GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:3
Tarih:04.10.2017

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 491 sıra sayılı İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz değerli üyelerine hayırlı olmasını temenni ediyor, idrak etmekte olduğumuz muharrem ayının tüm İslam âlemine hayırlar getirmesini niyaz ediyorum.

Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde meydana gelen hain saldırı sonucu şehit düşen 4 askerimize Allah'tan rahmet diliyorum, ruhları şad olsun. Yaralı askerlerimize acil şifalar, aziz milletimize de başsağlığı diliyorum.

3 Ekim 1978'de yanında bulunan 17 yaşındaki oğlu Mustafa'yla birlikte alçakça şehit edilen İstanbul eski İl Başkanımız Recep Haşatlı ve oğlu Mustafa'yı rahmetle anıyorum, mekânları cennet olsun.

Değerli milletvekilleri, şüphesiz, Türkiye çok önemli iç ve dış kaynaklı sorunlarla karşı karşıyadır. Millî varlığımızı tehdit eden gelişmeler ardı ardına gelmektedir. Türkiye hain darbe girişiminin artıklarını temizlemeye çakışırken bir yandan da PKK ve diğer terör örgütleriyle mücadele etmektedir. ABD'nin ve AB'nin başat ülkelerinin Türkiye'yi ekonomik ve siyasi abluka altına almaya dönük hasmane tutumları son bulmamıştır. Irak ve Suriye sınırlarımızın hemen ötesinde gayrimeşru, fiilî bir durum yaratılmaya çalışılmakta, Türkiye'nin millî güvenliği ve toprak bütünlüğü tehdit edilmektedir. Orta Doğu'yu yeni bir çatışma ve kaos iklimine sürükleyeceği kesin olan Kuzey Irak bağımsızlık referandumu Irak'ın toprak bütünlüğü kadar Türkmeneli'ndeki bin yıllık Türk varlığını da tehdit etmektedir. Irak Anayasası'na, uluslararası hukuka ve Türkiye'nin hak ve menfaatlerine aykırı girişimlere karşı Türk devleti ve Türk milleti Türkmeneli'ndeki Türk varlığının hak ve hukukunu koruyacak hukuki, siyasi ve askerî yeteneğe sahiptir. Milliyetçi Hareket Partisi millî güvenliğimizi tehdit eden tüm gelişmeler karşısında sonuna kadar devletinin yanındadır.

Bu vesileyle, terörle mücadelede vatan, millet ve mukaddesat uğruna hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, gazilerimize acil şifa, aziz milletimize de başsağlığı ve sabır diliyorum.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla iş mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkileri ile yargılama usulü ve zorunlu ara buluculuğu içeren kapsamlı bir düzenleme yapılmaktadır. Yaklaşık 14 milyon işçi ve 1 milyon 750 bin işverenin bulunduğu ülkemizde işçi-işveren uyuşmazlıkları hem çalışma hayatımızın hem de yargının gündeminde önemli bir yer tutmaktadır. Bu çerçevede, 1950 yılından beri yürürlükte olan İş Mahkemeleri Kanunu'nun yeni gelişme ve ihtiyaçlar doğrultusunda güncellenmesini doğru bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz.

Şüphesiz yargının adil ve hızlı işlemesi yargının yükünü azaltacak yeni mekanizmaların sürece dâhil edilmesini gerekli kılmaktadır. Nitekim partimizin 2015 seçim beyannamelerinde yargıya gitmeden bazı uyuşmazlıkların çözümü için yeni müesseseler oluşturulacağı ifade edilerek bu konuya dikkat çekilmiş; adil ve hızlı yargılamanın temini için gerekli altyapının oluşturulmasının ve yargıya yük getiren, verimliliği ve etkinliği azaltan unsurların giderilmesinin gerektiği vurgulanmıştır.

Tasarı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, isabetli ve gerekli olan bazı düzenlemelere yer verildiği gibi, eksik kalan bazı hususların ve tartışmalara sebep olan düzenlemelerin de yer aldığı görülmektedir. Tartışmaların odağını ise ara buluculuk müessesesinin işçi aleyhine sonuçlar doğuracağı yönündeki kanaat oluşturmaktadır. Zira tasarı, bazı çevrelerce büyük ölçüde işveren yanlısı bir düzenleme olarak nitelendirilmektedir. Tasarının şimdiye kadar Türk yargısı ve öğretisi tarafından kabul gören işçinin korunması ilkesi ve işçi lehine yorum anlayışının işveren ve işletme lehine olacak şekilde yumuşatılması düşüncesini içerdiği anlaşılmaktadır.

Kanaatimizce, iş hukukunun ve iş yargısının amacı işçiyi korumanın yanı sıra, sağlıklı bir iktisadi ortamın sağlanması adına işin, işletmenin, işverenlerin ve genel olarak tüm toplumun menfaatlerini dikkate almak ve korumaktır.

Bununla birlikte, iktisadi ve sosyal açıdan daha zayıf ve güçsüz konumdaki işçinin birtakım menfaatlerinin kanun tarafından öncelikle gözetilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. İşçinin korunması ilkesi ile işletmenin korunması anlayışı arasında yeni bir denge arayışını makul karşılamakla birlikte işçinin korunması ilkesinin göz ardı edilmesini veya terk edilmesini asla doğru bulmayacağımızı ifade etmek istiyorum.

İşçilerin korunmasının yanı sıra, ülkemizde ciddi boyutta bir işsizlik sorunu olduğu ve iş ve istihdamda çeşitli sıkıntıların yaşandığı bir gerçektir. Türkiye'nin acilen 6 milyona yaklaşan işsizine iş bulması ve yüzde 20'lerde bulunan genç işsizliğin önüne geçmesi gerekmektedir. Bize göre bu yapısal sorunun çözümü, sağlıklı bir yatırım, üretim ve istihdam zincirini kuracak üreten ekonomi politikalarının süratle tesis edilmesini gerekli kılmaktadır.

Bununla birlikte hâlen çalışma hayatında bulunanların çözüm bekleyen önemli sorunları karşımızda durmaktadır. Söz verilmesine rağmen hâlâ taşeron işçiler kadroya geçirilmemiştir. Yüzlerce öğretmen atama beklemeye devam etmektedir. Canı pahasına terörle mücadele eden asker, polis, uzman erbaşların çalışma şartları ve mali hakları iyileştirilememiş; 4/C'lilerin sorunları maalesef çözülememiştir.

Kamuda işe girme, ilerleme ve yükselme, mali ve sosyal haklar, unvan ve statü karmaşası devam etmekte, liyakat ilkesi göz ardı edilmektedir. Ne yazık ki sendikacılık kamuda işe girmek ve terfi etmek için kullanılan bir tehdit unsuru hâline gelmiştir. Kişiler liyakatine göre değil bağlı bulunduğu sendikaya göre değerlendirilir olmuştur. Neticede, bürokrasi aksamakta, hizmet kalitesi düşmekte, kamu yönetimine itimat sarsılmaktadır. Bize göre bunun tehlikeli yanı, insanların bu adaletsizlikleri devlete güvensizliğe dönüştürme ihtimalidir.

Bu şartlar altında, bürokrasi süratle rehabilite edilmeli, sendika ağalığı sonlandırılmalı, hadim devlet anlayışına dayanan ve çağdaş unsurlarla desteklenen akıllı devlet kapsamlı bir yönetim reformuyla inşa edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, tasarı, iş yoğunluğuna göre iş mahkemelerinin birden fazla dairesinin oluşturulması ve ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla iş dağılımının Hâkimler Savcılar Kurulu tarafından belirlenmesini öngörmektedir. İşe iade davalarının bir mahkeme, işçi alacaklarının ise bir başka mahkeme tarafından görülmesi gibi bir ihtisaslaşma, kuşkusuz uyuşmazlıkların daha adil ve hızlı bir şekilde çözülmesine katkı sağlayacaktır.

Tasarıyla Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenen hizmet sözleşmesine tabi olan işçi ve işverenler arasındaki uyuşmazlıklar da artık iş mahkemelerinde çözülecektir.

Keza Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarla, para cezaları ile Deniz İş ve İş Kanunu'muzdan kaynaklanan idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıklar da iş mahkemelerinin görev alanına dâhil edilecektir. Bu düzenlemeyle, uyuşmazlığın konu itibarıyla işin esasına vâkıf ihtisas mahkemeleri tarafından çözüme kavuşturulması mümkün olacaktır.

Diğer taraftan, öngörülen düzenlemelerle, işe iade davaları, disiplin cezaları gibi bazı hususlar istinafla kesinleşecek, Yargıtaya gidilemeyecektir. Bu yöndeki düzenleme kanaatimizce yerinde olmamıştır. Zira Yargıtay bir içtihat mercisidir ve içtihadın iş hukukunun şekillenmesi açısından son derece önemli olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu işlevinin ortadan kaldırılmasına ve iş hukukunun önemli bir kaynaktan yoksun bırakılmasına yol açılabilecektir.

Bu durum uzun yıllara sâri iş yargısı deneyiminin etkisiz hâle gelebileceği endişesine sebep olmaktadır. Üstelik, temyiz yolu açık olmayan hususlara ilişkin farklı kararların verilmesi neticesinde içtihat birliğinin bozulması da ihtimal dâhilinde olacaktır.

Tasarıyla, İş Kanunu'na "zaman aşımı süresi" başlıklı bir ek madde ilave edilmektedir. Buna göre, iş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti, kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat, kötü niyet tazminatı, iş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminatların zaman aşımı süresi beş yıl olarak düzenlenmektedir.

Tasarının gerekçesinde, bu düzenlemenin İş Kanunu'nun 32'nci maddesinde geçen "ücret alacaklarında zaman aşımı süresi beş yıldır" hükmüne paralel bir şekilde hazırlandığı belirtilmekteyse de, ücret alacağı ile tazminat alacağının aynı olmadığı ve dolayısıyla aynı kurallara tabi kılınmasının gerekmediği açıktır.

Üstelik Borçlar Kanunu'nun 146'ncı maddesinde yer alan hüküm uyarınca, genel alacaklara ilişkin zaman aşımı süresi on yıl olarak belirlenmişken işçinin dava açma zaman aşımı süresinin beş yıl olarak belirlenmesi, işçilerin hak arama hakkının kısıtlanması anlamına gelecektir. İşçilerin aleyhine olan bu düzenleme kanaatimizce yerinde olmamıştır. Söz konusu düzenlemenin hak kaybına yol açmayacak şekilde ve mevzuat arasında bütünlük sağlayan bir yaklaşımla yeniden ele alınması yerinde olacaktır.

Değerli milletvekilleri, tasarının odağını ara buluculuk sistemi oluşturmaktadır. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'yla ülkemizde uygulanmasına başlanmış bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi olan ara buluculuk, gönüllülük esasına dayalı, tarafların süreçte eşit haklara ve imkânlara sahip olduğu bir yöntem olarak hâlen uygulanmaktadır.

Bu tasarının tartışmaya esas kısmı ise ara buluculuğun dava şartı hâline getirilmesidir. Düzenlemeyle, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi alacağı ile işe iade talebiyle açılacak davalarda, dava açılmadan önce ara bulucuya başvurmak zorunlu hâle getirilmektedir.

Ara buluculuk yönteminin uyuşmazlıkları mahkeme önüne taşımadan kısa sürede ve gizlilik içinde çözebilmesi ve uzlaşmacı bir karakterinin olması müessesenin olumlu tarafını oluşturmaktadır.

Ne var ki gerekçede vurgulandığı üzere ara buluculuğun, yargının iş yükünü azaltan, uyuşmazlıkları uzlaşma ve sulh içinde çözen, âdeta tüm sorunları bir çırpıda ortadan kaldıran bir sihirli formül olarak görülmesi doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Zaten meseleye sadece iş yoğunluğunun azaltılması zaviyesinden de bakılmamalıdır. Türkiye'yle benzer sosyolojik yapıya sahip ülkelerde de iş yargısının yükü ve yargılama süreleri aşağı yukarı benzerlik göstermektedir. Bu durum, problemin yargısal olmaktan ziyade sistematik olduğuna işaret etmektedir.

Şayet işçi-işveren arasındaki dava ve uyuşmazlıkların yargıyı bu derece meşgul etmesi istenmiyorsa öncelikle çalışma hayatının taşeronlaşma, yetersiz denetim, etkin olmayan sendika ve toplu sözleşme düzeni, kurumsallaşamama, dezavantajlı grupların sorunları gibi hususlar çözüme kavuşturulmalıdır.

Genel olarak ifade etmek gerekirse, ara buluculuk gibi alternatif uyuşmazlık yöntemleri, "tarafların eşit" ve "sözleşme serbestisinin geçerli" olduğu hâllerde kendisinden beklenen faydayı gösterebilecektir.

Ayrıca, iş hukukunun kamu düzeniyle de yakından ilişkili olduğu dikkate alındığında, zorunlu ara buluculuğun iyi ve adil bir şekilde düzenlenmediği durumlarda, sadece iş hukuku açısından değil toplumsal huzurun tesisi bakımından da bazı sakıncalar taşıyabilecektir.

Sayın milletvekilleri, bize göre, öngörülen ara buluculuk sisteminin bazı sakıncaları şunlardır:

Gerek ceza gerekse hukuk yargılaması aleni olup, alenilik ilkesi adil yargılanma hakkının en büyük güvencesidir. Oysaki ara buluculuk görüşmeleri tam tersine gizlidir. Ayrıca ara bulucunun hâkimlik teminatı veya güvencesi de bulunmamaktadır. Ara buluculuk büroları, adliye sarayları gibi devamlı şekilde korunan yerler de olmayacaktır.

"Emek" salt bir ekonomik kavram değildir ve emeğe ilişkin birtakım hususlar müzakere edilebilir olmamalıdır. İş yargısında ara buluculuğa bağlı müzakereci anlayış, sendikal haklar, iş yerindeki ayrımcılık yasağı gibi temel hak ve özgürlüklerin de dolaylı olarak müzakereye açılmasını beraberinde getirecektir.

Ampirik çalışmalar, ara buluculuk gibi alternatif çözüm yollarıyla elde edilen işçi alacaklarının miktar olarak mahkeme önünde elde edilenlerden daha düşük olduğunu göstermektedir.

Gerek bu tasarıda gerekse 6325 sayılı Kanun'da, ara buluculuk bürosunun görevlendirmeyi nasıl yapacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Tasarıda öngörülen düzenlemeler, ara buluculuk bürosuna yakın kişilere kazanç sağlanması yolunu açabilecek ve daha evvel bilirkişilerle ilgili ortaya çıkan "güç temerküzüne dönüşme" ve tekelleşme gibi sorunlara yol açabilecektir.

Tasarıya göre, yetki itirazını sulh hukuk mahkemeleri değerlendirecektir. Ancak sulh hukuk mahkemelerinin azaltılması nedeniyle işleri yoğundur. Bu durumda, basit bir yetki uyuşmazlığı için bile uzun süre beklenecek ve uyuşmazlığın çözümü gecikebilecektir.

Ara bulucunun üç hafta içinde kendisine verilen uyuşmazlığı çözememe ihtimâli çok yüksektir. Bu husustaki tek yaptırımın Arabuluculuk Kanunu'nun 21/2 fıkrasına hasredilmesi hatalı bir yaklaşımdır. Ara buluculuk sürecinin kanunda verilen sürede sonuçlandırılamamasının yaptırımının, tarafların anlaşamadığı yolunda bir faraziye olarak düzenlenmesi daha isabetli olacaktır.

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde kanunun nasıl uygulanacağı hususunda netlik yoktur. Asıl işveren-alt işveren ilişkisi işe iade bakımından değerlendirilmiş ancak işçilik alacakları bakımından dikkate alınmamıştır. Bu sebeple, ara buluculuk faaliyetlerinin asıl işveren açısından yeniden başlaması, sürecin gereksiz yere uzayarak ara buluculuk kurumunun hızlı sonuç alma amacını gerçekleştiremeyebilecektir.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle ara buluculuk faaliyetlerinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği yönündeki düzenleme, ara buluculuk görüşmelerine katılmayan tarafı değil avukatını cezalandırıcı mahiyette olup bu durumlarda avukatın tarafları temsilden kaçınmalarına ve bu tarafların savunma hakkının kısıtlanmasına sebebiyet verebilecek niteliktedir.

Ara buluculuk faaliyetinin sona ermesi ve son tutanağın düzenlenerek durumun ara buluculuk bürosuna bildirilmesi için kesin bir süre öngörülmemiştir. İlgili fıkrada geçen "derhâl" ibaresinin kötüye kullanıma sebebiyet vermemesi açısından net bir süreye bağlanması gerekmektedir.

Kararlaştırılan ücreti alamayan ara bulucunun, ara buluculuk tutanağını taraflara vermekten imtina etmesi ihtimal dâhilindedir. Böylesi bir durum, özellikle menfaati haleldar olan tarafın dava hakkını engelleyecektir. Bu sebeple, ara bulucunun taraflara görüşme tutanağının tevdisinin zorunlu hâle getirilmesi uygun olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu sakıncalı hâllere mahal vermemek adına, bize göre, işçiler, sahip olduğu haklarına ilişkin olarak müzakereye zorlanmamalı, ara buluculuk zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Bununla birlikte, gönüllü olarak ara buluculuğa başvuruyu teşvik edecek düzenlemeler güçlendirilmelidir. Ara buluculuk yerine, hâkimin görev alacağı mahkeme önünde yargılama öncesi bir uzlaşma süreci değerlendirilmelidir. Şayet zorunlu ara buluculuk kalacaksa etkin bir adil yardım uygulaması veya ara buluculuk görüşmelerinde işçinin avukatla temsil edilmesi zorunluluğunun getirilmesi, zorunlu ara buluculuğun sendika üyesi işçiler için söz konusu olacak şekilde düzenlenmesi ve ara buluculuk sürecinde iki ara bulucunun yer aldığı bir uygulamanın da tartışmaya açılması yerinde olacaktır.

En nihayetinde önemli olan, çalışma hayatının tüm taraflarının hakkını ve hukukunu adil hâle getirecek, aynı zamanda işi koruyacak bir sistemin inşa edilebilmesidir.

Ayrıca, ara buluculuğun güç temerküzüne yol açacak nitelikte olmaması, ara buluculuk bürolarının tekelleşmesine yol açılmaması ve ticari müesseselere dönüşmesine imkân verilmemesi şarttır. Bu amaçla, ara buluculuk müessesesine ilişkin etkin bir denetim sisteminin ihdas edilmesi de zorunludur.

Bu düşüncelerle, kanun tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlı sonuçlar getirmesini diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aksu.