GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı Adına Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile İspanya Krallığı Savunma Bakanlığı Adına İspanya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Arasında Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi (LHD) Projesi İşbirliği Faaliyetlerine İlişkin Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:7
Tarih:12.10.2017

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben konuşma yaptıktan sonra dışarı çıktığımda Sayın Muş'u dinledim. Açıkçası söz alma niyetim yoktu ama birkaç hususa açıklık getirmek istiyorum.

Bir kere, her şeyden önce, iktidar olmak eleştiriye tahammül etmek demektir. Biz muhalefet partisiyiz. Muhalefet partileri iktidarın gördüğü eksikliklerini, yanlışlarını eleştirir yapıcı bir şekilde çünkü amacı zaten iktidarı denetlemektir. Muhalefet partilerinin temel görevlerinden biri, burada bulunma, varlık sebeplerinden biri zaten bir denetim mekanizması oluşturmaktır. Yani, iktidarın her dediğini, her yaptığını alkışlamak, desteklemek, eleştirmemek gibi bir sistem tahayyül ediliyorsa buna Parlamento diyemeyiz, buna demokratik bir işleyişe sahip bir ortamda yaşıyoruz da diyemeyiz. Yani her eleştiriye de böyle agresif bir şekilde, tepkisel düzeyde cevap verilmez, verilmemelidir.

Ben burada bir konuşma yaptım, Fehim Taştekin'in "Rojava/Kürtlerin Zamanı" diye kitabının yasaklanması ve toplatılmasıyla ilgili eleştirilerimizi ifade ettim ve kendimce -en azından öyle sanıyorum, öyle anlaşılmadıysam da üzülürüm- eleştirilerimi sakin, yapıcı bir dille, burada sağduyuya davet eden bir konuşma yaptım. Yaptığımı sanıyorum. Sayın Muş gülüyor ama... Çünkü burada ben Kürtlerle dost olmak gerektiğini, bu ülkede 20 milyon Kürt yaşadığını...

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Biz Kürtlerle zaten dostuz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - ...dışarıdaki Kürtlere, içerideki Kürtlere bu düşmanlığı yapmanın hiç kimseye fayda sağlamadığını... Bu konuşmaya da sataşıyorsanız söyleyecek hiçbir şey yok. Kültürden, dilden, inançtan, kimlikten söz ettim ve dedim ki hatta: "Kerkük'te yüzde 13 ya da 15 Türkmen varsa tabii ki onların hakları savunulmalı ama yüzde 60 Kürt varsa onların da hakları savunulmalı." Yani, burada bir ayrımcılık yapmamalıyız; yapmamız demokrasiye, uluslararası ilişkilere, teamüllere aykırıdır. Bunun adı başka bir şeydir. Yani içeride ve dışarıda bir kimliğe yönelik aynı tonda yanıtlar vermenin, dünyanın neresinde olursa olsun yaşayan Kürtlere böyle bir düşmanlık sergilemenin -bunu da şimdi söylüyorum- kabul edilemez olduğunu ekliyorum.

Şimdi, Sayın Muş bana dedi ki: "Etnik milliyetçilik yapıyorsunuz." Biz Halkların Demokratik Partisi olarak milliyetçi bir parti olamayız, etnik milliyetçilik bizim uzağımızdan yakınımızdan geçemez. Biz Türkiye'de yaşayan Ermenilerin, Süryanilerin, Yezidilerin, Kürtlerin, Türklerin, sosyalistlerin, demokrat muhafazakârların, feministlerin ve -saymayayım- herkesin içinde olduğu bir partiyiz. Biz tek bir kimliğe, tek bir inanca, tek bir dile, tek bir dünya görüşüne sahip milletvekilleri değiliz. Bizim aramızda da ayrılıklar olabilir ama bizim kıblemiz ilkelerimiz ve programımızdır. Biz hepimiz yüzde yüz aynı şeyi düşünmeyebiliriz ama biz Halkların Demokratik Partisi adına siyaset yaparken bu ilkelerimiz doğrultusunda burada konuşmalarımızı yaparız ve siyasetimiz de buna dairdir.

Şimdi, Kobani'ye ilişkin verdiğim örneği... Sayın Erdoğan şöyle dedi: "Yeni Kobani'ler olmasını istemiyoruz." Tabii, buraya nereden baktığınıza bağlı. "Yeni Kobani'lerin olmasını istemiyoruz." demenin bir anlamı şudur... Ki biz öyle anladık. "Kobani'de, orada bir yönetim oluşmuş, kendi kendini yönetiyor, bütün farklılıklar içinde, kimseye bir zararları yok. Niye rahatsız olunuyor?" dedim. "Yeni Kobani'ler" derken, Kobani'de şu anda IŞİD iktidarda olsaydı daha mı iyi olurdu? Bir barbarlık örgütü. Şengal'de binlerce kadına tecavüz eden, kadınların hâlâ köle pazarlarında kendileri tarafından pazarlandığı, kadınların tecavüze uğramamak için uçurumlardan atladığı... Ve şu anda hâlâ Şengalli kadınların birçok pazarda satıldığını ve bunu bizim yakından takip ettiğimizi de buradan ifade edeyim.

"Kobani'de, orada yaşayanlar kendi kendini yönetiyor." dedim. Fakat Sayın Muş "Bizim 50 insanımız öldü." dedi. Doğrusu, biz öyle bakmamıştık. Yani ben o cümleyi sarf ederken 6-8 Ekimi kastettiğini Erdoğan söylediğinde düşünmemiştim, demek ki öyle söylemiş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Aklınız başka yerde, onun için.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Ben buradan söylüyorum bir kez daha: 6-8 Ekim olaylarında iktidar partisi baştan beri kendi sorumluluğunu, kendi görevini yapmamayı, 54 insanın yaşamını yitirmesini HDP'ye yükleyerek her zaman olduğu gibi kendisini aklama peşinde.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - MYK kararıyla sokak çağrısı yaptınız, onu da söyleyin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - 54 insanımız yaşamını yitirdi, Yasin Börü dışında hiçbir dosyada soruşturma yok. Tek tek dosyaları tekrar inceliyoruz, orada ölenlerin 48'i -yanlış anımsamıyorsam- HDP'nin üyesi ve yöneticileri. HDP'liler öldürüldü ve buna yol verildi. Hükûmet, devlet çekildi alandan. Sıkıyönetim ilan edildi, ben Diyarbakır'daydım ikinci gün, ilk gün Adana'daydım, kimlik kontrolü bile yapılmıyordu. Provokatörlere alan açıldı, paramiliter güçler devreye girdi. Büyük bir provokasyonla bu ölümler gerçekleşti ve biz bu kürsüden defalarca araştırma önergesi verdik, dedik ki...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Beştaş, sokak çağrısını yapan kim, onu söyleyin. Sokak çağrısını kim yaptı?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Sokak çağrısı, ona da geleceğim.

NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) - Başkan, bir grup başkan vekili böyle olamaz ya.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Biz defalarca şu önerimizi Meclise getirdik: Siz bizi suçlayacağınıza, bize yükleme çabasında bulunacağınıza, gelin, Mecliste bir komisyon kuralım, 6-8 Ekimde ne oldu, gerçekten ne yaşandı, bu ölümler neden meydana geldi, insanları kim öldürdü, failler kim, bunlar tutuklansın, soruşturma dosyaları açılsın, bunu araştıralım diye önerge verdik. Getirdik, defalarca bu kürsüden bu önergeler sunuldu ama iktidar partisinin oylarıyla reddedildi. Bizim çekindiğimiz hiçbir şey yok bu meselede. 6-8 Ekim olaylarında yaşanan ölümler ve kayıpların, o acının burada araştırılmasını istiyorsak zaten bizim kaygımız yoktur ki. Ne kaygımız olabilir? Biz bir siyasi partiyiz.

Şimdi, çağrıya gelince, o dönemi size hatırlatmak istiyorum. IŞİD Kobani'yi kuşatmış durumda, çözüm süreci devam ediyor. 1 Ekimde Sayın Davutoğlu ile Eş Başkanımız Sayın Demirtaş... Çok iyi hatırlıyorum, ben merkez yürütmedeydim, Amerika'dan Demirtaş özel olarak geldi Davutoğlu'nun randevusuna ve Kobani'yi görüştüler, 1 Ekimde. Ve sonra bizim bir heyetimiz, çözüm süreci heyetimiz Hükûmet yetkilileriyle görüştü, "Bu meseleyi nasıl çözelim?" Bir insanî koridor açılması talebi vardı. Uluslararası koalisyon güçlerinin tümü, IŞİD'in Kobani'yi esir almasının, oradaki katliamların önüne geçmek için çağrılar yaptı. Fakat Türkiye'de bütün çabalara, bütün kamuoyu basıncına rağmen insanî koridor açılmadı ve IŞİD orada ciddi, on binlerle ifade edebileceğimiz bir katliama girişme hazırlığındaydı. O çağrının... Orada bulunan merkez yürütme kurulu üyeleri tarafından, bir karar da değil hemen, acilen toplanıldı. Çünkü telefonlar gelmiş, ben bilgi aldım, o gece Adana'daydım, demişler ki: "Mürşitpınar Sınır Kapısı'nı IŞİD'liler almış." Yani bu kadar açık ve IŞİD orada tecavüz, katliam her türlü girişimde bulunacak, bir parti orada bulunan üyeleriyle birlikte bir çağrı yapmış, demokratik tepki çağrısında bulunmuş, sokak çağrısı yapmış. Sokak, demokrasilerde, tepki, demokrasilerde en meşru yöntemlerden biridir; tıpkı 15 Temmuzda olduğu gibi, tıpkı başka dönemlerde olduğu gibi, tıpkı adalet yürüyüşünde olduğu gibi. Bu katliamı durduralım, katliamı önlemek için yapılan bir çağrının bu kadar ters yüz edildiği başka bir ülke herhâlde yoktur. O gece, uluslararası koalisyon güçleri IŞİD'i bombaladılar ve o gece Kobani o katliam tehdidinden kurtuldu ve sonrasında, hemen bir ya da iki gün sonrasında, Hükûmet tarafından bir koridor açıldı ve Irak Federal Kürdistan Bölgesi'nden gelen Peşmerge güçleri Kobani'ye geçti. Ve bu geçişler öyle gizli saklı olmadı, canlı yayınlarda Peşmergelerin hangi bir yerde olduğu, nasıl geçtiği, nasıl yardım tırlarının gittiğini hepimiz canlı canlı izledik. Fakat, bir hafta boyunca yine bir söz söylenmedi. İmralı'ya bir haber gönderildi, Sayın Öcalan'a "Bu işi durdurun." dendi ve bir not geldi, bu notu Eş Başkanımız Demirtaş Diyarbakır'da açıkladı: "Lütfen halkımız sağduyulu olsun, bu olaylara sebebiyet vermeyelim, biz sağduyumuzu koruyalım ve artık bu tepkiyi de durdurun." şeklinde çünkü öyle bir hâle geldi ki, Hükûmet İmralı'ya haber göndermişti ve DTK'da açıklama yapıldı. Şimdi, çok özet hâliyle tablo bu.

HÜDA PAR'ın İl Başkanı Şeyhmus -soyadını şu anda hatırlamıyorum- yedi sekiz ay önce bir açıklama yaptı. Bu, HÜDA PAR'ın İl Başkanının -kayıtlara bakabilirsiniz, BirGün gazetesinde çıktı- hatta Erk Acarer'e verdiği bir röportaj. Yanılıyorsam sonra tutanakları düzelteceğim. Diyor ki: "Doğru, Yasin Börü bizim arkadaşımız, bizim çocuğumuz; katledildi. AKP Hükûmeti ve AKP il yönetiminden bir hafta boyunca hiç kimse taziyeye bile gelmedi. Sonra, AKP bunu siyasi bir malzeme olarak Yasin Börü üzerinden kullanmaya başladı; aile rahatsız, biz de rahatsızız."

Biz o ölümler arasında ayrım yapmıyoruz. Bu çağrının katliamı önleme çağrısı olduğunu biliyoruz ama bizim elimizde onlarca televizyon kanalı yok, yüzlerce gazete yok; bütün devlet erki, bütün organlar bizim elimizde değil. Bizim sözümüzün duyulmaması için her türlü yöntem kullanılıyor, sansür kullanılıyor ve Kobani'yle ilgili de gerçek budur. Bu gerçekleri çok daha fazla ayrıntılandırabilirim.

Biz, burada, ayrıştırma değil, gerçekten birleştirmeyi savunuyoruz. "Kürtlerle dostluk, dış politikayı buna göre kurmayın." derken ben farklı bir temelde söyledim bunu. Referanduma ilişkin de demografik yapı değişiyor, yok şu oluyor, yok bu oluyor. Ya, Irak bu ülkenin sınırları içinde değil. Birleşmiş Milletlerin mekanizmaları o sözleşmelerin altında Türkiye'nin imzası var, herkesin kendi kaderini tayin hakkı var.

Şimdi, Türkiye oraya "Siz referandum yapamazsınız." deme yetkisini nereden alıyor? Şunu söyleyebilir kendi sınırlarına zarar gelmemesi için, sınırlarını korumak için tabii ki tedbirler alır. Bir de bir hükûmeti ve devleti çetelerden ayıran temel ilke hukuka bağlılıktır. Bu, hukukçular tarafından çok iyi bilinir, bütün kitaplar, bütün uluslararası veriler bunu gösterir ve biz Hükûmete, vatandaşı olduğumuz, mensubu olduğumuz Parlamentoda hukuka bağlılık çağrısını ısrarla ve her zaman yapıyoruz. Şu anda hukuka bağlılık var mı? Niye sadece hükûmetlerin, devletlerin silah kullanma üstünlüğü var? Çünkü meşru, kendini koruma meşruiyeti var, çünkü uluslararası güçlerin saldırısı karşısında ülkesini, vatandaşlarını koruyabilir ama o gücü hukuktan almıyorsa, hukukun yasakladığı, menettiği bir gücü kullanıyorsa orada işte başka bir şey vardır. Çete mi deriz, kabile mi deriz, terör örgütü mü deriz, ne diyebiliriz? Diyemeyiz bunları. O yüzden hukuka bağlılık temel ilkedir.

Şu anda bizim yaşadığımız KHK'lere dayalı, OHAL'e dayalı, iktidarın her türlü hukuksuzluğu yapma yetkisini kendinde gördüğü bir yönetimle Türkiye yönetiliyor. İşte Topbaş görevden alındı, bizim bütün belediye eş başkanları şu anda cezaevinde önemli oranda, kayyum atandı. Halk iradesinin reddedildiği, halk iradesinin temsiliyetini bulmadığı bir ülkede demokrasi kalmamıştır, Anayasa yoktur. Şu anda "Türkiye bir hukuk devletidir." bile diyemiyoruz çünkü sadece OHAL'e sebep olan olaylarla ilgili KHK yayınlanmıyor, Anayasa değiştiriliyor, yasa değiştiriliyor, insanlar ihraç ediliyor, her türlü tedbir KHK'ye dayandırılıyor. Böyle bir yetki yok ki. Şimdi, kayyum atamanın KHK'yle ne alakası var? Yer isimlerinin kayyumlar tarafından değiştirilmesi... OHAL olmasa Mehmed Uzun'un adı değiştirilebilir mi? Uğur Kaymaz'ın adı niye parktan kaldırılır? Bir çocuk. Ceylan Önkol'un ismi niye parktan kaldırılır? Cigerxwîn'un ismi neden kaldırılır, sonra asılır? Şimdi, şu anda işte bütün bunların tümü Kürtlüğü, kimliği, etnik durumu, her şeyi unutturmak, reddetmek. Bunu yapamazsınız, insanların inançlarını bu şekilde değiştiremezsiniz, tarihe, kendi değerlerine bağlılığını ortadan kaldıramazsınız; sadece öfke büyür, tepki büyür.

Buradan şunu söylüyorum: Bu Hükûmet geçmişte -ki Sayın Arınç'ı hatırlıyorum, başkaları da söylemişti- "PKK'yi 1980'li yıllarda 5 no.lu zindan yarattı." demişti, "Oradaki insanlık dışı uygulamalar, oradaki işkenceler yarattı." demişti. Bunu biz değil ha, Hükûmet yetkilileri söyledi, Başbakan yardımcıları söyledi.

Şu anda 12 Eylülü aratan uygulamalar var. 12 Eylülde kamuoyuna böyle servisler yapılmıyordu, insanlar yüzükoyun, çırılçıplak, kan revan içinde gözaltına alınıp bütün kanallara gönderilmiyordu. 12 Eylülde, çocuklar öldükten sonra soruşturmalar engelleniyordu, bugün de engelleniyor.

İşte, bizim bütün derdimiz gerçekten bu ülkede barışın, huzurun, demokrasinin tekrar tesisidir. Bu gidilen yol, yol değildir. Ben gerçekten ilk konuşmamda da eleştiri kapsamında söylemiştim ve söylediklerimizi duymamak, içeriğini anlamamak, çağrılarımıza kulak asmamak için her türlü yöntemle yanıt veriliyor. Laf yetiştirme ise, hepimiz birbirimize laf yetiştiririz, siyaseten söyleyeceğimiz laf o kadar çoktur ki.

Şu anda bu Parlamentoda 5 milletvekilinin vekilliği düşürüldü, 2 arkadaşımızın devamsızlıktan, Türkiye tarihinde olmayan bir yöntemle, mazeret dilekçesi verdikleri için -vermeseler düşürülmeyecek- vekillikleri düşürüldü, bir haftada dosyalar karara çıkarılıp, buraya getirilip vekillikler düşürüldü. Bu utancı bu ülke kaldıramayacak.

Siz yüz binlerce insanın, milyonlarca insanın Parlamentoya gönderdiği vekilleri böyle düşürerek bu ülkeye hizmet etmiyorsunuz, bu ülkenin geleceğine hizmet etmiyorsunuz. Olumlu oy verenlere söylüyorum, o vekilliklerini düşürdüğünüz... Şimdi, haftaya salı günü de Sayın Leyla Zana gelecek Karma Komisyona; ne olacak, bütün vekillikleri düşürseniz ne olacak? Yine seçim olacak; bu halk oy vermekten vaz mı geçecek, kendi değerlerini korumaktan vaz mı geçecek? Ha, zorla olmazsa, zorla götürülüp mühür bastırılmazsa, hileler yapılmazsa herkes iradesinin arkasında. Ve biz her ile gidiyoruz, bu düşürülmelere ilişkin, Demirtaş'ın hâlâ tutukluluğuna ilişkin, hâlâ mahkemeye çıkmamasına ilişkin, bu tutuma ilişkin inanılmaz bir öfke birikiyor. Bu öfkeyi biriktiren bu uygulamalardır.

Sadece biz HDP'liler, AKP'liler kendimizi dinlemeyelim, dışarıyı da dinleyelim. Siz de sadece kendi çevrenizi dinlemeyin, olmaz. Herkesin birbirini desteklediği yerde bir fikir uçuşması olmaz, bir tartışma olamaz. Kendi söylediklerimize kendimiz önce inanalım ve kesinlikle şu anda Türkiye'de emin olun, taksicisinden esnafına kadar, esnafından memuruna kadar, işçisine kadar, kadınına kadar, çocuğuna kadar, her bindiğim takside "Ne olacak Vekilim bu ülkenin hâli, biz uçuruma yuvarlanıyoruz." diyorlar. Bunu HDP'li olduğumu bildiği için söylemiyor. "Bizim sonumuz... Dolar yükseldi; eyvah, ABD de bize sırtını döndü; eyvah, ihraçlar devam ediyor." Bu gündemler basit gündemler değil ki. Biz burada oturuyoruz ama bütün Türkiye şu anda diken üstünde bu gidişatı merak ediyor.

İşte, bu nedenle, gerçekten söz almayacaktım ama biz burada yokuz diye böyle bizim hakkımızda, konuşmamızı bitirip gittiğimiz hâlde böyle arkadan laf yetiştirmeler en basit deyimiyle şık değil.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Genel Kurul bitmeden gittiniz siz, kusura bakmayın, arkanızdan konuşmayız.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Biz eleştiri yaptık, şüphesiz bu eleştiriye yanıt verebilirsiniz ama amacımız laf yarıştırmak değil, gerçekten biz gerçeği bulmaya çalışıyoruz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)