GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İspanya Krallığı Arasında Savunma Sanayi Konusunda Gizlilik Dereceli Bilginin Korunması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:7
Tarih:12.10.2017

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ilgili iki anlaşma üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

"Komşu komşunun külüne muhtaçtır." özdeyişinden hareketle, gerçekten ikili anlaşmalara, uluslararası ilişkilerin yapılmasına yürekten inanan bir kardeşinizim fakat bu anlaşmalarda dikkate alınması gereken birtakım hususları da dile getirmekten, sizlere bir şeyler anlatmaktan kendimi alamayacağım.

Saygıdeğer milletvekilleri, uluslararası anlaşmaların temelinde, karşılıklı ülke çıkarlarına uygun birtakım plan ve programların eyleme dönüştürülmesi esas alınır. Diğer bir ifadeyle, dış politika eksenli bir işlemden söz ederken olmazsa olmaz temel ilke güvenlik ve refahı öncelemekten geçer. Şayet, bunlar arasında bir hiyerarşi söz konusu olursa güvenlik refahtan daha önceliklidir. İşte böyle bir saikle Türkiye'nin son zamanlarda uluslararası ilişkilerde yaşadığı sorunları mercek altına alabiliriz.

Bu noktada diğer önemli bir husus ise iç politikayla eş güdümlü güvenlik ve refah öncelikli bir uluslararası ilişkiler belirlemede kullanılacak yöntemdir esas alınması gereken şey. Aslında bu yöntemin temel ilkesi, Türk devlet geleneğinde biriken, yüksek bir tecrübeyle ortaya konulan, somut hâliyle yurtta sulh, cihanda sulh ilkesidir. Bunu söylerken herhangi bir aşağılık kompleksine kapılmadan mütekabiliyet ölçüsüne uygun davranmak esas alınmalıdır. Yani somutlaştırmak gerekirse, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve dolayısıyla yüce Türk milletini ve devletini itibarsızlaştırmayı hedefleyen bir irade tarafından bir zamanlar Mehmetçik'e çuval geçirilirken buna duyarsız kalarak rutin programına devam etmek hiçbir diplomatik davranışla izah edilemez ya da şehit vererek korumaya çalıştığımız bir konsolosluğun sivil çalışanının FETÖ bağlantısını deşifre edip bugün yaptığımız gibi yargılama yerine diğer yanağımızı çevirmek de aynı şekilde bir eziklik olurdu şayet yapmasaydık.

Peki, ne oldu da peş peşe uluslararası krizlere, köşeye sıkıştırmalara maruz bırakıldık? Bunu sadece diplomatik davranış eksikliğiyle açıklayamayız. Elbette ki eleştirecek çok şey var ama asıl mesele tarihin bu defa tekerrür etmesine müsaade etmeyen millî bir duruştur yani 15 Temmuz akşamı "Bizim çocuklar bir kez daha başardı."nın önüne geçmektir asıl buradaki durum. Şimdi, tabii doğrudan müdahale girişimi fiyaskoyla sonuçlanınca aynı beklentiyle bu defa önümüze birtakım yeni projeler, yeni problemler sunulmaya başlandı, işte, malumunuz bunu hep birlikte yaşadık ve tanıklık ettik bu yüce Mecliste. Neydi bunlar? Hemen hızlı bir şekilde Avrupa Birliği üyeliği müzakerelerini kesmek, o da yetmezmiş gibi, efendim, vize sorununu ortaya koymak, hemen, o da yetmezmiş gibi, üçüncü bir ayak nefes aldırmadan, peşmerge referandumunu devreye sokmak.

Şimdi, tabii, bütün bunlar yapılırken, diplomaside olmazsa olmaz o kuralımızdan, gerçekten önce ülke ve millet demek olan yani güvenliği ve refahı öncelemekten taviz vermemek durumundayız. Ama maalesef bugün birilerinin ta binlerce kilometre öteden gelip bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada egemenlik iddiasında bulunmalarına herhangi bir ses çıkarılmazken, her akşam televizyonlara baktığımızda güya her konuda allame kesilen bir grup ne yapıyor? Efendim, bu bağlamda millî bir iradeyi sürekli tekrarlayan, gündeme getiren, fabrika ayarlarını, cumhuriyetin temel ilke ve değerlerini gündeme getiren bizi, Milliyetçi Hareket Partisini ve Sayın Genel Başkanımızı hedef yapmaya çalışmaktadırlar.

Efendim, suçlamanın bir ayağı hamasettir. Neymiş hamaset? Musul, Kerkük'ü dile getirmekmiş hamaset. Yani, efendim, en fakruzaruret içerisinde dahi, Mustafa Kemal'in en yakın silah arkadaşlarının bile o namüsait şartlarda manda ve himayeyi telaffuz ettiklerinde Mustafa Kemal'in "Ya istiklal ya ölüm" demesinden esinlenerek bizim önce ülke ve milletin bekası dememizin ne derece hamaset olduğuna kanaat getiriyorsunuz?

Şartlar ne olursa olsun, eğer birilerinin "Biz Amerika'yı yeniden büyük bir devlet yapacağız." deme hakkı var ise, birilerinin ta Arjantin kıyılarında, Falkland adaları üzerinde, binlerce kilometre ötede hak iddia etme hakları var ise, bizim de egemenlik alanımızda, kendi coğrafyamızda "Ya istiklal ya ölüm." deme hakkımız vardır; bunu anlamakta güçlük çekiyorlar.

Şimdi, bakın, en basit bir şirket kuruluşunda dahi, bir STK'nın kuruluşunda dahi, bir derneğin, bir vakfın kuruluşunda dahi, hatta daha da büyütüyorum, ülkelerin anayasalarında vurgulandığı üzere bir vizyon ve misyondan bahsedilir. Şimdi, böyle tabii, ecnebi bir kavramla ifade ettiğimiz zaman kabul edilebilir görülüyor. Efendim, nedir bu vizyon ve misyon? Kelime anlamı itibarıyla birisi -çok hoşuma da gidiyor- öz ülkü demek, birisi öz görev demek. E, nedir? Kurduğunuz basit bir şirkette dahi bir vizyon koyuyorsunuz ortaya, öz ülkü olarak diyorsunuz ki, biz şunu şunu yapmayı hedefliyoruz ya da ülke olarak bir hedef koyuyorsunuz, şu kısa vadede, orta vadede, büyük vadede şunları şunları yapacağız ve misyon olarak da, öz görev olarak da bunu yapmanın yolu da şu, şu, şu aktif adımlardan geçmektedir. İşte, buna "vizyon" ve "misyon" deyince sıkıntı olmuyor ama bizim aydınlarımız niyeyse kendi kültürüne, değerlerine efendim, kültürel dokusuna bir yabancılık kompleksi içerisinde ya, nereden çıktı şimdi bu Kızılelma? Söyleyeyim işte, Kızılelma'yı güncelleştirdim, öz ülkü, öz görev dedim. Buna itiraz etmezler ama "Kızılelma" kelimesinden huylanıyorlar. Niye huylanıyorsunuz? Mustafa Kemal'in Kızılelma'sı yok muydu, öz ülküsü neydi, neydi? Türkiye Cumhuriyeti devletini muasır medeniyetlerin üzerine çıkarmak değil miydi? Yüce Hakanımız Fatih'in Kızılelma'sı neydi, öz ülküsü neydi? İstanbul hayaliydi, İstanbul'u fethetmekti. Alparslan'ın da öz ülküsü, Kızılelma'sı neydi? Anadolu'yu Türklere ve dolayısıyla İslam'a yurt edindirmekti. Şimdi, Allah aşkına, biz de diyoruz ki bizim Kızılelma'mız, siyasi bekamızdan önce ülkemizin, milletimizin birlik ve beraberliğinin ve Türk devlet geleneğinin ebet müddet olması için elimizden gelen her türlü fedakârlığı yapmaktır. Bunun nesine "hamaset" diyorsunuz, bunun nesini anlamakta zorlanıyorsunuz?

Bakın, 1978 yapımı bir "Geceyarısı Ekspresi" filmi var. Bu, Amerika'da belirli diasporaların maddi desteğiyle yapılmış bir film. 1980'den bu tarafa, ömrümüz bu filmdeki yanlışlıkları savunmakla geçti, hep savunmada kaldı bu Türkiye Cumhuriyeti devleti ve bizler. Yeter artık! Biz yapmadığımız şeylerden dolayı, işlemediğimiz suçlardan dolayı savunma kompleksini bırakıp bir an önce -"öz ülkü" deyin adına siz, biz "Kızılelma" diyoruz- Türkiye'yi lider ülke yapma yolunda elimizden gelen her şeyi yapacağız diyorum. Bu anlaşma da ona vesile olsun.

Saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.