GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:112
Tarih:17.07.2017

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu günlerden bu yana yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hep sorun oluşturdu. Cumhuriyetin ilk yıllarında istiklal mahkemeleri ve heyeti mahsusalarla başlayan yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığı ihlalleri, zaman içinde tahkikat komisyonunda, Yassıada mahkemesinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, devlet güvenlik mahkemelerinde ve özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde tekrar tekrar karşımıza çıktı.

Kendi gerçeklerimizle yüzleşmek durumundayız. AKP iktidar dönemleriyle başlayan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL ve KHK'larla doruğa çıkan tabii hâkim ilkesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinin ihlaliyle yargının vesayet altına alınması girişimi açıkça pratiğe geçirildi. Farklı yönleriyle birlikte ülkemizde yaşanan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ihlalleri devam ediyor.

Meslekten azil başta olmak üzere maaşlarının kesilmesi, coğrafi teminat olarak bilinen tayin edilirken rıza aranması, terfi ve disiplin işlemlerinin baskı oluşturacak nitelik taşıması, hâkim ve savcıların bağımsızlıkları için kullanılan baskı araçlarıdır.

Tüm bu araçları kullanmaya yetkili olan makamlar günümüzde yargı yüksek kurulları, HSK'dır. Yargı yüksek kurullarının yasama ve yürütmeden bağımsız yapılarının olması gerekir. Oysa HSK siyasal iktidarın yargı organları üzerinde, özellikle hâkimlerin tayin, atama, nakil, yükselme ve özlük haklarına ilişkin bir hukuki baskı aracı olarak kullanılmaktadır.

HSK'nın oluşumu, üyelerinin seçimi ve Adalet Bakanı ile müsteşarının kurulda aktif görev almaları kurulu bir yargı kurulu olmaktan çıkarmış, âdeta yürütmenin bir kurulu hâline getirmiştir. Mevcut sistem içerisinde, açıkçası, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir.

Adalet Komisyonunda gündeme alınan ve oy çokluğuyla kabul edilen (1/839) esas sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın bir torba yasa olarak getirildiği, yargının birtakım teknik sorunlarının çözümüne ilişkin hükümler içerse de genel olarak -tasarının ruhu, mantığı, felsefesi ve tasarıda gizlenmiş pek çok madde- yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını ve "tabii hâkim" ilkesini ihlal eden, yargı içerisinde yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşi oluşturan, hâkimi inisiyatifsiz bırakan, mahkemenin iç işleyişine müdahale imkânı tanıyan, yargı organları içinde tek adamlığı, bölge mahkeme başkanını öngören düzenlemeler mevcuttur. "Doğal hâkim" ilkesine ve mahkemelerin tarafsız ve bağımsızlığına aykırı olarak, HSK'ya daireler arasında iş bölümü, mahkeme başkanına ilgili dairelerden hâkim görevlendirerek yeni daire oluşturma yetkisi tanıyan düzenlemeler, yargıya siyasal iktidarın dolaylı müdahalesi imkânı veren düzenlemelerdir.

Evet, bu genel değerlendirme dışında özel olarak, 1'inci, 2'nci, 3'üncü, 8'inci, 23'üncü ve 26'ncı maddeler gibi bazı maddelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve demokratik hukuk ilkelerine aykırı olarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile tabii hâkim ilkelerini ihlal eden hükümler içerdiğini ifade etmemiz gerekir. Bu maddelerin de özellikle tasarıdan çıkarılması gerekmektedir. Bunları ayrıca bölümler ve maddeler üzerinde tekrar konuşabiliriz.

Şimdi, genel olarak bu kanuna bu şekilde baktıktan sonra, ben az önce konuşulan ve eleştirilen bir kavram üzerinde durmak istiyorum. "Siyasi tutsak" politik bir söylemdir ve her dönem değişik cenahlarda kullanılmış olan bir söylemdir siyasi tutsak. Maalesef öyledir, yıllardır da kullanılır. Ve Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve vekillerimiz siyasi tutsaktır. Bunlara "siyasi tutuklu" da diyenler vardır, ben mesela bunlardan biriyim ama hiçbir zaman "siyasi tutsak" tabiri de beni rahatsız eden bir tabir olmamıştır. Bu da insanların ifade biçimidir, kendilerini özgürce bu şekilde ifade etme tercihleridir.

Siyasi soykırıma gelince: Siyaseten bir düşünceyi, bir halkı, onun söylemini yok sayıyor, isimlerini tabelalardan siliyor, mekân adlarını bile değiştiriyor, Tahir Elçi'nin adını dahi bir parktan siliyor, temsilcilerini tutukluyor, belediyelerine el koyuyor, kadın merkezlerini bile kapatıyorsanız bunun adı, işte o beğenmediğiniz "siyasi soykırım"dır.

Tabii "rehin" de aynı şekilde politik bir söylemdir. Çünkü yargı eğer bağımsız ve tarafsız değilse ve bu mahkemelerce yani bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yargı faaliyeti yürütülmüyorsa o zaman siz yargılama faaliyeti olmayan bir yerde o insanların rehin olduğunu söylersiniz. Bugün Türkiye'de bağımsız ve tarafsız mahkeme maalesef kalmamıştır. Türkiye'nin 3'üncü büyük partisinin Eş Genel Başkanı sekiz buçuk aydır hâlen tutuklu olduğu dava nedeniyle hâkim karşısına çıkarılmamışsa ve sözlerinden korkuluyorsa o tutuklu değildir, rehindir. Bunun adına da yargılanma denmez.

Ha, tabii, bizlerden başka rehinler de bulunmaktadır. Mesela, Sayın Başkanın çok yakından tanıdığı Cumhuriyet gazetesi avukatları ya da yazarları, onlar da rehin tutulmaktadırlar ve bir gün umuyorum karşı karşıya gelindiğinde, rehin kavramının onlar için ne ifade ettiği hâlen yargı karşısına çıkmamış olan bu meslektaşlarımıza da sorulur ve kendileri yıllarca avukatlıktan başka hiçbir faaliyet yürütmemiş olan, hak savunuculuğundan başka bir şey yapmamış ama bugün neden tutuklu olduklarını dahi bilmeyen arkadaşlarımız da bunun cevabını herhâlde gerektiği gibi verirler. Şimdi, daha öncesi de var ama özellikle 15 Temmuz gününden beri Meclis başkanları tarafından yapılan müdahaleler aslında şu anda görüşülmekte, daha doğrusu dayatılmakta olan İç Tüzük'le ilgili değişikliklerden sonra Mecliste ifade özgürlüğü konusunda önemli ipuçları vermektedir. Şu anda, yargının hâlipürmelal-i gibi Meclis konuşmalarının da bundan sonra nasıl bir muamele göreceğinin ve ifade özgürlüğünün nasıl daha da yerlerde sürünerek yeni yargılamaların herhâlde büyük bir zevkle önünün açılacağının göstergesidir bunlar.

Şimdi, ben, hiçbir utanma duygusu yaratır mı biliyorum ama o da hâlen hiç duruşmaya çıkmamış olan, daha kendisine yeni duruşma tarihi verilmiş olan Sevgili Ayhan Bilgen'in cezaevinde yazdığı kitabı size sunmak isterim. Çok taze, yeni geldi elimize. "Gereği Düşünüldü, Açık Mektup" diye yazıyor Ayhan Bilgen ve diyor ki: "Savunamayacağım hiçbir şey söylemedim. Türkiye gibi ülkelerde muhalif olarak siyasi mücadeleye girmeyi göze alan herkes, eğer koltuk hırsı gözünü kör etmemişse yargılama süreçlerinin ne anlam ifade ettiğini çok iyi bilir. Dünyadan, başka topraklardan, başka ülke uygulamalarından çok örnek vermeyeceğim, sadece ilgili olanların bildiği, merak edenlerin de kolayca ulaşabileceği 1930'lar Avrupasına bile baktığınızda muhalif olmanın neyi göze almak olduğunun farkında olursunuz. Bu ülke tarihi de buna çok yabancı değildir. Gülhane Parkı'nda boynuna idam ipi geçirilerek cansız bedenleri ibretiâlem için sergilenenler, Sovyetler'in Kurtuluş Savaşı'na verdiği destek sonrasında Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz'de başına gelenler, sözde faili meçhul Ali Şükrü Bey'in sonu, Menderes ve iki bakanına 27 Mayısta reva görülen ve âdeta buna misilleme gibi on yıl sonra Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi mirasın niteliğine dair birkaç ipucu veriyor. En yakın ve belki de en kolay, en anlaşılır olan örneklerden biri de on yıl cezaevinde tutulan DEP'li milletvekillerinin Avrupa'yla ilişkilerin dönüm noktası olan 2004 yılında tam da zamanlaması manidar bir biçimde serbest bırakılmalarına dair yapılan bir açıklamaydı. Dönemin ilgili ismi Cemil Çiçek son derece açık sözlü davranmış ve 'Türkiye, üzerine düşeni yaptı, şimdi sıra Avrupa'da.' mealinde mesajını vermişti. Hakkı teslim edelim, en azından artık Malta'ya sürgün etme ya da Yedikule Zindanları'nda ölüme terk etme yok. Bu sevindirici ilerlemenin yanında üzücü olansa tam yirmi yıl önce yani 28 Şubat 1997 sonrasında haksızlığa uğrayanların bugün ülkeyi yönetirken yaşadıkları mağduriyetten bile adalet çıkaramamış olmaları. 'Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir ve sizin için kendi elinizle yaptığınızdan başkası yoktur.' ifadelerine bir değer atfediyorsanız şikâyetlenmez, sadece hâlinizi muhasebe edersiniz.

Ceza hukukunun en temel ilkesi yok sayılarak Mecliste oylanıp onaylanan geçici düzenlemeyle milletvekili yargılanmasına yönelik yeni bir fiilî durum oluşturuldu. Yolsuzluk dosyalarında siyasetçileri yargıdan kaçıranlar bize akılları sıra dokunulmazlığın arkasına saklanmama dersi vermeye kalktılar. Faili belli olmayan bir sosyal medya mesajı delil gösterilerek savcılığın Meclise gönderdiği fezlekede bile yazılmayan bir suç isnadıyla tutuklamaya 'yargılama' derseniz yargılanıyoruz. Bu durumda bırakın hukuku, kanuna dair bir şey söylemek bile insanın kendisine duyduğu saygı ve özellikle bir siyasetçi için kendilerine karşı sorumluluk taşıdığı topluma duyduğu saygıyla bağdaşmaz. Beş yıl boyunca Tevhid Selam örgütü uydurmacasıyla telefonlarımı dinleyenler, organize ettiğim Anayasa panelleri ve televizyonlarda yaptığım Anayasa programları dışında soruşturma konusu bulamamışlardı. Senarist değişse de senaryo değişmiyor. Otuz yıl önce neye inandıysam onu yazdım, otuz yıldır da ne düşünüyor, kendimi neyin farkında hissediyorsam onu konuşuyor, onu paylaşıyorum. Aklım erdiğince, dilim döndüğünce, gücüm yettiğince yazmaya, konuşmaya, doğru olduğuna inandığım tavrı koymaya, özgürlüğü, adaleti, eşitliği, barışı savunmaya devam edeceğim. Özgürlük demir kapıyla, dört duvarla, tel örgüyle, penceredeki parmaklıkla engellenebilecek bir şey değildir; zihinde, yürekte başlar özgür olma iddiası. Özgür olmayanın ne inancı olur ne ahlakı olur ne de aklı. Ben özgür olduğuma inanıyorum, en azından öyle olmaya çalışıyorum. Özgür olmayan biz değiliz; koltuklarını, rozetlerini kaybetme korkusuyla bildiği gerçeği söylemeyenler, inandığı gibi hareket edemeyenler, tehlikeyi gördüğü hâlde kafalarını kuma gömmeyi tercih edenlerdir. Ne diyelim? Cezaevi tabiriyle 'Allah kurtarsın'.

'Baskının arttığı ortamlarda mizah gelişir.' diye boşuna dememişler. Onun için, bazen gülmek, gülüp geçmek en devrimci eylem olarak kabul edilir. Meşhur fıkradır: Papağan sahibinin hoşuna gitmeyen sözü tekrarlamaktan menedilince meramını iki kelimeyle anlatmaya devam etmiş, anlarsınız ya."

Evet, böyle diyor ve şöyle devam ediyor: "Biz yargılanmaktan korkmadık ve ondan kaçmıyoruz, kendimizi savunmuyoruz; yargının bağımsızlığını, adaleti ve barışı savunuyoruz. Yargı bağımsızlığı olmadan demokrasi ve hukuk devleti, adalet ve özgürlük olmadan barış olmaz diyoruz."

Evet, Sevgili Ayhan Bilgen böyle yazmış.

Yargıdan ve bölge idare mahkemelerinden söz ederken bir başka yakınma da Yargıçlar Sendikasından geliyor. Onlar da sürüldükleri yerlere gitmeden önce bir basın açıklaması yaptılar ve şöyle seslendiler: "Bilindiği gibi bundan kısa süre önce Sendika Başkanımız Mustafa Karadağ aynı şekilde, istemi dışında Ankara'dan Şanlıurfa'ya atanmıştır. Ulusal ve uluslararası belgelerde önceden onay alınmaksızın terfi yoluyla bile olsa yargıçların görev yerlerinin değiştirilmemesi kesin bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden HSK'nın bu tasarrufları bir atama işlemi değil, sürgün nitelikli bir uygulamadır. Bu atamalarda Sendika Başkanımız Mustafa Karadağ ve yönetim kurulu üyelerimiz Ali Hacıibrahimoğlu, Tamer Akgökçe, Füsun Naciye Çağlar, Bayram Kapucu'ya da yer verilmesi, her birinin ayrı yerlere tayin edilmesi, Yargıçlar Sendikasının faaliyetten fiilen alıkonulması anlamına gelmektedir.

Evet, diğer taraftan atamalarda sendikamız üyesi yargıçlara yer verilmesi, gerek üyelerimize gerekse tüm diğer yargıç ve savcılara bir çeşit gözdağı ve tehdit oluşturmakta, onların özgür, bağımsız yargıç ve savcılar olarak görev yapmalarını engellediği gibi onların istedikleri sendikaya üye olma hak ve özgürlüklerini kısıtlamaktadır.

Sürgün edilen hâkim ve savcıların özellikleri nelerdir? Onların en kıdemsizi yirmi, en kıdemlisi otuz beş yıllık yargıç ve savcılardır. Yani kıdem ve liyakatte dorukta olanlardır. Beyinlerini, yüreklerini o veya bu tarikata kiraya vermemiş, mesleğin etik kurallarına bağlı, bağımsızlık karakterimizdir diyenlerdir.

Yargıçlık teminatı sadece yargıçların değil, yargı bağımsızlığı ve adil yargılama hakkının ön koşulu olması nedeniyle halkın güvencesidir. Yargıçlarla ilgili hiçbir işlem bu teminatı ortadan kaldıramaz ve kaldırmamalıdır. Yargıçlar Sendikası olarak, Sendikamız Başkanı, yönetim kurulu üyeleri ve üyelerimizin istem dışı atanmalarına ilişkin geri alınmasını ve iptalini, tüm yargıç ve savcıların sürekli tayin baskısı altında tutulmalarına son verilmesini talep ediyoruz."

Ve hâkim Tamer Akgökçe son olarak şöyle diyor: "Her karanlık aydınlığa kavuşur. Bugün er ya da geç arasındayız ve mücadele sürüyor."

Evet, arkadaşlar, bugün er ya da geç arasındayız ve öznesi, yani bağımsız yargı ve yargıçlar kalmadıktan sonra bölge idare mahkemeleri üzerine, yargı üzerine söylenecek daha fazla da bir söz yoktur.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)