Konu: | Türkiye'nin Millî Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Millî Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükûmetçe Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekât ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi ve Aynı Amaçlara Matuf Olma |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 121 |
Tarih: | 23.09.2017 |
HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; parlamentolar, milletin, halkın hür iradesiyle oluşan parlamentolar, demokratik değerler açısından âdeta bir mabettir. Parlamentoların, milletin iradesinin üzerinde hiçbir vesayet ve hiçbir darbenin meşruluğu yoktur. Grubum adına, tezkereye dair söz almışken 4 Kasımda darbe sonucu beş ayrı kentte bir siyasi operasyonla, haksız ve hukuka aykırı bir şekilde gözaltına alınan, tutuklanan ve bir darbe sonucu hâlen cezaevinde tutulan Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Grup Başkan Vekillerimiz İdris Baluken, Çağlar Demirel ve diğer bütün milletvekilleri adına hepinizi saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Bir kez daha, şu anda cezaevinde bulunan 10 milletvekilinin tümü için söylüyorum: Milletin iradesine yapılan bu saldırı, bu rehin tutma işlemi, bu baskı rejimi gayrimeşrudur. Bu gayrimeşruluk ortamı içerisinde şimdi ülke bambaşka bir gayrimeşruluğa doğru hızla sürükleniyor.
Bizler, bu Parlamento çatısı altında birbirinden farklı düşünen siyasi partileriz. Zaten birbirimiz gibi düşünseydik farklı partiler kurmamıza da gereksinim olmayacaktı. Bu tezkere, özü itibarıyla neredeyse üç yıllık zaman dilimi içerisinde bütün darbe hukukuna, bütün ötekileştirme hukukuna rağmen haklılığımızın ispatı niteliğindedir. Tarih, bir kez daha bizleri haklı çıkartmıştır. AKP-MHP ittifakı ve aynı zamanda diğer şer örgütleriyle yapmış oldukları ittifak, neredeyse üç yıllık zaman dilimi içerisinde bu ülkeyi, tarihinde hiçbir zaman tanık olmadığı büyük badirelerle karşı karşıya getirmiştir.
Değerli milletvekilleri, her şeyden önce, bugün konuşacağımız tezkerenin, oylarımıza sunulacak olan tezkerenin bugün itibarıyla bir aciliyeti yoktu. Neredeyse tezkerenin -şu anda yürürlükte olan, derdest olan tezkerenin- daha kırk günlük zamanı var ve dokuz gün sonra Parlamento zaten rutin işleyişi içerisinde toplanacak ve günü geldiğinde, tezkereye ihtiyaç varsa tezkere bir kez daha onaylanacaktı. Neden bugün bu tezkere hem milletin önüne hem de Millet Meclisinin önüne konuluyor? Çünkü, Hükûmet, neredeyse üç yıldır tüm Orta Doğu coğrafyasında ve ülke içerisinde kutuplaştırmayla, çatıştırmayla, kan dökerek, bir baskı rejimini inşa ederek bir ülkeyi yönetmenin yani kendi hükûmet etme sürecini uzatmanın bir aracı hâline dönüştürmüş durumda ve bu gayrimeşru politikayı Parlamentodan geçirmek suretiyle meşrulaştırma çabasını ortaya koyuyor. Bu itibarla da bu oyuna "Demokrasiden yanayım, milletin iradesinden yanayım, haklardan, özgürlüklerden yanayım; olağanüstü hâl rejimine karşıyım, kanun hükmünde kararnamelere karşıyım." diyen herkesin "hayır" demesi gerekiyor. "Milletin iradesiyle gelen ancak ve ancak milletin iradesiyle gider." diyen herkesin buna "hayır" demesi gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, bu tezkerenin bir diğer amacı daha var: Neredeyse üç yıldır tüm coğrafyamızda ifade etmeye çalışıyoruz; ırkçılık, aşırı milliyetçilik, savaş ve çatışma, bir toplumun ancak ve ancak felaketi olabilir. Bir toplumu felaketten çıkarmanın yegâne bir yolu vardır; o da adalete, barışa, özgürlüğe sahip çıkmak, onu korumak ve kollamaktır. Bu tezkere, açık, net bir şekilde 40 milyon Kürt halkının düşmanlığının ilanı tezkeresidir.
Değerli kardeşlerim, Kürt halkı, tıpkı Türk halkı gibi, Ermeni halkı gibi, Asuri, Süryani halkı gibi, Fars halkı gibi, Arap halkı gibi bu coğrafyanın asli, onurlu halkı ve sahiplerindendir. Bu coğrafyada Kürt halkının haklı özgürlük talebi, haklı barış talebi, haklı bir arada yaşam talebi karşılanmadığı müddetçe Orta Doğu coğrafyasının tamamı, emperyal hedeflerin tahtası olmaya devam edecektir. Eğer ki bugün Orta Doğu coğrafyasında emperyaller cirit atıyorsa bu, sadece emperyallerin suçu değildir, günahı değildir, Orta Doğu devletlerinin, kendi halklarının seslerine, özlemlerine, taleplerine, adalet talebine yanıt vermemesinin aynı zamanda sonucudur. Sizler yara oluşturursanız başkaları elbette ki bu yaraları kaşıyacaktır.
Bakın, bu coğrafya, cumhuriyet tarihinde ilk defa, ilk defa bir ezber bozdu; Kürt sorununun çözümünde barışçıl yöntemlerle çözülsün diye bir müzakere masası, diyalog masası kuruldu. O müzakere masası, o diyalog masası tek başına iktidar olma uğruna devrildi, tecrit kuruldu ve şu ana kadar 3 bini aşkın canımızı, yurttaşımızı, meslek kimliği ne olursa olsun, yitirdik, toprağa verdik. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir kez daha yetmiş yıllık bütün politikaların neredeyse katmerlisine geri dönüş oldu.
Bakın, bir halkın referanduma gitmesi yani milletin iradesine başvurması, o irade nedir diye, açığa çıksın diye sorması neden gayrimeşru olsun? Sizler açısından meşru olan bir hak, adil olan bir hak Kürt halkı için neden gayrimeşru olsun? Kaldı ki bizim takip ettiğimiz kadarıyla, güney Kürdistan halkı, Irak Anayasası'nın 140'ıncı maddesine dayanan kimi haklarının hayat bulmamasından kaynaklı, uzun bir süredir Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Federal Bağdat Hükûmet Yönetimi'yle bir dizi krizler yaşıyor. Bu krizlerin aşımı konusunda milletin başvurmuş olduğu ve irade neyse açığa çıksın yöntemidir referandum. Eğer referandum gayrimeşruysa 16 Nisanda bu ülke niye referanduma başvurdu, niye milletin iradesine gitti? Eğer bir meşruluk sorunu tartışılacaksa, bugün bu ülkede 88 belediyeye, milletin iradesiyle seçilmiş olan belediyelere kayyum atandı ve şu anda o kayyumlar, milletin iradesini ayaklar altına almış, âdeta bir işgal ve sömürü hukukuyla ancak hareket ediyor. OHAL'de meşruluk zemininden çıkanların, uluslararası zeminde meşruluktan bahsetmesinin kıymetiharbiyesi yoktur, olmayacaktır.
Kaldı ki Kürdistan bölgesinde yaşayan bütün halkların, Asuri-Süryanilerin, Ermenilerin, Türkmen kardeşlerimizin, Kürt kardeşlerimizin, onların iradesi, totalindeki iradesi neyse başımız gözümüz üstüne kabulümüzdür ve şu anda da biliyoruz ki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat rejimi arasında trafik hâlâ diyaloglarla devam ediyor. Dolayısıyla, bu trafik sonrasında ister referanduma gidilsin ister referandum ertelensin Kürdistan halkının, halklarının iradesi neyse başımız gözümüz üstüne kabulümüzdür, sandıktan çıkan irade her neyse başımız üzerine kabulümüzdür. Hiçbir kimsenin, hiçbir gücün ve hiçbir otoritenin bir milletin iradesini tehdit etmeye hakkı ve haddi yoktur. Eğer tezkereler, savaş kararları, işgaller, sömürü hukuku bir sonuç doğurmuş olsaydı biz bugüne kadar onlarca kez bu sorunu çözmüş olurduk, sorun diye bir şey kalmamış olacaktı. Şimdi Hükûmet yetkilileri çıkmış diyorlar ki "Irak'ın toprak bütünlüğü." Böyle bir kaygınız yok. Sayın Başbakanın kendi Twitter adresinden paylaşmış olduğu paylaşıma bakın.
Sayın Başbakan, İbadi'yle kriz yaşandığında siz haklı olarak İbadi'ye dediniz ki: "Kürdistan yönetimi, bizim meşru muhatabımızdır ve biz bundan sonra bütün ticari ilişkilerimizi, petrol anlaşmalarımızı, bütün ekonomik ilişkilerimizi o yönetim üzerinden sürdüreceğiz." Ne değişti de o günün dostu bugünün düşmanı oldu, ne değişti? Bir de her fırsatta toprak bütünlüğünden bahsediyorsunuz, barıştan ve istikrardan bahsediyorsunuz. Ya, Allah aşkına, Muhammed aşkına, İsa aşkına, Ali aşkına, her neye inanıyorsanız onun aşkına; Orta Doğu'da istikrar mı var, Orta Doğu'da barış mı var? Bütün insanlık değerleri ağır saldırı altında. Bu insanlık değerlerinin ağır saldırı altında oluşu yetmiyor, ateşe benzin dökmeye kalkıyorsunuz. Bu, çözüm değildir; bu, çözümsüzlüktür.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, evrensel, meşru ve kutsal bir haktır. Bu hak, Filistin halkı için ne kadar meşruysa, Katalonya halkı için ne kadar meşruysa, İskoç halkı için ne kadar meşruysa Kürtlere de, kürdistan halkına da anasının ak sütü gibi helal ve meşrudur. (HDP sıralarından alkışlar) Sorunun çözümü ne Türkiye kürdistanında ne Irak'ta ne Suriye'de Rojava kürdistanında ne de Rojhılat kürdistanında... Biz, HDP olarak sorunun çözümünü şiddette, çatışmada, savaşta, ölmekte ve öldürmekte görmüyoruz, sorunun çözümü oradan geçmiyor.
Bir vatanı nasıl tarif edersiniz? O vatan için ölen insanların vücudunda açılan kurşun delik sayısıyla da ölçebilirsiniz, o vatanın ve yönetiminin barışçıl politikalarıyla, adilane politikalarıyla, o coğrafyadan çıkarmış olduğu bilim adamlarıyla, ilim adamlarıyla, futbolcularıyla, değer yargılarıyla da ölçebilirsiniz. O vatanın realitesini değiştirmez ama o vatana tanım yapanların kişiliği, insan kimliği açısından çok önemli veridir.
Ben, Ahmedi Hani'nin geleneğinden geliyorum, ne pahasına olursa olsun, milletimin bir evladı olarak, milletimin sürdürülmesi için, dilimin, kültürümün, kimliğimin sürdürülmesi için mücadele veriyorum, suç mu işliyorum? Sizler, Aliya İzzetbegoviç'in kültüründen, geleneğinden gelenlersiniz. Bakın, onun sizlere, bugünkü nesillere bir veciz çağrısı var: Sayın Başbakan, sayın bakanlar; koşullar her ne olursa olsun insan olmak ve insan kalabilmek. Allah aşkına, yetmiş yıldır, Kürt halkının, Orta Doğu coğrafyasında gerek Ankara rejiminin gerek Bağdat gerek Şam rejiminin gerek Tahran rejiminin uygulamaları itibarıyla insanlık mı kaldı?
Bakın, bu politikalar bu ülkeyi hangi aşamaya getirdi? Tezkereler, savaş, ölüm, kışkırtma bakın neye sonuç açtı, neyi başardınız? Bugüne kadarki tezkerelerle ne başarıldı ki bundan sonra başarılsın? Başarılan bir şey var, hakikaten başarılan bir şey var: 78 yaşındaki Hatun ananın cenazesi mezarından çıkarıldı, bu şehrin, bu başkentin mezarlığına defnedilmeme başarısını elde ettiniz. İşte, bütün bu politikalar burada durmuyor, bütün bu söylemler burada durmuyor; toplumun genetiğinde, fikriyatında farklılaşıyor, bir arada yaşam zeminini ortadan kaldırıyor. Bu tezkerenin kendisi, bu ülke için bir beka sorunudur. Altını çizerek söylüyorum: Bu tezkerenin kendisi, bu tezkerenin mantığı, felsefesi olan Kürt düşmanlığının kendisi, bu ülkenin bir beka sorunudur. Eğer bu ülkeyi zerre kadar düşünüyorsanız, bu ülkeyi zerre kadar düşünenler varsa, önce onlar bu tezkereye "hayır" demelidir. Bir kez daha bu coğrafyayı çatışma zemininden çıkarmanın da en hayırlı fırsatlarından olabilir bugün kullanacağınız oylar.
Bu itibarla da, ben bütün Parlamentoya çağrıda bulunuyorum: Tıpkı 2003 yılında olduğu gibi, gelin, gelin, bu savaş tezkeresine "hayır" diyelim, gelin, bu düşmanlık tezkeresine "hayır" diyelim, gelin, Orta Doğu coğrafyasını kan gölüne çeviren kin, intikam, ret politikasına hep birlikte "hayır" diyelim.
Müsaadeniz olursa... Ümmet geleneğinden gelen insanlar var şu anda burada. Bizi kavim kavim yaratan Hak, Cenab-ı Hak değil midir? Sizin mensubu olduğunuz kavmin hakkı hukuku neyse benim mensubu olduğum kavmin de hakkı hukuku odur.
Filistin halkına istemek, Myanmar için birlikte gözyaşı dökmek ama sıra Kürtlere gelince "Kürt, anasını görmesin." politikasından "Kürt anasını Ankara'da defnedemesin." politikasına sıçrama yaptınız. Ayıptır, günahtır, yazıktır, bu ülkeye yapmayın bu kötülüğü.
Bugün bu Parlamentoda bu Parlamentonun kuruluşunda harcı olan, siyasi liderliğin sürdürücüsü olan milletvekili kardeşlerime çağrıda bulunuyorum: Bu Parlamentonun kuruluş harcı da milletlerin kendi kaderini tayin etme hakkı üzerine kurulmuştur ve sizin şu anda takip etmiş olduğunuz siyasal önderlik, liderlik "Bağımsızlık, özgürlük benim karakterimdir." demiştir. Bağımsızlık ve özgürlük, sizin karakterinizse, Kürt halkı için, kardeşiniz olan, kardeşiniz olduğunu iddia etmiş olduğunuz Kürt halkı için neden bu karakter olmasın? Neden bu çok görülsün?
Kaldı ki, referandumun sonucunda gerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle ve gerekse Federal Irak Yönetimi'nin, Hükûmetinin referandum sonucuna göre hangi kararı alacağı da daha belli değildir. Neden güney Kürdistan hükûmeti burası için bir tehdit olsun? Neden Rojava kürdistanı burası için bir tehdit olsun? Neden olsun? Tek bir çakıl taşı dahi, Suriye'de yaşayan, Rojava'da yaşayan Kürt halkı, Kürdistan halkı tarafından bugüne değin bütün kışkırtmalara rağmen bu ülkeye atılmamıştır. Neredeyse son on yıldır bu ülkenin dış ticaret hacmini, ithalatını en çok yapmış olduğu coğrafyalardan bir tanesi de güney Kürdistan'dır.
Bütün bu hâl ve ahval içerisinde bu tezkereyi bugün getirmek, ancak ve ancak tehdittir ve bu tehdit, sadece HDP fikriyatında olan Kürtleri tehdit etmiyor, sadece HDP fikriyatında olan Kürtler bundan incinmiyor; bu Parlamento çatısı altında bulunan bütün siyasi partilere oy vermiş olan bütün Kürtler bunu kendisine yapılmış bir tehdit, bir hakaret, bir haksızlık olarak kodluyor. İşte bölünme budur, bölünme budur.
Bundan çok değil, birkaç yıl önce bütün bu coğrafyaya hayat vermiş bütün kültürlere, bütün dillere, bütün milletlere 2013 "Nevroz"unda Kürt halkı bir fırsat sundu; bütün Orta Doğu coğrafyasında bütün halkların, bütün kavimlerin, bütün inançların, bütün mezheplerin eşitçe, özgürce, kardeşçe bir yaşamı kurgulayabilecekleri bir siyasal zemin sunuldu. Ne yaptınız? Dolmabahçe mutabakatını ve müzakere masasını tekmelediniz. Niçin, ne uğruna? İki şey uğruna: Tek başına iktidar olmak ve Suriye'de, Rojava'da Kürtler statü sahibi olmasın. Peki, 20 milyon nüfusa sahip olan bir ülke...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözünüzü bağlayın lütfen.
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - ...güney Kürdistandaki referandumu kendisine tehdit olarak görsün? Çünkü Kürt sorununun çözümüne, Kürtlerle eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşama istencine dair ve sorunu çözmeye dair miskalizerre kadar bir mecaliniz kalmadı, bir politikanız kalmadı. Niye? Çünkü yanlış ittifaklar kurdunuz. O yanlış ittifaklarınız sizlere bagajlar yükledi ve her fırsatta çıkıp topluma, halka "Bütün dünya bir olmuş, bize karşı cephe olmuş." diyorsunuz. Siz yanlış ittifak yaptınız, yanlış argümanla sahaya çıktınız. Barış varken savaşı tercih ettiniz. Bir kez daha söylüyorum: Bu tezkereye "evet" demek, olağanüstü hâl rejimine "evet" demektir, kanun hükmünde kararnamelere "evet" demektir. Bu tezkereye "evet" demek, Kürt ve Türk halkının ve bu coğrafyada yaşayan halkların ve inançların boğazlaşmasına kapı aralamak demektir. Benim evimde yangın çıkarsa, Sayın Başkan, sizin evinize sıçrar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baydemir...
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Üç dakika verecektiniz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hayır efendim, bu kadarı kâfi görüyorum ve beyanlarınız da...
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Neden?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Niye?
BAŞKAN - Hayır efendim, takdir bana ait. Beyanlarınız da...
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Diğer hatiplere kaç dakika verdiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN - Bakın, Osman Bey, istirham ediyorum. Bir dakika... Bir dakika... Konuşmanızın bütünlüğü bozulmasın diye kesmedim. Baştan aşağı tarafgir ve töhmet altında bırakan beyanlarınız var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, şu anda zabıtları istiyorum, zabıtları inceleyeceğim. Mesela bir tanesi, şu anda tespit ettim...
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Hepinizi saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum. "..."(x)
BAŞKAN - Osman Bey...
OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Yaşasın özgürlük, yaşasın adalet, yaşasın onurlu bir barış! (HDP sıralarından alkışlar)