Konu: | Tarım Kredi Kooperatiflerinin zarara uğramasında sorumluluğu bulunduğu ve bu nedenle çitçileri mağdur ettiği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/16) ön görüşmesi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 104 |
Tarih: | 12.06.2017 |
HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gensoru üzerinde konuşmadan önce, dün Dersim Milletvekilimiz Sayın Alican Önlü'ye yapılan büyük saygısızlığı dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Alican Önlü 550 vekilimiz gibi bu Parlamentonun bir üyesidir ve ona yapılan uygulamayı hepimize yapılmış bir uygulama olarak sayabiliriz çünkü herhangi birimize karşı yapılan uygulamaya sessiz kalırsak -şundan emin olun ki- güç bir gün elbet başkasının eline geçecek, herhangi birinize yapabilir. Bugün kendinizi muktedir sayabilirsiniz ama bir milletvekiline karşı yapılan bir uygulamayı normalleştirirseniz, sıradanlaştırırsanız, bir düşman hukuku çerçevesinde görürseniz, emin olun, o uygulama bir gün size de yapılacak.
Bakın, sizler milletvekili araçlarınızla şehirlerinizde dolaşıyorsunuz, şehirler arası yollarda geziyorsunuz, değil mi? Bir güvenlik görevlisi sizi durdurmaya kalkarsa ne yapıyorsunuz? Milletvekili kartınızı ya da araç kartınızı gösteriyorsunuz, güvenlik görevlisi size "Buyurun, devam edin." diyor, öyle değil mi? Bunun dışında bir uygulamaya maruz kaldınız mı, kalan oldu mu? Ben kalmadım ama dün Dersim Milletvekilimiz Alican Önlü'nün aracı durduruluyor.
ŞEFKAT ÇETİN (Ankara) - Dersim diye bir şehir yok.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Dersim diye bir yer yok.
GARO PAYLAN (Devamla) - İçinde eşi var. Araç kartını gösteriyor. Deniyor ki: "Ben aracı arayacağım." "Arayamazsın, bu milletvekili aracı." diyor. Milletvekilimiz geliyor, küçümsemek için söylemiyorum, her makam onurludur ama bir çavuş şunu söyleyebiliyor: "Televizyonlarda sizin için 'terörist' deniliyor." diyebiliyor, bu haddi bulabiliyor. Bu haddi nereden buluyor biliyor musunuz? Sizin tavrınızdan buluyor, her gün televizyonlarda ortaya koyduğunuz nefret söylemlerinden buluyor; bu toplumu kamplaştırmanızdan, kutuplaştırmanızdan buluyor ve Parlamento -şu ana kadar Sayın Başkan, sizin de bir şey söylediğinizi duymadım- bu konuda herhangi bir eleştiri dahi getirmiyor. Bir milletvekiline yapılmış uygulama. Yazıklar olsun! Eğer ki biz buna karşı bir şey yapamıyorsak hepimize yazıklar olsun, bu Parlamentoya yazıklar olsun derim!
Aynı şekilde, milletvekillerimiz tutuklu; Sevgili Eş Genel Başkanlarım Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ rehin; bizim Grup Başkan Vekillerimiz İdris Baluken, Çağlar Demirel tutuklu; milletvekillerimiz Ayhan Bilgen, Selma Irmak, Ferhat Encu, Burcu Çelik, Gülser Yıldırım, Abdullah Zeydan, Besime Konca tutuklu ve aylardır Parlamento bu Parlamentonun üyeleriyle ilgili bir şey yapmıyor, Başkanlık Divanı da yapmıyor. Meclis Başkanı "Bir şeyler yapacağız." dedi, oyaladı ama eminim ki yukarıdan gelen talimatla hiçbir şey yapamıyor, belki de yapmak istemiyor, bizleri oyalıyor. Bu konuda da bizlere yazıklar olsun arkadaşlar! Bugün bize yarın size, emin olun, hiç kuşkunuz olmasın. Er ya da geç istibdat rejimlerini kuranlar istibdatlarının sonsuz sürmeyeceğini bilmeliler. Geçmişte de istibdat rejimlerini kurup "Onlarca yıl sürdüreceğim." diyenler tepetaklak oldular ve istibdat rejimlerinde yaptıkları her uygulama kendilerine uygulandı. Bu Parlamentonun itibarı arkadaşlar, hepimizin sorumluluğundadır.
HALUK İPEK (Amasya) - Başkan, gündeme dönsün, gündeme.
GARO PAYLAN (Devamla) - Gelin, bu Parlamentonun itibarını koruyalım derim. Ben üyelerinin itibarına sahip çıkmayan bir Parlamentonun üyesi olmaktan hicap duyuyorum; bu konuda biz elimizden geleni yapıyoruz.
ZEYİD ASLAN (Tokat) - Git o zaman buradan.
GARO PAYLAN (Devamla) - Milletvekillerimizi düşüncelerinden dolayı tutukladınız. Peki, bizleri tutukluyorsunuz da bizlere oy veren, düşüncelerimizden dolayı oy veren milyonlarca vatandaşı ne yapacaksınız arkadaşlar? Bu düşüncelerimizden dolayı bizlere oy verdiler.
Değerli arkadaşlar...
AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, Parlamentonun ciddiyetine uymayan uğultular ve açıktan sataşmalar var.
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Yıldırım.
Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyiniz efendim, lütfen.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Çıkın, konuşun. Ne sözünüz varsa, yerinizden sataşmayın, çıkın, cevabınızı verin.
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen siz de oturunuz efendim.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Yıldırım mı yönetiyor burayı?
BAŞKAN - Sayın Paylan, devam ediniz.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Önce çık, kendi hatibine sataşmaması için iki cümle söyle.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Konuya dönsün, konuya.
BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Gensoru üzerine konuşsun.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Ne konuşacağını sana mı soracak?
BAŞKAN - Sayın Yıldırım...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Konuyla ilgili konuşsun.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Sana mı soracak?
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Konuyla ilgili konuşsun.
GARO PAYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, gazetecileri tutuklu bir ülkenin vatandaşı ve milletvekili olmaktan hicap duyuyorum.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Ver bir araştırma önergesi konuşmayalım.
GARO PAYLAN (Devamla) - Bir barış bildirisine imza attı diye KHK'lerle akademisyenleri atılan bir ülkenin vatandaşı olmaktan ve vekili olmaktan hicap duyuyorum.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Üç cümle biliyorsunuz, bozuk bant gibi dönüp tekrarlıyorsunuz ya.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Ya sen kaç cümle biliyorsun?
AHMET YILDIRIM (Muş) - Sana mı soracak?
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sen kaç cümle biliyorsun? Dolanıp duruyorsun etrafta.
GARO PAYLAN (Devamla) - Bu hicabı hep beraber duymalıyız.
Demokrasi dediğin yalnızca sandık değildir, kurumların etkin bir şekilde işlediği ve birbirini denetlediği sistemin adıdır. Basın özgür olmazsa, Parlamento eğer ki şahsiyetini ortaya koyamazsa bilin ki birileri yönetir ama bunun adı demokrasi olmaz.
Bugün büyüme rakamı açıklandı -ekonomiden sorumlu Bakanımız da burada- yüzde 5 büyümüşüz. Buna ben hormonlu bir büyüme diyorum çünkü ilk aylarda maliye politikaları sonuna kadar gevşetildi, vergiler ertelendi, piyasaya 200 milyar TL sürüldü ve yüzde 5 bir büyüme yaratıldı; ne pahasına? Oysa keşke biz insani gelişmişlik endekslerinde, hukukun üstünlüğü endekslerinde, basın özgürlüğü endekslerinde, sıralamalarında gelişseydik, o yüzde 5 büyümeyi hormonsuz olarak da yüzde 8'lere, yüzde 10'lara taşıyabilirdik.
Ben şimdi gensoru gündemine dönmek istiyorum arkadaşlar. İlk çeyrekte büyüme -biliyorsunuz- yüzde 5 olarak açıklandı. Biliyorsunuz, AKP iktidarları genelde yoksullardan aldığı dolaylı vergilerle mali disiplini büyük oranda sağladı ama gelir adaletsizliğini çok büyük oranda büyüttü. Zenginlerin yani yüzde 1'in toplam servetten aldığı pay iktidara geldiğinizde yüzde 39 iken bugün yüzde 57'ye çıkmış durumda. Yani nüfusun yüzde 1'i servetin yüzde 57'sine sahip. Böyle bir adaletsizlikle yürüyoruz çünkü zenginden vergi almıyorsunuz, dolaylı vergilerle fakirin gırtlağını sıkıyorsunuz ve fakiri vergilendiriyorsunuz ama onu aynı zamanda borçlandırıyorsunuz.
Tarım sektörü de bu yoksullardan, fakirlerden ve kan kaybeden sektörlerden bir tanesi. Bakın, ilk çeyrekte ortalama büyüme yüzde 5 iken, bazı sektörler daha fazla iken tarım yalnızca yüzde 3 büyüyebildi arkadaşlar.
Peki, 2016'da ne oldu? Ekonomi yüzde 2,9 büyürken tarım sektörü küçüldü arkadaşlar, bırakın büyümeyi, 2016'da tarım sektörü küçüldü. Tarımın gayrisafi yurt içi hasıladan aldığı pay, siz iktidara geldiğinizde yüzde 10'un üzerindeyken bugün yüzde 7'lerin altına düşmüş durumda yani tarım sektörü kan kaybediyor. Ve istihdamdan aldığı pay tarımın yani her 3 kişiden 1'i, siz iktidara geldiğinizde yüzde 35'e yakını tarım sektöründe çalışırken bakın, her yıl yüzde 1 azalarak yani 2014'te yüzde 21'e, 2015'te yüzde 20'ye, 2016'da yüzde 19'a düşmüş durumda, herhâlde bu yıl sonunda Sayın Bakan, yüzde 18'e düşecek.
Peki, ne oluyor bu; hani tarımdan geçinemeyen kesimler, siz köyleri boşaltıyorsunuz ya, ne oluyor? Şehirlere akın ediyorlar. Hani İstanbul 17 milyon oldu ya, Ankara sanıyorum 6 milyona doğru yürüyor, buraya doğru yürüyor ya, nereden geliyor bu kişiler, vatandaşlarımız? Tarım alanlarında geçinemedikleri için köyünü bırakıp şehre geliyor. Ne oluyor peki, şehirde abat mı oluyor? Hayır, TOKİ evlerinde veya gariban evlerinde şehir yoksullarını oluşturuyorlar. Bunlara ne pay biçiyorsunuz? Yoksulluk ve borçlanma; gir krediye, al kredi kartını, borçlan ve sistemin bir kölesi ol. Oysa mutsuz o insanlar, kuşaklarca tarımda çalışmış ve ekmeğini bulmuş insanlar sizin iktidarınızda ekmeklerini bulamıyorlar.
Tarımda ithalat devrine geçtik sizin döneminizde. Hani ortaokulda bizim vatandaşlık dersi öğretmenimiz çok anlatırdı, sosyal bilgiler dersi öğretmenlerimiz "Türkiye kendi kendine yeten dünyadaki 10 ülkeden birisi." diye övünürdü, bizi de övündürürdü. İktidarınız sayesinde kendi kendimize yetemeyen bir ülkeyiz ve buğdayı, pirinci ve pek çok bakliyatı ve pek çok tarım ürününü dışarıdan ithal ediyoruz, oysa bütün bu ürünler ülkemizde yetiştirilebilen ürünler. Yeter ki tarıma gerekli önemi verelim, tarım politikamızı gerekli noktaya taşıyalım ve gerekli desteklemeleri yaparsak inanın, 1 dolarlık bile ithalat yapmadan milyarlarca dolarlık ihracat yapabiliriz arkadaşlar. Bakın, Konya büyüklüğündeki Hollanda... Ya, gayrisafi yurt içi hasılada yüzde 10'un üzerinde payı var, on milyarlarca dolarlık tarımsal ürün ihracatı yapıyor. Konya büyüklüğünde arkadaşlar, Konya; Hollanda'nın büyüklüğü Konya kadar. Biz onların yarısı kadar ihracat yapamıyoruz. E, buyurun, nereden geliyor bu yanlışlık? Bir de Hollanda bu kadar zengin bir ülke. Hani, insanlar şehre giderse belki daha iyi ekmek bulabilecekleri bir ülke olmasına rağmen, Hollanda'da gidin, bütün tarım arazileri işleniyor ve ciddi bir istihdam tarım alanlarında çalışıyor ve ciddi bir ihracat yapıp gayrisafi yurt içi hasılalarına kayıt, katkı yapıyorlar arkadaşlar.
2006 yılında bir kanun çıkardınız, çok güzel bir kanundu, o günlerde de çok mutlu olmuştum Sayın Bakan. Dediniz ki: "Biz gayrisafi yurt içi hasılanın en az yüzde 1'ini tarıma destek olarak vereceğiz." Çok güzel. Peki, 2006 yılından beri, Sayın Bakan, tek bir yıl bırakın yüzde 1'i geçmeyi, yüzde 1'e yaklaştınız mı? Binde 5, binde 6, binde 4; bundan fazlası yok herhâlde, tarımsal destek.
Peki, bugün çiftçinin borcu ne? On milyarlarca lira. Yaklaşık 80 milyar lira çiftçinin borcu var. Yani, iktidarın taktiği ve bütün sağ partilerin taktiği de budur: Destek verme. Ne yap? Borçlandır, bankaya gönder, borçlandır. Ee, borçlanınca ne olacak? Çiftçi gelecek iktidara -Ankara'ya geliyor ya çiftçilerimiz- "Ya, ben çok borçluyum, faizi de bu kadar birikti -seçim dönemi- hadi benim borcumu yapılandır." AKP iktidarında da herhâlde çiftçinin borcunu 10 kere yapılandırdınız yani çiftçiyi köleleştirme, size muhtaç etme. Hani, borçlandırırsanız, biliyorsunuz; aynı zamanda, maalesef, tırnak içinde söylüyorum, köleleştirirsiniz insanları. Oysa etkin destekleri vermiş olsaydınız ne bu borç olurdu ne de çiftçiye yapılandırma gerekirdi.
Değerli arkadaşlar, borç değil, destek verelim çiftçiye. Eğer ki desteği verirsek üretirler ve gerekli bilimsel, teknolojik destekleri de verebilirsek çiftçiye, onları borçla değil... Bakın, soğuk hava deposu yapıyorlar, borçlandırıyorsunuz; tarımsal ürün alıyorlar, makine, alet edevat, borçlandırıyorsunuz. Bütün bunları biz destek olarak verebilirsek çiftçinin borçlanma gereği yok. Yeter ki hakkı olanı verin çiftçiye.
Peki, destekleri nasıl veriyorsunuz? Merkezden Sayın Bakan fermanı yayınlıyor, diyor ki: "Ben bütün Türkiye'ye damızlık hayvan desteği vereceğim." Nasıl veriyor? Brezilya'dan inekleri gemiye yüklüyor, getiriyor, çıkarıyor, diyor ki: "Karadeniz'e de aynı inek, Güneydoğu'ya da aynı inek, Ege'ye de aynı inek, İç Anadolu'ya da aynı inek."
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Yaşamadı, yaşamadı.
GARO PAYLAN (Devamla) - Şimdi, inekler Karadeniz'e gidiyor, engebeli, tırmanamıyor ki o inek orayı, düz alana göre hayvanın yapısı ve hayvanlar telef oluyor.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Hep fındıkları yedi.
GARO PAYLAN (Devamla) - Bütün Türkiye'ye aynı inek verilir mi, aynı damızlık verilir mi? Ama merkezden ferman salınca böyle oluyor. Türkiye büyük bir ülke, yerelden yönetilmesi lazım. Her yerel o yerelin değerini bilir, orada nasıl inek yürüyeceğini bilir ama siz merkezden ferman salarsanız, bir yere uyar o inek, öbür yere uymaz ki uymuyor. Bırakın bu işleri yereller yapsın. Biz o yüzden "yerel demokrasi" diyoruz, o yüzden "özerklik" diyoruz arkadaşlar. Yerelin değerini yerel bilir.
Peki, Karadeniz'de böyle de Konya'da nasıl, mesela örnek verelim: Geçen geldi çiftçi arkadaşlar, "Ya, Konya'da mısır ekiliyor." diyorlar. Hani, yine ortaokul bilgisi, Konya buğday ambarımız, biliyorsunuz. Konya'da her yıl buğday üretimi düşüyor arkadaşlar. Niye? Buğday para etmiyor, mısır daha iyi para ediyor. E, mısır ekiyor, peki ne oluyor? Mısıra ne lazım? Bol bol su lazım değil mi? Hani, buğdayı 1 kere sularsın, 2 kere sularsın, mısırı 8 kere sulaman lazım. Su yok ki Konya'da. Ne yapıyor? Vuruyor artezyeni, ilk yıl 50 metreden, ikinci yıl 100 metreden, üçüncü yıl 250 metreden artezyen su basıyor. Mısırı da alıyor ama toprağın ana suyu derinlere çekiliyor, derinlere çekildikçe toprak kuraklaşıyor ve daha fazla su basması gerekiyor, bu sefer 300 metreden artezyen bulması gerekiyor.
Bu, politika mıdır Sayın Bakanım? Böyle destek olur mu? Niye Konya'da mısır ektiriyorsunuz arkadaşlar? O yerelde hangi ürün ekilmesi gerekiyorsa onu ektireceksiniz; sulamaya göre, iklime göre, orada kullanılan istihdama göre. Buna göre desteklemeniz lazım ama böyle destek yok. Ek mısırı, bas artezyeni ve toprağı çoraklaştır, böyle tarım politikası olmaz arkadaşlar.
TÜİK'in rakamlarına göre kırmızı et üretimi ocak-mart döneminde yani bu yılın üç aylık döneminde yüzde 14 azaldı arkadaşlar. Tarım Bakanı "Yandım anam!" dedi, ithalat kapılarını açtı, açmak zorunda kaldı çünkü et fiyatları stabildi, bu yıl ciddi anlamda yükselmeye başladı. Neden, neden sizce? Çünkü, bakın arkadaşlar, barış sürecinde Doğu ve Güneydoğu'da meralar ciddi anlamda canlanmıştı, ciddi anlamda işliyordu, herkes meralara çıkıp hayvanlarını artırmaya başlamıştı. Pek çok şehrimizde de aynı şekilde üretim başlamıştı ama et fiyatlarını öyle bir baskıladı ki bir kere Sayın Bakan iki yıl boyunca, ondan sonra da hayvancılık ölmeye başladı, insanlar ineklerini bile kesime göndermeye başladılar ve üretim azaldı, Doğu'da, Güneydoğu'da meralar çalışmamaya başladı ve et üretimimiz yüzde 14 düştü. Ne yapacaksın? Aç ithalat kapılarını, getir hayvanları kolayca, ramazanda et fiyatları yükselmesin. Bu kolaycılığa mı düşeceğiz arkadaşlar? Uzun vadeli bir planlama yok mu? Aylık mı planlama yapacağız biz?
Şimdi, enflasyonda da, biliyorsunuz, suçlu her zaman Tarım Bakanına göre sivri biber veya çeşitli bakanlarımız aynı şeyi söylüyor: "Sivri biber çıktı, enflasyon çıktı. Domates yükseldi..." Domates de domates, üç aydır domates dinliyoruz.
Değerli arkadaşlar, bakın, artık tarımda büyük oranda işi eline alan büyük market zincirleri ve büyük market zincirleri gidip endüstriyel tarım yaptırıyorlar; domatesi, biberi endüstriyel tarımla yaptırıyorlar. Siz marketten aldığınız domatesten, biberden bir lezzet alıyor musunuz? Alamazsınız çünkü hormonu basıyorlar, ilacı basıyorlar, bir gram lezzet alamazsınız, yemeği de yiyemezsiniz. Bizim çocukluğumuzda -hepimizin yaşı müsait, yeni kuşaklar bilmiyorlar- kokulu domatesimiz vardı, lezzetli biberimiz vardı, her şeyimiz ağzımızın tadına göreydi. Bugün hiçbir şey ağızımızın tadına göre değil, niye? Çünkü bahçeciliği, yerel tarımı öldürdünüz arkadaşlar; endüstriyel tarıma geçtik. Neden? Çünkü o köyde organik domatesini üreten, organik biberini üreten üretici o ürününü İstanbul'da pazara ulaştıramıyor; orada 20 kuruş, İstanbul'da 5 lira ama onu alıp da soğuk hava depolarıyla, bir organizasyonla İstanbul'da markete ulaştıracak bir sistem yok. Ne yapılıyor? Marketler gidiyor, bin dönüm araziyi kiralıyor, basıyor hormonu, basıyor ilacı; bize o iğrenç, rezil domatesi, biberi yediriyor. Oysa yapmamız gereken... Avrupa'da olan da bu, dünyadaki trend de bu, Amerika'da da böyle artık, yerel bahçecilik geliştiriliyor, yerel tohumlarla bunlar yapılıyor ve lezzetli oluyor arkadaşlar, "organik" dediğimiz şey bu. Hani kanser ona katlandı ya bunun için katlanıyor. Bunlarla ilgili bir politikaya ihtiyacımız var. Yerelde tarımı destekleyeceğiz, çiftçi köyünde kalacak ve hem organik besleneceğiz hem çiftçiliği desteklemiş olacağız.
Sayın Bakan, Varlık Fonu misyonunda yurt dışında arazi kiralayıp tarım ürünü yapmayı ortaya koydu biliyor musunuz? Bilmiyorum, Varlık Fonu'yla görüştünüz mü, hani Yiğit Bulut falan oradalar ya. Yurt dışında arazi kiralayacakmış, Sudan'da. Ya, milyonlarca dönüm arazimiz boş, Varlık Fonu şu anda yurt dışında arazi kiralayıp tarım ürünü yetiştirmeyi planlıyor.
Arkadaşlar, bunun önüne hep beraber geçmeliyiz. Gerçi Meclisin Varlık Fonu'nu denetleme yetkisi pek yok ama... Çünkü irade başka yerde. Hep beraber buna bakmalıyız derim. Yurt dışında arazi kiralayıp da arpa, mısır, pamuk üretmek milyonlarca dönüm arazimiz boşken, insanlarımız köylerini boşaltırken reva değildir diye düşünüyorum.
Şehir etrafındaki araziler ciddi anlamda ranta gidiyor. Tarımsal sit alanları ilan edeceğini söyledi, hâlâ bekliyoruz Sayın Bakanım. Özellikle kent etraflarındaki ranta açılma potansiyeli olan arazilerin bir an önce tarımsal sit alanı ilan edilmesi lazım Sayın Bakanım. Bunu yapmıyorsunuz. Bakın, İstanbul'un etrafında yüz binlerce dönüm arazi boş yatıyor. Niye? Çatalca'ya gidin, bakın, arazilerin dönümü 50 bin lira, 100 bin lira, 200 bin lira oldu. Niye? Oradan kanal geçecek de efendim, bu araziler bir milyon lira edecek diye. Tek bir arazi ekilmiyor, biçilmiyor Sayın Bakan. Diğer şehirler de, Konya'nın etrafı da öyle, Malatya'nın etrafı da öyle. Her şehrin etrafındaki yüz binlerce dönüm arazi rant bekliyor şu anda, imar bekliyor.
Bunun önüne geçmeliyiz Sayın Bakan diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)