GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:5
Tarih:10.10.2017

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Teşekkürler Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konu adalet olunca ve 10 Ekim olunca o 10 Ekim anmasını konuşmadan geçmek olmaz. Onun için konuşmamı tamamen değiştirdim. Bugün sosyal medyada paylaşılan, bir meslektaşımın duygularını, olayın içerisinde olan bir arkadaşımın duygularını kısaltarak sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Üzerinden belki iki yıl geçti ama 10 Ekim travması hepimizi derinden sarstı. Kimimiz bu sarsıntının kısmen farkına vardık ve durumu kavramaya, yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz.

Hâlâ bugün gibi anımsıyorum, bombalar patladığında TTB'nin yani Türk Tabipleri Birliğinin kortejinde, patlamanın yaklaşık 50 metre ilerisindeydim. Saat 10.04'te, bombaların patlamasından yaklaşık bir dakika sonra, ikinci bombanın patladığı alandaydım ve son yaralıyı da hastaneye taşıyıncaya kadar alanı terk etmedim. Yaklaşık 10 yaralıya müdahale etme şansım oldu. Bunlardan 3'ünün yaşamsal tehlikesi yoktu, özel araçlarla hastaneye gönderilmelerini sağladım, ağır yaralılardan da sadece 2'sini ambulansa kadar yaşamda tutabildim.

Ağır yaralılardan birine müdahale sırasında polis ortamı gaza boğdu ve ben nefes almak için yaralıyı bırakıp beş altı dakika gazın dağılmasını beklemek üzere, gazın yoğun olmadığı bir bölgeye sığındım. Döndüğümde hastaya doktor olmayan birileri müdahale ediyorlardı ancak hasta "ex" olmuştu.

Bu olayı üç gün boyunca ayrıntılı olarak kimseye anlatamadım, yaklaşık bir ay boyunca da kâbuslarla bölünen kısacık uykularım dışında başımı yastığa koyamadım. Nefes alamadım, her uykuya daldığımda gazdan nefes alamayacak durumda uyandım. Uyandım ama rüyamda müdahale ettiğim hasta, gazdan boğulsam da orada kalmamı, kendisine yardım etmemi istiyordu; kalamadım, bırakıp gittim ve o öldü. Yapabildiğim tek şey, onun yolun ortasında bulunan cansız bedenini kaldırımın kenarına çekmek ve yüzünü örtmek oldu.

Üç gün sonra psikiyatrist ve psikologlardan oluşan bir heyetle Ankara'ya giden 5 doktor arkadaş bir görüşme yaptık. Konuşma sırası bana geldiğinde bombadan çok daha korkuncunun polisin sıktığı gaz olduğunu anlatmaya çalıştım ama ağlamaktan doğru dürüst cümle kuramadım. Hastamın yardım isteyen yüzü aklımdan hiç çıkmıyordu, hele de döndükten sonra yardımdan umudunu kesmiş bir şekilde sessiz sedasız, nefessiz bir şekilde yatan cansız bedenini unutmak mümkün değildi.

Patlamadan iki dakika sonra yaklaşık 40 kişilik TTB heyeti ve sayısını kestiremediğim çoklukta SES heyeti alanda tam bir ekip hizmeti veriyorlardı. Kimisi triyaj yapmaya çalışıyordu, kimisi kimin canlı, kimin ölü olduğunu anlamaya çalışıyordu, kimisi hayati tehlikesi olmayan yaralılara -ki bunların ya bacağı ya kolları kırıktı ya da ölümcül olmayan yaraları vardı- tampon ya da turnike yapıyordu, kimisi en ağır yaralılardan başlayarak ambulanslarla hastaneye taşıma işlemini yürütüyordu. Herkes oradaydı, herkesin sırtında TTB ve SES önlükleri vardı. Bugün ölenlerin sayısı 102 olarak dillendiriliyorsa, bunun 202 olmamasının tek nedeni alanda yapılan ekip çalışmasıydı. 40 kişilik TTB ekibinin, onlarca SES üyesinin ne yapacağını bilerek birlikte yaptıkları müdahaleydi.

Müdahale bittikten sonra gittiğimiz TTB'de de hummalı bir çalışma başlatılmış ve devletin "30" diye lanse ettiği ölü sayısının 100 civarında olduğunu saat 15.00'te TTB isim isim çıkarmıştı. Ankaralı sağlıkçılar hastanelerde yaralılara ve ölenlerin yakınlarına sahip çıkma konusunda her türlü imkânı sonuna dek kullanıyorlardı.

Kısaca, barış için, emek, demokrasi ve özgürlükler için, insanların ölmesinin önünü kesmek için türküler söyleyip halaylar çekmek için Ankara'ya giden on binlerce insanın ortasında patlatılan bombalar, bizleri yıldırmaya, karanlığa hapsetmeye, umutsuzluğa düşürmeye, birbirimizi eleştirmek, birbirimizi suçlamak için gerekçeler üretmemize, ölümü gösterip sıtmaya razı olmamıza yönelikti. Ancak biz, emek ve demokrasi güçleri, gerek sendikalarımızda gerek meslek odalarımızda gerek siyasal oluşumlarımızda bu süreci bıkmadan usanmadan tartışmaya ve bu karanlıktan çıkış yollarını aramaya, bulmaya ve bütün insanlığa kabul ettirmeye yönelik bir mücadele programını önümüze koymak zorundayız. Egemenlerin canlı bombaları, silahları, tankları, tüfekleri varsa bizim de bu karanlıktan çıkmaya, özgür ve demokratik bir Türkiye'de birlikte yaşamaya yönelik inancımız, umudumuz vardır, 'Kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir.'" Bu sözleri söyleyen, bu duygularını söyleyen, bunlara yardım eden doktor arkadaşım bu iktidar tarafından ihraç edildi ve bugün anmaya giden doktor Behçet de bugün gaza maruz kaldı. Ben şimdi buradan soruyorum: Bu mudur adaletiniz? Bu mudur hukuk?

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.