GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:10
Tarih:18.10.2017

HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli Genel Kurul, milletvekillerimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken evet, bugün Nüfus Hizmetleri Kanunu Tasarısı'nın birinci bölümü hakkında HDP adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, aradan önce AKP grup sözcülerinden Sayın Naci Bostancı konuşmasında öyle bir Türkiye ve Diyanet profili çizdi ki "Acaba ben hangi Türkiye'de yaşıyorum?" diye bir hisse kapıldım. "Diyanet eşittir İslam" gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Diyaneti eleştirmek, bu yasaya muhalefet etmek İslam'a muhalefet etmek değildir. Bunu, bizleri izleyen 80 milyon halkımıza da bizatihi hatırlatmak istiyorum.

Evet, burada farklı referanslarıyla muhalefet edenler var bu yasaya ve olacaktır da. Fakat AKP sıralarında dün Diyanete "hıyanet kurumu" diyenlerin bugün Diyaneti kutsayıcı konuşmalar yapması doğrusu çok garip. Dün başörtüsü yasağına ses çıkarmayan Diyanet ne ise bugün de işkence ve adaletsizliklere ses çıkarmayan Diyanet aynı Diyanet değil mi? Ne değişti? Diyanetin gelenekçi, Emevici, eril rivayetleri, referansları mı değişti? Peygamber adına uydurulan rivayetlerle kadınları ve halkı iradesizleştiren sahte kaynakları hâlâ öğretmiyor mu ilahiyatlarda, imam-hatiplerde? Bu kaynaklar mı değişti?

Naci Bostancı şöyle dedi: "Bu, aileyi tahkim eden bir iştir." Benim de zaten komisyonda, burada ve her an vurguladığım noktalardan bir tanesi buydu. Kadınları, tahrif edilen muhafazakâr referanslara sahip zihniyetin eline bırakmaktır bu yasa. Ülkemizde, toplumda her geçen gün Teksas'ı aratmayan görüntüler varken ve her gün, toplum, kan revan görüntüleriyle artık hasta bir topluma dönüşmek üzereyken -dönüştü diyemiyorum, vicdanım yine de el vermiyor- yapay gündemler oluşturuluyor ve insanlara, müftülük gibi dinî kılıflı yapay kutsallıklarla bir uyuşturma, bir göz boyama, bir makyaj sunuluyor.

Bu gerçekler ışığında, kadın vahşetleri bitmeliyken, kadınlar için güvenli yaşam imkânları geliştirilmeliyken, kadın cinayetleri engelleneceğine, her yaştan erkeklere cinsiyet eşitliği ve bilinci kazandıracak eğitim ve farklı çalışmalar yapılması gerekirken iktidar, cinsiyetçi ve erkekçi bir geleneğe, bir zihniyete teslim olmuş durumdadır. Bu düzenlemeler kadınlar için değil, erkeklerin hayatını kolaylaştırmak için getirilmektedir önümüze. Erkeklere pozitif ayırımcılık için kadınların yaşamına müdahaleyi getirmektedir.

Müftülere nikâh yetkisi verilmesi yasasının geldiği ortama bakın: 2017 yılının ilk yedi ayında 170 kadın ve kız çocuğu öldürülüyor. "Savaş mı var?" diyeceğiz, hayır; kadın-erkek, cinsler arası savaş mı var? Hayır. Ama bir şekilde, erkek yakınları tarafından, özellikle de boşanmak isteyen kadınlardan katledilenlerin sayısı 170. Eylül ayında ise erkekler tarafından 28 kadın öldürülüyor, 28'i yaralı; taciz, tecavüz ve istismara uğrayan onlarca kadını sıralamıyorum bile. Bunlar sadece resmî sayıya yansıyanlar, resmî olmayanları düşünürsek bu rakamların buz dağının görünen yüzü olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu toplum içinde yaşayan her birimiz bu gerçeklerin farkındayız.

Sadece Temmuz ayında 20 kadın öldürülüyor, Eylülde 28. Her ay onlarca kadın öldürülürken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ne yapıyor? Kadınların nefes alacağı, eşit ve onurlu yaşam süreceği bir geleceği gerçekleştirmekle uğraşacağına mevlit vermekle, yaptığı faaliyetlerle övünüyor.

Müftülere nikâh yetkisi verilmesiyle kadınların boşanma gibi haklarının gasbedilmesi kolaylaştırılacaktır. Kadınlarımız diyorum ama asıl mağdur olacak olan kadınlar, muhafazakâr ve gelenekçi çevrelerdeki kadınlarımız olacaktır. Neden?

Bakın, partimiz -HDP- adına farklı kimliklere sahip kadınlar söz alıyoruz. Ben, Müslüman bir kadın olarak kendi referanslarımla, kendi durduğum penceremden, kendi durduğum geleneklerimden, değerlerimden yola çıkarak itirazlarımı ifade ediyorum. Her birimizin temsiliyeti farklı olabilir ama bütün kadınların mücadelesi için el ele veriyoruz.

Burada şunu özellikle belirtmek istiyorum: Müftülere nikâh yetkisi olayı, toplumumuzdaki bütün kadınlardan ziyade, muhafazakâr ve gelenekçi çevredeki kadınların geleceğini etkileyecektir çünkü seküler bir yaşama, referansa sahip kadınlar, zaten evlenmek için müftülükleri tercih etmeyeceklerdir, belediyeyi tercih edeceklerdir fakat muhafazakâr toplum içindeki kadınlar, daha fazla mahalle baskısına maruz kalacağından müftülüklere başvuracaklardır. Boşanma noktasına gelindiğinde şu denilebilecek ve yarın böyle bir adım atılabilecek: "Sen evlenirken müftülüğü tercih ettin, boşanırken de müftülüğün hukukunu, geleneğini tercih etmek zorundasın." Peki, böyle olursa ne olacak? Zaten gelenekçi ve Emevici bir referansa sahip olarak yetiştirilen Diyanet mensupları, kadının boşanamayacağı konusunda yaşamına müdahale edeceklerdir.

Burada şunu özellikle belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar: Bunu söylerken bir zihniyete eleştiri yapıyorum, yoksa Diyanetin içinde de müftülerimiz arasında, hocaların, imamların arasında da... Biz, herhangi bir şahıs, onların bizatihi kendi şahıslarını hedef alan bir noktadan bakmıyoruz olaya. Müftü, hoca gibi şahsiyetleri hedef almamız zaten söz konusu olamaz. Siz de biliyorsunuz ki bizim partimizde eski bir müftü olan Değerli Hocamız Nimetullah Erdoğmuş gibi bir vekilimiz var. Onun gibi pek çok dinî kademede hakikatin sesi olan değerli şahsiyetlerin var olduğunu da biliyoruz.

Burada özellikle bir zihniyete vurgu yapıldığını tekrarlamak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanının "Anadolu'daki kız ve erkek çocuklar, o müftünün sözünü dinlerler." ifadesini hepiniz dinlediniz, hepiniz biliyorsunuz. İşte benim anlatmak istediğim tam da bu arkadaşlar. Muhafazakâr ve gelenekçi çevrelerde gençlere ve kadınlara yapılacak olan mahalle baskısı, bizzat Cumhurbaşkanının ifadesiyle afişe edilmiştir, aşikâr edilmiştir. İşte ben tam da bu noktada çekincemi ve eleştirimi sunuyorum. Dindar kadınlar, saltanatçı, erkekçi, mezhepçi, cinsiyetçi, erkek cinsini yarı tanrılaştıran dinciliğin, hakikatle uyuşmadığını fark ettiklerinde ve kendi kimlik ve özgünlüklerinin farkına vardıklarında, bu, muhafazakâr gelenekçi çevrelerin işine gelmemektedir. Hakikatin tahrif edilmesiyle yine aynı cahiliye dönemlerindeki gibi, kadınlara gelenek adına, sapkın inançlar adına kendilerinin tercih etmedikleri yaşamlar "kader" diye dayatılmaya çalışılmaktadır.

Ben konuşmamı burada bitireceğim. Konumun yarım kalmasını istemiyorum. 9'uncu maddede, kalan bölümü tekrar sizlerle paylaşacağım arkadaşlar.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)