| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Cezai Konularda Karşılıklı Adli Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 24.10.2017 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben öncelikle, konuşmama başlamadan önce, hâlen cezaevinde rehin tutulan Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Abdullah Zeydan, İdris Baluken, Burcu Çelik, Selma Irmak, Çağlar Demirel, Ferhat Encu ve Gülser Yıldırım'ı sevgiyle ve saygıyla selamlamak istiyorum. (HDP sıralarından alkışlar) Üç yüz elli beş gündür özgürlüklerinden yoksunlar, tam üç yüz elli beş gün; 4 Kasımda bir yılını dolduracak bu arkadaşlarımız. Niye sadece onları söyledim? Cezaevinde şu anda milletvekili olmayıp yine rehin durumda olan belediye eş başkanlarını unutmadım tabii. Sevgili Gülten Kışanak'ın, Sevgili Bekir Kaya'nın, Nurhayat Altun'un, Belkıza Epözdemir'in, Tuncer Bakırhan'ın, 85 belediye eş başkanının da hâlâ cezaevinde olduğunu ve onları da saygıyla ve sevgiyle selamladığımı buradan ifade etmek istiyorum.
Niye buradan başladım? Doğrusu, biz arkadaşlarımızı tek bir an unutmadık, unutmamız asla söz konusu değil. Bir yandan bu 4 Kasım darbesine karşı sözümüzü söylerken, mücadelemizi yükseltirken diğer yandan da örgütlenmemizi, çalışmalarımızı, bu faşizm uygulamalarına karşı demokratik siyaseti ilerletmeyi de bir hedef olarak önümüze koyduk.
Emin olun şu anda sıralar boş, özellikle iktidar partisi sıraları bomboş. Bu, bugün mü böyle? Hayır, değil, her zaman böyleydi. Bu bir alışkanlık hâline dönüştü çünkü Meclisten bir şey beklemediklerinin, buranın sadece istenilen yasaları çıkaran, istenildiğinde oy veren, tartışmalara dâhil olmayan ve aslında tek adam rejiminin artık yürürlükte olduğunun aynı zamanda ilanıdır. 4 Kasım bunun başlangıcıydı.
4 Kasımdan önceye gidersek, 1 Kasımdı aslında. 1 Kasım Seçimleri Türkiye'de demokrasiden vazgeçildiğinin ilanıydı. Türkiye tarihinde ilk kez 1 Kasım Seçimi gibi bir seçim yapıldı. Tek başına iktidar olamayan AK PARTİ, her türlü hukuk dışı yöntemi kullanarak kendini iktidar yaptırdı ve yeri gelince de "Halk beni seçti." diyor. Nasıl seçti, buradan çok tartıştık, çok konuştuk, onu başka konuşmalarımızda yine ifade edeceğiz ama emin olun ki bugün birçok analizci, birçok bilim insanı, birçok hukukçu, birçok siyasetçi Halkların Demokratik Partisinin dün söylediklerinin bugün gerçekleştiğini görüyor, yarın sizler de göreceksiniz. Biz burada konuşuyoruz, belki dinleyen yok ama halk bizi duyuyor, halk dinliyor. Biz her felaketi, her olumsuzluğu, her yaşatılanın yarın nelere mal olacağını buradan dilimiz döndüğünce, süremiz yettiğince ifade etmeye çalıştık. 20 Mayısta dokunulmazlıklar kaldırılınca "Halk iradesine darbe yapıyorsunuz." dedik, "Bu Parlamentonun saygınlığı, itibarı ve demokratik ölçüsü kalmaz." dedik ve bugün aynen onu yaşıyoruz. Parlamentonun üyeleri eksik, Anayasa değişikliği yapıldı, oylama yapıldı burada. Hem de burada -geçenlerde ilgimi çekti- hâlâ stenografların önünde Selahattin Demirtaş'ın resmi var. Figen Yüksekdağı'ın yok belki, düşürüldü ama tutuklu milletvekillerinin resimleri var, listede isimleri var, her seferinde okunuyor ve kendileri burada oy kullanamıyor çünkü rehin durumdalar ve Meclis Başkanı hiçbir beis görmeden, hiç rahatsız olmadan Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş'ın mektubuna, talebine "Sizi yasama dokunulmazlığından alıkoymuyoruz ki, siz katılabilirsiniz." diyor. Ya, komik ama komik de değil aynı zamanda, trajik. Dünyadan haberi yok. Kendisine verilen talimatları harfiyen yerine getireceğim diye kendi bakanıyla, mevzuatıyla, Meclis İç Tüzük'üyle çelişen bir Meclis Başkanının yazışmalarından sadece bir örnek.
4 Kasım darbesinden önce de belediyelere kayyum atanmıştı, hatırlarsınız. Öncesinde başlayan ve sonrasında devam eden bir süreç vardı. Kürdistan illerinde DBP'nin, Demokratik Bölgeler Partisinin 85 belediyesine -çok az sayı kaldı- kayyum atandı. Kayyumu buraya getirdi iktidar partisi, geçmedi. Tepki karşısında "Biz geri çekiyoruz." dediler ama götürüp kanun hükmünde kararnameyle kayyum sistemini getirdiler ve belediyelere kayyum atamakla yetinmediler, belediye eş başkanlarının tümünü siyasi sebeplerle, kendi ajandalarına uygun olarak cezaevine kapattılar. Ne oldu? Halk iradesi bir yandan yerel yönetimlerde tasfiye edildi, bir yandan genel seçimler sonucu Parlamentoya gelen milletvekillerinin önce tutuklanması, sonra yargılanması, sonra da milletvekilliklerinin düşürülmesi süreci harfiyen yol haritasına göre işletiliyor.
Peki, niye sadece HDP milletvekilleri? Şu anda Enis Berberoğlu'nu atlayamıyorum tabii, kendisi de hâlâ cezaevinde, sonrasında alındı. Ama biz bunu da söylemiştik ve "Söylemiştik." demekten de hayâ ediyoruz gerçekten. Bugünlerin geleceğini görüyorduk. HDP milletvekillerinin dosya sayıları son bir ay içinde, tartışmalarla birlikte, yüzde 500 oranında artırıldı. Savcılıklara talimatlar verildi, illere talimatlar verildi, son gün fezlekelerimiz geldi, son gün. Hem de nasıl fezlekeler? Hepsi muhalefet etmek suçu, iktidara söz söylemek, iktidarı eleştirmek, iktidarın yanlışlarını söylemek, ezberleri bozacak açıklamalarda bulunmak. Biz buraya iktidarı alkışlamaya gelmedik, biz buraya yanlışların altına imza koymaya gelmedik. Halk bizi seçtiğinde, biz gerçekten ülkenin demokratikleşmesi, hak ve özgürlüklerin tesisi ve Türkiye'de herkesin barış ve huzur içinde yaşayabileceği bir Türkiye için geldik. Gerçekleri söylemekten kaçınırsak kendimize olan saygımızı yitiririz, biz, biz olmaktan çıkarız. HDP, tam da bu. Diğer partilerin fezlekeleri gelmedi, onlara yeni fezlekeler gelmedi.
Bu istatistikleri burada okuduğum için bir daha okumayacağım. Niye? Bir tek suç işleyen -tırnak içinde tabii- HDP'ye mensup milletvekilleri mi? Biz, suç filan işlemediğimizi biliyoruz. Ben arkadaşların tümünün dosyasını -kendimin de dâhil olmak üzere- biliyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yargılanıyoruz. 10 Ekim katliamıyla ilgili burada hiç konuşmamışsam on defa konuşmuşum, benim hakkımda devam eden 10 Ekim davasıyla ilgili yargılama var. Neymiş? Basın açıklamasında konuşmuşum. Ne yasama sorumsuzluğunu dinliyorlar ne kürsü dokunulmazlığını ne milletvekillerinin hak ve ödevlerini. Yargı korkuyor, yargı baskı altında, yargı direnemiyor çünkü herkesin olduğu gibi onların başında da Demokles'in kılıcı gibi ihraç edilme, işten atılma, tutuklanma, disiplin soruşturması görme gibi bir dolu tehdit var. Tehditle HDP milletvekillerine ceza verilerek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. İşte, bu nedenle hukuk devleti olmak, hukuk devleti olma iddiası o kadar kolay değil; bunun gerekleri vardır, bunun gereklerinin yapılması lazım.
Şimdi, gelelim günümüzün sorusuna: 16 Nisan Anayasa değişikliğinde bu ülkede tek adam rejimi oylandı, diktatörlük oylandı, faşizm oylandı; bütün yetkiler bir kişiye verilsin mi, verilmesin mi... Yani halka şu dendi: "Bizim her dediğimizi artık, bundan sonra kabul edeceksiniz; evet mi, hayır mı?" Ve birçok hileyle, birçok yolsuzlukla, YSK'nın bile işin içine dâhil olmasıyla 16 Nisanda büyük şehirleri kaybeden iktidar partisi nasıl bir hikmetse referandumda "evet" oyu çıkarttırdı. Hâlbuki Türkiye istatistiklerine göre İstanbul'u kaybeden salt çoğunluğu almaz ama burada karşımızda böyle bir tablo oluştu.
Şimdi, bugünlerde ne tartışıyoruz? Belediye başkanlarının istifası. Eyvah eyvah, bütün Türkiye durmuş "Gökçek ne zaman istifa edecek? Topbaş etti, Niğde edecek mi, Bursa edecek mi, edecekse ne zaman edecek?" Gündem bu çünkü bomba gibi düştü. Şimdi, bu, gerçekten kimseyi ilgilendirmiyor mu? Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının, milyonlarca oyla seçilen bir Belediye Başkanının istifa ettirilmesi bu kadar önemsiz mi? Tabii, burada ne Topbaş'ın ne Gökçek'in ne Niğde Belediye Başkanının ne de Bursa'nın avukatı falan da değilim ha, hiç umurumda da değil o anlamda. Ben ilkesel konuşuyorum, ilkelerle konuşuyorum. Dün, kayyum atanmasına sessiz kalanlar, belediye eş başkanlarının kelepçeli cezaevine kapatılmasına sessiz kalanlar, bugün çıkmış diyorlar ki: "Ya, onlar halk iradesiyle geldi." İşte böyle bir ayrımcılığa, böyle bir çifte standarda da girmiyoruz. Biz diyoruz ki: Kayyum atanması, nasıl halk iradesine bir darbeyse, demokratik bir hukuk devletinde olmaması gerekiyorsa bu şekilde, tek bir kişinin talebiyle, emriyle ve talimatıyla, hele hele gerekçeleri halktan gizlenerek, siyasi partilerden gizlenerek istifa ettirilmesi de demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemezdir.
Peki, ne tartışılıyor gerçekten? Şu anda, bir yanda karakola dönüşen belediyeler var, kayyum atananlar; diğer yanda AKP'nin, daha doğrusu, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın bir listesi var: İstifa edecek belediye başkanları listesi. Gelin, mevzuata bakalım. Ne diyor mevzuat? İçişleri Bakanlığı müfettişleri ne iş yapar? Belediyeleri denetler; yolsuzluklarını, usulsüzlüklerini denetlemekle yükümlü. İçişleri Bakanlığı denetledi mi bu belediyeleri? Hayır, öyle bir şey duymadık.
Parti etiği, parti ilkeleri... Doğru, bir siyasi parti kendi üyelerine yönelik disiplin soruşturması açabilir. Kurallara karşı gelmiştir, disiplin soruşturması açar, gerekli cezalandırmalar verilebilir. Diğer yandan başka ne yapılabilir? Bir ceza soruşturması yapılabilir. Belediye başkanı herkes gibi suç ve cezadan muaf değildir, onlar da yargı önünde hesap verebilirler suç işlemişlerse. Bunun görev yeri de, sorumluluk yetkisi de tabii ki savcılardadır, yargıdadır.
Şimdi, ortada suç var mı, yok mu, bilmiyoruz; ortada bir disiplin soruşturması var mı, yok mu, bunu da bilmiyoruz. İçişleri Bakanlığı gerçekten bu belediyelere ilişkin bir soruşturma yürüttü de bunun sonucunda bir rapor var mı, bunu da bilmiyoruz. Biz bilmiyoruz derken ben 80 milyon adına bilmiyoruz diyorum. Birçok kulis bilgisi, sağda solda tartışmalar var tabii ki, açıkça yapılan suçlamalar da var, parsel parsel satışlar da var. Başbakan yardımcısı kendi belediye başkanına dedi ki: "Ankara'yı parsel parsel sattın." ve bunun üzerine gidilmedi. 2 belediye başkanı örneği vereyim, Melih Gökçek çeyrek asırdır bu ilde belediye başkanı. Halk şikâyet ettiği için mi istifa ettiriliyor? Hayır, hiç öyle bir şey yok; halk kimin umurunda. Tümüyle AKP'nin bir acelesi var, bir şey inşa ediyorlar; bu inşa edilen şey de faşizmi tahkim etmek, tek adam rejimini oturtmak. Peki, nedir? Gerçekten, Melih Gökçek haftalardır Beştepe'de ne konuşuyor? Eminim, iktidar partisi milletvekillerinin hepsi de bilmiyordur, yönetim kadrosunda olanlar belki bilirler. Melih Gökçek neyin hazırlığını yapıyor? Bu arada istifa etmeden önce acaba suçlarını örtmek için ona zaman mı tanınıyor? Evrakları mı düzeltiyor? Ne yapıyor Melih Gökçek, direniyor mu, direnmiyor mu? Direnmiyorsa ne pazarlığı var Beştepe'yle arasında; çok çıplak söylüyorum, açık yüreklilikle söylüyorum. Ne konuştular Erdoğan'la? Karşılıklı ellerinde ne var? Halk soruyor, ben halk adına soruyorum. Niye bu kadar uzun sürdü? Bunlar yok, yanıt yok.
Efendim, şimdi, Gökçek işte vedalaşacakmış da, bavullarını topluyormuş da... Her gün ana haber bültenlerinde -Türkiye'nin hiçbir problemi yok- "Tablosunu indiriyor.", yok, "Çekmecesini boşaltıyor.", "Topbaş aniden işte istifa etti." bu işin artık gırgırı bile yapılıyor. Peki, nedir bu gerçekten? Bu doğru mudur? Bir parti kendi milyonlarca oy almış belediye başkanını benim iç hukukumdur diye görevden alıp halka hesap vermemeli mi? Halka hesap vereceksiniz. Siz Kadir Topbaş'ı, Melih Gökçek'i ya da diğer sıradaki belediye başkanlarını neden istifa ettirdiğinizi, zorla ayrıca... İstifa gönüllü bir müessesedir, istifa öyle... "Ben sana istifa et." diyorum deyince azildir o. Görevden atamıyor seçimle gelmiş. Görevden atılmanın yolları bellidir; suç olmalı, İçişleri Bakanlığı rapor vermeli ya da kayyum atanmalı. Bunun hukuki yolları belli. Hiçbir hukuki kılıfı yok, hiçbir siyasi kılıfı da yok, hiçbir açıklama yapılmıyor. Yollarımızı ayırıyoruz... Yarın öbür gün başka makamlarda görev yapacaklar. Peki, biz bunları öğrenemeyecek miyiz? Yirmi dört yıldır belediye başkanlığı yapmış bir şahsın istifa gerekçelerini halkın bilmek hakkı yok mu? Tabii ki var. Tabii ki halka hesap vermektir siyaset kurumunun temel unsurlarından bir tanesi. Peki, savcılıklar suç varsa niye duruyor hâlâ? Niye Bekir Kaya'yı, Gültan Kışanak'ı, Fırat Anlı'yı bir gece yarısı operasyonla gözaltına alıyor da, Melih Gökçek'in ne ayrıcalığı var ya da Kadir Topbaş'ın? Eğer suç varsa... İtham etmiyorum. Peki, bunların hiçbiri yoksa, biat mı etmediler, neye biat etmediler? Acaba kanunsuz bir emir mi var? Şimdi, bütün bu soruları, yüzlerce soruyu ortaya atabilirim, halk adına bunları ortaya atabiliriz ve bunlar haklı sorulardır ve bu konuda iktidardan gerçekten cevap bekliyoruz. İstifa ettirmek demokratik etik değerlere uygun mudur değil midir? Sırada kim var biliyor musunuz? Milletvekilleri var. Belediye başkanlarından sonra -bakalım kaç belediye başkanı istifa ettirilecek- AKP grubuna diyecekler ki: "Senin, senin, senin ben istifa etmeni istiyorum." Başkanlık Divanı da ben de, istifanı kabul ettim, dokunulmazlığın da kalktı, hadi güle güle. Artık, cezaevine mi gider, başka bir suçlamayla mı karşılaşır onu bilmiyoruz. "Biz bunu söylemiştik." dedirtmeyin bize. Gerçekten, siyaset böyle yürümez.
Şimdi bakanlar tartışılıyor, zaten istenildiği zaman değiştiriliyor. Bu yönetmek değil, bu ancak dikta rejimlerinde uygulanabilecek bir yöntemdir. Zaten bence Erdoğan şunu derse ki, demiş sanırım yani emin olmadığım için sanırım diyorum "Ya, siz 16 Nisanda bana yetki vermediniz mi? E, ben yaparım." Böyle bir şey olabilir mi? Başkan olmak, halkın tümünü bir kalemde silmek hakkı verir mi; belediye başkanlarını, halk iradesini, milletvekillerini, sivil toplumu, herkesi, kendisine karşı olan herkesi bir kalemde silme hakkını verir mi? Tabii ki vermez.
Şimdi, kamuoyuna açıklama yapmak zorundasınız ve ne yaptıklarını gerçekten biz öğrenmek istiyoruz, kamuoyu bunu öğrenmek istiyor. İşin magazin kısmını geçelim, işin bavul toplama bölümünü geçelim, şu anda milyonlarca insanın merak ettiği soru: "Benim belediye başkanım niye istifa ediyor?" Çok sevdiğinden falan değil ha, Melih Gökçek çok iyi belediye başkanı olduğundan da değil. Hani, ben, dedim ya, onların savunmasını yapmıyorum. Ben demokratik bir hukuk devletinde olması gereken ilkeleri soruyorum ve son sorum: Gerçekten, parsel parsel sattılar, size vermediler mi, o yüzden mi istifa ettiriyorsunuz yoksa bir şeyler istediniz de yapmadılar mı? Ne istediniz de yapmadılar? Bunu açıklayın. Eğer FETÖ'cülükle suçluyorsanız istifa isteyemezsiniz, savcılar göreve gelir. Savcı gelir, gereğini yapar. Ne istediniz de vermediler? Niye istifa ettiriyorsunuz? Bu konuda kamuoyu adına sizlere soruyorum ve yanıt bekliyoruz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)