara astığı "Kürtçe konuşmayacağım." yazısıyla karşılaştık. Bugün, cezaevlerinde, mahkemelerde, devlet aklının hüküm sürdüğü birçok alanda bu yasakçı zihniyet devam etmektedir. En basit örneği "..."(x) desem tutanaklara girer fakat ben bunu Kürtçe ifade etsem çarpı işaretleriyle geçiştirilir. Bunu sadece bireysel olarak ben ya da HDP Grubu olarak bizler değil, şu an Genel Kurulda bulunan, ana dili Kürtçe olan bütün milletvekillerinin de kabul etmesi mümkün değildir. Aynı zamanda, sadece Kürtler değil, ana dilin bir hak ve özgürlük olduğuna inanan tüm milletvekillerinin de kabul etmeyeceğine inanıyorum.
Sayın Erdoğan yaptığı birçok konuşmada Kürtçeyi kastederek kendi dönemlerinde inkâr ve asimilasyonun son bulduğunu ifade etmiştir. Bakın, bundan yedi yıl önce dönemin Başbakanı yaptığı bir konuşmasında asimilasyonla ilgili olarak "Ben bu konuyu âdeta matematik olarak görüyorum, iki kere iki dört eder ve bunun bilimsel bir altyapısı var. Yani asimilasyon -tanımını şöyle masaya yatırdığımız zaman, iyi ele alırsak- bir insanın değerlerinin devşirilmesidir. Bu, zaman zaman zorla devşirilmesidir; bu, dinde, kültürde değişime zorla tabi tutulmasıdır. Örflerinden, âdetlerinden, geleneklerinden zorla tecrit edilmesi, soyutlanmasıdır ki insanoğlunu buna zorlamak kesinlikle bir insanlık suçudur." demişti. Şimdi ise bu insanlık suçu her kurumda, kuruluşta kendisini net bir biçimde hissettirmektedir.
AKP Genel Başkanı grup toplantısında devlet obezliği ve hantallığından bahsetmiştir. Doğru bir tespit. Yalnız, bu obezite geçtiğimiz son on yılda aşırıya kaçmıştır ve son on beş yılı siz yönettiğinize göre bunda sizin payınız en büyüktür. Devlet kaynaklarını kimlere ve ne zaman çiğnemeden yutturduğunuzu en iyi siz bilirsiniz. Bir çocuk obez olmuşsa bunun müsebbibi ebeveynidir, aynı ebeveyn tedaviyi de üstlenemez, profesyonelce çalışan rehabilitasyon merkezine ihtiyaç vardır.
Sadece mukayese için söylüyorum: Çin gibi devasa bir coğrafyaya, nüfusa sahip bir ülke on yıl gibi bir süreçte toparlanmış, hamle yapmıştır. Siz ise on beş yıllık iktidar muhasebesinde hatalarınıza, yanlışlarınıza kılıf arıyorsunuz, yoksa bunu da "Hata yaptık, ihanet ettik, suçumuz var." deyip geçiştirirsiniz. O zaman hapishanelerde 300 bin üzerindeki vatandaşın büyük çoğunluğu da yaptıklarından pişmandır ve af dileyebilir Allah'tan da, kuldan da. Onlar niçin içeride duruyorlar? Anlaşılan, siz bu gemiyi götüremiyorsunuz, gemi su alıyor.
"Çok başlılık var, ondan rotamızı bulamıyoruz." denildi, "Tek kaptan işi götürür." denildi. Baktınız olmuyor, şimdi de "Fazla yük oluyor." diye safralarınızı atıyorsunuz. Bu da iş görmeyecek. "Metal yorulması" dediniz ama esas mesele korozyon yani metal çürümesidir.
"Pompada su bitti." dediniz ama hortumlar su dolu. Pompa çalışmadan hortumdaki suyun işe yaramayacağını da anlayacaksınız. Geminin derhâl bir tersaneye çekilip revizyondan geçmesi lazım; aksi takdirde, bu gemi batar. Biz gemi mürettebatına değil, içindeki 80 milyon yolcuya acıdığımız için uyarıyoruz.
"Ekonomimiz iyi." demekle ekonomi düzelmez, "Adalet var." demekle adalet sağlanmaz, "Eğitimde başarılıyız." demekle eğitimdeki fiyasko kapatılamaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gaydalı.