| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 06.06.2017 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine konuşmak maksadıyla Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, malumunuz, uluslararası ilişkilerde herkesçe bilinen en temel kural, demokratik bir hukuk devletinin iki büyük önceliğinin olmasıdır. Bu önceliklerden bir tanesi güvenliktir, diğeri ise refahtır. Fakat bu iki önemli öncelikli kuralın kendi içerisinde bir hiyerarşisi söz konusu olduğunda, inanın, güvenlik refahın önünde telakki edilir, güvenlik daha öncelikli olur. Bunu önceleyip başarıyla uygulayan ülkelere baktığımızda gerçekten güvenlikli, her türlü riski alıp ülkenin birlik ve beraberliğini korumayı başaran ülkeler olduklarını görürken bunu uygulamayan ülkelere de baktığımızda hâllerinin pürmelal olduğuna ve hatta yerle yeksan olmakla yüz yüze geldiklerine de tanıklık etmekteyiz.
Bunu somutlaştırmak gerekirse bir örnekle, yaşadığımız dünya konjonktüründeki siyasi bir örnekle güncelleştirmek gerekirse bir taraftan baktığınızda, ABD'nin ve İsrail'in güvenlik adına neredeyse tüm dünya coğrafyasını mücadele alanı ilan edip güvenliğini riske taşıyacak en küçük olayı dahi ciddiye alırken diğer bazı ülkelerdeyse neme lazımcılığın hâkim olduğunu görmekte ve en basit bir terör olayı karşısında dahi zaafa düşüp ülkenin yerle yeksan hâline geldiğine tanıklık etmekteyiz. O hâlde, "önce can sonra canan" mantığıyla güvenliğimizi önceleyip en kritik ve en küçük risk ihtimalini bile ciddiye alarak güvenlik konseptimizi uygulamaya koymalıyız.
Bu anlamda, Türkiye ağır ve bir o kadar da meşakkatli bir terörle mücadele sürecinden geçmektedir. Neden? Çünkü ülkenin, ahtapot misali çok kollu bir terör sarmalıyla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Bir yandan DHKP-C, PKK, YPG, PYD, IŞİD ve FETÖ gibi terör örgütlerinin hain tuzakları ve eylemleri, öte yandansa NATO üyesi sözde müttefik ülkelerin son zamanlarda dış politikada Türkiye'yi yalnızlığa itme ya da izolasyona tabi tutma örneğinde net bir şekilde görmekteyiz. Çünkü bunu yaparak Türkiye'nin başına musallat olmuş terör örgütlerine moral ve motivasyon sağlamaya çalışmaktadır.
Böyle bir sıkıntılı ruh hâli içerisinde, 31 Mayıs 2017 günü, Şırnak Şenoba Tugay Komutanlığından kalkış yapan AS 532 Cougar tipi helikopter kalkıştan kısa bir süre sonra yüksek gerilim hatlarına takılarak düşmüş ve 13 kahraman askerimiz şehit olmuştur. Ben, sırası gelmişken, bütün bu şehitlerimize yüce Yaradan'dan rahmet, cennetiâlâda mekân ve kederli ailelerine ve yüce Türk milletine de başsağlığı diliyorum. Bizleri büyük bir eleme boğan bu acı kazanın nedenleri konusunda en doğru yorum ancak kaza kırım raporunun açıklanmasından sonra yapılabilir. Bu bilimsel bir gerçektir, kırım raporunun çıkması önceliklidir. Bu bir genel prensiptir aynı zamanda. Fakat bir kazanın bazen birden fazla nedenin oluşmasıyla vuku bulduğunu da bilmekteyiz, buna da tanıklık ettiğimiz vakidir.
Teknolojinin bu denli geliştiği dönemlerde meydana gelen kazalar genellikle insan faktörüyle açıklanmaktadır. Artık, böylesine bir kazayı sadece insan faktörüyle açıklamak gerçekten orada verdiğimiz şehitlerimizin ruhaniyetine de saygısızlıktır. Dolayısıyla, benden önceki konuşmacılar belki kısmen değindiler ama biz bu kazanın iki boyutlu ele alınıp incelenmesinden yanayız: Birincisi; evet, insani faktörler de konuşulmalı ama teknolojik aksaklıklar, teknolojik donanımların eksikliklerini de gündeme getirmek zorundayız. Bunlara birkaç örnekle açıklama getirmek gerekirse bakın, o kadar çok yönlü bir teknolojik gereksinim söz konusu ki bu tür araçlarımızda, bunlardan ilk akla gelenlerden bir tanesi, alacakaranlıkta kullanılan güneş gözlükleri çok önemli, onu kullanan teknik kapasite çok önemli.
Yine, teknik bağlamlı ikinci önemli bir husus ise uyarıcı sistemlerin olmaması. Bu konuda çok çeşitli spekülasyonlar var. Nedir? Efendim, ihale edilmiş de verilmemiş de fiyatı fazla bulunmuş da ama bir başka şey de bizim bu konuda çok güçlü kurumlarımız var. Gerçekten -birazdan değineceğiz- ASELSAN'ımız var, efendim, ROKETSAN'ınımız var, HAVELSAN'ımız var, TUSAŞ'ımız var, gibi. Bunlarda bu tür bir uyarıcı sistem üretme imkânına kısa bir sürede sahip olmamız gerekiyor.
Diğer önemli bir teknik ihtiyaç ise kayan harita sisteminin olmayışı, kullanılmayışı. Biliyorsunuz, teknik olarak donanımlı araçlar kullanıyoruz hepimiz. "GPS sistemi" dedikleri sistem aynı şekilde helikopterler için de söz konusu olabilir yani helikopter kalktığında pilotumuza o havadaki engel olabilecek her türlü oluşumları görüntülü bir şekilde verecek, uyarısını yapacak.
Diğer önemli bir teknik donanım noktasında olması gereken aygıtımız da zenginleştirilmiş yer yakınlık sistemi. Bu da aynı şekilde, yine dağ mı çıkıyor, tepe mi çıkıyor, engebe mi var, tel mi çıkacak, ne çıkacaksa onu sesli olarak pilota bir mesaj olarak, bir uyarı olarak gönderdiği basit bir sistemden bahsediyoruz.
Tabii, bunların hiçbiri olmadı. Ne oldu? Yüksek gerilim hattına takıldık. Ben bunu bir uzman kişiden dinledim, bir emekli generalin kendi ifadesiyle, referansım odur: "Bu gerilim hatlarında balonlar olur..." Ben de öylece öğrenmiş oldum. Bu balonların hikmeti nedir acaba? Görüntüyü, dikkati dağıtmak için yani salt bir kablo değil, onu net bir şekilde, çok sistematik, çok ciddi bir yapı olduğunu ifade etmek için... Ama güneydoğuda bunlar -o generalin ifadesiyle söylüyorum- bu balonlar yüksek gerilim hatlarında yok, güvenlik amacıyla takılmakta zorlanılmış. Şimdi, burada Enerji Bakanlığının gerçekten bunu bir an önce düzenleyip... Türkiye'nin her yerinde olan gerilim hatlarındaki o balonların o bölgelerde bir an önce olmasında yarar var diye düşünüyorum. Şayet yoksa "Bu gerilim hatlarının tepesine fosforlu boya kullanılarak bir şeyler yapılabilir." diyor uzmanlar, ben söylemiyorum ya da çakar ışıklar var sürekli sinyal gönderen deniz fenerlerinde olduğu gibi. Bu tür basit teknolojilerle de belki bu tür kazalarımız, yüreğimizi yakan bu büyük can kayıplarımız engellenebilirdi.
Bu uyarıları niye yapıyoruz? Değerli milletvekilleri çünkü ne olur, gözü açık olmak zorundayız, güvenliğimizi öncelemek zorundayız. Bakın, sürekli konuşuyoruz, sürekli eleştiriyoruz; yüzlerce tırlık çok ağır mühimmat silah sınırımızın hemen ötesine sevk edildi, değil mi? PYD'ye, YPG'ye silah yardımı yapıldı. Sanıyor musunuz ki bu silahlar çok sıradan, basit silahlar, bunlar çok sofistike, gerçekten çok modern silahlar. Yarın öbür gün, Allah korusun -en büyük endişemiz o değil mi, onun için itiraz etmiyor muyuz- sınırın bu tarafına, PKK'ya bir şekilde geçerse bu silahlar... Bu tür kazaların daha ağırına maruz kalmadan bir an önce bu tedbirlerin alınması lazım.
Saygıdeğer milletvekilleri, insan faktörüne gelince; bu kazadan çıkaracağımız önemli bir ders de insan faktörünü dikkate almak. Gerçekten, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz FETÖ operasyonundan sonra büyük bir güç kaybına uğradı. Özellikle tecrübeli pilot sayımızda bir azalma var ve bu arkadaşlarımız, bu yavrularımız, bu kardeşlerimiz yoğun mesai stresi içerisindeler.
Bakın, burada "İnsanın yaşaması en doğal hakkıdır." diyoruz, değil mi? Ama görevi bir insanı yaşatmak olan birilerinin yaşama hakkı daha kutsaldır. Dolasıyla biz burada öyle tasarruf tedbiri falan filan demeden bu Silahlı Kuvvetler mensuplarımızın her türlü ihtiyaçlarının giderilmesi için elimizden gelen her türlü fedakârlığı yapmak zorundayız. Aksi takdirde, Sayın Paşamızın, rahmetli Paşamızın ifade ettiği gibi, yine hemşehrisi astsubay Cavit Cihan Özlü'ye, korumasını yapan bir kardeşimize diyor ki: "Cavit, sen helikoptere binme. Sen dün gece nöbetteydin, yeni geldin." Bu çok önemli bir anekdot.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - Müsaade ederseniz bitirmek istiyorum.
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Gerçekten beni inciten... Yani, o şehitlerimize üzüldüğüm kadar bu diyalog da beni çok derinden sarstı. Komutan ile yaveri arasında geçiyor bu diyalog -Yusuf Bey bizatihi duymuştur büyük bir ihtimalle- komutan diyor ki: "Cavit, sen gelmiyorsun." Cavit teçhizatını giyinmiş, komutanı neredeyse o da -yaveri- yanında olacak. "Hayır evladım, senin dün gece de nöbetin vardı. Sen kalıp dinleniyorsun, ben yalnız gidiyorum." diyor ve o Cavit, o anı yaşadığına lanet okuyor "Keşke ben sormadan binseydim." diyor.
Ben de diyorum ki bu kürsüden, vicdanım rahatsız olarak söylüyorum ki keşke bir yetkilimiz de Aydoğan Paşa'ya "Paşam, kırk gündür sen burada mücadele veriyorsun, canın çıktı, postalını çıkarmadın. Sen bugün dinlen, yarın git." diye söyleseydi belki bunu yaşamamış olacaktık.
Duygusallığımı bağışlayın diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.