GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Suçluların İadesi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:13
Tarih:25.10.2017

HDP GRUBU ADINA SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 25 Ekim 2017, bir yıl önce tam bugün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine operasyon yapıldı ve Sayın Kışanak ve Sayın Fırat Anlı gözaltına alındı. Hemen ardından, 1 Kasımda Büyükşehir Belediyesine kayyum atandı.

HDP'nin çoğulcu, ekolojik, cinsiyet eşitlikçi ve çok dilli, çok kültürlü hizmet veren halkçı belediyesini tekçi zihniyet gasbetti, el koydu. Biz, kentimizin sorunlarını anlatmak ve kentimizin sorunlarına duyarsız kalmamak gibi bir sorumluluğa da sahibiz. 5 Ekimde ben burada 9 kayyumun tekrar görevden alındığı ve 9 kayyum üzerinden yolsuzluk yapıldığı iddiası üzerinden bir konuşma yaptım. Bu konuşmam, bu iddialarım Milliyet gazetesinde köşe yazısı olarak çıktı ve ardından dün İçişleri Bakanı bunun üzerinden bir tekzip yayımladı. Tekzibin dili ve yaklaşımı son derece ölçüsüzdü. Eleştiri dili böyle değildir.

Bakın, biz Türkiye'nin 3'üncü büyük partisiyiz. Canınız her sıkıldığında, işleriniz her rast gitmediğinde, ülke krize her girdiğinde, her kaosta HDP'yi stres topu hâline getirip HDP üzerinden hakaret ederek, HDP'yi sürekli... Böyle, yakışık olmayan... Gerçekten, insan okuduğunda, bir bakanın, bir Hükûmet yetkilisinin bu dili nasıl kullandığını düşündüğünde hayretler içerisinde kaldığı bir dil içerisinde bir tekzip yayımlamış.

Biz eleştiri yapmak zorundayız, bizim sorumluluğumuz budur, zorunluluğumuz da budur. Biz tabii ki kentimizdeki sorunları anlatacağız, tabii ki bunları ikaz edeceğiz. Varsa böyle bir şey açıklaması yapılır, yoksa da böyle olmadığı söylenir. Bunun arkasını hakaret içerikli bir şekilde yazmak hiç kimseye yakışmaz, hele bu ülkenin İçişleri Bakanına hiç yakışmaz.

Bu ülkenin İçişleri Bakanı milyonlarca insanın huzurunu korumakla görevlidir, güvenliğini sağlamakla görevlidir. Bunu yapmadığı gibi, bakın, bunu yapmadığı gibi, yaptığımız her eleştiriye karşı hakaret diliyle bize cevap veriyor. Ben sormak istiyorum: Peki, bu kayyumları... Ben yine buradan soracağım ve ben bugün buna dair bir soru önergesi verdim. Büyükşehir belediyesine kayyum atandığında, bu ve diğer belediyelere atandığında... Bizim Diyarbakır kentinin belediyelerine atanan kayyumların bütçesini soruyorum, buradan da soruyorum: İlk aldığında, kayyum olarak gittiğinizde, atandığınızda orada bütçe neydi, şu ana kadar bütçe nedir, hangi harcamaları yaptınız, harcama kaleminiz var mı ve kendi bünyenizde idari ve adli soruşturma üzerinden yolsuzluk yapıldı mı, yapıldıysa nedir, yapılmadıysa nedir? Ben buradan da soruyorum. Yazılı sordum, buradan sözlü de soruyorum. Herhâlde bunu sorma hakkına da sahibim. Benim anlayamadığım şey, bu hakkı nereden buluyorsunuz ya? Her defasında HDP üzerinden hakaret etmeyi nasıl buluyorsunuz? Çocuklar ölüyor, bize hakaret ediyorsunuz; Suruç'ta insanlar katlediliyor, bize hakaret ediyorsunuz; Ankara'da 102 insan ölüyor, bize hakaret ediyorsunuz; 301 maden işçisi katlediliyor, onların yakınlarına hakaret ediyorsunuz; yolsuzluk yapılıyor, bize hakaret ediyorsunuz. Bu hakkı, bu haddi nasıl buluyorsunuz? Varsa bir sorununuz bunun çözümü var, burası konuşma yeridir, oturup tartışarak bu işi konuşabiliriz. Baskıyla, zorla, zorun gücüyle herkese hakaret ederek kimseyi kendinize biat ve itaat ettiremezsiniz. Bizler bir iradeyiz ve Türkiye'nin 3'üncü büyük partisi olarak iradeyiz. Bireysel kimliğimizle burada değiliz, temsiliyetlerimizle buradayız aynı sizler gibi. Bu sizler gibi olduğumuz, hak ettiğimiz ve sonuna kadar bunun mücadelesini yürüttüğümüz bir yerden kentin sorunlarını, kentte yaşanan problemleri, varsa eleştirilerimizi yapmak gibi bir sorumluluğumuz da var.

Ben şunu soruyorum İçişleri Bakanına ve Hükûmete soruyorum aynı zamanda: Şırnak'ta, Silopi'de çocuklar panzerlerle ezildiğinde, o panzerlerle ezilen çocuklara, sokakta ezilen çocuklara "Niye sokaktasınız, sokakta ne işiniz var?" diyen bir polis anlayışı var. Aynı şekilde, gecenin bir vakti, hani sizin "Bir gece ansızın gidebilirim." dediğiniz şeyin aslında yurtta bir gece ansızın gidebildiğiniz evlerin içi olduğunu görüyoruz. Muhammet ve Furkan katledildi, panzer ezdi ama buna dair hiçbir şey yapılmadı. "Nevroz"da Kemal Kurkut -fotoğraflarla ispat edildi- infaz edildi, buna dair kimseden bir ses çıkmadı. Yine, Lice'de dört günde 8 insan panzer tarafından ezildi, buradan bir ses çıkmadı. Yani hayatlarını bu kadar değersiz gördüğünüz insanların bir irade olduğunu, yaşam hakkına sahip olduğunu ve bu ülkeyle hak, hukuk temelinde bir bağı olduğunu ve yaşam hakkının anayasal olarak güvence altına alındığını unutmadan yaklaşmak gibi bir sorumluluğumuz var ve ölçüleriyle.

Türkiye'nin siyasi tarihine baktığınızda, yakın ve uzak tarihine baktığınızda böyle bir Hükûmetin böyle bir yaklaşımda olduğunu hiç görmedim, yoktur böyle bir şey. 1990'lı yıllarda 17 bin faili meçhul olduğu bir yerde, 5 bin köyün boşaltıldığı bir dönemde o dönemin aktörleri dahi, bundan sorumlu olan aktörleri bile böyle bir dili kullanmamıştır. En sonunda ne demişlerdir: "Gelsinler, düz ovada siyaset yapsınlar." demişlerdir. Şimdiki aktörlere baktığınızda dağın yolunu gösteren ve sürekli nefret dilini işleten ve bunu da ta polislerin diline kadar götürüp yolda panzerlerin ezmesine sebep olan bir zihniyetin maalesef burada herkes sonuçlarını yaşıyor. Biz bunları söylemeyecek miyiz, biz burada gelip böyle suspus oturacak mıyız yani? Buna hakkımız var, bu bizim en doğal hakkımızdır, yasal hakkımızdır, insan olma hakkımızdır, ahlaki değerlerimizdir, evrensel insan hakkıdır. Yaşam hakkına sahip olmak ve saygı duymak gibi, siyaset yapma hakkımız olduğu gibi sizin de buna saygı duymanız şarttır, mecbursunuz. Biz size burada hiçbir gün hakaret etmedik, biz size hiçbir gün burada utandıracak, gerçekten kaba ve yaralayıcı, o tırnak içerisindeki sözler sarf etmedik. Sizin çocuklarınızın tırnağı taşa değse siz bu ülkeyi havaya kaldırırsınız. Her gün orada o çocuklar ölüyor ve o çocukların anneleri, babaları, her gün ve her gün burayı izlediğinde demokratik siyaset temeli üzerinden ısrarla taleplerini dile getiriyor. Ama bunların hiçbir tanesine cevap alamadığımız gibi eleştirilerimiz kaba, sert, ölçüsüz ve son derece düzeyden uzak bir dille bize yaklaşım gösteriliyor. Varsa bir açıklamanız yaparsınız, bu işin yolu yöntemi var. "Yaptık, araştırma yaptık, soruşturma yaptık, çözülmedi." ya da "Soruşturma sonucu böyle bir durumla karşılaşmadık, karşılaşmadığımız için de böyle bir problemimiz yok." dersiniz, bu kadar basittir.

Bize yaptığınızı şu anda basına da yapıyorsunuz, bunu da biliyorum. Bakın, bunu köşesine taşıyan elli yıllık gazeteci Melih Aşık köşesinde yazdığı için ona da büyük bir hakaret var, ona da büyük bir baskı var. "Sen bu konuyu, HDP'nin iddiasını nasıl olur köşene taşırsın." diye bunun üzerinden de bir işaret etme hâli var, aslında direkt söylenmiş bir hâl var. Bunu da görüyoruz, basının bizim üzerimizdeki ambargosunu güçlendiren, yine basını bizim üzerimize tecrit ettiren hem bizi tecrit ettiren hem basının bizimle temasını kesen bildiri olduğunu da görüyoruz ama hakikatler inatçıdır. Bugün çıkmaz yarın çıkar, yarın çıkmaz öbür gün çıkar ve çıkmıştır da. Kemal Kurkut nasıl "Nevroz"da infaz edildiğinde, ilk günde, ilk saatlerde böyle bir şey olmadığını söylediler, ikinci saatte ortaya çıktı. Panzerlerin nasıl ezdiği ortaya çıktı? Cizre'de çıktı, siz şu anda zorun gücüyle saklıyorsunuz ama o da çok yakın bir tarihte çıkacaktır.

Dün bize bunu yaptınız, şimdi siz yaşıyorsunuz. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına, ne için alındığını kimse açıklayamıyor. Ankara Belediye Başkanı üzerinde de aynı baskı var, o bile kendisine açıklayamıyor. Çeyrek asırdır bu kentin Büyükşehir Belediye Başkanıdır ve ben eminim ki, toplumun yüzde 75'i de bundan, onun belediyeciliğinden memnun değildir ama ona şahsıyla birlikte, onun partisiyle birlikte ona oy veren iradeye de, seçmene de aynı yaklaşımı göstermeye başladınız. Bir gün Kürt'e yaptınız, bir gün Alevi'ye yaptınız, bir gün kadına yaptınız; "Nasıl olsa onların bizimle bir alakası yok." dediniz. Bugün Ankara'da da oldu, İstanbul'da da oldu, Bursa'da da oldu ve öyle görünüyor ki bu devam edecek; il ve ilçe teşkilatlarına kadar götüreceksiniz bu işi ama şu da bir gerçektir ki, insan odaklı olmayan hiçbir siyasetin toplumsal karşılığı yoktur.

Bunun için insan odaklı, insani değerlerle, ahlaki değerlerle yaklaşmadıkça bu işin çözümü olmaz. 50 kez de siz belediye başkanını değiştirin, 100 kez il başkanlarını değiştirin, bundan bir şey çıkmaz; çıkacak tek şey ortak değerlerdir, insan olma değerleridir, ahlak değerleridir, ortak yaşam değerleridir, ortak vatan değerleridir. Ve şunu söyleyelim ki, biz bu değerlere sahip çıkacağız ve bizim sorumluluğumuzdur, zorunluluğumuzdur çünkü biz buraya seçimle geldik ve seçim olana kadar da gitmeyeceğiz. Halk iradesini bize teslim etmiştir; halk alır, halk verir. Aynı biz bu halk iradesine saygı duyduğumuz gibi diğerlerinin de iradesine saygı duyulmasını beklerdik ama pratik bunu göstermediği için diyecek hiçbir şey yok.

Şunu son defa söylüyorum: Hayatlarını yaşanmaya değer bulmadığınız insanlar olabilir ama biz, insanların, kim olursa olsun, hangi ırkı, hangi inancı, hangi değeri taşırsa taşısın, ne yaparsa yapsın her insanın bir değer olduğunu biliriz ve o temelde bakarız. Bu işin hukukla ancak tartışılabileceğini biliriz. Umarız ve dileriz ki, bir gün hukuka sizin de ihtiyacınızın olduğunu bir an önce hatırlarsınız.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yiğitalp.