Konu: | Başbakanlığın, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/8/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1166) münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 112 |
Tarih: | 17.07.2017 |
HDP GRUBU ADINA BERDAN ÖZTÜRK (Ağrı) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Konuşmama başlamadan önce, cezaevinde rehin olarak tutulan eş genel başkanlarımızı, vekil arkadaşlarımızı, belediye eş başkanlarımızı, parti yöneticilerimizi, seçmenlerimizi, gazetecileri, hasta tutsakları ve bu devletin zulmü altında, dört duvar arasında bulunan bütün devrimci, demokrat tutsakları saygıyla selamlıyorum.
Yine, şu anda cezaevinde analarının ak sütü gibi helal olan işlerini geri alabilmek için açlık grevi sürdüren Nuriye ve Semih'i de saygıyla selamlıyor, yanlarında olduğumuzu bir kez daha bu vesileyle belirtmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 13 Temmuz 1930 yılında gerçekleşen ve tarihe "Zilan katliamı" olarak geçen katliamı kınıyor ve o katliamda yaşamını yitiren bütün insanlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Zilan katliamı, insanlığa karşı işlenen bir suçtur ve dönemin istibdat rejimi tarafından Kürtlere reva görülen "En iyi Kürt, ölü Kürt'tür." resmî görüşünün kanlı belgesi niteliğindedir. Bu katliamlarla yüzleşmeden, hesaplaşmadan kimse Kürtlerle helalleşemeyecektir çünkü Kürtlerin kolektif hafızası, örtünmüş bir helalleşmeyi kabul etmeyecektir. Seksen yedi yıl önce Ağrı isyanlarına karşı yürürlüğe sokulan bu insanlık suçundan yöre halkının her kesiminden insanın yanı sıra, annesinin karnındaki bebeklerin bile nasibini aldığı ve resmî rakamlara göre de 15 bin insanın katledildiği bu büyük katliamdan sonra "Kürtler açısından ne değişti?" sorusu hâlen güncelliğini korumaktadır. Hakikaten ne değişti?
Değişen şey şu: Kitlesel katliamlara maruz kalmıyoruz artık. Daha küçük, daha zamana yayılmış sistematik kırım bütün hızı ve haşmetiyle devam ediyor. Kuruluş ideolojisini ve ontolojisini Kürt karşıtlığı üzerine kuran resmî görüşün bize reva gördüğü şey Zilan katliamından zinhar farklı değildir. O günlerde de yeni devlet-ulusa tebaa oluşturmaya çalışan yüce devletlilerin yapmaya çalıştıkları ile bugünkü yeni devletlilerin yaptığı şey birbirinin tekrarıdır. Resmî ideolojinin neoliberal bir formda yeniden üretimidir.
Peki, bu durumda Kürtler ne yapsın? İstenen şey, Kürtlerin dizlerini kırıp evlerinde kendilerine bahşedilecek kırıntılarla yetinmeleridir. Haşmetlerinin "Daha ne istiyorsunuz, her şeyiniz var." demesinin altındaki şizofreniyi anlamamız isteniyor. Öyle ya, Kürtler bu devletin geleneksel kodlarında şaki olarak kodlandıklarından beridir baki olan tek şey onlar için hep direniş olageldi. Her direniş devletin büyük gazabıyla karşılaştı. Bu gazap, haklılığı ve meşruiyeti olan direnişleri tarumar etmek için elindeki bütün imkânları sonuna kadar kullandı.
Bugün değişen şey nedir? Aslında hiçbir şeydir. 7 Haziran seçimlerini kendisine büyük bir yenilgi olarak gören geleneksel devlet ile devletin yeni sahibi olmaya çalışan kapitalistlerin canhıraş bir şekilde ittifak kurup "Hadi Kürtleri bir kez daha dövelim." dedikleri yeni bir restorasyon sürecinin başlamasıdır. Yani devleti fabrika ayarlarına döndürme çabasının son versiyonuyla karşı karşıyayız. Doksan yıllık senaryoyla aynı mekânsal platolar ama farklı aktörler kullanarak büyük bir gişe yapma yanılgısının orta yerinde duruyoruz şu anda. Hatta buna "yanılgı" dememiz iltifat olacaktır. Bu bir yanılsama, hem de büyük bir yanılsamadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, Başbakan, AKP'nin tüm kurmayları, fırsat buldukları her yerde, kitlelerin duygularını tahrik eden popülist bir yaklaşımla HDP'den DBP'ye kadar Kürt siyasi hareketine dönük kara propagandayı, siyaset felsefesine rahmet okutarak, boşluk bırakmadan, soluk almadan sürdürmeye devam ediyorlar.
Eş başkanlarımızı "terörist" yaftasıyla suçlamak, yaptığımız siyaseti kriminalize etmek tam da sözünü ettiğim kara propagandanın ta kendisidir. Ayan beyan araçsallaştırdığınız yargıya talimat verip kitlesel tutuklamalara girişiyorsunuz. Yandaş medya eliyle bizi teşhir ediyorsunuz. Seferberlik ruhuyla ve hamasi söylemlerle bu kez kazanacağınızı düşünüyorsunuz. Ortada kazanma ve kaybetmeyle ilgili bir durum yok. Orta yerde demokratik ve barışçıl çözümü bekleyen siyasal ve toplumsal bir sorun var. Bu sorunun çözümü herkese kazandıracaktır.
Şu anda zindanda rehin olarak tutulan sevgili Aysel Tuğluk'un dediği gibi "Herkes için kaybetmesi gereken bir savaş, kazanılması gereken bir barış sorumuz var sadece." Bundan ötesi daha fazla kutuplaşma, daha fazla çatışma, daha fazla ayrışmadır.
Demokratik siyaset zemininden uzaklaşarak iktidar olmanın bütün olanaklarını kullanıp siyasi ve ahlaki açıdan oldukça sorunlu yöntemler kullanmak ve bizi siyasi hasım belleyerek, emniyet, yargı ve medyayı da kullanarak tasfiye etme girişiminin bumerang bir etkiye sahip olduğunu siyasetle az çok uğraşanlar çok iyi bilirler. Dün vesayetçi sisteme karşı başlattığınızı iddia ettiğiniz mücadelenin kendisi de kitleler nezdinde tartışmalı hâle gelmiştir. "Vesayetle mücadele" adı altında kazandığınız her mevzi sonrası abanızın altında sakladığınız sopayı çıkararak bizlere göstermeniz artık komik bile kaçmıyor. Daha fazlar rant, daha fazla iktidar, daha fazla hegemonya talebiniz aynı zamanda kendi içinde ciddi bir demokrasi sapmasıdır.
Gelinen durum itibarıyla yaşananlar artık demokratik siyaseti tümden ortadan kaldırmaya, muhalefet etmeyi tümden kadük bırakmaya dönük bir durumdur. İstiyorsunuz ki herkes, her şey, her alan sizin kodlamalarınıza uysun, sizin iktidar zihniyetinize hizmet etsin. Yoksa olacak bellidir; bunun dışında kalan her şey, her söylem, her eylem gayrimeşru ilan ediliyor, yasa dışı sayılıyor, kriminalize ediliyor, sonra derdest edilip zindana konuluyor. Evrensel siyaset ve hukuk normlarının çıkarlarınıza ve iktidarınıza göre böylesine eğilip büküldüğü bir dönem daha olmamıştır. Hani diyorlar ya "Evren bile bu kadarını düşünmemişti." Hakikaten öyle. İnsan hakları anıtını gözaltına almak ve etrafını bariyerlerle kapatmak, sanırım rahmetlinin de düşünse yapmak isteyeceği bir şey olurdu.
"Mutlak iktidar için mutlak zafer" naralarıyla oluşturulan bütün stratejiler içeride ve dışarıda çökmeye devam ediyor. Dışarıda uğranılan her başarısızlık sonrası içeride siyasi, hukuki, ahlaki ve vicdani ilke ve ölçü gözetilmeksizin muhalifleri hedef alan büyük bir kuşatmaya dönüştürülüyor. Suriye'de ve Musul'da uğradığınız başarısızlığınızın acısını, içeride size kim muhalefet ediyorsa ondan çıkarmaya çalışıyorsunuz. Oysaki başınıza gelen bütün musibetler için sizi daha önceden uyardık. Kürsülerden, meydanlardan, televizyonlardan, basın-yayın organlarından gidilen yolun yol olamadığını defalarca söyledik. Bu ülkenin geleceğini inşa edecek, barışı yeniden tesis edecek, demokratik siyasetin önünü açacak her söylemimiz, emniyet ve yargı marifetiyle fezlekelere, iddianamelere dönüştürülüp tasfiyenin aracı hâline getiriliyor. Uyduruk fezlekelerin, elle tutar yanı olmayan iddianamelerin üzerinden onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılıyoruz. Niye? Çünkü haşmet öyle istiyor. Kendi mukadderatını bizim tasfiyemiz üzerine kuran, "Kürtler bir çakıl taşına sahip olmasın." fobisiyle gidilecek yerin neresi olduğunu tarih ve siyaset bilimi söylüyor zaten. Biz sadece bir kez daha hatırlamanıza vesile olalım istiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kobani'den sonra Suriye'de çatışan iki temel stratejiden bahsedebiliriz. Bu stratejilerden biri, Emevi Camisi'nde namaz kılma heveskârlığı yüzünden İslamcı radikalleri örgütleyip her türlü lojistik desteği sunarak direksiyonun başında ben olayım diyen stratejik derinlik hattıydı. Şu an bu çizgi Suriye'de, Musul'da yani bilcümle Orta Doğu'da geçerliliğini yitirmiş, fiilen yenilmiştir. İkinci çizgi ise demokratik, çoğulcu, herkesin kendi rengi ve gücüyle temsil edildiği, yerinden ve yerelden yönetim anlayışını benimsemiş demokratik komünal çizgidir. Bu çizgi gitgide bütün Orta Doğu'ya rengini veriyor, halklar tarafından benimseniyor, sorunlara çözüm olabilecek büyük bir potansiyel taşıyor. İşte tam da bu noktada Orta Doğu'ya ilaç olacak, sorunları kansız halledebilecek bir paradigmanın önü her türlü kirli ittifakla kesilerek yeniden büyük bir savaşın önü açılmak isteniyor.
Bir yanda güney Kürdistan'ın yapacağı bağımsızlık referandumuna karşı tehditkâr açıklamalar, öte yanda Afrin'e dönük olası bir saldırı için sınıra yapılan yığınaklar. Bakınız, bu coğrafyalarda yaşayanlar ve kendi kaderini tayin etmeye çalışanlar kimler? Tabii ki Kürtler yani yüz yıl önce dört parçaya bölünen ve her biri kendi parçasında egemen devletlerin her türlü baskı, zor ve sömürü politikalarına maruz kalan kardeşlerimiz. Ne yapalım yani kardeşlerimizin, halkımızın taleplerini görmezden mi gelelim? Onlara "Oturun oturduğunuz yerde, oradaki büyükleriniz sizin iyiliğiniz neyi gerektiriyorsa yapacaklar." mı diyelim? Elbette ki onların bağımsızlık talebini kayıtsız şartsız destekleyeceğiz. Elbette ki onların demokratik komünal bir çizgide kendilerini yönetmelerinin analarının ak sütü gibi helal bir talep olduğunu dile getireceğiz. Halk bunun için seçti bizi. Halk size biat edelim diye, buranın konforuna kendimizi kaptırıp geliş nedenimizi unutalım diye Parlamentoya göndermedi bizi. Kendi geliş nedenlerimizi inkâr ederek siyaset yapmamız isteniyor bizden. Bu, demokratik siyasetin inkârıdır. Siz devleti ele geçirmek için böylesi bir inkârla siyaset yapabilirsiniz, biz sonuna kadar halklarımızın taleplerini dillendirmeye devam edeceğiz. Siz "kamu düzeninin tesisi" adı altında 12 Eylülcülerin diline pelesenk ettiği mottoya sarılmaya devam edin. 12 Eylülün gerekçesi olan ve hiç bıkmadan tekrarlanan bu mottoyu allayarak pullayarak algı operasyonlarıyla satmaya çalıştığınız derin stratejilerinizin sığlığını artık herkes görüyor. En uzun MGK toplantısında benimsenen "çözümsüzlük de bir çözümdür" stratejisi, temel çatısını çözüm sürecinin bitirilmesi ve akabinde darbe dinamiğinin yeniden tesis edilmesi üzerine kurdu. Artık en basit hak talebi bile bu dinamiğin konsolidasyonu için kullanılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Erdoğan'ın ve AKP Hükûmetinin tekrarlamaktan bıkmadığı fakat sanırım son zamanlardaki beyanatlarla artık vazgeçtiği siyasetin kapsayıcılığı dönemi fiilen sona ermiş bulunmaktadır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana hiç eksik edilmeyen bu söylemlerin, daha çok kaynaşmış bir zümre anlayışıyla "içimize alıp kendimize benzetelim" retoriğini yeniden ve yeniden güncelleyip önümüze koymanın hiçbir anlamı kalmamıştır. Artık kabul etmeniz gereken en önemli şey şudur: Kürtler bir halktır, Kürtler bir ulustur ve Mezopotamya'nın en kadim halklarından biridir. Herkesin kendi toprağında kendi dili ve rengiyle egemenlik haklarını paylaşabileceği yeni bir yüzyılın eşiğindeyiz. Bunun güvenlikçi politikalarla, askerî operasyonlarla, zor ve baskı yöntemleriyle engellenmesinin imkânı kalmadı.
Bu açıdan bakıldığında, dışsallaştırarak içerme siyasetinin nesnel ve öznel hiçbir karşılığı kalmamıştır. Yolsuzluklar ve siyasi kurumlardaki baş gösteren yozlaşmayı parmak demokrasisinin sunduğu olanaklarla giderme gayretleri her gün biraz daha kitlelere kralın çıplak olduğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünü stadyum edebiyatıyla "Bilmem kim seninle gurur duyuyor." holiganizmine indirgemek ve "Asıl biz sizinle gurur duyuyoruz." simetrisiyle tamamlamak konsolidasyon için yetmiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aklın yolu birdir derler. Evet, aklın yolu birdir ve bu yolu bulmak, bu yolun bize açacağı patikalardan ilerlemek dışında gayri yol kalmamıştır. Bunun için yapılacak olan şeyler bellidir. Siyasi soykırım operasyonlarıyla tutukladığınız bütün arkadaşlarımızı derhâl serbest bırakarak güzel bir başlangıç yapabilirsiniz. Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecride son vererek avukatları ve ailesiyle görüşmelerinin önü açılmalı ve Dolmabahçe mutabakatının esas alındığı yeni bir dönemin kapıları aralanmalıdır diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.